2 Kânunusani 1933 VAKIT'ın edebi tefrikası M——— 2 Samim ” E CANIM AYŞE Dünkü kısmın hulâsası On sekiz yaşında, canlı, neşeli, he yecanlı Ayşe sevinç içindedir. Kü - güklüktenberi beraber | büyüdükleri Kemal, bütün genç kızların kendisine bir bakışta âşık oldukları güzel Ke - mel, Avrupada tahsilini bitirmiş ls - tanbula dönüyor. Ayşe onun odasın çiçeklerle süslüyor, hazırlıyor. Ayşenin babası, Kemali © küçükten © büyütmüştür | Avrupada okuyup gelen genç adama | bahçedeki küçük köşkü veriyor, Artık | orada istediği gibi yaşasın Ayşe ile babaşı Kemali Sirkeci istasyonunda karşılıyorlar. Kemal, İstanbula ka - vuştuğu için memnundur, Hele kendi- si için hazırlanan köşke girince ha - ran ölüyor: e 5 — Beni fazla şımartıyorsu- Duz! Burası ne güzel döşen mi$, be güzel tanzim edilmiş.. Beni sevinçten çıldırtmak mı iş- tiyorsunuz?.. e Bütün bunlar Ayşenin ese- ri... Dışarı çıktı. Uşağa, eşyaları getirmesi için seslendi. Kemal Ayşeye yaklaştı: — Benim Canım Ayşeciğim!. Fikriyar, Kemalin etrafında dönüyordu. Kemal, Ayşeyi söyle kendin- den biraz uzaklaştırarak, tepe « sinden tırnağına kadar süzdü: — Sana büyümüşsün, dedim. | Ayni zamanda da güzelleşmiş - sin... Hem de çok güzelleşmiş - sin... Biliyor musun, ki enfes bir kız olmuşsun! Bunu söylerken sesi biraz hl- “sildi, yavaşladı. Ayşenin yanaklarını avuçlarını” arasına aldı. Yüzünü yüzüne; yakl ;tırdı, İ — Heykel gibi bir kızsın... | Eski zamanların, sütü karışma - | muş çerkes kızlarına benziyor Sl İ sun, | Ayşe kıpkırmızı oldu: İ — Çerkesler sarışındır, ben kumralım, — Amma güzelsin! Ayşenin alnından öptü, Genç kız başını önüne iğdi. Etraflarına gül kokuları sinmişti İkisi de söyliyecek söz bulamıyorlardı... İkisinin de kalbi helecanlıydr.. Bu esnada Şefik Nuri bey geldi. | — Bu sessiz... muhavereye nihayet vermek istiyormuş gibi: — Sana bir hediye alaca; Kamal, dedi. e > Daha mı? vii? neşeli bir kahkaha sa - — Küçük bir otomobil, Ya — Hayır, bu hediyeyi kabul villa Siz bana otomo - Arâtını verin, ben size ay- lığımdan onu taksitle ödiyeyim. Şefik Nuri bey sayılı avukat lardandı. Geceleri, ln tet- kik eder, müdaf, Denki Kemal, sirf bu hususta kendisine yardım etmek maksadiyi.. — Hiç yorgun değilim, dedi, yalnız bir yıkansam kendimi bi - faz daha toparlıyacağım. Ondan sonra emirlerinize hazırım; İste - Selâmi Izzet Şefik Nuri bey tekrar gülüm- sedi. Bu gülümseyişinde rekik, hassas bir yüz kırışıklığı vardı: — Geceleri çalıştığımı unut - mamışsın? dedi. — Sizin hiçbir şeyinizi unut - madım; nerede kaldı, ki mesai - nizi unutayım... Çalışan adam u- nutulmaz. İnsanlar, insan olan -| lar çalışan adamı unutamazlar. Ben, bu insanm, sizin nasıl ça- lıştığınızı gözlerimle (o gördüm... Çalışmanızı nasıl unutabilirim?.. Şefik bey gene gülümsedi: — Bu gece çalışacak değilim oğlum. Bu gece davetlilerimiz var. Eğer çok yorgun değilsen, yemekten sonra hemen yatma. — Emredersiniz amca, Ayşe ile babası konağa geldi- ler. Ayşenin etekleri sevincinden zil çalıyordu. Kemal, o eski kar- deş, her zamanki gibi sevimli, terbiyeli, nazik ve mutiydi. Ayşenin gönlünden yeni bir zevk kanat çırpıyordu. Kemale kavuşacağı için, bu derece sevi - neceğine ihtimal veremiyor ve bu sevincin manasını bir türlü kendi kendine anlatamıyordu. — Dadı, şu iskarpinimi giy- dirsene... Fikriyar, iskarpini giydirirken belki yüzüncü defa soruyordu: -— Tanıdıklarımız içinde Ke- mal gibisi var mı? Fikriyar kafa sallıyordu: Yerli pirinç- lerimiz ihracatımıza yeter, konten- Jânda pirinç mıktarını artırmıya lüzum yoktur Ticaret müdürünün beyanatı Bazı pirinç tacirlerinin kontenjan- da az pirinç olduğunu behane ederek pirinç fiatlarını yükselilikleri yazıl. muştı. Piyasayı alâkadar eden bu me- sele hakkında görüştüğümüz Ticaret müdürü Muhsin Bey bir muharriri- mize şunları söylemiştir: Böyle bir şey vâki değildir. Bu gün mer'iyete giren kontenjan lis- tesinin ihzarmdan evvel memleket İ pirinç mahsulü mikdarı iktisat ve- kâletince tespit edilerek hemen he men memleket ihtiyacına teka - bül edecek derecede olduğu görül- mesi üzerine kontenjana âz miktar pirinç konulmuştu. Yerli pirinçle- rin evsafı memleketin muhtelif ma hallerinde tesis olunan asri vesaitle mücehhez çeltik fabrikalerı saye - sinde ıslah edilmiş olduğundan ka lite itibarile dahi ecnebi pirinçle - rinden müstağni bir halde bulunu- yoruz. Dahili istihlâk yerli malma inhi sar edince, bu mallarm fiatlarının tereffü edip etmediğine gelince; piyasadan yaptığım tetkikat neti - cesinde bugünkü pirinç fiatlarınm kontenjanda en çok pirinç bulun - duğu zamanlardan daha dun fiat- ta satılmakta olduğunu tespit et - tim. Geçen sene pirinç fiatları 29- 3S kuruş olduğu halde bu sene 23- — Bacağını .kımıldatma da | 28 kuuştur. iskarpini giydireyim.. Eğer doğ- ru dürmazsan Kemal beyi çekiş- tireceğim ha... — Hele çekiştir de seni!,, — Bacağını çekiştiririm.. — Hiçbirini çekiştirme. İşte mum gibi duruyorum. Bu mavi esvap bana çok yakışıyor eğil mi? — Sana ne yakışmaz, ki yav- rum, Amma duydun ya, bana, çok güzelsin, dedi. — Kemal bey kör değil ya, el- bette görüyor. Görünen köy kı » lavuz istemez derler. Ayşe artık dinlemiyordu. Ken- dine endam aynasında bir kere daha baktı, sonra odadan çıktı. Ayşe, çok küçük yaşta anasın- dan öksüz kaldığı için, evin ha- nrmıydı. Tam bir ev kadını bal ve tavrı ile,'misafirleri kabul et- ti. Evvelâ müderris Sena bey gel- di. Sena bey Kemalin liseden muallimiydi. Sonra Sabire ha - nımla kızı Cevza geldiler, Cevza Ayşenin en samimi arkadaşların- dandı. Kemalin dönüşü ile sevinen Ayşeyi, bu sevinç bir kat daha güzelleştiriyordu. Bu güzelliğin karşısında misafirler hayran ol - dular. Cevza, daha kapradn girer girmez haykırdı; — Aman Ayşem pek güzel - sin... Ayşe, mes'ut bir eda ile cevap verdi: — Beni sevdiğin için sana gü- zel görünürüm.. Kenan bey söze karıştı: — Düşmanların olsa, güzelli- göreyim | diğiniz şeyi, İstediğiniz kadar | ğini inkâr edemezler. Yazayım, (Devam var) la ii ei ila a ak Hakikat böyle olduğu halde yer li pirinç fabrikalarının kontenjan- da az pirinç bulunduğundan isti - fade ile fiatları arttırdıklarmı id « dia etmek haksızlık olur. Maamafih şayet bundan sona böyle hareket edecekler olursa, haklarında ihtikâr takibatı yapıl- ması tabii olacaktır. Yerli fabrikaların kontenjan va- ziyetinden istifade ettiklerini ileri sürerek ve yahut yerli malının ki - fayet etmiyeceğini iddia ederek kontenjan miktarını arttırmak ga- yesini takip edenler bazı gazete sa hifalarında bususi o menfaatlerini temin için yer bulamamalıdırlar. Bu gibi tacirler ecnebi malı pi - rinç satmayı menfaatlerine daha muvafık buluyorlar, Çünkü her hangi bir zamanda bu mallar sto- kunun bir elde temerküz ettirilme si ve maliyet fiatlarmın gayri va - zih bulunması hasebile bu muta - vassıtların bu malların satışından daha fazla kâr emek imkân ve fırsatını kaçırmak istememeleri ve normal kâra kanaat etmemeleri ve bu yüzden memleket mahsulünün istihlâk edilmiyerek ecnebi malı - nın revacını temine çalışılması doğ ru değildir. Ecnebi malların nedre tinin istihlâkimiz üzerine bir te - siri olmıyacaktır. Evsafı itibarile bunlara muadil bir hale gelen'pi- rinçlerimizle bunlar arasındaki fark ancak bir lüks meselesi ola - rak kalmıştır. Mütevassıt ve pera- kendecilerin yerli malına teshil - kâr olmaları bu meseleyi de orta- dan kaldırmaya kâfi o gelecektir. Binaenaleyh memlekette mikdar - ca kâfi, evsafça muadil kıymette yerli malı pirinçlerimiz bulunduğu halde müstehliklerin bunlara rağ- betsizliğini celbedecek surette ha- reket etmek milli menfaate karşı vazifesizlik etmek olur ki, biz bü- tün tacirlerimizi bundan münez - ağbimdi it İşliyen Yara i Süsü. Milli Roman Helen beni aşağıya indirdi, beraber yemek yedik ve öğle- den sonra biraz gezmiye çıktık. Akşam üstü Rudolfa rasgeldik : — Oo, Turan, dedi. Ben de seni arıyordum. Gel bu gece j beraber yemek yiyelim. Sana bir sürprizim de var. Haydi yörü, Helene de benimle beraber gelmesi için rica eltim ve üçü müz birlikte bilmediğim bir lo- kantaya gittik, Rudolf köşedeki bir masaya doğru bizi götürdü. Bu masada bir tek genç oturuyordu; yanına gidince Rudolf beni göstererek: — İşte size bir hemşeri. Diye beni ona takdim etti, Ben benöz bir şey anlamıyor dum. O genç heyecanla: — Sahimi, Türkmüsünüz? Diye bana elini uzattı ve ta- nıştık; Türkçe konuşmıya başla- dık. Ben Türkçenin bu kadar gözel olduğunu hiç bir zaman düşübmemiştim. Her duyduğum kelime içimde memlekete ait bir batırayı uyandırıyordu. Bu hatıraların acılığıda sanki dün gece döktüğüm güz yaşlarile silinmişti. ismi Ferit olan bu genç “Kor- rel,, Darüllünununda ziraat tah- silini bitirmiş, şimdi Türkiyeye dönüyormuş. Lisede okuduktan sonra Ödemiş belediyesi kendi- sini Amerikaya yollamış, dört seneden beri (o buradaymış. Bu gitmemiş. Benim yeni geldiğimi anlayın- ca vatana ait bir çok havadisler sormaya başladı. Hele, hemen bemen hemşeri olduğumuzu öğ- renmesi onu büsbütün coşturdu. Ona, geşirmiye başladığın bulhrandan tabii hiç bahsetme- dim. Fakat memleket için çek- tiği hasrete imrendim, Türkiye dedikçe kalbi görünüyor sanı- yordüm. O gece hiç bir acılık duymaksızın bu gençle memle- kete dair tuzun vzun görüştüm. Bu tesadüf geçirmiye başla dığım bubranı arttırdı. Odama dönünce oçekmecemin annemin bana ilk yolladığı kartı çıkardım, korkakorka, utana uta- na bakmağa başladım. Annemin yeni gelen mektubundaki mem- leket havadislerini tekrar oku- dum. Ruyamda orasını gördüm ve ertesi sabah gözümde yaşlarla uyandım. O gece sanki gizli bir el benim asıl gözlerimi çıkara- rak yerine başkalarını koymuştu. Artık etrafımı eskisi gibi gör- müyordum. Nüyorkun bütün ca- zibesi gözlerimden kaybolmuştu. Mütemadiyen memleketimi, o sevmediğim çıkarken lânet etti- ğim memleketimi düşünüyordum. Yuvaş yavaş vaziyetimin feca- atini aolamağa başladım. Bu muhakkak bir daüssıla başlan- gıcı idi ve bünü bende uyandı ran amiller, ilk önce © tanıma- dığım Türk çocuğundan yediğim yumruk sonra OHelenia bana verdiği ders ve nihayet bu mem- lekete dönmek üzere olan ger cin duyduğu temiz hasreti, Ben koşa koşa geldiğim Amer kada- da her vesileyle yabancılığımı hissetmiş ve iki cami arasında kalmış beynamuza dönmüştüm. Bundan bir iki müddet zarfında memlekete biç içinden Yazın: Necmettin Halil içimdeki zehrin tablilile uğraş” tım, Bir gece odamda mi , üstünde namıma gelmiş ca bir zarf buldum, içinden bir ki tap çıktı. Kitap ayrica bir b kâğıtla kapalanmıştı ve üstünde şu cümle vardı. “Vatanını çok seven bir Çi liden memleketini sevmiyen bi Türkel,, Kitabın adını tüylerim diken diken olarak okudum: “Vatai adam,, a Bu vatanına lânet ettiği içim mahkeme tarafından onu n ye, onun sözünü işitmemiye m küm edilen bir Amerikalı bah riye zabitinin hikâyesiydi. ber kelimesi (ateşle okudukça içim cayır cayır yordu. Gece yarısı son sabifayi biti“ rip kitabı kapadığım zaman iştir rabıma teğbis koymuş Ben de bir vatansızdım. i hakkımda hiç bir mahkeme ; küm vermemişti; bunu ben dim istemiş, oradan nefret ğim için kaçmıştım, Fakat Daha fazla tahammül i dim, başımı alp sokaklara fi ladım. Sert bir ruzgâr ordu; vöücudüm tir tir titrerken İçim yanıyordu. ; Ben kendi cemiyetimi ir görmüş fakat hiç bir cemi mal olmamıştım ve nihayet dön yadaki mab'ükların en bedbahti en zavallısı haline girmiştim. Artık Kolecde beş altı mütemadiyen yuttoğum rn tesiri dimağımdan Sili başlamıştı. iğ Kornel Darülfünunun da okü- yup şimdi memleketine o genci, onu buralarda kuvveti düşündüm, O vatanına dönmek ve oradaki cemiyet içinde çalışıp mes'ut olmak buralara gelmiş, okumuştu. buki benim böyle bir gayem yoktu. Hayatımın boşluğunu “ bir surette anladım. i O gündenberi hiç bir şey miyorum, va Dün limanda serseri ser eri dolaşıyor ve vapurları yordum; tekrar o gence dim Elimi uzattığım zaman: — Kimsiniz? Bi Diye sordu. Şaşırdım, bir kaç gece evvelki tesadüfümüzü bs” tırlattım. O beni ezen bir haka ret ifadesiyle: v — vi — Bu isimde bir vatan tanımıyorum. : Dedi ve uzaklaştı. Burada yaptıklarım ve nasıl bir adam olduğum onunda kulağına Ş& lamış olacak. . Devami vr). ispanyada “karışıkiıklar SEVİLLE, 1 (A.A.) — Mad ritten gelen haberler, bugün . kargaşalıklar vukubulacağı zan nın: uyandırmaktadır. Bunun için hükümet, bir çok iktiyat tedbir * leri almıştır. Milli mesai konfe « derasyonu ile anarşistler fed i yonunun, komünist fırkasının i * dare merkezlerinde ve komünist idaresi başında bulunanların ev « lerinde bazı araştırmalar yapıl «