Haydutların eline düşen güzel İngiliz kızı ile gencinin kırk üç gün çektikleri eziyetler Çinli haydutlar tarafından ! dar ıslandık, Nihayet Liyo nehri | için iki yanımızda çinli şapkaları tevkif edilerek kırk üç gün alı - | İ kenarma vardık, Orada yıkık bir | olduğu halde şimale doğru gidi - konduktan sonra fidye mukabilin de serbest bırakılan Misters Pav- ley ismindeki güzel ingiliz kızı ile Mister Kokran daha pek yeni kurtulmuşlardır. Misters Pavley haydutların e - line nasıl düştüğünü ve nasıl va- kit geçirdiklerini şöyle anlatıyor: | “Bizi yakaladıkları sabah bu büyük çin şehrinde yarış sahasın- da beygirle dolaşıyorduk. Çar - les Mister Mak Yutoş ile şakala - şıyorlardı. Ahırların önünde atlarımızdan indiğimiz sırada birdenbire yan - larında iki delikanlı bulunan üç silâhlı haydut peyda < oldular, Ve mavzer tabancaları ile bizi teh - dit ettiler. Beygire atlamak imkâ- rr olup olmadığını seyise sordum. İmkânsız olduğunu söyledi. Maa- mafih Şarl bir tecrübe yapmak istedi, Fakat atın eğeri döndü. kendisi silâh tehditleri karşısında birdenbire kalmıya mecbur oldu. Silâhsız olan iki Çinli üzerimize atıldılar ve ellerimizi arkalarımı- za bağladıktan sonra boynumuza bir ip geçirdiler. Ve bir taraftan çekerek bir taraftan arkadan kır- baçlıyarak yarış meydanı boyun- ca koşturdular. Sonra yüksekliği iki buçuk metreyi bulan yerli büğ dayı fidanları arasma sürükledi - ler. Henüz doğru dürüst açılma - miş bir yolu dört nala indik. Mak haydutların yürüyüşünü işkâl için düşmekliğim tavsiyesinde bulun dü. Böylece bizi arıyanların ye - tişmesine imkân kalacaktı. Aya- ğımızda süvari çizmeleri olduğun- dan koşarken canımız atıyor, 80- luyorduk. Diğer taraftan boynu - muzdaki ip nefesimizi kesecek gi- bi sıkıyordu. Bir sıra, bir ırmağı geçmiye mecbur olduk. Şarl ve ben karşı sahile vardık, Mak yan» lış sıçradı ve ırmağın Ortasına düştü ve tekrar yakalandı. Bundan sonra süratle ilerliye- rek şimendifer hattına yakın ve Taşişaho civarında bir meydanlı- ğa vardık. Haydutlar bizi çamur içinde yatmıya mecbur ettiler. Henüz demiryolu hizasımday - ken bir tren geçti. Sarı saçlarımın yolcular tarafından farkedilece - ğini düşünerek şapkamı düşür - düm. Haydutlarm reisi bana sert bir tavırla: “Ne yapıyorsun?,, de- di ve kırbacın sapı ile yüzüme vurdu. Tam bu sırada havada bir tayyare gözüktü. Fakat haydutlar bizi yere yatmıya mecbur ettiler ve tayyareciler bizi göremediler. Cebri yürüyüşümüz feci idi. Ki- lometrelerce buğdaylar, arasın - da ilerlemiye mecbur oluyorduk. Akşam saat ikide yemek için bir yerde durduk. Su olarak pis ça - murları içmiye mecbur kalıyor - duk. Daha sonra yolumuza devam ettik. Bir takım bataklıklar geç - tikten sonra durduk. On altı saat- te 61 kilometrelik yol — almıştık, Çizmelerimiz ayaklarımızı par - çalamıştı. O kadar yorgunduk ki, hemen uyuduk. Fakat bir müd - det sonra uyandırdılar gene yol almak lâzım geldi. Hava gayet soğuktu ve yağmur yağıyordu. Açlıktan ölecek haldeydik. Çiy dolu bambo ağaçlarının arasın - dan geçerken tepeden tırnağa ka- eve girdik, Haydutlar kulübe sa“ i hibi köylüyü ateş yakmıya mec- bur ettiler. Ateşin etrafında otu - rarak elbiselerimizi kısmen ku - | ruttuk. Bundan sonra bir kayığa bine « | rek karşı yakaya çıktık. Dizlerimi ze kadar çamura batıyorduk. Şarlın çizmeleri parça parça ol »- muştu. Yoluna çıplak ayakla de- vama mecbur kaldı. Daha sonra bir küçük köyü geçtik burada (Mançoko) ya mensup dört asker gördük ve | kurtulduk diye sevindik, : Fakat Eşkiya elinde esir kalan Mistris Pavley ve Mister Kokran bunlar haydutları görünce tüfek » lerini atarak var kuvveti bacak » larma o verdiler, Haydutlardan biri kaçan askerlerin peşine takı- larak bir tanesini yakaladı. Heri- fi getirdi. Herif reisin önünde | « ğilerek dostluğundan bahsetti. Ni hayet bataklıklar ortasında bir balıkçı kulübesine vardık. Artık yiyeceğimiz kalmamıştı. Şarlım ayakları kanıyordu. o Balıkçıdan bir çift çin sandalı almıya muvaf- fak olduk. Bunları Şarl sicimle a- yağma bağladı. O vakit Pei Patyen burada as- kerler olduğunu söyledi. Onun i- çin öğleden sonra bir müddet ku- lübede kaldık, Akşam yürümemi » ze devam ettik. Az sonra bir dört yol ağzında askerlerle karşılaştık bizi tekrar otların © arasına yere yatırdılar. Haydutlar bir taraf » tan köpeklerin ağızlarını havla « mamaları için tutarken diğer ta- taftan da en küçük bir (gürültü yapacak olursak beynimizi pat - latmak için silâhlarını almlarımı- za dayamış duruyorlardı. O vakit Pei Patyen uzun bir gömlek giydi. Şapkası çıkardı. Ve askerleri karşılamıya gitti. Onlara köylü olduğunu söyledi. Bunlar haydutların maiyetinde esirler görüp görmediğini sordu - lar dedi ki: — Evet.. Onların cenuba doğru | gittiklerini: gördüm. Nehrin karşı | tarafında idiler, Askerler teşekkür ederek mu» hayyel haydutlarm takibine git - tiler. Biz ise tanınmamaklığımız yorduk. Gece yarısma doğru o kadar yorgundum ki hayaller görmiye başlamıştım. Olmıyan omaniaları atlamak için ayağımı kaldırıyor - dum, Nihayet bir köye vardık. Bu evde ellerimiz bağlı bir iple tavan daki direğe merbut olduğu halde pis bir yatak üzerinde (o yatmıya mecbur olduk. Bu vaziyetimiz o kadar fecidi ki, yemek yiyemedik. ve uyuyamadık. Üçüncü esaret günümüzde şa- faktan evvel kalkmıya mecbur ol- duk. Yara içindeki ayaklarımıza ayakkabıları zorla geçirdik. Tek- rar sazlıklar arasında ve sivrisi » nek dolu pis su birikintileri ke « narmda yürümiye mecbur edil - dik. Yüzlerimiz kan içinde idi. bağlı ellerimizle üzerimize hücum eden sivrisinekleri bir türlü ko « 'İ vamıyorduk. Susuzluktan boğa * zrmız tabta gibi kuruyordu. O za- man bataklıkların çamurlu su « yunu içmiye mecbur kalıyorduk. Öğleden sonra ikiye kadar yürü - dükten sonra başka bir köye var » dık. Burada ahali etrafımızı sar - dı başımızı, akrabamızı, dostları - mızı sormıya başladılar. Bu gü - nü takip eden dört gün evvelki hayatı sürdük gündüzleri sakla - nıyor, geceleri cebri yürüyüşler | yapıyorduk. Nihayet (o yüksek bir duvarla çevrilmiş bir binaya var »" dık. Orada yüze yakın adam var dı. Bunlar çetenin bakıyesi imiş. Az sonra yakalandığımızı duyan birçokları daha geldi. Burada reis bizi dokuz haydu- dun eline teslim etti, Onlar sar - gılarımızı çıkardılar. Gece gün - düz yanmızda nöbet bekliyor » lardı. Yanlarında pis bir yatak ü- zerinde yattık. O gün öğleden sonra ilk mek- tuplar geldi, Haydutlar para iste- mek için mektup yazmamızı, aksi takdirde bizi öldüreceklerini söy» lediler. Günler geçiyor biz hiç bir ha- ber alamamaktan ve orada mah - pus yaşamaktan meyustuk. Hay - dutlar müthiş hikâyeler anlatarak bizi korkutuyorlar ve Şarlın saç- larını çekiyorlardı. Haydutlardan bazısı bize kar- $ı iyi muamele ediyor; diğerleri is se kaba şakalar yapıyorlardı. Bir gün sabredemiyerek vücuduma iğne batıran ve döven bir haydu- dun midesine bir yumruk indir - | dim. Bir bıçak yakalıyarak beni öldürmiye kalkıştı. Fakat arka - daşları mani oldular ve dediler ki; — Ne yapıyorsun? Eğer bu ya» ban şeytanı öldürürsen fidyeyi alamayız. Bir ikindi vakti bir tüfek ateşi duyduk, Muhafızlarımız. içlerin- den birini nöbetçi bırakarak dışa» rıya çıktılar, Sonra anlattıklarına göre başka bir çete bizi kaçırmı- ya gelmiş. Bu yeni çete haydut » | larından altısı silâhsız ve biribi - rine bağlı olarak getirildi. Ertesi günden itibaren yanımızda kal - dılar. İlk gece eziyet edildi ve re- isleri baş parmaklarından asıldık- tan sonra kurşuna dizildi.. Yakmda bize de bu azabın Mütercimi : Zonguldak mebusu Halil Dostluk ana-baba sevgisinden W aşktan daha sakin bir duygudul Dostluk, ana - baba sevgisin- den daha sakin bir duygudur; Çünkü ana - baba sevgisine her şır ve bu ıstırap, sevginin mevzu undaki ehemmiyetle mütenasip o- lur.. Dostluk, bizzat aşktan da sa” kindir; çünkü, dostlukta hayalin pek az hissesi olduğu gibi diğer duyguların müteessir olmasını İ- cap ettirecek hiç bir sebep yok- tur. Dostluk, dini duygudan da sa- ! kin bir duygudur; çünkü, dini duygularda bir çok lütuf ve ina- yet ümitleri mevcut olmakla be- raber pek büyük hesap ve âzap korkuları mündemiçtir. Şu halde, sükün ve huzur, dostluğun en mü- him farıkalarından biridir. Halbuki evvelce izah ettiğimiz veçhile sükün ve huzur, pek mü- him bir saadet unsurudur. Bu itibarla dostluk, saadetimi- ze fevkalâde medar olabilecek kıymetli bir âmildir. Dostluk, kendisi ve hedefi mu- ayyen olan bir duygudur: Terci- han bir kimseyi seviyoruz; fakat bu kimseyi olduğu gibi, (o bütün meziyetleri ve bütün kusurlarile, hattâ bazı kere sırf kusurlarından dolayı seviyoruz.. Şu halde * hiç bir duygumuz kadar (muayyen) bir mahiyeti haiz değildir. Bundan çok büyük, çok halis ve çok sağlam oldukları halde, ayanbeyan görülecek ve âhlaşıla: | cak hedefleri olmıyan ve bilâkis havas ve muhayyilemize ve hattâ idrakimize sığdırılamıyacak de- recede, müphem ve hayali sebep- lere taalluk eden duygularımız vardır: Meselâ; güzellik duygusu, mu- ayyen bir sebebe istinat etmekle beraber hususi bir mevzuda te. | hem olmakla beraber daha w şahıs etmedikçe fikrimize sarih | kikt değildir: bir mâna ifade etmez. tatbik edileceğini söylüyorlardı. Bir sabah her nedense Şarlla benim içimden koptu ve şarkı söy lemiye başladık bu, haydutların son derece hoşuna gitti tekrar et- memizi istediler. Her - ziyaretçi geldikçe şarkıları tekrara mecbur kalıyorduk. Bereket © versin çok şarkı bilmediğimizden daima ay- ni şarkıları tekrarlıyorduk . Çinliler daima ailelerimize mektup yazmamızı istiyorlardı. Biz ise mektup yazmıyarak ce - saretimizin kırılmadığını göster- mek istiyorduk. Çinlilerin çoğu afyon içiyordu. Bu bizi pek ra - hatsız ediyordu. Çünkü afyon du- manı dolu olan odada nefes ala - mıyorduk. 9 teşrinievel akşamı haydutlar arasında büyük bir heyecan oldu. Her tarafa koşuyorlar ve silâhla- | rmı kaparak: “Japonlar geldi di - ye bağrıyorlardı. Ucumi isminde kısa boylu bir Japon gelip serbest bırakılmamız için müzakerata girişti, Ellerimizi sıktı, 13 veya 14 teşrinievelde tekrar geleceğini söyliyerek git - ti. Bütün bu günler müzakereler devam etti. Tahliyemiz sabahına kadar bir çok Japonlar gelip git - tiler. O sabah haydutlardan biri odamıza geldi ve Japonların mü- | İ bunu tanır ve muhayyer zaman mustarip bir duygu katı-| Nazarımız, güzelliğin tiği bir maddeye ilişince, #* hal alâkalanır; fakat bu $ geçici bir memnuniyettir! lik duygusu şumullü ve si duygudur; mevcudatın kâff taalluk ve intibak edebilir “€ ni duygulara katıştıkça olmıyan duygular sahasmdf mağa mahkümdur.. Vatan si de, ayni mahiyetteki d dan biridir.. Bu duygunun hedefi —Gözle görülmiyen, e kavranmıyan, keyfi ve m f dil hudutlarla çevrilen bir t0) Daha? — Yüzlerce lehçeler; başına değişen ğiveler arzeder dil. Daha? —Bir isim.. Bu is şıyan, bu toprakta yaşıyan, li konuşan her şeyi ve heri düşünmeden ve farkında dan severiz; bu varlıkların / bizi, bütün tarihlerden ziy# lâkadar eder; bunların isti! bizim şahsi" istikbalimize kafif” biz, bunların ümitlerini ve kedi” lerini —şahsımızı alâkadar se bile— bölüşürüz: Böylece man toprağında yorgusluf b hastalığın ve ateşin merh tahribatına maruz kalan dunun ıstıraplarını aynen riz., İhtimalki bu ordunun bizim.ne bir dostumuz, ne-d?f. akrabamız vardır.. İşte 8iZ8 ayyen bir varlığı olmıyan bir ie gu... Bundan daha geniş ve * şumullü olmak üzere mekânla mukayyet vardır ki evvelkinden daha bir Ci ol insanı insana bağlıyan bir de | Çünkü istedikleri kadar gani” hissesi alamamışlardı. Bu m! fızlar bize beş hafta iyi muamele ettiler. Çinde sa hizmet eden uşakların hediye almaları adettir. *& ların yalnız reislerine kürkler ve bir miktar faz m iğ vermişlerdi. Münakaşalar ederken para geldi. M lınan yeni Mançurya kaime! sahte olmasından korkan ei onları değiştirinceye tekrar alıkoydular. Bir ii, vakti bizi şiddetli bir yağmuf tında dışarı çıkardılar. — Gidiyor muyuz? Diye # duk. — Evlerinize seci i diler. Japonlar bizi . göt yi haydutlar kendilerine karf* besleyip beslemediğimizi he yorlardı. Sonra beygirlere" yer rek O aym 17 sinde Panşa” dık. Birkaç haydut karar! beş kilometre mesafeye ka ze refakat ettiler. Orada şiz gibi selâmlaşarak üm buçuk kilometre ilerde bir çu müfrezesi ile karşıla: zi gece oluncaya kadar ey Nihayet Japon askerli cağ İİ him miktarda para ve hediye ge- | duğu istasyona geldik-