3 Eylül 1982 48 sene yazı yazan bir kalem sahibi Ahmet Rasim, Hayatı, Eserleri ten çıkışı, muhar- rirliği, içkisi, mu- siki zevki İki gece, bir gün. İşte tam kırk sekiz sante yakındır ki, üstat Ahmet Rasim, Heybelinin loş bir “dasında sapsarı benzi ve artık *bediyyen kapalı kalacak gözleri» yalıyor. Ölüm, onun da kapısı; W çaldı ve bu günden sonra onu' da artık bir toprak yığınının al- tinda ve hayalimizde göreceğiz. » # # Ahmet Rasim Bey on yaşında Darişşafakaya girmiş, 18 yaşında yata atılmış ve onun bütün bu yatı Babıâli caddesi, yazı ve ki- lâp doldurmuştur. Yaşmı hesap - ak tam 48 sene yazdığını an- Kırk sekiz sene yazan bir em... 924 te çıkan “Matbuat hatıra- ında,, yazı âlemine nasıl karış ığını kendisine has ve asla tak - lit edilemiyen üslübile anlatır. “Ben matfbuat denilen bu uzun ko- Medinin kaçıncı perdesine (yetiştim, bilemiyorum, Fakat yetiştiğimden be Pİ Kirk sene geçtiğini müdrikim. Ne dersiniz? O zaman, bu zaman hâlâ devam ediyor. Gene ayni sahne, ayni tekor, ayni muzıka. Yalnız baz tebedeiildt Vürme Sözlerile başlıyan bu eseri, ay eşhasta hi zamanda en güzel edebiyat ta | tihlerimizden birisidir. ia : 5 Onu öğrenmek için neler yaz- dı diye değil neler yazmadı diye sormak lâzımdır. O tam bir mu - Marrirdi. İlk eserini “Fonograf,,a i “Elektrikiyeti sey - Yale,, ye tahsis eden muharrir an- Sak üçüncü kitabı “Edebiyatı gar İyeden bir nebze,, sile tek olan Ülübunu ve şahsiyetini takınmı- | Ya başlıyordu. İlk yazısı, Baba Ta irin delâletile girdiği Tercümanı akikat'te neşrolunmuştu. “Yol - Su,, ismini taşıyan bu yazı fran - “zcadan ufak bir manzume ter - Sümesiydi. . . ş Ahmet Rasimde bellibaşlı üç inin içten ve ateşten (gelen tezahürleri vardı: Aile ve Kvgisi, vatan sevgisi, okuma yaz” sevgisi. Anne ve aile sevgisini 312 de | “ikardığı “Gecelerim, başlıklı e- rinde, Darüşşafakaya nasıl gir- İğini gösteren satırların içinde Yle içten gelen bir (hassasiyetle da ış bulursunuz ki.. okurken i- Sy sızlar.. meselâ bakınız işte *kaç parçası: “Valide kapıda, ben içerde kal - “ün, Artık Darüşşafakaya kaydedil - tim, 0 dayak palırtısından sonra © beni mektebe götürerek ilmü - il jr aldık. Mahalleden bikes oldu: | Dan dair bir kâğıt çıkartarak mek- Mmüdürne verdik. Tamam ağusto - Non yedinci günü o terbiyelgâhı Di nede benj de soydular. Bir göm- ma kelen urba, kırmızı fes, bir ka, ve verdiler, Giyindim, bahçeye fır ei “lay çocuk oynuyorlar. Ben T muyum, yarım saat içinde anne | “Ben matbuat de- nen bu uzun ko- medinin kaçıncı perdesine yetiş- tim bilemiyorum,, rüşşefakada okurken Zekâi dede- den ilk musiki feyzini almıştı.. Güftesini de bestesini de kendi yapardı, Bir çok şarkıları vardır. Bunlar arasında “Çare bulan ol- madı bu yareye, pek yazık oldu dili biçareye!,, ile “Lebi renginine bir gül konsun, o gülün üstüne bülbül konsun,, şarkıları seneler- ce bütün İstanbulun ağzında do- laşmıştır, Bilhassa Kadıköylüler kendisi- ni tanırlar, “Beybaba,, derlerdi.. AhmetRasir, “VAKITIşın seriei”devrijesinde -11 sene evvei- o zamanki “VAKIT,, ailesile birlikte Hafızası son derece kuvvetli idi. cümlesine alıştım... "Arif ağa mubassırımız, Naht e » fendi müdürümüz. Ziyade (o haşarılık olmuyacak, derhal kaş çatılıyor. Bu iyi, dayak yok. Hele o mektepten kur tuldum, gık desem koca sopa başıma | iniyordu, burada öyle şey yok. “Ben hâlâ akşam üzeri eve gide - ceğiz zannediyordum. Meğer kalacak- İ mışım. Akşam sular karardı. Arkada Joşma dedim ki: — Sen eve gitmiyecek misin? — Hangi ex. “— Kenal evine. — Artık biz eve gidecek miyiz ya?. — Vay burada mı kalacağız ? Zavallı boynunu büktü, hazin bir & da ile dedi ki: — Burada kalacağız Ay.. Bu müthiş. Ben annemi iste - rim. Gündüzleri ne ise. Geceleri ben o mâhribanı kadimin yarında bulun malıyım.,, “Ah. O korktuğum gecelere sonra alıştım. Anler benim süürurumu, kede- rimi, gayzını, kendi nefsime © karşı İ ssyanımı, şakaveli maneviyemi, reza- letimi, mihnetimi gördüler. Beni e€ğ- lendirirken ağlattılar. Fakat hiç bir zaman muhabbetimi dağıtmadılar. , “Tamam doksan gece. Ben mek tebin o kalın duvarlı iri pencereli maz but kovuşunda yalnız kaldım. Hemen her gece rüyada annemi görürdüm . Bu tecelli didâr velev hayali olsun be ni gene tesliye ederdi.,, “Ana. Bu hiz pek yırtıcı, pek vahşi, Deni eziyor, beni sevindiriyor... “Sade ben mi? Hepimiz ! idik. Bazan müzakerehanenin harice nazır penceresinden sokağa bakardım. Sokağın başında bir kadın. durmuş, mektebe bakıyorsa herkese haber ve- rirdim, Hepimiz “benim anamdır,, di Bir gün cümlemiz birden ağlıyarak mubassırı da hıçkırıklara uğrattık,, “Leyal! Neden bu kadar munisi ha- yalimdir. Bunu ben de anlamıyorum. de doğru. Sinnim tarakki ettikçe ga- rip bir merak beynimde hasıl oldu. Müstakil düşündüm. Sükün düşünce» lerimi pek ziyade parlattığından gece ye olan işliyakım bundan mütevellit olmalı. Yoksa ilcaatı asabiye mi beni öyle | ye o vücudu meçhulü benimserdik.. | Galiba anlatamıyorum da., Her ikisi | Bu vasıta ne olursa olsun terbiyci zih niyeme yardım etti.,, .. Ahmet Rasim Beyin memurluk hayatı hiç yoktur denilebilir. | Mektepten çıktığı vakit telgraf ve posta fen kalemine memur © dilmiş fakat buradan pek çabuk ayrılmıştır. Bir aralık da maarif nezareti encümeni teftiş ve mua- yenesine iki defa âza tayin edil- diği halde her defasında çekilmiş, hakikat olan kalemini, hür düşü- nen başını bilhassa Hamit devri- nin kayıtlarına ve şartlarma bağ- layamamış, bağlamamıştı. Gazi Türkiyesi, hayatının son senelerini bile Türk diline son bir eser hediye etmiye hasreden, ha- zırlamıya çalıştığı lügatini unutul maz bir emek deryası içinde bi- meklerile en yakmdan O tanıyan, du. » * » Ahmet Rasim, nedir, ne yap- mıştır?. İşte tamam 18 sene evvel Ahmet Mithat Efendi merhum o- nu Dairetülmaarif muharrirlerine “nevi şahsına münhasır bir san'at kâr “artist de genere,, diye tarif ettikten sonra: * Mepzuatı muhtelifede kendisine mahsus bir şivei kalem icat eylemek iktidarile temayüz etmiştir. Hele bir şeyin tasvirinde gösterdiği mehareti kalemiye en büyük ressamların fır - Sözlerile takdim etmişti. Bu yazıların intişarından 18 se- ne sonra Ali Canip Bey bu hü- kümleri şöylece teyit etti: “Ahmet Rasim usta bir yazıcıdır. | Hangi bahis olursa olsun can sıkmak- | sızın nasil yazılmak icap ettiğini her- keslen iyi bilir. Hafızası kuvvetli, ma lümatlı bir muharrir işin kâfi oldu- ğundan makalelerini alâka uyandıra- cak unsurlarla kolayca doldurabilir Zaten böyle olmasa.ydı yarım asra yakın bir zamandanberi yazılarını a- rıyan bir emmeyi kolay kolay etrafı- na toplıyabilir miydi?. Zamanımızın bilfün yenk ve anâtile, İstanbulun “pitorsek,, i Ahmet Rasim Beyin e - serlerinde mahfuzdur. Bir muharrir ki yazları hem vakit geçirmek, hem istifade etmek ve tet- | kik yapmak istiyenlerce aynı kuvvette tirmiye uğraşan üstadı, bütün e- | İ sinde yazdı. Muharrirlik deyince bir gören ve bulan yegâne devir ol | Ççasına reşkiaver olacak derecededir. ,, | bir merakla aranıyor ve okunuyor. ! böyle karanlık taharrisine sevkediyor. l Allâme Emil Fake halka alt nesiften i içerdi. Musikiyi çok severdi. Da- | hisseyep olan eserlerin dalma canlı ve hararetli olacağız söyler. Ahmet Rasim Beyin aynı kudreti zuhafaza edişi ancak Fakenin bu fikrile izah €- dilebilir.,, Türk teceddüt edebiyatı tarihi müellifi İsmail Habip Bey de Ah- met Rasim Beyi şöyle anlatır: “İşte tam manasile bir muharrir ki kırk senedir yazı yazıyor. Hiç kesil - miyen bir menba suyu gibi kalemi cümle akıttyor. Yazdı, yazdı. Ne yaz dı, neler yazdı?. Türk muharrirlerinin bu muhterem piri için saymak mim» kün değil.. Gam kilabeleri, hassas ne sirler, Andeliple beraber manzumeler, besteler, güfteler, şehir mektupları, o mizahın iğneli sahasında da gezdi. tutam tutam nükteler, telmihler.. Çocuklar için de yazdı, Kırk senedir ne kadar yevmi gazete çıkmış ise hep timsal halinde tecessüm ediveren bir muharrir, O yalnız kendinin muherri. ridir. Kendi mektebini, kend; kurdu . K ne kimseyi taklif etti, ne kimse onun eserinde gidebilir. Öyle bir muharrir | ki maziyi bülbül yapar. Bülün yan gınların silip süpürdüğü o sayısız ma malleler yok mu, Ahmet Rasim yazdı- ğı vakit derhal o mahallelerin sağdan soldan eski yılankavi sokakları can- | lanıp, kıvranır. Saçaklarını biribirine dayamış evler, cumbalarının şişire- İ rek mürakabeye dalar. Kafesleri kı- i mıldatan genç kız gölgeleri, pencere- den pencereye söyleşirler. Bekçilerin sopası, nârası, bayram yerleri, dön- me dolaplar.. Eminsin ki o mahalle de geziyorsun.. Hüseyin Rahminin ro- manlarile, Ahmet Resimin makalele- rini biran için ortadan kaldıralım, O eski kalemle kâğıtların satırlarına sinmiş eski İstanbul buhar olmuş bir sü gibi kaybolacaktır. Hususi hayatı Ahmet Rasim Bey, bir müddet- tir Heybelide kızının yanında otu- ruyordu. Bütün gayesi lügatini ta- mamlamaktı. Bunun içindir ki her sınıf halkla temas ediyor, kelime toplıyordu. Fakat iki senedir sıh- hati günden güne fenalaşıyordu. | Son aylarda harakete pek kudreti kalmamıştı. oOÜstadı (yakından tanıyanlar, meclisinde bulunanlar onun ne kadar hoş sohbet olduğu- nu anlata anlata bitiremiyorlar. Ahmet Rasim Bey az içer, sürekli i kendisinin üstadı ve şakirdi ki | Her duyduğu kelimeyi defterine de yazardı. Gene geçenlerde kaybettiğimiz arkadaşımız Agâh merhuma “çok içme,, diye ettiği nasihatlar hâlâ unutulmamıştır. Rasim Bey içme- ğe genç yaşında başlamıştı. Balık- pazarına gidiyordu.. Bir gün an- nesi bu halinden karşılarına otu- ran bir hocaya şikâyette bulun- muş. Hocaefendi Rasim Beyi ça- ğurmış, Rasim Bey gitmiş, kemali teessürle önünde durmuş. Hoca | sormuş: — Evlâdım, sen rakı mı içiyor- sun?, — Haşa efendim!. — Yok yok doğru söyle. — Teeddüp ederim efendim!. İ — Bana bak. Saklama.. İnsan İ içmeli amma benim gibi içmeli. — Siz nasıl içersiniz efendim? — İçkimden kimse müteessir ol maz.. İçki kimseyi mutazarrır et- memeli, kendinde kalmalı.. Unut- ma emi. Ahmet Rasim Bey bu fıkrayı | Agâha anlatmıştı. Rasim Beyin eserleri yüzü geç“ miştir Ceridei Havadis'te yazmı- ya başlamış, Tercüman, İkdam, Sa bah, Tarik, Saadet Malümat, Tas- firiefkâr, Vakıt, Hak, başta olmak İ üzere hemen bütün gazete mecmualarda yazmıştır, Yaptığı işi, anlatmıya çalışan fıkralardan birisi şudur: “Ben tekâmülâlı hazıra içinde avâ İ re bir tane gibi savrularak derecei ma lümatı nasılsa benden aşağı kalmış 0- lanları usulü hazırei medeniyeden & göh etmek maksadile ne bilirsem, ne hissediyorsam cümlesini teşhir ederek bu zihn; feraudeyi daima taherrii ha- kayik ile ezip hırpalamışımdır. ,, ve Hayat hakkındaki nazariyesi de şu idi: “Gene geçen gün, müteveffa dok. tor “Kurusıkı, yı hatırladım. Kendi- İsile yirmi beş sene evvel mülâkat et. miş “Hayat, hakındaki nazariyesini sormuştum, Hiç unutamam, bana de i mişti ki: — Yaşamak, hasta yatmaktır, can çekişmek, nekahat! Meğer ne büyük, ne muvafık hal ve maslahet ne doğru sözmüş!.. Kendisi, nazariyesi mucibin İ ce âfiyet buldu gitti amma, ben el'ân (Lütfen savıfayı çeviriniz )