Iki seneden beri, Ahmet Sa- mim çalışıyordu. İki seneden beri, ne bir eğlenceye gitmiş, ne de arkadaşları ile, dairden hariçte, bir defa olsus boluş- muşlu. Ahmet Şamim bir roman ya- zayordu. Sabahları kalkıb işine gider, akşama kadar dairede meşgul olur, müracaat eden “eshabı mesalib,, i tetkik ederek rubi bir tahlil olan eseri için notlar tutardı. Zira romanının ismi “daire, olacaktı. Şimdiye kadar tetkik edilmemiş bir mev- zu olan memur ile iş sahiplerinin münasebetlerini, memur zihniye- tini, kırtasiyeciliği, daireye mü- racaat eden kadın, erkek, genç, ihtiyar, münevver ve cahil kim- selerin haleti ruhiyelerini ayrı ayn yazacak, bu suretle hem milli, bem tablili, bir şah eser meydana çıkaracaktı. Dile kolay. Tamam iki sene- dir Samim bu işle meşguldu. Va- kıa romanı yazıp bitirmemiş de- gildi. Bitirmişti. o Fakat müte- madiyen fasılları tashih ediyor, bir yazdığını on defa bozuyor, — düzeltiyor, sonra beğenmiyerek yeniden yazıyordu, Ahmet Sa- mim bu ilk eseri ile bir şaheser meydana getirmek, en büyük muharrirler arasına karışmak, meşhur olmak istiyordu. Kaç gece masasının başında sabahlamıştı. Kaç defa daireye mahmur gözlerle gelmiş, ancak üst üste üç kahve içtikten son- ra jurnalı imzalıyabilmişti. ... O perşembe, Ahmet Samim, daireden çıkınca kendi kendine karar verdi: — Artık bu gece, son defa olarak romanımı bir daha oku. yacağım, tashih edeceğim ve mubakkak bitireceğim. Yarın nasıl olsa cuma... Bütün gün uyurum... Cumartesi günü de “Suubet,, kütüphanesine gölürür, eserimi veririm. Ankara caddesinden inerken Samim hem bunları düşünüyor, hem de kütüphanelerin came- kânlarında duran kitaplara du- dak bükerek bakıyordu: Bunlar da eser mi? Önüne gelen almış eline kalemi, ha ba- bam ha tercüme... Yok falan eser klâsikmiş... Falan eser No- bel mükâfatını almışmış... Falan eser de Gonkur akademisinden birisininmiş!.. Güzel amma, ba- niya sizin eserileriniz, efendiler? Siz de benim gibi ve üç günde yarım yamalak tercümeye kal kıştığınız muharrirler gibi alın teri döküp bir eser meydana çı- kardınız mı? “Vücudum benimdir!,, ve yabut “bacakların senindir!,, gibi saçma sapan isimlerle mü- temadiyen vedurmaden “adapte, ler yapmaktan başka bir mari- fetiniz yok! Hele bekleyiniz bir benim romanım çıksın da görür- sünüz... acaba “daire,, ismini değiştirip “okunacak kitap,, koy- sam daha mı iyi olur? » * in ilk ışığı pencereden zaman Samimi, masasının , eserinin son satırlarını okurken bulmuştu. Samim kalktı. Bir gerindi. Halinden fevkalâde memnun olduğu anlaşılıyordu, Hizmetçiyi çağırdı, sütünü içerek yattı, dinlenmek üzere oyudu. Ahmet Samim rüyasında ken- disinin meşbur bir edip olduğu- nu gördü, Bütün gazetelerin edebi o münekkitleri (eserinden bahsediyorlar, yalnız alelüsul Nurullah Atâ, . lâtince ve Yu- nanice ile alâkası olmadığını ileri sürerek eseri hırpalamak istiyor- du. Artık Ahmet Samim daireyi terketmişti. Bütün kitapçılar ken- disinden birer eser istemişlerdi. Gazeteler tefrikalarını neşrede- bilmek içim birbirlerile mücade- leye girişiyorlar, bir tefrikasına yirmi, yirmi beş lira para veri- yorlardı. Yolda yürürken genç kızlar onu göstererek “İşte Ah- met Samim bu,, diyerek fıkırdı- yorlardı. Bir kelime ile: Meşhur- du. Akşama doğru Samim uyan- dı. Rüyanın tesirile bir müddet öyle, yatakta yattı. Sonra, kalk- tı, giyindi, çıktı ve Taksim bab- çesine doğru yürüdü. Güzel bir sonbahar günüydü. Sayfiyeden yeni dösen halk üç dört ay için terketmiş oldukları Beyoğlunu gene eski yerinde ve eskisi gibi bulmaktan mütevellit bir basretle sokağa dökülmüşler, yazla kışı birbirine ( bağlıyan mevsimin bu fitret gününü do- ya doya yaşıyorlardı, Samim bu kalabalık arasından ilerlerken birdenbire durdu. Gözleri, Tak- sim Fransız hastanesinin par- maklarına dizilmiş bir sürü kita- ba ilişerek kaldı. Yürüdü. Daha yakıtdan baktı, Bunlar eski harflerle © yazılmış “ Kerem ile Aslı, , “Cingöz Re- cai,,, “Natpinkerton,, , “Sevda mektupları,, gibi kitaplar vardı. Bir kenarda, şapkası takkeye benze- yen ibtiyar bir adam yere çö-' melmiş oluruyor. gelmeyen bir müşteri bekliyordu. Ahmet Sa- mimin âlaka ile durduğunu gö- rünce yanındaki zenbilden bir deste kitap çıkarıp uzattı: — Beğim, dedi. Pelki hoşu- muza giden bir şey bulursunuz, şunlara da bir bakınız. Ahmet Samim düşündü: — İşte kötü eserlerin hali! Halk pek âlâ iyi eserle fenasını tefrik edebiliyor ve saçma şey- leri okumuyor. Bunlar da böyle, bir cuma günü, bir hâstane par- maklığında kendilerine müşteri ararlar. Eğer benim eserimin de böyle olacağını bilsem bir tek satır bile neşretmem.. Fakat be- nimki böyle mi ya? Ben ölece- ğim, şaheserim yaşıyacak. Ben- den sonra gelen nesiller romanı- mı bir kur'an gibi buşu ile okuyacaklar, ve ismimi hürmetle anacaklar. Fakat kim bilir, belki bu eserlerden birisinin muharriri de benim gibi senelerce uğraş- miştı ? Öyleya... Ama ne de ol- sa mesele sade çalışmakta değil, insanın içinde cevher olmalı, cevher |... Samim kitapları karıştırırken birdenbire titredi. Gözlari bü- yüyerek saplanmış kalmıştı. Bu en sevdiği muharrir Abdülgani Gafurun “ufuk,, isimli eseri idi. “Ufuk,, bir nüshası bile kalma mış fevkalâde kıymetli bir şah eserdi. Tahlili yomanm en güzel bir nümunesi olan bu kitabın Pinkertonlar arasında ne işi var- dı? — Olur şey değil, gözlerime, inanamıyorum. Yoksa bunu ese- rin kıymetini bilmiyen bir zaval- b, bir cahilmi satmış. Kitabı evirip, çeviriyordu. Bazı sahifeleri kesilmemişti. İlk sahi- 10 sene evvelki 26 Ağustos ve gecesi : Türk ordusunun 6 saatt? düşürdüğü mevziler 26 Ağustos günü Türkün milli mücahedesinde ona e l yolunu açan gündür. Cevdet Kerim Bey büyük mü? hedemize ait konferansına şu suretle devam ediyo” Vatanda Mondros mütarekena- | tan yaya bir neferin bulunduğu mesile başlıyan felâketi ve bunun | bu kafilenin başında Gazi, arka- karşısında milli kıyamın 25 Ağus- | sında sırasile Fevzi, İsmet Paşa- tosa kadar geçen dört sene zar- | lar, erkânı harp zabitleri, ve bir fındaki hayatının noktalarmı dün | bölük asker yürüyordu. gece konuşmuştuk. Bu gece 26 A- ğustosta onları görüşeceğiz: 26 Ağustos gecesi düşmanın üç fırka ile tuttuğu Afyonun he- men yakınındaki müstahkem mev zilerin önüne biz on iki piyade fırkası ve ellisi büyük çaplı olmak üzere 200 top biriktirmiştik. Ay» rıca gerilere geçmek üzere bir sü- vari kolordusu da hazırlâmıştık. Düşman bu mıntıkadaki mevzile- rini o kadar iyi hazırlamış ve tah- kim etmişti ki, taarruzumuzdan evvel buralarını teftiş etmiş olan İngiliz erkânı harbiye heyeti ver- diği raporda, Türkler burasını al- tu haftada düşürebilirlerse altı günde düşürdüklerini iddia ede- bilirler hükmünü vermişlerdi. Türk ordusu, bu derece kuvvetli olan bu mevzileri altı günde değil, hatta altı saatte düşürmüştür. Ve iki gün içinde Afyon şehri de da- hil olmak üzere bu büyük düşman ordusunu ovalara dökecek şekil- de heyeti umumiyesini eline ge çirmiştir. 26 Ağustos sabahı açılırken bir- denbire kağnı gıcırtıları sustu, bü- tün tabiatte ürkek bir sükünet peydı oldu. Saat üçte karanlık dağlar arasındaki bir dere içinde- ki çizgi halinde yola bir kafile di- zildi. Önünde bir mum feneri tu- fesini açtı, orada bir tamga gör- dü. Bu tamga büyük bir lisenin kütüphane tamgası idi. — Aman Yarabbi! Demek koskoca bir mektep kütüphanesi bu kitabı elinden çıkermış?. Ibtiyar adama dönerek sordu: — Baba, bu kitabı nereden satın aldın? — Efendim. ... lisesinin kü- tüphanesinden! Lüzumsuz kitap- ları satıyorlarmışda, okka ile verdiler. Eğer ellerinizdeki sizi alâkadar ediyorsa almız.. Daha pek yıpranmamış bir kitap.. Size otuz kuruşa bırakırım. Ahmet Samim tek kelime söy- lemeden duruyordu. Satıcı onun bu sukütunu, fiatının çokluğuna hamlederek: — Zaten, dedi, bilirim, Müş- terilerin adetidir. Pazarlık etme- den birşey almak istemezler. Haydi yirmi kuruş ver de al... Senden bir siftah edelim... Samim, cebinden yirmi kuruş çıkardı, verdi, Kitabı göğsüne bastırarak eve döndü. Doğru odasına çıkarak romanının müs- veddelerini aldı, sobaya tıktı bir kibrit çakarak kapağı kapattı, Uzun zamandır ateş yüzü gör- memiş olan borular, gür... Diye bir hamlede bu iki senelik alın terini alev haline getirip çektiler. Ahmet Samim, gözlerinde iki damla yaş, bir elinde “Ufuk, çenesi göğsüne düşmüş Dalı» yordu. Herkes kalbinde taşıdığı heyecanla bir at üstünde iki yoldaş gibi konuşma- dan gidiyordu. Esrarengiz gecede Kocatepeyi arıyan kafile felâket- ten ebedi saadete yürüyordu. Saat dört buçuk Kocatepenin üstündeyiz. Geceden yerleşmiş toplarının dibinde duran neferler onbaşisına baktı. Kumandan tele- fon sesini bekledi. 60 bataryayı ! bir noktaya bağlıyan telefon san- tralından umum topçu kumanda» nının sesi yükseldi: — “Ateşe başlayın.,, Alaca aydınlık içinde Af-| yon dağlarından bir şimşek çak- Lı, ber taraftan alevler fışkırdı. On sene evvel bugünkü 26 A- ğustos gecesi afyon mıntıkasında güneşten evvel top âteşlerimizin infilâkile sabah oluyordu. Geceden düşman siperlerine sokulmuş piyadelerimizde hare- reket yok... Gün açıldıkça ya- maçlarda seçilmeğe başlıyorlar. Bilâ fasıla yarım saat devam e- den topçu ateşi karşısında mühim düşman siperlerinin altını üstüne gelmiş, tel örgüleri tahrip edilmiş ve siperler içinde gafil uyuyan düşman askerlerine mezar olmuş- tu, Piyadeler ayaklandı. Tam sa- at altıda Tınaztepeye memur edi- len 15. fırka tel örgülerin önüne varmıştı. Askerlerimiz düşman siperlerine girdiler. Süngü süngü- ye boğuşuyorlardı. Çok sürmeden bu siperler zaptedildi. Düşman ne- ferleri kaçıyordu. Bu suretle en mühim mevzilerden biri elimize geçti. Saat dokuzda 23.ncü fırka- nın cesur piyadeleri Bellen tepeyi zaptettiler. Bu sırada gerideki tar- lalar tutuştu. Askerlerimiz yangın ile düşman arasında kaldılar ve geri muvasalaları kâmilen kesil- di. Bundan sonra 14. ncü fırkanın beri alındı. Gene bu saatlarda 5. nci fırkanın Küçük kalecik, Sivris mevzilerini zaptettiği öğrenildi. Takriben altı saat içinde dört mühim mevziin elimize geçmesi tabiye baskınımızın inkişaf ede- ceği kanaatini kuvvetlendirmişti. Diğer fırkalarımız ise vazifedar olarak verilen hedeflerini ele ge- çirmeğe uğraşıyorlardı. Çekil te- peye taarruz eden 57. nci fırkamı- zin taarruzunu düşman geciktir- mişti. Diğer fırkalarım hedeflerini daha evvel ele geçirmeleri karşı- sında fırka kumandanı, esasen mütessir iken ordu kumandanın tepenin niye zaptının geciktiğini sorması üzerine büsbütün mütees- sir olmuş ve iki saate kadar zapte- deceğini söylemişti. İki saat geç- miş kıt'alarının henüz tepeleri zaptetmediğini gören bu asil ku- grimide; gas ağzina — Bu mıntıkada mı l bütün cephedeki bililtiza” ii, İ bırakılmış kıt'alarımız i him tepelerden Erkmen Kılıç aslan tepesini zaptettiği ha» | mıştı. | traplı senelerin heye sil | mandan miralay Resst Pe i ' ni saatinde ifa ed il müteessiren rovelveril€ etmişti, Çok acıdır, b na Reşat Beyin intiharile ? nın Çekil tepeyi zaptettiği ayni zamanda gelmişti. kilde bütün şiddetile dev” ken Afyon şarkından v€ den taarruz eden ikinci da hasmı hayli sıkıştır v4 nci fırkamız bazı mühim rı ele almıştı. Ayni mit körfezinde, Akdeni dası sahiline kadar deva” y den üç, dört misli fazla “© (4) ; la kahramanca çarpı! p Bütün cephede bir anda * / bu umumi tarruz düşman! * | rak hakiki taarruz isti tayin etmesine mâni ol Süvarimizin Süvari kolordumuz, asıl muzun sol cenahında ve nın arkalarına düşmek W almıştı. Bu kolordu bütü$ 4 p sessizce düşmanın gerisin * Sincanlı ovalarına inmiş * telgraf hatlarında tahribst rak daha ilk günden düşi mirle muvasalasını kes” nizli mıntıkasındaki 3, n€ö fırkamız keza Çal İ Menderesi geçmiş düşma! yi tırmıştı. Düşman kıtaatın ettikten sonra elimize sy İd taları istirdat için mukâ! r-za geçti. Uzun bir sa sonra akşam üzeri Tınaz” , milen düşman eline £ radaki fırkanın 57.nci al87" ; mana ateş açmadan $Ü ei taktı. Ve saldırdı. Tınaz d tık baştan başa tekrar 4 geçti, Yunanlılar Kalecik siri? Akar çay arasından Af kı cenubi istikametine t tilerse de muvaffakiyet mediler. Afyon irin müteaddit hücumlarımız? bu akşam da düşman eli" 26 Ağustos akşamı vasisi | idi. Bugünkü neticeden ” olan başkumandan ge€ paşalar ve maiyetleri erkâ il , raber Koca tepenin 8“ çadırlı ordugâha döndüler “ hassa İngilizleri ikaz mak için bu akşam meşredi mi tebliğin, bütün bu bir keşif özi duğu mahiyetinde emrettiler, 26 Ağustos ie kün milli mücahedesind? istiklâlini kazandıran, şıran, ona felâh yolunU fer günüdür. Biz bugün ak seslerini dinliyoruz. nun 30 Ağustosta koşu? ül m