i © Bilsin? yg yy yag yy Acuzenin definesi ğ ğ İ | Wi Müellifi: Nizamettin Nazif yilWayyuiyyuAayyy Ayyy gg Yeşil sarıklı bir adam, kocaman bir i tespihi, okuyup üfliyerek çekiyordu. Ucu topuzlu bir şiş tutan genççe bir adam... Dünkü e kısmın hülâsası Kehriz çayının eğrile büğrüle biçtiği ovaya hikim tepelerden) bir Zâif, aksakallı, hasta ve ihtiyar tam, genç bir bebayeğite nasikat Vede meşguldür) Ya ben ne olacağım? Sen de gel... e de geleyim ha?.. Sen benim dey e olsan böyle bir teldifi kabul Misin? Ve ateşin başma geçerek bir parça Z kopardı; > Otur da öyle ye. ra sözlin birdenbire mecrasını 7 rdi; — Nereye gidiyormuş bu kafile... et, — İstanbula... Dizdar, o Sımullah endiye hediyelik halılar ve bir par- da altın gönderivormuş... İhtiyar kaşları gene birdenbire | Stılmıştı; —Sunnullah efendiye mi? — Evet baba... — Baba mı diyorsun? Hâlâ baba * diyorsun bana?. — Elbette beni sen büyüttün ba- dam SENİ Nev İktiyar acr acı güldü: — Ben büyüttüm seni.. Bu doğru, akat benim yerimde bir başkası bu- hsaydı, pek benim gibi hareket et Mezdi,, — Ö halde benim bir babam vardi. — Elbette... Herkesin bir hatası 67:/ A va — Deli Hasanın siması birdenbire ed. tileşmişti: — Maksadın benimle istihza etmek değildir zannederim. — Elbette. — Demek ki sen benim babam de- — Hayır.. — Kimdir öyleyse. Söyle! — Zamanı var? — Ya sen kimsin?. © — Onu da öğrenirsin. İhtiyarın yüzü bir mumya gibi sa- Tarmıştı. Dudakları titriyordu: Hafif r sesle: l — Bu dizdara ne yapsan haklısın dedi — Bu hak sana baabndan çe . Ve şu eşyaya istediğin gibi tesa- kup edebilirsin. Sunullah Efendiye Biden veya ondan gelen herşey de se- Min helâl malındır. Bu da sana ba Yandan gelen bir haktır. Al şunu da. Sol elinin orta parmağında duran, ki renkli bir Yemen taşıyle süslü bir Rümüş yüzüğü çıkararak uzattı: Ea Bu da babana âit bir hatıradır.. * daha bir çok hatıralar, hikâyeler! Ve haklar vardır ki sana gene bahan- mevrus bir hak addedilebilir.. lar için de bana yarın akşama kadar müsaade et.. a Şevirmeden bir parça daha kopar. — Ye şünu da. İşte bunun için sa» MA, yarm yola cıkma demiştim. , Ken- dimde bir fenalık hissediyorum. Yıl İarca intizar ettim, beklediğir gel Di Onun gecikmesi, seni daha faz- 8 bekletmek için kâf; bir hak ver mez 5 Ve birdenbire ayağa kalktı. — Şuraya bak! —dedi— Bir deri bir kemik kalmış kuru ko. lu ile karşıda bir tepenin üstünü süs. Yiyen bir kale harabesini gösterdi: — Babanın eski kalesi.. Kapısının önünde ne güzel iki sütun vardır... Hiç gittin mi oraya?. Deli Hasanın yüzü biribirine müte Zat bir çek hislerin beynini nasıl yor arka gösteren bir aynaya dönmüş- — Evet.. diye mırıldandı. Gitmişli- ğim vardır. , — Öyleyse bil ki oranin bir de 'ari- vardır,. Belliydi ki bir şeyler anlatmak ist imei > 5 kğ ye Tepe bir ovaya bakıyor, uzakta iki dere akıyordu.Daha uzakta atrafı surlarla çevrili bir şehrin minarelerini aldızlı madenler pırıldıyordu ora yı yordu. Fakat tam dudaklarının wcü- na kadar gelen sözleri birdenbire yu tarak durdu. Gencin arkasını sıvaz- Tadı: — Haydi çocuğum. , —dedi— Hu- gün git.. Yarın gel,. Bu adamları da öbürgün sabaha kadar alakoy.. Ya Yın'Mtüştüğümüz saman, sana. kır Hirzr Böneleii" baliğ “hikâ pesin aila- tacağım.. Ve arkasina bakmadan mağaraya doğru yürüdü. Deli Hasan, bir an gözleriyle onu takip etti. Sonra o da düşünceli dü şünceli arkadaşlarının yanma gitti. Atlara atladılar.. Atlılar gitti. Kol kola bağlı esirlerle eşya katır. larını, beş on cengâverin nezareti al tında, dağın ovadan görünmez hir ko- vuğunda bırakmışlardı. — Haydi.. Çabuk ol! Bak.. Sar- hoş müezzin terâviye gidiyor. Sokaktan, nalçalı bir çift kun- duranın gittikçe uzaklaşan scs- leri geliyordu. Bakır bir şamdan- da iki cılız mum yanıyordu. Küçücük bir yer odası.. Tavan- da gölgeler titriyor. Sokağa ba- kan iki penc&renin arasında tahta bir kerevet.. Astarı şerha o şerha ayrılmış; nah böyle böyle çatla- mış ince bir şilte üstünde sakallı bir adam yan gelmiş yatıyor.! Şehrin umumi plânı çizilmeden stad- yum, köprü ve liman yapılamaz EE AY ER A 1 inci sayılamızdan devam ? Ve istiyorlar ki Ankara için ol duğu gibi diğer bütün Türkiye şehirleri de bir plân dahilinde inşaatı tanzim etsinler. Bunun için İstanbul için de yakm bir zamanda bir plân yapılacağı mu- hakkaktır. Stadyum meselesi Elde umumi bir plân olmadan fazla masraflarla büyük bir stad- | yum yapmak doğru değildir. Çünkü büyük ve futbolden baş- ka her spora müsait bir stadyum üç, dört milyon Türk lirasına malolabilir. Masmafi ihtiyaç ve lüzum balinde ufak bir stadyum yapılabilir. Liman işi Istanbul limanının nerede ola- cağı da ancakplânla taayyün ede- bilir. Tabiidir ki limanın yeri demiryollarının vaziyetine tabi- dir. Herşeyden evvel plân yapıl- malı, ondan sonra bu plân İni resinde dehüüb edeb didi bütçenin müsaadesi nis- | inn sn Gİ in — Affece! Sana söylüyorum. Duymuyor musun birece? Yere kirli hir hasır serilmişti. Köşede bir asma beşik sallarıryor- du. Kapı gıcırdıyarak — aralandı, eşik üstünde oturan bir kadın yü- zünü odadan İsxafa çevirdi. Son- © şöyle bir seri > — Ne istiyorsun? Ne var? Beşikte çocuk cryak cıyak ba giriyordu. Kadın, pembe bir na- mazbezi ile örlmüştü yüzünü. Bi- leklerine kadar kınalı ellerini sal- uyarak; — Bu yumurcak.. dedi.. Dur- maz ağlar. Sen. Koca ayı! Eş- şekler gibi anırırsın., Benim h me sokaktaki köpekler gülüyor... Sakallı adam, > Eyi ama,. dedi - vakıt ta ge- çiyor. — Ne yapalım geçerse?. Hem sen bana akıl öğteteceğine, şu yumurcağın ağzma bir parmak macun çal! k — Kalmadı ki.. Bak, nak bomboş. — hasıra uzan:| .* Bu cevap kadını büsbütün si- nirlendirdi; (Bitmedi) Poe büyük inşaata devam etmeli, berşey Yavaş, i pılmalıdır. e Bugün gazetelrde Hali iinde esl ir köprü bağl ve birkaç firmanın müracaat ettiğini okudum. Umumi bir plân yapıl- madan bu gibi büyük inşaata girişmek zaten bütçesi pek zen- gin olmıyan belediyenin hiç ol- mazsa beş milyon lira sarfelme- sine sebep olacaktır ki, fikrimce hiç doğru değildir. Belediye böyle büyük bir köp- rüyü ancak plân yapıldıktan son- ra o zamanki büyük yollara ve şebrin ihtiyacına göre yaptırma- lıdır. Aksi hareket mevcut para- yı hesapsız sarfetmek demektir. Zaten yeni bir köprü şehir için pekte lüzumlu değildir. Çok faz- la masraflı olduğu için Almanya- da bile böyle büyük köprüler ipşaatından son zamanlarda vaz- asim sabah kahvaltısını ya:| pıyor. Mahzundur. Çünkü, kar | sında duran takvim, o gün 58 inci| yaşına girdiğini hatırlatıyor. e, karısı, yüzsüz bir obur- lukla bir kemiğin iliğini emiyor- du. Lokmasımı bitirmeden sordü * | — Yahu, bugün sana ne olu-| yor, yoksa yaptığım paça iyi ol- ne bir şey diyemem. —E, öyle ise? — Hiç, anlıyamıyacağın şeyler var.. — Öyle ya, beyefendi, biz hay- vanız!.. , Raşimin sükütu, bir tahkirden daha keskin ve acıdır. Rasim, on beş sene evvel bu kadmla evlendiğini, bu izdivacın kendisini mes'ut etmediğini dü- şünüyor. Bir genç kızın, evlen dikten bir kaç sene sonra bile ne şekil alacağı nasıl tahmin edilebi- lir? Karısını, babası doktor Sü- leyman Beyin evinde tanıdığı 2a- man, Sı ince yapılı, narin, sa- rışm bir genç kızdı. Güzel konu şur, edebiyı resime merak e- der, tenkit i. Yavaş yavaş Rasim kendisini onun yanımda kü çülmüş gibi görmeğe başlıyordu. Fakat Suzan onu daima iyi karsr- lar, o da çekingenliğini yenerdi. Ne yazık ki evlendikten bir kaç ay sonra, Rasim, karısının bü tün edebi malümatımın pek sathi olduğunu, mükâleme (kabiliyeti- nin karı koca samimiyeti karşı- sında eriyerek altından kalp bir) şey çıktığını gördü. Bundan başka nizam, intizam nedir bilmez, artık bir koca bul- mak derdi kalmadığı için de üs- İ tüne başıma ehemmiyet vermez! olmuştu. Hattâ, bedeni teşekkülü bile değişmişti. Sarı olan sacları koyulaşmış ve 4 endamı :. ka; ibi bir şey ol > ii Suzan olur oburlardan değildi. Yemek meselesine fevkalâde e hemmiyet verir, bütün vakti mut- fakta geçerdi. Sanki, “tabahat,. onun yegâne ehemmiyet verdiği san'attı. Velhasıl daha henüz 34 yaşmda olduğu halde 50 ya- şmda bir kadın gibi görünüyor- du. Rasim ona karşı artık lâkay- diden başka bir şey duymaz ol muşiy. Onlar, manen çoktan bo- şanmışlardı bile. İşte 58 inci yaşma bastığı bu- günde bütün bunları düşünüyor. du. Kendi kendine buna sonuna kadar dayanıp dayanamıyacağı- nı, veya, taliini bir kere daha de- neyip deneyemiyeceğini o soru- yordu. Şimdi, tam da sırası idi. Karı- sının haberi olmadan tayyare pi-| yangosundan bir kaç bin lira ka- zanmıştı, Bu para bütün müşkül-| leri halledecekti. Hadi, artık kararını verdi. Er- tesi günü, işe gider gibi evden çı- kacak ve doğruca bir otele gide- rek, ashabı emlâkten Hasan Bey diye kendini takdim edip otura- caktı. Rasim tedbirli davranmıştı. Şir ketten birkaç ay için izin almıstı.! Suzana da, şüphesiz epeyce uzun! olacak olan gaybubetinden me! rak etmemesini bir mektupla bil! dirmişti. İlk on beş gün, Rasim kendisini! kuş gibi hafif buldu. Bu kadar se: ne İstanbulda oturduğu halde, İs- tanbulu hiç te tanımadığını anla-| mıştı. Hergün bir başka tarafa gi- diyor, müzeleri geziyordu. i Üçüncü hafta, Rasim yoruldu- için en münasip yerin neresi ol- duğunu soruyorsunuz. istanbul plânını benim yapacağım farze- dilse bile bu suale derhal cevap vermek benim için mümkün ve doğru değildir. Evvelâ tetkikat yapmak lâzımdır. Maamafih stadyum için yer aranırken şehir nüfusunun en 2i- yade mütekâsif ve vesaiti nakli- yesi en fazla olan yerin nazarı Ke iz Kaçamak pa VAKIT 12 Teşrinsani 1931 —& ğunu, midesinin İokanta yemek» lerine pek te alışamadığını gördü, Suzan'ın yaptığı yemekleri ar yi Yalnızlıktan da bıkmıştr. nsan kırkından sonra öyle her ö- nüne gelenle ahbap olamıyordu. Rasim, ister istemez tanıdıkları « nr bir tarafa bırakmıya mec olmuştu. Bir akşam, Gardenbar- da, karısının ahbaplarından Sa» finaz Hanımlara rast gelmiş, on- lara görünmemek istemesine rağ* men gidip ellerini sıkmak ve bis raz çene çalmaktan kendini. alr- koyvamamıştı. Pek tabii, Rasim, kendisine e$ olacak bir kadında aramıtra- ma, kafadar ve münasip bir şey bulamamıştı. o Bulunduğu otelde bir kac kadın ve kız vardı. Bun- ların ekserisi seyyahtı. İçlerinden bilhassa Aynes Rozaryo isminde babası Amerikalı bir tüccar olan bir kız vardı ki, doğrusu, pek gü“ zel ve cana yakın bir seydi. Fa“ kat, Rasim yaşına rağmen genç görünmesine rağmen, genç kızların tanışmak için can attık ları sınıftan değildi. Halbuki Ay» nes'in annesi, onu her gördükçe kırıtıp duruyordu, amma, da Rasim pek yanaşmıyordu. Üç ay sonra, ashabı emlâkteni Hasan bev, sigorta şirketi memur- larmdan Rasim beyi kıskanmıya başlamıştı. Eğer erkeklik izzeti nefsi olmasa, Suzanm acı istile zalarını kabul ederek eve döne- cekti. Yavaş yavaş onun meziyet- leri olduğunu da düşünmeye v& bunu kabul etmiye başlamıştı. Yalnız, gözlerini kapayıp da on beş sene mütemadiyen yı bu kadını göz önüne getirmek is“ tediği zaman, tuhaf şey, onun şek Bini bir türlü hatırlıyamıyordu. Bulunduğu otele bir çok kimse ler gelip giderdi. Bir gün, ote“ lin lokantasmda, öü tafaftsti mas saya bir kadın gelip sbturmuştu. Bu kadın kendisine #ırtmı çeviri» yordu. İnce, narin bir kadındı. Pek tabif bir tecessüsle, Rasim, onun vüzünü görmek istedi. Bir ara“ lık kadın ona doğru döndü, bu da kim?.. Rasim bey bu kadını ta- nıyor gibiydi. Bir yerde muhak- kak görmüştü. Nerede7?.. Ha, ta“ mam... Karısına, Suzana benzi- yordu. Yalnız. bu Suzanm on s6 ne evvelki haline, ve onun yirmi kilo eksiğine benziyordu. Üstelik saçları, altın gibi sarr idi. Rasim, baş garsondan, bu kas dının isminin Lâmia olduğunu öğ“ rendi. Artık bütün gayesi onunla tanışmaktı. Lâmia Rasimin tanışmak arzu- larmı iyi bir surette karşılamış ve ona hayatı hakkında -mâlümat vermekten çekinmemişti. Kocası, kendisini döğen alçak bir sefildi. Bunun için evi terketmişti. Rasim onu dinliyor ve: — Ne tuhaf, diyordu, çok tanı- dığım birisine, Suzan : Süleyman Hanıma ne kadar benziyorsünuz? — Suzan mı? Nasıl tanmeam. Benim süt kardeşimdir. ; Bu müşabehet her şeyi izaki &- diyordu. Rasim artık ahpaplığı daha sıkı fıkı ilerletmenin çarele- rini arıyor fokat Lâmia kendini yüksekten alıyordu. Nihayet bir gün odasına gelmesine müsaads etti. Ertesi sabah uyandıkları zaman Rasim, Lâm'anm kahkahalarla güldüğünü gördü ve şaşırdı. — Ne gülüyorsun canım? —Koca aptal, beni tanmadın mı, ben Suzanım.. Karm... Ve sonra anlattı. Babası dok- tor Süleyman bey ona bir rejim tatbik etmiş ve zayıflatmıştı. Son- ra da bir güzellik mutahassısma tevdi etmiş, onu gençleştirmişti. — Gördün mü, dedi, bu kaça mak, ön beş senelik yeknasak hâ- yatımızda bir hâdise oldu. Beni iyice gömüldüğüm — tenbellikten sarstı, ben de töparlandım ve işte bugünkü halime geldim.. Fakaf yavrum, bundan sonra; gözünü dört aç. Artık kaçamak" falan