Kıl kuyruk - Hikmet Şevkiye »- Yedi sekiz sene oluyor. Yakın vilâyetlerden birinde mektupçu idim. Birgün vilâyetin kalem odala- rından birinde acıklı bir sahne- ye tesadüf ettim. Memurlar yir- mi iki yaşlarında uzunca boylu, saz benizli bir gencin etrafını almışlar, kaba ve acı bir şekilde alay ediyorlardı. Birisi: — Ey söyle bakalım kıl kuy- ruk.. Sen balıklardan neyi se- versin.. Yahut cebinde üç bin lira paran olsa ne yaparsın? Biçare çocuk bunun bir alay olduğunu ve ağzım açar açmaz başına ne geleceğini gayet iyi bildiği halde mahcup ve nazik bir tavır ile cevap vermiye baş- lıyor. Fakat daha dört kelime söylemeden memurlar hep bir ağızdan: — Atmaulan kıl kuyruk.. di- ye bağırarak sözünü kesiyor- lardı. Kahkahalar, yuhalar, kafasına kâğıtlar, boş cıgara kutuları at- malar... Hatta birisi yelpaze gi- bi parmaklarını açarak zavallının yüzünü karışlıyor.. Sobayı yak- mağa gelmiş bir kılıksız hade- me çirkin çirkin sırıtıyor. Aylar- danberi elinde tomar tomar ev- rak ile oda oda dolaşan bir ih- tiyar kadın, kendi halini wnut- çoluk çocuk olsa neyse ne.. Fakat aralarında yaşlı > başlı, (o kelleli kulaklı efendiden adamlar da var. Bu genç kâtip belliki temiz bir ailenin çocuğu. İhtimelki haline göre tahsil de görmüş.. Çizgilerindeki inceliğe, gözlerin- deki mahzun derinliğe bakılırsa belki nazik bir ruhuda var.. Bi- çare çocuk bunca sene çalışıp çabaladıktan (sonra (memur oluyor. Efendiden insanlar ara- sına karışıyorum diye sevine se- vine buraya giriyor. Fakat ka- pıdan ayağını atar atmaz kendi- ni birdenbire bir vahşi hayvan kafesinde buluyor. Her taraftan çekiştiriyorlar, didikliyorlar, ha- | karet etmekten, incitmekten bir | canavar zevki duyuyorlar. Bun- lara karşı kendini müdafaa et- mek için diş, tırnak lâzım. O biçarede ise bunlar yok.. Her şeyi bırakıp gitse belki evde onun eline bakan sakat bir ba- ba, dertli bir ana, aç kardeşler var.. O dakikada değil bu adam- lardan dünyadan ve insanlıktan iğrendim. Vilâyetin buyucek bir memuru, hatırı sayılır bir insanı olmasam da gene duramazdım. Sert bir | sesle bağırdım: — Arkadaşlar... Bu sizin yap- tığınız hem ayıp, hem günahtır. Zavallı çocuktan ne istiyorsunuz?. © CO da sizin gibi insan. Size böy- le bir muamele etseler razi olur musunuz? Sözlerim kalem odasının orta- sında bir bomba gibi patlamıştı. Memurlardan biri cevap vermek ister gibi bir hareket yaptı, fa- kat nedense vaz geçti. Efendi- ler birer birer masalarına döp- düler. * O günden sonra bu biçare genci uzıktan uzağa himayeme almış oluyordum. Ara sıra işim düşerek kalem odasına girdikçe ona son derece nazik ve kibar bir arkadaş müamelesi ediyor- dum. Maksadım onun kiametini, kı- redisini yükseltmekti. Benim bu müamelemi görenler elbet ona iyi muamele ederlerdi. Böyle olmakla beraber çocuk arkadaşlarının tecavüzünden ge- ne kurtulamıyordu. Dairede kime söz söylemiye kalksa mutlaka ya... — Atma ulan kıl kuyruk... Yahut: — Çek arabayı ulan kıl kuy- ruk, diye cevap <liyordu. Ne dersin? Ne yaparsın? Kö- tülerle uğraşmaktan allah bile acizdir. » O vilâyette pek az kaldıktan sonra başka bir vilâyete geçtim, sonra bir izzeti nefis meselesi üzerine büsbütün memuriyetten çekildim, halim vaktim yerinde olduğu için kendi kendime İs- tanbulda yaşamağa başladım. Bir gün: şirketlerden birinde müdürü umumi olan bir eski ar- kadaşı görmiye gitmiştim. Arka- daşım komisyonda olduğu için bekleme odasına girdim. Odada beş altı kişi vardı. Bunlardan | biri beni görünce: — Vay Refik Bey... Ne güzel tesadüf diye bağırarak yanıma geldi, elimi sıktı, teklifsiz bir tavırla sırtımı, omzumu, çenemi okşadı. Bu adamı neden sonra tanr- I dım: Üç dört sene evvel “Kıl kuyruk,, diye alay edilen zavallı. Daha büyümüş, şişmanlamış, fa- kat kıyafetindeki zibidilik hâlâ gitmemiş. Muaemelesindeki lâüba'ilik bir az tuhafıma gitmekle beraber kendi kendime: — Olura, dedim. O vakit benden gördüğü insanca ve ar- kadaşça muamele o kadar iz bırakmış ki görür görmez daya- namamış olacak... O beni adeta zorla bir iskem- leye oturtarak: — Gel otur bakalım, dedi, yahu senelerdenberi birbirimizi | kaybettik.. Ben şimdi İstanbul- dayim.. Dahiliyeden ayrıldım. Bir tütün şirketinde çalışıyorum, mevki, maaş gayet iyi. Sen ne âlemlerdesin bakalım? Odadaki yabancılar bü yirmi beşlik delikanlı ile ellilik kelli | felli efendi arasındaki bu teklif- | sizliğin bu derecesine bâyret ediyor gıbi kâh bize, kâb bir- birlerine bakıyorlardı. Ben verecek cevap bulamıya- rak şaşkın şaşkın yüzüne bakar ken o devam etti; — Yabu sen öteki mektupçu- lukta da tutunamamışsin azil“mi olmuşsun... İstifa mı etmişsin bir yerden işittim ama vallahi Dak | | Yeni, Samsunda muzafferdir Akhisarda Yıkılan heykel meselesinin | iç yüzü Husust muhabtrimizden : İstanbul gazetelerinden biri sabık belediye reisimizin eserle- rinden bilmem ne heykelinin kırıldığını telgraf haberi olarak yazdı; bu heykel vak'ası bundan üç beş ây evel olmuştu ve şim- di bu haberin tazelenip Istanbul gazetelerine aksettirilmesi bura- da olup biten bazı dedikodulu vak'aların neticesi sayılabilir. Heykel denilen şey eski bele- diye reisi zamanında güya kasa- bayı süslemek maksadile dikti- rilmiş alelâde bir taştan ibaretti. Hiç bir san'at kıymetini ve hat- ta manayı mubtevi olmıyan bu çirk r, ehen mi;e'siz taşın oradan resmi vesaitle kaldırılması husu- sunda dikildiği zaman memle- ketin münevver gençliği tarafın- dan teşebbüslerde bulunulmuş, fakat: bu seslere kimse kulak asmamıştı. Bu taş parçası son- raları meçhul bir el tarafından, belki de oralarda oynıyan ço- cuklar tarafından maksatsız ola- rak kırılmış, muhitte hiçde fena bir akis bırakmamıştır. Bu biç:msiz taşın oradan res- mi vesaitle kaldırılması hıç şüp- hesiz daha doğru olurdu; fakat böyle meçbul bir el tarafından kaldırılmış olmasına da mana ve ehemmiyet atfetmek doğru değildir. Meselenin gürültülü bir şekil de &aksettirilmesindeki (sebep şudur: Burada hâlâ derebeği zibniyeti güden bazı eşraf var. Bunlar Akhisarın genç, mü- nevver, uyanık kaymakamile bir türlü geçinememektedirler. Bu yüzden çıkan ibtilâf neticesinde eşraftan sayılan bazı kimseler kaymakamın Akbhisardan uzak- laşmasını temin için hatıra ger mez vasıtalara müracaat etmek- tedirler. Akhisarın süsü ve me- fahiri olan heykeller kırdırılıyor! yolundaki iddiada bir bakıma kaymakamı üistihdaf eder gibi görünüyor. Halbuki işin hakika- tini bilenler için malümdurki ne kaymakamın bu işle alâkası vardır, nede bu taş parçasının kaldırılması ehemmiyeti haizdir. »X aklımda kalmadı. — 1. — Şimdi ne İş görüyorsun... | Sabahleyin buraya iş istemiye filan mı geldin? — ın? — Maamafih burada iyi para vermezler. Sen bizim şirkete gel... Hem para gayet munta- zam, hem rahat...Öyle, öyle, bi- zim şirket daha iyi... — ır? — Ne vakit beni görmiye | gelirsin? Ne vakit istersen gel. Seni müdüre takdim edeyim. Odanın tavanı başımın üstün- de fırıl fırıl dönüyordu. Kendi- mi kaybetmiş gibi gayrı ihtiyari bağırdım: — Atma ulan kıl kuyruk. çek şuradan arabayi... O kamçı sesi işitmiş bir canba- tane hayvanı gibi birbenbire dura- | ladı,sandeledi: Gözleri tıpkı o eski kalem odasındaki gibi mahzun bir derinlikle önüne dikildi, boy- Kahve diplomatlığı yapan işsizler yerine avcı ceketli, külot pantalonlu, tozluklu işçiler iri, sert hareketlerle, canlı canlı Samsun 61980 | Samsun gece uzaktan, en- ginden bakan gözlere, derin nihayetsiz koridorların methali, yüksek duvarlarla çevrilmiş bir konağın fenerlerle (donatılmış kapısı gibi görünüyor. Gündüz de kumlu sahiline ayak basanlar bu küçük ve şirin beldede bir kale - kapısı (kalabalığı (ve faaliyeti görürler. Büyük vatan hisarının çok işlek bir kapısı. on iki sene evvel tanımıştım. Umumi harbin son senesidi. O zaman benzi soluk, bakım- 8ız, gıdasız bir yangin yeri dil- berine benziyordu. Üstü başı perişandı. Yer yer yıkılmış, çökmüş, yer yer çürümüş, pas- lanmıştı, O tarihten bir sene sonra milli kurtuluş kabrama- nına binek taşı olan Samsun ne kadar cabuk kendini toplamış; atılmış, serpilmiş. Zaferin, sul- bün ve sükünun feyzile ne kadar gürbüzleşmiş, güzelleşmiş, has- palaşmış. Hâlâ pek çok şehirlerimizde izi kalan bünyevi sefaleti bir hamlede atmış; benzine kan canına can ogelmiş. Sırtındaki sefalet gömleğile beraber om- zundaki çarşafı atan serbest per- vasz bir genç kız hali almış. Hem de çarşaf yerine geydiği mantoyü şapkayı, çorabı kendi- sine öyle yakıştıtmış ki.. Adeta bir Kadıköy güzeli kadar gör- Bu yosma şehri ilk defa on, ! oynıyorlar yor; kahvenin köşesinde samit birer mezar tâşı gibi baş başa veren başı sarıksız hocalar yok, sabahtan akşama kadar bir mermer masa önünde karanlık karanlık düşünen mütekait tipi yok. Kesif, tahta gibi bir cıgara dumanile tıkanmış halk kahve- lerinde gene altı kol iskambil, altmışaltı oynanıyor. Fakat bun- lar, ağız burun kıvırarak kahve diplomatlığı yapan ebedi işsizler değil; avcı ceketli, külot panto- lonlu ve tozluklu işçiler. İri, sert hareketlerle, canlı canlı oynu- yorlar. Çarşıda poturlu, şalvarlı köy- lüler gene dolaşıyor ; fakat ca- mi avlusunda çömelen, kasketi- nin vizyerini ensesine çevirmiş hacılar yok, sokaklarda bol çar- şaflı kadınlar eksik değil, fakat bir Parisli kadar zarif giyinmiş bir genç kız yalınız başına gez- mekte hiç tereddüt etmiyor. Şehirde barlar, eğlence yer- leri vardır. Fakat kadın yüzün den biribirini bıçaklıyanlar çök- tanberi işidilmemiş. Halk artık efendice (eğlenmesini biliyor ; meyhaneler ağzına kâdar dölüp taşmıyor. Evler münafık mezarı gibi içine doğru kapânmıyor. Ziyası pencerelerden taşıyor ; aile toplulukları taammüm edi yor. R İstanbulun renk renk; yam yama manzarasından birşey an- müş ve vekarlı. İşte Somsundan geçen gözü görür bir yolcunun edineceği ilk ve en kuvvetli intiba budur. Orta Anadolu yaylasının denize açılan vadileri o ağzmdaki bu küçük şehirde insan, yeninin kökleştiğini, umumileştiğini, ta- biileştiğini, hissediyor. Yenilik özenti halinden çıkmış, halkın her sınıfı, hayatın her şübesi için zaruri olmuş, kimse yeniye karşı dudak bükmüyor. Garp müaşeretine, garp telâkkisine evlerin o ve kafaların kapıları açılmış. En çetin başlar muka- | vemetten ümit kesmişlerdir. Bunlar| bazı büyük şehirlerde olduğu | gibi sığınacak bir tenha köşe, i bir siper de bulamamışlar. Bu | içtinap olunmaz cereyana katık mışlar ; mukavemete davranma- dan, çırpınmadan, bocalamadan gidiyorlar. Küçük şehrin temiz ve olduk- İ ça muntazam gazinolarında, kah- ! welerinde umumi nezaket kaide- lerini tanımış, iş sahibi ve ha- | linden memnun insanlar oturu- —g | “nu büküldü, dudaklarında ürkek | ve mazlüm bir gülümseme tit- redi. | * — Atma ulan kıl kuyruk... | Çek şuradan arabayı kıl kuyruk!.. Vilâyetteki arkadaşlarımın me- | ğer ne kadar günahına girmişim! Halk insana vuracağı numara i ve etiketi ne isabetle tayin edi- | yormuş... «Halkın sesi hakkın sesidir» | diyenlere bir kere daha hak | | verdim. i Reşat Nuri İamıyan ve Ankarayı bitaraf bir tetkik için münasip görmüyenlere medeni inkılâbın muvaffakıyeti derecesini tesbit için Samsun iyi bir zemin olur. Bu küçük Anadolu şehrinde yeni temelli şekilde müzaffer olmuş görünüyor. Eski belki hiç yok değil; fakat artık in- hizamına razı olmuş ve müdafaa edilecek bir sistem, bir kanaat halinden çıkmış. Samsun pek yakmda gatplı gibi çalışan, garplı gibi yaşıyan insanlaria meskün bir garp şehri olacak. Memleket için ne iyi. Banguoğlu Tahsin EEE EEE İSELÂNIK BANKASI 1885 de tesis edilmiştir SERMAYESİ 30 000,000 FRANKİİ İk Merkezi umumi. İstanbul Türkiye şubeleriğ Galata, İstanbul, İzmir, Samsun, Adana, mersin. Yunanstan şubeleri: Selânik, Atina, Kavala Her türlü . banka 'musmelâtı, itibar mektupları, ber nevi akçe üzerinden bhesabau cariye, çek 8 muamelân PAETİĞEZERİBAASEEADEAŞA EEEZ, Kiralık daireler Babâli, Ankara cadde sinde Orhan B. huni, Ana dolu ajansının terkettiği daireler kiralıktır, Mükemmel” bir otel de olabilir. ayrı Ayrı ve hepsi birden kiralıktır. İstiyenle” rin (VAKİT yurdu) na mü racaatları,