V 5 10/11/1940 K Ebedi Şef'in son günleri Atatürk, Türk kadınını ürk kadını, bugün cemiyet İ- çinde aldığı mevkii, her şey- den önce, kendisinde bu liyakati keşfeden Atatürk'e ve Atatürk’ş:m ileri görüşüne borçludur. Büyük kurtarıcı, memlekette — taassubun kökleşmiş olduğu yıllarda bile ka- dının cemiyet içinde lâyık olduğu mevkii kendisine has belâgatı ile iyzah ve ilân etmiştir. Aşağıdaki sözler, 1923 yılında İz- mirde yapılan bir toplantı esnasında Atatürk tarafından söylenmişti : Her şey kadının eseridir “Kudretifâtıra insanları iki cins olarak yaratmıştır. Bunlar yekdiğe- rinin lâzım ve melzumudur. Haz - reti Adem ile Hazreti Hava'nın na- sıl yaratıldığına dair olan nazari - yat mütehaliftir. Bunlardan bahset- miyeceğim, Ondan sonraki devir - lerden iptidar edeceğim. Şuna kani olmak lâzımdır ki dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseri- dir. Nitekim hepimiz padişahlar hakkında mevhum telâkkiler besli- yorduk. Bunlar valdelerimizin ver- diği sâkim telkinatın neticesi idi. Bir heyeti içtimaiye, cinsinden yal- nız birinin icabatı asriyeyi iktisap etmesiyle iktifa ederse o heyeti iç- timaiye yarıdan fazla zaaf içinde kalır. Bir millet terakki ve temed- dün etmek isterse bilhassa bu nok- tayı esas olarak kabul etmek mec - buriyetindedir. Bizim heyeti içti - maiyemizin ademi muvaffakiyeti - nin sebebi — kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz tekâsül ve kusurdan neşet etmektedir. İnsanlar dünyaya müukadder olduğu kadar yaşamak için gelmişlerdir. Cemiyet içinde vazife taksimi Yaşamak demek faaliyet demek- tir. Binaenaleyh bir sınıfı içtimaiye- nin bir uzvu faaliyette bulunurken diğer uzvu atalette olursa ©o hey- eti içtimaiye meflüçtur. Bir hey - eti içtimaiyenin hayatta çalışması ve muvaffak olması için çalışmanın ve muvaffak olabilmenin mütevak- kıf olduğu bütün esbap ve şeraiti takabbül etmesi icap eder. Binaen - aleyh bizim heyeti içtimaiyemiz i- çin ilim ve fen lâzımsa bunları aynı derecede hem erkek ve hem de ka- dınlarımızın iktisap etmeleri lâzım- dır. Malümdur ki her safhada oldr gu gibi hayatıiçtimaiyede dahi tak- simi vezaif vardır. Bu umumi tak - simi vezaif arasında kadınlar ken - dilerine ait olan vazifeleri yapacak- ları gibi aynı zamanda heyeti içti - maiyenin refahı, saadeti için elzem olan mesayii umumiyeye dahi dahil olacaklardır. Kadının vezaifi beyti- yesi enufak ve ehemiyetsiz vazife- sidir.,, Kadının en büyük vazifesi analıktır. “aAARARA, “Kadının en büyük vazifesi ana- lıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse bu va - zifenin ehemiyeti lâyikiyle anlaşı - kurtardı mından biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini — temindir. Binaenaleyh kadınlarımız da âlim ve mütefennin olacaklar, erkekle - rimizin geçtiği bütün derecatıtah- silden geçeceklerdir. Sonra kadın- lar hayatı içtimaiyede erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin muin ve müzahiri de olacaklardır.,, Düşmanlarımızın bir hatası “Düşmanlarımız bizi dinin tahtı- tesirinde kalmış olmakla itham ve tevakkuf ve inhitatımızı buna at - fediyorlar. Bu, hatadır. Bizim dini- miz hiç bir vakit kadınların erkek- lerden geri kalmasını talep etme - miştir. Allahın emrettiği şey, müs- lim ve müslimenin beraber olarak iktisabı ilm-ü irfan eylemesidir, Kadın ve erkek bu ilim ve irfanı aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak mecburiyetindedir. İslâm ve türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bu- gün kendimizi bin türlü kayıtlarla mukayyet telâkki ettiğimiz şeyler yoktur. Türk hayatı içtimaiyesinde, kadınlar, ilmen, irfanen ve diğer hususlarda erkeklerden — katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ile- ri gitmişlerdir.,, Akşehir civarında bir köyde “Bir gün Akşehir civarında bir köye gittim, Çok yağmur yağıyor- du ve soğuk vardı. Kendimi belli et- miyerek bir evin önünde duran bir kadına : — Hemşire, yağmur var, soğuk var, beni kabul eder misiniz? dedim. Hiç tereddüt etmiyerek : — Buyurun, dedi ve beni bir oda- ya aldı. Odada ateş olmadığı ve ye- ni bir ateşin yakılması da uzun bir ATATÜRK üyük ve kahraman Atatürk kendi adını taşıyacak nesil- lerine, kendisi gibi ölmez dinamik ruhu enerjiler bıraktı. Türk çocuk- ları bu dinamizma kaynaklarından anlıyarak ve doyarak içtikleri nis - bette O'nun yaratmak istediği kül- tür atmosferi bir irade ve ceht at- mosferi halini alacaktır. Beşerin biz- zat kendi kudretine taptığı, dimağ, kalp ve kemiklerinden bir insan ve insan üstü dünyası yaratmıya savaş- tığı bir kültür, bilgi ve teknik dev- rinde yaşıyoruz. İnsanlık maziye de- ğil, ileriye, yarına doğru gidiyor. Toprak daha ihtiyar değildir. İnsan denen mahlük atasel kudretlerinin bütün imkânlarını realize etmek mevkiindedir. Atatürk, türkün beşer silsilesin- deki yerini, kültür kudretini, tarih denen bu daimi oluştaki sanatkâr rolünü aydınlatmak ve tesbit etmek istediği andanberi muazzam bir sen- foni dinledi. Bu beşeri? senfoni ile şimdi, kahraman Atatürk uyuyor. Prof. Şevket Aziz KANSU ÇŞ ĞARELALARA A RİR IZ D Atafürk'ün aziz halırası İçin ihtifâller yapılacak (Başı 3. üncü sayfada) işgal etmiş bulunması program icabı- diır. Âtatürk'ün mânevi huzurunda : Bugün Halkevinde yapılacak me- rasimi müteakip Atatürk'ün muvak - kat kabirlerinin bulunduğu bina u- mumun ziyaretine açık bulundurula- caktır. Polis Enstitüsünde Bugün sabah Ebedi Şef Atatürk'ün ölümünün ikinci yıldönümü münase- betiyle Polis Enstitüsünde yapılacak ihtifal toplantısında Profesör Vasfi Raşit Sevig “Atatürk'ün hayat ve şahsiyeti” hakkında bir konuşma ya- pacaktır. Müteakiben talebe bir yü- rüyüş yaparak âbideye çelenk koya- ır, Diğer yüksek okullarda| Bugün, Hukuk, Dil, Tarih « Coğ- rafya Fakültelerinde, Yüksek Ziraat Enstitülerinde, Siyasal Belgiler Oku- lunda, Konservatuvar ve diğer okul- larımızda da talebe ve muallimler toplanacaklar ve Ebedi Şef'in ölümü- nün yıldönümü ihtifalini yapacaklar- dır. Bu toplantılarda profesör, mu- allim ve talebeler söz söyliyecekler- HUŞ LN zamana mütevakkıf bulunduğu için: — İsterseniz bizim odaya gidelim, orada hazır ateş var, dedi. Gittik. Müteakiben komşulardan bir kaç kadın ve bir kaç erkek de geldi. Be- raber konuşmıya başladık. Konuşur- ken bana en mühim sualleri soran - lar kadınlar oldu. Askeri vaziyeti, düşmanın halini, en mühim düşma- nın hangisi olduğunu sordular; ve bunları sorarken hiç bir telâş ve takayyüde lüzum görmediler, İnsanca koquştu]ar. Fakat bilâhare benim kim olduğumu anlayınca telâş gös- terdiler. Söyledikleri şeylerden ken- dilerine bir zarar geleceğini zan- nederek korktular. Çünkü şimdiye kadar resmi bir adamla açıkça ko - nuşmayı büyük bir kabahat telâkki etmişlerdi.,, N ATATÜRK bir seyahati esnasında karşılanıyor. ATATÜRK'E DAİR KİTAPTAN : İNSANLIĞI (Başı 2. inci sayfada) neşvünema bulurlar. Bizim tenef - füs ettiğimiz atmosferle alâkaları yoktur. Gıdaları bizi besliyen gi - dalar değildir. Hassasiyetleri büs - bütün başka tesirlerin hükmünde - dir ve bu âlemin, kendine mahsus mevsimleri, hava tebeddülleri, âfet- leri, katastrofları vardır. Çok defa, derya yüzü sakin ve râkit ve âsude iken, orada, şiddetli fırtınalar, kor- kunç boralar, jeolojik ihtilâller o - lur. İşte, Atatürk'ün ruhu da, denile- bilir ki, böyle bir âlemdi. Denilebi- lir ki, daima, kendine hâkim, ihti- lâçsız ve işmizarsız görünüşünün altında, ruhunun derinlikleri, bun- lara benzer sessiz ve sinsi ihtilâl - lerle, boralarla, fırtınalarla çalkanıp durmakta idi. Kim bilir, belki, bize hiç faşetmediği korkunç bir sırrı, bir istirabı vardı, ki onu, ne harp meydanlarının kanlı hengâmeleri, ne zafer toplarının sağır edici ta- rakaları, nie' bir ülkeyi yeniden va- rediş cehdi; ne de hiç bir faniye “Nasip ölmamış şan ve şeref, ilkbal ve şevket şenlikleri bir türlü tes - kine muvaffak olamıyordu. Bü doy- mak bilmez gönül, bu şahlanmış i - rade, bu çağlıyan enerji; her an yeni bir zafer heyecanına teşne i - di; her an yeni bir (şey) yaratmak istiyordu. Her an, deyeranın seyri- ne kendi kalbinin temposunu hâ - kim kılmak arzusiyle tutuşuyordu. Bütün bunların fevkinde başka bir ihtirası daha vardı ki, o da, Türk milletini bir hamlede diğer bütün milletlerin önünde yürür gürmekti. Biliyorum, geceleri bunun için u- yuyamıyordu. Biliyorum, zehir - den, bunun için, medet umuyordu. (3) İçmek; O'nu yakıp kavuran bu iştiyakı, hiç değilse bir lâhza ol - sun, tatlı bir rüya haline kalbedi - yordu. Atatürk, mesut bir adam değildi. Beşeriyetir naküs makadde:atını değiştirmek, imkân dünyasının hu- dutlarını kerdi hudutsuz bülyaları- na göre genişletmek istiyen bütün ideal fedaileri, bütün gerçek kah - (3) Mustafa Kemal harp zaman- larında, çetin mücadele günlerinde - yani taşkın enerjisinin kendisine lâyik bir ceht ve faaliyet sahası bulduğu zamanlar - ağzına bir dam- la içki koymazdı . ramanlar ve gerçek evliyalar gibi betbaht ve mustaripti. Zira, “haki- kat” le “hayal” in, “irade” yle “im- kân” ın dinmek bilmiyen ezeli mu- harebesi bütün şiddetiyle O'nun ru- hunda cereyan ediyor, O'nun ruhu- nu kasıp kavuruyordu. Mustafa Kemal'de ilk gençlik demlerindenberi, sonsuz bir ihtiras sezenler yanılmamışlardı. Fakat, bu ihtirasın cinsinde yanıl- dılar. O'nu hodbin bir ikbalperest sandılar, Mustafa Kemal, eğer, yal- nız, kendini düşünen bir ilkbalpe - rest olsaydı, Dumlupınar zaferini kazandıktan, Lozan Sulh Muahede- si'ni yaptıktan, yani Türk milletini, hanedan ve hilâfetin hiyanetine rağmen Kanüni devrindenberi gör - mediği bir hâkimiyet ve istiklâle kavuşturduktan sonra isterse sul - tanlık tacını; isterse hilâfet hilâti- ni giyebilirdi, Türklük ve islâmlık dünyası böyle bir hareketi bir gâ - sıplık telâkki etmek şöyle dursun, belki tervicediyor, belki bekliyor- du. Fakat, Mustafa Kemal, kim bi- lir kaç fâninin yolunda can vermi- ye razı olacağı bu ganimeti ancak asil ruhlara mahsus bir istihkâr ile ittikten başka, henüz yaprakları yemyeşil duran defne çelengini bi- le başından sıyırıp şöyle bir yana koydu. Çıplak kolunu yeni bir ci- hat kapısının tunçtan halkasına u- zattı. İzmir zaferinin dördüncü a- yı, alelâde bir siyasi parti lideri sı- fatiyle, memleket içindeki intiha- bat ve inkılâp seferine çıktığı vakit, sırtında hattâ, bütün askerlik ha- yatının yegâne mükâfatı olan Ma- reşal üniforması dahi yoktu ve bu sefer, öbüründen daha çetin, daha tehlikeli bir seferdi. Mustafa Ke - mal, bunda, yıllarca süren bir ceh - tiyle kazanılmış bütün nüfuz ve kudretini bir an içinde kaybedebi- lir; bir an içinde bütün o hudutsuz popularitesi mahvolup 1918 yılının muzlim şartlarına dönebilirdi. Ve Atatürk bu (riziko) yu görüp hisse- decek kadar realistti. Hususiyle o - na vasıl olduğu mertebede “ kal ”, diyenler; O'nu neticesi meşkük bu ikinci cidale atılmaktan mene kal- kışanlar pek çoktu. Buna rağmen yürüdü. Çünkü O bir nüfuz ve kud- ret meraklısı, bir şan ve ikbal düş- günü değil, bir ideal fedaisi idi. Türk milletinin maneviyatından al- dığı risaleti sonuna kadar ifa ede- cekti ve ölüm, O'nu, bu kadar er - ken elimizden almamış olsaydı, bu kahraman meşiyyet daha nice yıl- lar durmaksızın sürüp — gidecekti. O'nun içindir ki, bu ölüm, hepi- mizin canevinde, birdenbire duran bir süratin sadmesi gibi hissedildi, İçinde bulunduğumuz gemi bir ka- yaya mı çarpmıştı? Katarımız yol- dan mı çıkmıştı ? Bu, cümlemizin hayatına malolacak bir katastrof mıydı ? Hayır, Atatürk, mezarında rahat uyu; bu âni duruş yeni bir hıza ha- zırlanmak içindi. Eğer senin yolun- da, Senin adımlarının temposundan bir lâhza şaşarsak ayaklarımız kö - türüm olsun! Ey, dirilerin ebedi yoldaşı; eğer Seni gerçekten öl - müş farzedip emirlerini yerine ge- tirmekte bir lâhza geç kalırsak fe- leğin bütün vebali boynumuza do- lansın. Eğer Senin adını yalnız ağ- lamak için anarsak dilimiz tutul - sun, gözlerimizin nuru sönsün, Sen bir hayat ve baka muştucusu idin, bir ölüm peygamberi değil; Sen bi- ze cenneti bu dünyada vadettin ahi- rette değil; eğer bu tarikatından ğönersek cehennemin bübün ateşi üstümüze yağsın, Atatürk, Senin e- bedi cevherin ana vatanın toprak- larına karıştıktan sonra bu toprak- lar bizim için daha aziz, daha mü- barek oldu. Onu hiç bir kâfire çiğ- netmiyeceğiz. Onun icinden Sanin Atatürk'e (Başı 1. nci sayi imzalanmıştır; millet fakir vi gundur; hükümet âciz, haysi) Sen elt İ A | ve ceb $ ve cepanesi alınmıştır ve aln tadır; memleketin her tarafı gal kuvetleri çıkarılmıştır; sızların kastı kadar vatanper rin hâli yamandır.” Sen halkı istiklâl sancağını na, böyle bir günde çağırdın. nen, silâhım, vasıtan, maddi m vi kudretin; sâdece bu millet |ref ve hüriyet aşkından, fedal ve kahramanlık ahlâkından i ti. “Vicdanında sakladığın sı idi. Milli hayatın şartı, hür maktır; hür ölmektir. Sen ki ölümünden sonrasını ce bu millete emanet etmişs milleti kendin kadar, ken inandırarak, ne halef, ne niza emir, ne de nehiy vasiyet et rek, bizden Aayrılıp gitmişs Kim bilir niçin “Nutk” unun nunda 19 Mayıs 1919 dan korkunç bir levha içinde, türl letini, bir vazife ânı için uyanı mak hissi sana hâkim olmuştu levhayı da unutmıyacağız:; “... cudiyetinin ve istikbalinin & meli, istiklâl ve cümhuriyetti: gün istiklâl ve cümhuriyeti v faa etmek zaruretine düşersel zife'ye atılmak için, içinde b duğun vaziyetin imkân ve şal nı düşünmiyeceksin, İstiklâlii cümhuriyete kastedecek dü; lar, bütün tarihte misli görüln bir zaferin mümessili olabil Cebir veya hiyle ile, vatanın leri zaptolunmuş, bütün tersa rine girilmiş, ordular dağ memleketin her tarafı işgal e« bulunabilir. Böyle olsa dahi, fen, istiklâl ve cümhuriyeti kı maktır!” Hangi siyasete Atatürk siy demek lâzımgeleceğini kimı öğrenecek değiliz. Bu siyası kara günlerde bile, istiklâl di na sâdık kalmaktan, bu dâ: zaferine inanmaktan ibarettir Mustafa Kemal'i olduğu gibi, yatı da, şerefi, asaleti ve hi: için seviyoruz. Falih Rıfkı A! Atatfürk'ün - silâhlandırdığı Mehmeftçik Samsuna çıktığı zaman üstü yırtık pabuçları patlak, silâhsı, nefer gördü. Yüzünün rengi b dönmüş bu asker, ağlıyordu. Ata — Asker ağlamaz arkadaş, ded. ne ağlıyorsun ? Nefer irkildi, başını kaldırdı sesi tanıyordu ve bu çehre ona h yabancı değildi. Hemen doğr Anafartadaki kumandanını çelik gibi selâmladı. O, sualini tekrar etti : — Söyle ne ağlıyorsun ? İç Anadolunun yürekli çocuğu çekti : — Düşman memleketi bastı, h met beni terhis ediyor. Silâhımı limizden aldılar. Toprağıma ; düşmanı şimdi ben neyle öldürı ğim ? Büyük Kumandan : — Üzülme çocuğum. Gel bemi dedi ve Samsun deposundan m