9 Nisan 1939 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5

9 Nisan 1939 tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

v snsteilesi af a T a İe a a S ci B S —3 < lli e lüasiin le lnedleillinnin B ada n b n AD e BAD YU 9.-4-1939 [ HAYAT ve SAT R Şeker ve ömür Eskiden şeker hastalığına lutu-knın sonu değil, tabii ömrün sonu- ara — istatistiklere göre — hastalık başladıktan sonra ancak vasati beş yıllık bir ömür verilirdi. Bu vasati sayının, tabii, yukarısı da bulunmakla beraber gene pek de uzun bir ömür sayılamazdı. Hal- buki yeni istatistiklere bakılırsa şimdi şekerli hastaların hastalık başladıktan sonra vasati ömürleri, eskisinin iki misline, on yıla çık - mıştır. Artık bunu beğenmemeğe hakkı- mız yoktur. Çünkü on yıllık şekerli ömür bu hastalığa zaten yaşlılıkta tutulanlar içindir. İnsan yirmi ya - şında bu hastalığa tutulursa vakıa wasati on yıl ömür pek kısa görü- nür. Fakat gençlerde bu hastalık — bereket versin — az olduğu gibi onlarınki vasati sayılara gelmez. Gençlerin buna hiç tutulmadıkları daha hayırlı olur... Yaşlıların has- talığa tutulduktan sonra vasati on yıl daha yaşamak umudu küçük bir şey sayılı hıdır. Şeker hastal yma — yaşlilıl ietilenların eskiden ve şimdi kaç yaşına kadar yaşadıkları araştırılımca şeker has - talığının tabii ömrü pek de kısalt- madığı anlaşılır: Eskiden şekerli hastalar vasati olarak 44 yaşıma kadar yaşadıkları halde şimdi vasa- ti olarak 67 yaşına kadar yaşarlar. O yaştan sonra da hayat, şekerli de olsa, şekersiz de olsa, tatlı bir şey olmasa gerektir. Zaten, şeker hastalığına tutul - duktan sonra şu kadar veya bu ka- dar yaşamak, tayyare piyangosun- da kazanıp kazanmamak gibi, sa- dece bir şans eseri değildir. Şeker hastalığına tutulanın az veya çok yaş kendi elindedir. Çünkü şimdi bu hastalığın — onu kökün - den yok edecek değilse de — en mühim alâmetini, kanı ve bütün vücudu zehirliyen fakat şekeri e - ritecek devası vardır. İstatistiklerin eskiden ve şimdi dedikleri de bu de- vanın bulunduğu tarihten önceki ve sonraki zamanlar demektir. İstatis- tiklerin bu hastalığa tutulanlara ,şimdi bile vasati ancak on yıl ömür- VG."'"""'î Landilearini tadari attir. miyenlerin kabahatidir. Şeker has - ;talığına tutulan herkes kendini te- davi ettirse bu on yıllık vasati öm - ;un daha çok uzıyacağı şüphesiz- ir. Hele insan şeker hastalığının za- / yıflatmıyan cinsine tutulursa teda- Khi visine devam etmek şartiyle tabii ömrünü yaşamasına hiç bir mani kalmaz. Böyle yapanlar beyin su - lanması, ecele bahane gibi olan za- türrie gelinceye kadar yahut yor- gun böbrekleri duruncaya kâadar yaşarlar, bunlar da şeker hastalığı- dur. Fakat insan böbreklerinin çıkar- dığı ve kanında fazla nispette bulu- nan şekere ehemiyet vermez de, perhiz etmez ve kendisini tedavi et- tirmezse o vakıt iş çok değişir, da- ha doğrusu iş şansa kalır: bir gün hafif bir yorgunluk, kısa bir yolcu- luk, küçük bir grip tesiriyle — şe- kerli hastayı en ziyade korkutan — vücut ekşimesi ve elma kokulu ase- ton meydana çıkar. Bunları geriye çevirmek de hiç kolay olmaz. Şeker hastalığının bir de zayıfla- tan cinsi vardır. Bu cins ötekinden pek ağır olmakla beraber onda bile tedavi edilenle edilmiyenin şansı bir olmaz, Tedavi edilenin uzun yıl- lar yaşamak için büyük şansı var- dır. Hastalık arada sırada şiddetle- nerek vücudu ekşitmek ve aseton çıkarmak marifetlerini gösterse bi- le bunların geri çevrilmesi ihtimali çok olur. Bu türlüsünde de perhiz ve teda- viye ehemiyet verilmezse? O vakıt ne olacağını, sizi de meraklandır - mamak için, söylemiyeceğim. Yal - nız şunu haber vermek lâzımdır ki ehemiyetsiz bir grip yahut boğaz hastalığı, mide bozukluğu, en hafif bir yorgunluk, gebelik, o olacak şe- yin çabuk gelmesine sebep olurlar... Vakıa, şeker hastalığına tutul - duktan sonra ömrü oldukça tedavi- ye devam etmeğe mecbur olmak da bir bastalık sayılabilir, fakat ne de olsa bu hastalık — yani tedaviye mecbur olmak hastalığı — şeker hastalığının kendisi kadar acıklı o- lamaz. Ondan sonra da, şeker hastalığı- nın tedavisine devam etmek kanda- ki şeker muvazenesini mutlaka de- vamlı sürette temin etmez. Bu mu- vazene arada sırada gene bozulur ve onun için tedavi edilirken de şe- ker muvazenesini sık sık araştır- mak lüzumlu olur. Kararsız bir muvazene, daha doğrusu, muvazenesiz bir kan de - mek. Fakat, muvazenesiz akılla bi- ey k mümkün olduğu düşü - nülünce, kanın şeker bakımından muvazenesiz olmasının ne ehemiye- ti kalır? G.A. Münür Nurettin 12 -13 Nisan Yenişehir Ulus sinemasın- da yalnız iki konser verecek- tir. Yerlerinizi hemen kapa- tınız. İtalyan IHususi Muhabirimizden| oma 28 mart — Frenklerin e- bedi şehir diye andıkları Roma'ya ayak basar basmaz insan gayri ihtiyari bu şehrin tarihini hatırlıyor. Roma'nın her kaldırımı, her dıvarı başlı başına bir tarih dense yeri vardır. Roma şehrinin tesis edildiği za- mandan tâ bugüne kadar sahne ol- duğu vakalar cidden hayrete şa - yandır. Romüs ve Romülüs'ün sını- rını çizdiği bu şehir evelâ koca Roma imparatorluğunun hükümet merkezi olmuş, sonra barbarların istilâsına uğramış, bilâhare bir Bi- zans vilâyetinin merkezi daha sonra da papalık devletinin makarrı ol - muştur. Bu hal ve vaziyet 1523 ta- rihine kadar devam etmiş ve İtal- ya yahut italyan adı bu tarihten sonra işitilmeğe başlamıştır. 1523 tarihinden 1870 tarihine ka- da Avrupa'nın üç büyük hıristiyan devleti, Fransa Nemse ve İspanya Roma'da nüfuz mücadalesine giri- şecek ve papalık devletini istismar etmeğe çalışacaklardı. Bu esnada İtalya yarım adası-on on iki kadar devlete inkisam etmişti. Bu müca- dele neticesinde bir taraftan nem- seliler diğer taraftan ispanyalılar on sekizinci asırda İtalya yarım a- dasında bir takım arazi işgal ede - cekler ve oralarını vilâyetleri saya- caklardı. Nitekim Avusturya impa- ratorluğu adını alan nemse devleti. on dokuzuncu asırda bile Lombar- do - Venetie kırallığını tahakkümü altında bulundurmakta devam ede- cekti. p Lâkin, 1848 tarihi ile 1870 tarihi arasında İtalya yarim adasında mü- him değişiklikler vukuâ geldi. Fil- vaki Savoie hanedanının etrafında yeni bir İtalya'nın doğuşu bu de - virde başlıyacaktı. Nihayet'bu ital- yanlar 1870 yılının eylül ayında , Roma'ya dahil olacaklardı. Raoma'- da o vakte kadar hüküm sürmüş o- lan papalık devleti ise bu suretle nihayete erecek ve papanın nüfuzu artık Vatikan'ın sınırını aşmaz ola- caktı. Buna rağmen İtalya henüz ehe- miyeti olmıyan ikinci sınıf bir dev- lettir. Onun devletlerin ön safına geçebilmesi için daha kırk elli yıl geçecektir. İtalya'nın en şaşaalı devri ise Musolini'nin 1922 de mev- ki iktidara geçmesiyle başlıyacak - tır. Bu devire imparatorluk devri demek doğru olur. İtilâf devletleri büyük harptan yarışları - birçok OLİMPİYAT GENÇLERİ çoLiMPİYAT 11) ULUS Sinemasında Boks - Eskrim - Voleyboll - Basketboll - Futboll - Güreş - Denis Sporları - Deniz yarışları At alâkalı Sporlar birincilikleri ve Olimpiyatlarda Bayrağımızı çektiren YAŞAR, OLİMPİYAT GENÇLERİ' bu filmi mutlaka görünüz. nin Kamp hayatını ihtiva eden - Reji: Leni Rifental Büyük muvaffakiyetle devam ediyor şeref direğine Son fırsat: STAT İLAHLARI (Olimpiyat I) 10-12 ucuz matinelerinde. ismi çıkmış bulunan bir lisan mualliminden başka Telefon: 2193'; : İçimizdeki şeytan &Tefrika No: 7 — Yazan: Sabahattin ALİ: Bedri ilk günlerde buna fena halde kızdı. Derslerde yüzü kıp kırmızı kesiliyor, dakikalarca bir şey söylemeden duruyor ve d“dlkllrmı_ kemi- riyordu. Fakat biraz sonra yüzü tekrar o mütebes- sim halini alıyor, gözlerini talebelerinin üzerinde teker teker gezdirerek anlatıyor ve piyanonun başına geçiyordu. F ğ Büyük ve daima soğuk olan müzik defm çocukların kendilerini kapıp koyvermeleri için en münasip yerdi. Erkek çocuklar en serbest el şa- kalarını burada yapmağa, genç kızlar konııgı_ıp konuşup sonra mendillerini ağızlarına _!Ik_ımaı çalışarak kahkaha ile gülmeğe bürada imkân bu: lurlardı. En ağır sözü: Bi “Rica ederim, size yakışır mı? T MN Demekten ileri geçemi --ı:ens;ıı dzunııh; tüyü pi iddetle vurarak veya derhal piyanoya daha şi: ada © PN hep beraber söylenecek bastırmak isterdi. Böyle ıımınlın'i: lıı'ı'zın mo!ı- d_eı-ıi sükünetle geçen kimse yoktu. Müdürün ken- di dersleri bile bir curcuna idi. Şehrin diğer mek- teplerinde de ayni halin mevcut olduğunu öğrenen Bedri işi kalenderliğe vurdu ve ancak dersiyle a- lâkadar olan bir kaç kişi ile ciddi l P| ROMA MEKTUPLARI siyasetinin. bugünkü istikameti galip çıktıkları zaman bütün ital - yanlar bu harbın ancak italyan or- duları sayesinde kazanıldığı kanaa- tinde idiler. Onlarca, italyanlar şa- yet Almanya'nın yanı başında har- be girmiş olsalardı Fransa iki üç ay içinde temizlenir giderdi. İşte italyanlar bunu ilrei sürerek, şu fi- kirleri müdafaa etmektedirler : Bu kati yardıma mukabil harp sonunda İtalya'ya düşen arazi his- sesi ise onunla kıyas kabul etmiye- cek kadar ehemiyetsizdir. O vakıt hakkını istememiş olmak ebediyen bu haktan feragat edildiğine delâ- let etmez... Öyle ise o vakıt İtalya"- nın kaybı olan hakkını bugünden istirdat etmek gerektir. Bu fikrin doğurduğu cereyanla- rı herkes bildiğinden artık ayrıca i- zaha lüzüm görmüyorum.. Mamafi bu cereyanın sevkiyle işgal edilen Habeşistan ve silân edilen impara- torluk İtalya'yı tatmin etmek şöy- le dursun bu yüzden tahassul eden yeni ihtiyaçlar neticesinde Italya'- nın metalibatını arttırmasına se - bep olmuştur. N Filvaki Habheşistan'ı işgal et- mek İtalya için o kadar fazla müşkül olmamıştır. Fakat orada yerleşip Habeşistan'ın servetlerin -, den istifade etmenin askeri işgal kadar kolay olmadığını bugün irili ufaklı her italyan anlamış olsa ge- rektir. Elyevm Habeşistan'da yüz binlerce italyan bulunmaktadır. Ha- beşistan'ın bugünkü zirai ve iktisa- di durumu bu italyanları beslemek- ten çok uzaktır. İtatyan limanların- dan kalkan dizi dizi vapurlar bu u- zak ve yabanci iklimde yaşıyan hemşerilerinin ekmeğine varıncaya kadar bütün ihtiyaçlarını Süveyş- ten geçerek Cibuti'ye taşımakta ve bütün bu eşya oradan demiryoluy- la Habeşista'nın içerlerine sevke - dilmektedir. Bu vapurlar Süveyşten geçerken kanal şirketine müruriye- yi döviz olarak ödemekte malların Cibuti - Adisababa demiryolu vası- tasiyle Habeşistan içerlerine kadar sevki için fransız demiryolu şirke- ine ayrıca gene döviz olarak para verilmektedir. Bu hal ve vaziyet -İtalya'daki altin ve döviz stokunu süratle eritmektedir. İtalyan ban - kası ne vakı beri altın cudu: Almanya İtalya'ya müzaharet et- miştir. Avusturya'nın ilhakında ise İtayla Almanya'ya borcunu ö- demiştir. İtalya'ya yeni menfaat - ler temin ettirmek için şimdi sı - ra Almanya'da..... Südetler mese- lesinde gene İtalya Almanya'nın ofununu oynarken Musolini ta - leplerini tehditle dünyaya ilân et- miştir. Fakat bu sırada hiç beklen- medik bir hâdise vuku bulmuş ve Almanya Çekoslovakya'yı ilhak etmiştir. Roma'da bir çok kimsele- rin fikri şudür ki ilhaktan İtalya katiyen haberdar edilmemiştir. Mu- solini haberdar gözükerek gene Al- manya'ya mümaşat etmek mecburi- yetinde kalmıştır. Çünkü, gene buradaki intibaları naklediyorum, böyle yapmıya mec- budur, Almanya'nın İtalya'ya da- nıştnadan hareket ettiği meydana çıkacak olursa İtalya'nın beynel - milel mevkiinin — sarsılacağında şüphe yoktur. Roma - Berlin mih- veri eski kıymetini kaybedecektir. İtalyan metalibatına ise ©o kadar kulak asılmıyacaktır. Bunu önle- mek ve metalibatında israr edebil- mek için Musolini meseleden ha - berdar olduğunu bağırmakla Fran- sa karşısında Almanya'nın eskisi gibi yardımını temin etmiş gibi görünmek istemiştir... Buna muka- bil ise Almanya nazarında ne ka- dar- küçüldüğünün farkında olma- miştir. , Bu son hâdise artık Almanya'nın yalnız başına ve kendi hesaına iş görmesi zamanının — yaklaştığını göstermektedir. Filvaki İtalya me- talibatını tahakkuk ettirmek için Fransa ile harbe girişecek olursa her istediğini bir damla kan dök - meden elde eden Almanya neden İ- talya'nın hatırı için uzun ve kırı- cı bir harbe tutuşsun! Müusolini bunu hissetmemiş değildir. Habe - şistan seferini başa çıkarmak için nişan yüzüklerine kadar feda eden italyanlar Fransa ile bir harp zu- hurunda nihayet canlarını feda e- debilirler. İtalyan gururunu renci- de etmeden Fransa ile uzlaşmak en doğtru. harekettir. Bu hususta İn - giltere'nin tavassutunu temin et- mek maksadiyle kont Grandi'nin lord Halifax nezdinde yapmış oldu- bbüsten ise müspet bir neti- nun miktarını ilân etmekten vaz geçmiştir. Büyük İtalya'yı yarat - mak, imparatorluk ilân etmek.heye- canile işgal edilen Habeşistan'in bu gidişle İtalya'yı kemirebilmek teh- likesi vardır. Umumi telâkkiye gö- re buna çare bulmak artık İtalya i- çin en evel düşünülecek bir mese- ledir: Eğer bu nakliyat yüzünden hari- ce ödediği döviz belâsından kurtul- sa İtalya geniş bir nefes alacaktır. Bunun için de Süveyş kanalının hiç olmazsa bir kısım hisseleriyle Cibu- ti - Adisababa demiryoluna mut - laka sahip olmak lâzımdır: işte İ- talya'nın asıl hedefi. Fakat diplomasi âleminde on is- teyip bir elde etmek âdettir. Ama belki bir yerine beş hattâ hepsi bi- le elde edilebilir... Buna da eyval- lah! Habeşistan seferi esnasında Bu teş * ce istihsal edilmiş değildir. talyan diplomasisi Çekoslo - vakya'nın Almanya tarafın- ydan ilhakı dolayısiyle orta Avru- pa'da yediği darbe yüzünden Fran- sa ile siyasi münasebatını tanzim etmeğe uğraşırken İtalya dahilinde ve halk arasında fransız d lığı [ T . UN (Çi Vatan müdafaa edilir Yazan: Nasuhi BAYDAR İtalya'nın Arnavutluğa taarruzu sebepleri ister “meşru istekler” ini Fransa'ya zorla kabul ettirememe- nin iç politika bakımından bir mü- vazaası, ister bütüncülerin tehdidi - ne maruz devletleri bir araya getir- mek hususunda İngiltere'nin sar- fetmekte olduğu gayretlerin bir babal, " iı!er ” | ht :| bir harpte Adriyatik denizinin şim- diden kapanması tedbiri, ister gene bütüncü devletlerin uzak hedefleri henüz meçhul bir müşterek plânla- yının ilk adımı olsun, realite şudur ki, İtalya bir takım bahanelerle komşusu ve bir nevi mahmisi Arna - vutluğu işgale kalkışmış ve ondan mukabele görmüştür. Vatan, her ne pahasma ve her kime karşı olursa olsun, müdafaa edilir. Küçük Arnavutluk böyle yapmıştır. Ve buna — evelki gün, Tirana radyosunun medeni millet - lere olan hitabında da denildiği gi- bi bu memleketin fakir surette si - lâhlı, donanmasız, bir tek tayyare- siz ve ancak bir milyon nüfuslu ol - ması mani olamamıştır. Bir milletin müdafaa hakkı kadar mukaddes nesi vardır? Kıral beyannamesinde erkek, kadın ve çocuk bütün arnavutların son nefeslerine kadar, bir tek insan gibi memleketlerinin ve milletleri - nin istiklâlini müdafaa edeceklerini bildiriyordu. Taarruza uğrıyan bir millet, istiklâlin nimetini müdrik olduğu takdirde, ölmeği esir yaşa- mıya tercih eder. İnsan bir kere ö - lür, fakat esirlik her gün biraz öl - mektir. Bugünlerde Napolyon'dan çok bahsediliyor. Bu cihangire en bü- yük darbelerden birini ona esir ol- mamak azmiyle harekete geçen is- panyollar vurmuşlardı. Moskova ri- catini başka bir milletin aynı mahi- yetteki iradesine neden atf li? Waterloo ise Napolyon tehlike- sine karşı el ele veren milletlerin nihai zaferidir. Milli istiklâl böyle müştereken de müdafaa edilir. Fa - kat, bir milyon kişiden mürekkep bir millet de kırk beş milyona karşı kendinde müdafaa kudreti bulabi - lir. Lâkin, bir zamandanberi zayıfın sesini çıkarmadan kendini kudretli- ye teslim edeceği sanki bir hesap meselesi telâkki edilmiyordu. Va- kıa harp hesaba ve kitaba istinat e- der, ama müdafaa harbi değil. Biz, istiklâl mücadelesinin başında, bir istatistikçi gibi h l top, tüfek, mitralyöz ve sairelerini kale- me vursaydık bugün müstakil Tür - kiye'nin yerinde yeller eserdi. Bü - tün n dalarn varlıklarını korumağa karar vermiş -milletlerin kendilerinde meknuzdur; yeter ki o celâdet göstersin. On dok ağır milliyet hissi- propagandası hiç bir suretle gevşe- tilmiş değildir. Milano'da Victor Hugo sokağının levhası söküldüğü gibi Aoste yaylasında fransız ad- nin kuvetle tecelli ettiği asırdı. Fa- kat, o zamandanberi geçen yüz se- ne zarfında bunun aksi mi görüldü? Almanya, İtalya, Yunanistan, Ro- ları taşıyan bir çok köy ve kasab, ların adları italyancalandırılmıştır. Meselâ: Coumayeur, Cormaiore olmuş; La Thuile, Tuillia; Olomont Olomonte; Rhöme, Rema; Saint - Remy, San Remigio; Saint Vin- cent, San Vincenzo; ve Valtoursan- che, Cervinia adını almıştır. Bu da (Sonu 9 uncu sayfada) ya, Sırbist Bulgaristan, Po- lonya ve hattâ Arnavutluk kongre - lerin ve muahedelerin mi, bu mem- leketleri bizzat meydana getirmiş olan alman, italyan, yunan, romen, sırp, bulgar, leh ve arnavut millet - lerinin mi eseridirler? Yirmi sene - lik diyeti olan Çokoslovakya'« (Sonu 6 ıncr sayfada) dım etti. aa far koştuğunu gördü, Refik beyin telâşı ve kendisini iş gibi y geçişi onu hayrete dü- Bir gün akşam üzeri çocuklar evlerine gider- ken Bedri muallim odasında oturmuş, İstanbul'da bulunan annesine mektup yazıyordu. " Koridorda kların ayak sesleri seyrekleştiği bir sırada a- olarak diğerlerini kendi haline bırakmağı t.:;ih etti. Macide bu meraklılar arasında idi. İlk zaman- larda sessiz sessiz bir kenarda durduğu için pek göze çarpmamıştı, fakat kısa bir müddet sonra Bedri'nin bütün alâk üzerinde topladı. Genç cele mektubu zarfa yerleştirip kapadı, üstünü yaz- dı, dışarı fırlıyarak bir talebe aradı. Kendisi mektepte yattığı ve bu akşam dışarı çıkmağa niyeti olmadığı için mektubu, yolu. posta- ine önünden geçen çocuklardan birine vermek is- n - adam mektep müdürüne olsun, diğer muallimlere olsun, bir şey keşfetmiş gibi heyecanla, bu fevka- lâde istidadlı talebeden bahsediyor ve onu mu- hakkak yetiştirmek lâzım geldiğini söylüyordu. Bu sözleri büyük bir merak ve tasvip ile dinliyen muallimler onun arkasından ya gülü lar, ya- hut da mânâlı gözlerle biribirlerine bakıyorlardı. Macide ise, Necati beyden ders aldığı * — Sokak kapısından bahçeye doğru bakındı. Her kes gitmişti. Kendisi gitmek için geri dönüp şap- kasını aldı, bu sırada kulağına müzik odasından piyano sesleri geldi: , “Macide burda şaliba; onunla göndereyim!” Dedi. —— O tarafa yürüdü. Kapıyı açtığı sırada Macide piy t almıştı. lardan kalma bir itiyatla, belki bir kere bile hoca- sının yüzüne dikkatli bakmamıştı. Beraber olduk- ları zaman gözleri ve aklı tamamen notalarda, Bedri'nin p kl da veya, da- bp gittiği vuzuhsuz hayallerin peşinde idi. Ko - tep müdürü Refik bey sınıfın BŞi görünür, istihfaf dolu gözlerle bu inzibatsız mual- lime bakar, çatık kaşlariyle çocukları süküta da- vet eder ve yılışık sırıtmalarla karşılaşırdı. ikları şey, üzerinde çalıştıkları parçanın dışı- na h h iç çık du. Her ikisinde de, sanatın her hangi bir şekline bağlanan ve şuürlu veya şuürsuz bir sanat ihtirasını içlerinde taşıyan i ların körlüğü vardı. Etrafları, hattâ çok ke- Varki Yaeni Bedti bunları tabii bul baş- ladı. Çocukların ekserisi o kadar şımarık ve fena yetiştirilmi lüklardı ki, bunları güzej sözler S ricılırlıl yola getirmeğe imkin_yolnu. Zıt_en enüthie davak atan bir tarih h—m“ı’ı: S N Tn eei v ee el lli a g re kendi kendileri tarafından enayilik diye telâkki edilen bu gaflet bu muallimle talebe arasında bel- ki d edip gidecekti, fakat müdürü lct: “Biraz çıl;gıı—m efendim!” Diyerek çıkmak is- tedi. Bedri ona yol verdi ve: eytaş A a r geç şunu atıver!” Dedi. , Genç kız zarfı çantasına dizlerini kırarak: “Allaha ısmarladık” Dedi. YÜ fiy “Mektukl b v» ke ( & “Unutmam efendim!” Macide bahçeye çıkarak kumlu yolda hızlı hızlı yürüdü, bu sırada muallim odasına dönen Bedri, müdürün koridorun karanlık bir köşesinden yerleştirdi, hafifçe Refik bey her ikisinin de gözlerini ve düşüncelerini d Ddi DBi .. K Şi fırl k süratle y geçtiğini ve bahçeye şürmekle beraber bunun üzerinde fazla düşünme- di. Ertesi akşam Macide'nin ders günü idi. Pay- dostan sonra bir saat beraber çalışacaklardı. Mü- zik odasına giden Bedri, bu şekilde hususi olarak ders verdiği diğer altı talebenin de orada olduk- larını gördü. “Bugün sizin gününüz değil, ne diye kaldı- nız?” Dedi. Fakat onların bu fazla alâkalarma i- çinden memnun da oldu. Kızlar biribirlerine mânâlı bir şekilde bakıştı- lar. Macide, Bedri'nin yakımında, kıp kırmızı o- larak başını önüne eğmişti. İki erkek talebeden biri: “Müdür bey emretti, bundan sonra ayrı ayrı ders almıyacakmışız. Hep beraber — çalışacakmı- şız!” Dedi. Bedri bir an ne demek istediklerini anlamıya- rak karşısındakilere baktı. Sonra omuzlarını silke- rek notaları açtı ve evelâ Macide'yi, sonra diğer- lerini dinledi, geri kalanlara: “Siz de yarın akşam!” Diyerek odadan dıgırı çıktı. Müdürü görerek bu yeni emrin sebebini sor- Onu odasında bulamayınca geri döndü, biraz hava almak için dışarı çıktı. Ders verdiği yedi çocuk, ellerinde çantaları i- le, beş on adım ilerden gidiyorlardı. Onlara yak- laştı. Bir müddet beraber yürüdüler. Her zaman- lâi:in aksine olarak bu akşam hepsi de susuyorlar- - - Sonu var

Bu sayıdan diğer sayfalar: