17 Şubat 1939 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ŞTT 17421939 öi e STT Dörendi AD TTTT ULUS HK Â YE ı'43aıı: A. P. Çehof “— Pişibeyef! Siz, geçen yıl 3 ey- , lülde Urjadnik Sigin'i, köy muhtarı Aljapof'u, bekçi Esimof, İvanof, Gav- rilof'u ve ayrıca altı kişiyi kavlen ve filen tahkir ve zikredilen ilk üç şahsın vazifesine müdahale etmiş olmakla suçlusunuz. Suçunuzu kabul ediyor musunuz? Çatık kaşlı, dik bakışlı, eski asteğ- men Pişibeyef, ellerini pantalonunun ceplerine soktu ve boğuk bir sesle, fa- kat kumanda eder gibi, her kelimeyi keskinleştirerek cevap verdi: “— Hâkim efendi! Mesele, ne olur- sa olsun, kanun, iki tarafın da dinlen- mesini emretmektedir. Suçlu, ben de- ğil, öbürleridir. Ben 3 eylülde , ka- rımla sakin ve kendi halimde gezinir- ken, sahilde birikmiş bir sürü insan gördüm. Bunun üzerine, “bu halk ne ksatla buraya l ş?” Diye sordum ; ve arkasından, bağırarak “Da- ğılmız!” dedim ve onları dağıtmağa başladım. Hâkim, “— Siz, ne bir Urjadnik ve ne de köy muhtarısınz; bu itibarla, halkı da- ğıtmak sizin vazifeniz değildir. Mü - taleasında bunludu. Dinleyiciler arasında: “— Onun va- zifesi değildir, değil! On beş yıldır, hep aynı şey devam ediyor. Askerlik- ten ayrıldığı gündenberi, askerlik ku- mandası ile bize işkence edip duru - yor!” Diye sesler yükseldi. Şahit ola- rak gelmiş olan muhtar da “O, taham- mül edilir bir insan değil. Kilise ala- yı, düğün veya her hangi bir hâdise ol- sun, orada hemen intizamı temin et - meğe kalkar. Evlerde yüksek sesle tür- kü söyl bile diyor.....” mülâhazasında bulundu. Hâkim, “— Delillerinizi göstermek sırası size de gelecek. Şimdi Pişibeyef, me- suliyetinin cevabını vermeğe devam etsin.” diye ötekileri susturdu. Asteğmen, — Emredersiniz! Dedikten sonra, devam etti: efendimiz, halkı dağıtmak benim vazifem olmadığını buyurdu - lar, — güzel. Fakat, halkın çılgınlık- yap seyirci kalmak mümkü müdür? Eğer, nizam ve intizamı ben temin etmemiş olsam, bunu kim temin eder? Bugün mevcut olan nizamı be - nim kadar kim bilir ki.- Daha doğrusu, bunlarla başa' çıkacak biri varsa, o da benim. Ben köylü değil, eski orduya Mensup bir mülâzimim; Kiyef'te ge- nel kurmay'da hizmet ettim; hastalı - ğim yüzünden hizmetten çıkarılınca, kont Mikorof'un valeliğini yaptım. Ben bütün talimatları bilirim.” Hâkim: “— Bu sizebaşkalarına tecavüz et- mek hakkını vermez.” diye sözünü kesti. Fakat, mülâzim hiç istifini bozma - dan devam etti: “— Meselâ, bugünkü müzakerenin Mevzuunu ele alalım. Oradaki halkı dağıttığım zaman, sahilde, sarhoş bir adamın cesedi duruyordu. Bunun üze- Eski mülâzim Çeviren: Hikmet Tuna vermiyor? Belki bu adam intihar et - miştir, ihtimal ki, bir cinayet işlenmiş- tir?... Diye sorup söylendim.. Urjad - nik Şigin, hiç aldırış etmedi; büyük bir sükünetle sigarasını yaktı. Bunu görünce, çileden çıktım ve ona, “Bu - rada duruyor, fakat vazifeni yapmı - yorsun! deyiverdim. — ben daha dün mahalli komisere haber verdim; diye bana cevap verdi. Ben de, peki ama, neden komisere haber veriyorsun, bo- ğulmuş veya öldürülmüş olan bir a - dam, ne diye komiseri alâkadar etsin? Hemen biri koşup sorgu veya sulh hâ- kimine haber vermeli! Dedim. Urjad- nik, gülüp duruyordu. “Sulh hâkimi bu gibi işlerle meşgul olmaz!” Diye bana karşılık verdi. Onun bu sözleri beni deli etti... Hâkim: “— Peki, sonra ne oldu? Diye sor- du. “— Onun, böyle, ayak takımının ö- nünde sulh hâkiminin kudret ve mev - kiini küçülttüğünü görünce, kendim - den geçtim. “Sen, ne hakla halkı böy- le sulh hâkiminin aleyhine kışkırtı - yorsun? Bu gibi lâflar yüzünden, sulh hâkimi seni nereye tıkar, biliyor mu - sun sen? Diye sordum. Bunun üzeri- ne, muhtar bana cevap verdi: “Sulh hâkimi, kendi salâhiyetinin dışında hüküm veremez. O, yalnız ufak tefek suçlara karışır...” Bunları söylediğini herkes işitti. Ne dedin, ne? Demek sen devlet me - murunu gülünç düşürmeğe cüret edi - yorsun ha? — Dedikten sonra sırf za- tınıza bir daha dil uzatamasın diye, hemen tokatı yapıştırdım. Urjadnik i- le muhtar da karıştıkları için... Onları da bir parça... İşte böyle efendim... Hasrlı çileden çıktım, muhterem hâ- kim, malüm ya bu gibi vaziyetlerde hemen işe girişmek lâzım.... “— Müsaade ediniz. Nizam ve inti- zama memur olan, köy muhtarı, Ur- jadnik, bekçidir... “— Urjadnik, hiç bir şeye aldırış et- mediği gibi, benim kadar bu işlerden anlamıyor... “— Bu, sizin vazifeniz olmadığını hâlâ anlamıyor musunuz.?! — Neden? Niçin benim vazifem de- ” S Milli Şef'imiz ve Halkevleri Başı 6 incı sayfada) yoruz., İNÖNÜ “Cemiyetimiz ilim ve fenne istinat eden, güzel sanatla- ra maclüp olan, milliyetçi, ilerleyici bir cemiyettir,, böyle olmalıdır.” İNÖNÜ “Halkevleri fikir olarak ve müessese olarak mesuliyet mevkiinde bulunan siyasi Partimizin bütün özünü , varlığını halkın geniş ta - bakalarına anlatması ve sevdirmesi için, mühim bir merkezdir.” İNÖNÜ “Halkevlerinde geçirilen mil- lt hayatın inkişafına bugün maddi kuvet noktai nazarın- dan dahi başlıca ehemiyet veriyoruz. Silâh kuvetin - den, her türlü cebir ve mad- de kuvetlerinden daha mü- essir olan nokta, bizim iti- kadımızca, halkevleri gibi müesseseler fikirlerle bü - tün millet içinde milli ha - yatın kazanacağı beraber - lik, yükseklik ve sağlam - lıktır. Her silâhtan üstün o- lan budur. ” İNÖNÜ “Halkevleri, vakit vakit siya- si icraatımızdan dahi va - tandaşlarımıza açık alınla, temiz yürekle hesap vere - ceğimiz bir yer olacaktır.” İNÖNÜ “Halkevlerinin muntazam ça- çalışması için birinci şart mali noktai nazardan va - ziyetlerinin muntazam ol - masıdır. Vesaitin çeşidi, ge- niş olması meselesi ikinci derecededir. Her şeyden e- vel bir defa bütçe denilen şeyin halkevinde mütevazi dahi olsa, mutlaka müte - vazin Ve muntazam olması lâzımdır.” İNÖNÜ “Arkadaşlar; halkevi yeni Türkiye hayatının başlı ba- şına bir unsuru, başlı başı- na bir remzidir. Yeni nesil, açık havada, spor meyda - nında ve dam altında halk- - evinde toplanıyor. Ancak böyle bir nesildir ki, beden kuveti, fikir kuveti ve iman kuvetiyle yeni Türkiyenin istikbalini koruyor, yeni zamanın bütün sert dilek- lerine cevap vermeğe ha - zırlanıyor.” İNÖNÜ “Halkevleri, kurulan bütün medeniyetlerin üstüne geç- mek iddiasında bulunan Türkiye Cümhuriyetinin ha- Ulusun 10.2-939 tarihli nushasın- da okuduğumuz şu bahtiyar başlığın verdiği müjde gönülleri ümitle dol - durmağa yeter: “Milli Şefimiz İnönü'nün son yurt seyyahati mesut neticelerinden birini daha verdi. Zonkuldak kömür L vza- sında 17 bin amele tam kalorili ve sı- cak yemeğe kavuştu.” Milli Şefin bu teşebbüsünde yüksek devlet idaresinin vazife bakımından çok esaslı olarak düşünülmüş resmi tedbirinden başka, millet babası olma- nın yarattığı samimi bir kaygunun asil muhakemesini mutelâa etmeliyiz. Bü- yük adam, bir emriyle vatan çocukla- rımın önce hangi derdine derman bul- mak lâzımgeldiğini tebarüz ettirmiş ve devlet kudreti kullananlara milli kalkınmanın hareket noktasını ve hat- tını çizmiş bulunuyor. Tam kalorili sıcak yemek veriniz; bu basit ve mü- tevazi parolanın arkasında hakiki ve reel zafer için çalışan ve mutlaka ka- zandıran bir ordugân bulunduğuna i- nanmalıyız. Çükü, köylünün dediği gi- bi, can boğazdan gelir. 'Tam kalorili sıcak yemek mi? Düşü- nüyorum, köylüyü tanımıya başladı- ğımdan beri hatıralarımın hiç bir kö- şesinde bu iki zıt varlığın birbirine yaklaştığını bulamıyorum. Bundan evelki yazılarımda koyunun bizde her şeyden önce bir gıda maddesi olduğu- nu ileri sürdüğüm için bu makalemi de gıda meselesine ayırabilirim. Gerçek gıda meselesi ilk planda halli lâzım- gelen sosyal işlerimizin en başında bulunuyor. Ve bu öyle bir derttir ki, Türk yurdunda salgın halini alalıdan beri içtimat fakrüddem de kendini şiddetle gösterir. Damla damla eriyip giden gövdel yi ini ve keskin zekâsını zerre zerre kaybettiği için köy âleminde canlı bir inkişaf gör mek gittikçe güçleşiyor. Vaziyeti doğuran sebepleri kâfi' dercede deşip döktük. Meseleyi aydın mutalâa ede- bilmek için ise her şeyi olduğu gibi ve bütün çıplaklığı ile tetkik ediyo- ruz. Köylü ne yer? yediğinin gıda bakı- mından kıymetini takdir eder mi, etmez mi? Bu, sualin cevabını yine köylünün ağzından alalım. Köylü der ki: “ Herkesin kazanı kapaklı kaynar i- çindeki et mi, dert mi? bilinmez”. Şu halde köylünün tenceresini müsaa- desini alarak kendisiyle beraber açıp, içindekinin et mi, dert mi olduğuna bakmaklığımızda faydalı — taraflar var, Bu ciheti, okurlarıma hatıra def- terimden çıkardığım bazı notlarla an- latmağa çalışacağım. Meşrutiyetin ilk yazında idik, Ben idadinin son sı- nıflarındaydım. Yaz tatilinden fayda- lanarak Karaman, Ereğli ve Silifke ara sındaki yüksek ve geniş küme dağla- rın yaylalarını dolduran yörükler âra- sında Jules Verne vâri bir seyyahat yapıyorum. Yörük çadırlarında sabah- leyin bir toklu kestik; ve yoğurtlu bir saç kavurmasiyle karnımızı tıka basa doyurduktan sonra atlara bindik, Ma- raya gidiyoruz. Arkadaşım 114 yaşın- da,yâni o vakitki benden bir asır fark- la iki yaş daha gençtir. Bu genç ihti- yar, adının Tekerlek Bey olmasına ğ kargı gibi ince, dik idi. Dört yatı için aziz bir toplanma Yfrl'. bütün kabiliyetleri in- kişaf ettiren bir mihrak sa- yılmalıdır.” İNÖNÜ . Ş. Karahisar Belediyesinin beş senelik iş proğramı Şarki Karahisar, 16 a.a, — Belediye lisi, beş senelik iş programının e- ğilmiş? Acaip şey — yapmadıkları çıl. giınlik kalmıyor, üstelik iş ve güç arı - yacak yerde, saatlerce türkü söylüyor- lar, ötekini, berikini çekiştirip gülü- yorlar. Ben hepsini not ettim, “— Neyi not ettiniz? “— Neyi olacak; dul bir kadın olan Şustrova'nın Semjan Kislof ile gayet sefih bir hayat sürdüğünü; Vladimir Şverçikof'un falcılık ettiğini; karısı Nastya'nın geceleri başkalarının inek- saslarını tespit ederek mesaisine ni- hayet vermiştir. Bu program, kasaba- nın bayındırlığı ve başlıca ihtiyacı o- lan meseleleri halledecek tedbirleri ihtiva etmektedir. sına sığmıyordu. Pişibeyef, kollarını uzatıp gerek, “— Lâkin, niçin? Hangi kanuna is- lerini sağdığını... Hâkim: — Kâfi, kâfi! Dedikten sonra, şa - hitleri sorguya çekmeğe başladı. Mülâzim Pişibeyef, gözlüğünü bi- raz yukarı kaldırdıi ve onun tarafını tutmadığı besbelli olan sulh hâkimine hayretle baktı. Gözleri parlıyor, bur - nu ateş gibi yanryordu; sulh hâkimine dik dik bakıyor ve etraftakilerin kıs | ceset, niçin burada duruyor? den böyle ı kayit- kıs gülmeyişlerini aklı almıyordu. B* ”) rh lapis ü ü VSa inaden? Diye haykırdı. Dünya ve âlemin değişmiş olduğu - nü anladığı için, âdetleri bozulmuş o - lan halkla artık alâkadar olmamağa karar verdi. Fakat, mahkeme salonun- dan çıkarken, her hangi bir meseleyi münakaşa etmekte olan bir yığın köy- lü vardı. Bu anda, eski mülâzim kendi- ni zabtedemedi ve boğuk ve keskin bir sesle onlara hiddetli hiddetli bağırdı: Dağılmız! Toplanmayınız, he- saat yol yaptık. Çok eskiden kalma ha rabeler ve asırlar görmüş ormanlar i- çinden geçiyorduk. Yabani elmalar ve hattâ ağaçlara tırmanmış asma- lar görüyorduk. Galiba bir aralık o- muzlarımda yorgunluğun yükü görün müş olacak ki 'Tekerlek Bey bağırdı. — Delikanlı yoruldun. Gel şu ap- tallarda biraz dinlenelim. Ve 'Teker- lek bey çingenelerin çadırında anlat- a: “Yemeği az, fakat sık yemeli, Ben, külek külek süt içerim. Yoğurtla, et dirilik verir. Dağ meyveleri erdiği zaman yörüğün keyfi aratar ve gönlü ferahlar.” İhtiyar yörük Beyinin sözleri şim- di bile kulağımın içinde anafor ya- pıyor. Çünki, iki sene sonra ayni böl- gede büyük bir köye uğramış, defte- rime şu notları almışım: “ 6 Ağustos 1328. Tabiat her cö- mertliğini bu köye vermiş, her feyz çiçeğini burada açmış iken yine bi- çare köylünün yediği bulgur aşından başka bir şey değildir. Ömründe et yüzü görmiyen bu zavallılar, bulgur pilavlarını da yağsız yiyorlar. Arpa veya çavdar ekmeği midelerinde ta- hammür ettikçe, hıyar ve eriği vakitli vakitsiz ve müfritane yedikçe ayak- lanan sıtma, sinirlerini gerer. Sefil- ler titrer; yerlerde sürünürler. Sıt- ma hümmaya dönünce ölürler.” Mevzuun tahammülü olmadığından, ©o zamanki anlayışıma göre tutulmuş olan notlarımdan fazla bir şeyler al- mıyacağım. Ancak, bu gidasızlığın P'ldoğurduğu ruhi fakrüddeme de işa- KÖYLERİMİZ Gıda meselesi H. Reşit TANKUT ret ettiği için şu bir kaç satırı ilâve- den kendimi alamadım. “Uzun senelerin katmerlendirdiği sefalet, zaruret, biçarelik bu köy hal- kına nihayetsiz ve tenbel bir tevek- kül vermiştir. Olmamış şeyleri bile emrivaki gibi telâkki ediyorlar. Bir frengi çıbanına yedi çeşmeden su top İryarak ilâç tertip ederler. Benden bile dua ve muska istiyenler oldu. Bir kadın geldi. Gülüm dedi, ineğimin südünü çalmışlar. Sütsüz kaldım, ba- na bir kâğıt yazsana. Şaşırdım. Bir çocuk getirdiler. Sıtma nöbetimi, sa- ramı geçiriyordu ? — Bilmiyorum; bana oku diyorlar. Çocuğa mı ? getirene mi? Acımalı bilmem ki. Sözde çocuğa ecinniler çarpmış.” Köylü, etin, sütün, yağın ne demek olduğunu bilmez gibi görünüyorsa bu, ona kavuşmanın kabil olmadığı- na inandığı içindir. Yoksa fazladan bir mal olarak ele geçirdiği gün bü- tün ömrü boyunca et yiyenlerden da- ha üstün bir ustalıkla yemesini bili- yor. Ordunun, Fatsanın perşembe pa- zarı gibi iç yaylalarında köylü eliyle yapılmış et kebaplarının, — hattâ ye. meklerinin tenevvüüne hayran kal- mıştım. Fakat her şeye rağmen köylü yine etten mahrumdur. Gene 328 tarihli not defterimde başka bir step köyü hakkında şu not- ları kaydetmiştim : “Fakrüzaruret, bu havalide hasta- lıktan ziyade tahribat yapıyor. Bu- nun tesiri umumi ve pek mühliktir. Köylerin en zengini sayılanların sof- rasını bir bulgur pilâvı ve bir ayran- dan başka bir şey tezyin etmez. Bü- tün kış mevsiminde on okka et yiyen aile mesut addolunur. Ve o bahtiyar aileye de nadiren tesadüf olunur. Kış mevsimi için beş mecidiyeye, bel- ki daha ucuza sakat bir devenin etin den dört beş komşu hissedardır. Onu kavururlar ve bu kavurmanın üçte i- kisini bir tencereye atarak çocuklara övün ihzar ederler. Sabahleyin bir tencere sulu bulgur pişer ki, bu sırf suyun içinde bulgurun kaynamasın- dan ibarettir. Yemeğe doğranacak bir soğanı bulmak bile bahtiyarlıktır. An neleri tencerenin başında kazanı ka- rıştırırken hemen çıplak deneccek de- recede perişan Üüstlü çocuklar sarı suratları, küp gibi şiş karınlariyle et- rafınr sararlar. Masum masum güler- ler. Fakat bu masum gülüşlerinde de- rin bir açlığın yükreklere işliyen acı hamlesi pek barizdir. Uzakta siyah bir bakırın ortasında sineklerin hü- cumiyle kararmış bir parça iç yağını gözleriyle kemirirler. Validelerinin cüzi bir. infisalinden istifade ederek kaparlar, çiğ çiğ yutarlar. Bazan da kayniyan tencereden bir et dikisi aşı- racağız diye kollarını haşlarlar.” Bu tarihten biraz sonra cihan har- bine girdik. Suriye'yi, Filistini geç- tik. Büyük açlığın meşhur çölüne girdik. Et ve tatlının ancak gökten, © da bir defaya mahsus olarak indiği o kum deryasının içinde bir gün yo- lum bir cennete uğradı. Orası yem ye şil bir köydü, Bugünkü Beni İsrail eliyle kurulmuş ve bugünkü araplar tarafından ilâhi yeşilliğinden kinaye olarak Hudayre adlanmışıt. Atımdan indim, köy lokantasının beni bekliyen garsonuna bir yiyecek ısmarlamak i- çin hafızamı zorlarken, yanı başım- daki bir genç yahudi köylüsü kendi- si için emretti: Kahve, tereyağı ve lât. Gönlümü elem dold ş tu.; İnledim : Ey Anadolu; senin köylün ne zaman tereyağı ve marma- lâtlr ikindi çayı alacak ? Sonra ge- risin geri Torosları boyladık ve si- lâhları bıraktık. O sırada Ereğli köy- lerinden birinde gördüklerimden gı- da bahsiyle ilgili satırları not defte- rimden alarak aynen naklediyorum: “Et, biçarelerin yüreğini pek ya- kar. Kazara bir davarın ayağı kırılır- da, boynu biçağa gelirse, bütün köyün köpekleriyle beraber çıplak çocukla- rı başındadır. Kasap, keçiyi yüzerken onlar da hayvanın vücudunu gözle- riyle dişlerler, Hayvanın karnı deşi- lipte ciğerler görüldümü, vücütlar asabileşir. Bağırsaklar çıkarılmiya başlayınca bütün bu köpeklerle ço- cuklardan müteşekkil cemiyette av- culuk hırsı uyanır... Ve bağırsakların yere düşmesiyle beraber ani hücum vuküubulur. Bir döğüşme, sonra bir çekişme. Görürsünüz ki bir köpek bir çocuğun eline geçen bir parça bağır- sağın diğer ucunu kavramış kurtar- mak için uğraşır. Muzaffer olanda sürurun haddi yoktur. Bağırsak ka- pıp kurtarmağa muzaffer olan çocuk onu yıldırım süratiyle götürür. Evde valide ve hemşiresi müştereken onu közliyerek derhal yutarlar.” Evet “herkesin kazanı kapalı kay- nar, içinde et mi, dert mi var bilin- me_ı" şama buğünkü köylümüzün ne ANDAÇ NÖBETÇİ ECZANELER Pazar * İstanbul Eczanesi Pazartesi : Merkez Eczanesi Salı Ankara Eczanesi Çarşamba Yeni ve Cebeci Eczaneleri Perşembe : Halk ve Sakarya Eczaneleri uma : Ege ve Çankaya Eczaneleri Cumartesi : Sebat, Yenişehir Eczaneleri ACELE İMDAT Bir , bir kaza, fevkalâde bir has - talık vukuunda acele imdat istemek için p e git ine (2257) ile tel;fon edilir. Lüzumlu Telefon Numaraları Yangın ihbarı: (1521). — Telefon müracaat- Şehir: (1023-1024). - Şehirler arası : (2341-2342), — Elektrik ve Havagazı â - rıza memurluğu (1846). — Mesajeri Şehir Anbarı: (3705). — Taksi telefon numaraları- Zincirlicami civarı: (2645 - 1050 - 1196), - Samanpazarı civarı: (2806 * 3259). - Yenişehir. Havuzbaşı Bizim taksi: (2323). - Havuzbaşı Güven tak - si: (2333). - Çankırı caddesi, Ulus tak- si: (1291). - İstanbul taksisi : (3997). Otobüslerin ilk ve son seferleri Ulus M. dan K. dere'ye 6.45 23,00 K, dere'den Ulus M. na 7.15 23.20 Ulus M. dan Çankaya'ya 7.25 23.00 Çankaya'dan Ulus M. na, 7.10 23.20 Ulus M. dan Dikmen'e 6.30 20.00 Dikmen'den Ulus M.na 7.00 20.30 Ulus M. dan Keçiören'e 6.00 21.00 Keçiören'den Ulus M. na 6.30 21.30 Ulus M. dan Etlik'e 6.30 — 21.00 Etlik'ten Ulum M. na 7.00 21.30 Ulus M. dan Cebeci'ye 7.00 23,00 Cebeci'den Ulus M, na 7.00 23.00 Cebeci'den A, fabrikalara 7.00 —— As, fabrikalardan Cebeci'ye —— 17.00 Yenişehir'den Ulus M. na , 700 23,00 Ulus M. dan Yenişehir'e 7.10 23.00 S. pazarın'dan Akköprü'ye 6.15 7.00 Akköprü'den S, pazarı'na 7.30 945 Bahçeli evlerden Ulus M.na 7.45 —— Ulus M.dan Bahçeli evlere —— 20.00 $ Ulus Meydaniyle İstasyon arasında her beş dakikada bir sefer olup tren zaman - ları seferler daha sıktır. $ Ulus Meydaniyle Yenişehir. Bakanlıklar. Cebeci, Samanpazarı arasında saat 8 den 20 ye kadar vasati her beş dakikada; saat 20 den 21 e kadar her on dakikada; saat 7 den ve 8 e ve 21 den 23 e kadar her 15, 20 ve 30 dakikada bir muntazam seferler vardır. d a. $ Ak ları Ulus M saat 23 de- ki son seferlerle bunların Ulus meydanı- na dönüşleri sinemaların dağılış saatine tâbidirler, Posta saatleri 'Teahhütlü saat (18) e kadardır. - Posta saat (19) a kadar İstanbul cihe - tine mektup kabul eder. Tren saat.eri Her sabah 8.20. Her akşam 19.15 ve 19.50 de (Pazartesi. Per - şembe. Cumartesi, 'Toros sürat,) Her gün 9.35 (Kayse - ri, Sivas, Amasya bu hat üzerindedir.) Her gün 9,35 Hergün — 15.,00 Haydarpaşaya : Samsun hattı : Diyarbakır hattı: Zonguldak hattı : Samsun Vilâyet Umumi Meclisi toplandı Samsun, 16 aa. — Vilâyet umumt lisi topl ş ümenlerini se- çerek- çalışmalarına başlamıştır. Vilâ- yetin 1939 bütçesi geçen yıla nazaran elli yedi bin fazlasiyle 886 bin küsur lira üzerinden tespit edilmiştir. Yeni bütçede kültür işlerine 273 bin, sağ- lığa 98 bin, nafıa işlerine 147 bin zira müşterek işlere de 244 bin lira ayrıl- miıştir. Hususi idarenin başardığı işler her yıl artan bir inkişaf göstermektedir. Aydın'da Aydın, 16 a.a, — Bugün valinin re- isliği altında toplanan vilâyet idare heyeti ile heyeti teftişiye, vilâyet nü- fusunun 258.319 kişi olduğunu ve bu intihapta yedi mebus çıkarılacağını tayin ve tespit etmiştir. 934 intiha- bında nüfus 241319 olarak tespit edil miş ve altı mebus çıkarılmış idi. Muğla'da yapılacak mektepl Muğla, 16 aa. — Vilâyet kongre« sinde 5 yatılr mektep inşası müteah- hide ihale edilmiştir. İnşaata başlan- mıştır.. Bu mekteplere tek muallimli köy yavruları kabul edilecektir. yediğini bilmek için mutlaka kazanın kapağını kaldırmak gerekmez. Onla- rın miydesi yüzlerinden de anlaşılı: yor. Ve başlıca dertleri koyun yur- dunda et yemezlikten doğup büyü- yor. Koyuncu köylerden ve koyuncu- luktan bahsederken grda meselesine bu kadarcık olsun dokunmaktan ken- dimi alamadım. Köylerle alâkalı ©- lanların uykuda iken de, uyanık iken de ve her halde Milli Şefin ancak mil let babası kalbinde doğan şu kaygu- sunu hatırlarında tutmaları ve köy- lüye tam kalorili sıcak yemek ver at ve baytarlığa 35 bin, muhtelif ve — bi “ J

Bu sayıdan diğer sayfalar: