22 Eylül 1938 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 4

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

B iş | gn UL US 22-9-1938 Mahkeme Röportajları İki kız kardeş bir olup bir karyolacıyı dövmüşler! Ağıza alınmiyacak küfürler de etmişler İki serçe bir fili dövebilir mi? Gülersiniz değil mi? Hele serçeler dişi, fil de erkek olursa daha çok gü- lersiniz. Peki, yaşları 15 ile 20 arasında iki küçük kız, 30 luk, güçlü kuvetli bir karyolacı ustasını dövebilirler mi di- ye sorsam ne dersiniz? Caketini ya- kasından tutup da “cart!” diye ayıra- bilirler mi desem ne buyurursunuz? Biri kuru zayıf, öteki biraz toplu- ca, ikisi de sarışın ve ikisi de bir bu- çuk metrenin altında iki kızcağz — ki bunlar birbirinin kardeşi imişler— karyolacı ustası Hasan'a haber yol- lamışlar: — Bizim karyola bozuldu, tamir etsin.. Ustanın işi çok; bir i'ci gün gecik- miş. Nihayet üçüncü gün iki kız dük- kânın kapısına dayanınışlar : Değil bir kızın, yüzü yırtık bir er- keğin bile ancak içinden söyliyebile- ceği küfürlerle zavallı adamcağızın sağlam yerini bırakmamışlar. Sonra da; — Biz kadınız, bizim karyolamızı üç gün tamir etmeden bırakmıya u- tanmadın mı? Ayıp-değil mi bu, diye çıkışmışlar. Hasan usta neye uğradı- ğgını bil iş ve sesini çıkar $ Onun bu sükütu, berikileri daha çok kızdırmış. Derken 15 yaşını daha dol” durmamış olan Hasibe — ki güya ö- tekinden daha ağır başlı görünüyor — ustanın caketinin yakasına yapış- mış, cart diye göğsüne kadar ayırmış. Karyolacının dükkânı Balıkpaza- rı'nda merdivenli yokuşun altındadır. Günün her saatinde burası kalabalık- tır. Gürültüye toplanan halk ve kom- şu dükkâncılar hâdiseyi başından so- nuna kadar takip edebilmişler. Mah- kemeye çağırılan altı yedi şahit hâ- diseyi aşağı yukarı aynı şekilde an- lattılar. Onlar, kızların söyledikleri lâfları bütün çıplaklığiyle, fakat ne de olsa yüzleri kızararak tekrar edince salo- nu dolduran dinleyiciler eğilip eği- lip bu bayanların yüzlerine bakıyor, içlerinden: — Allah, Allah, ne de çok lâf bili- yorlarmış, diye hayret ediyorlardı. Şahitlerden, komşu ilânat acenta- sınmn sahibi İsmail İşmen aynen şöy- le söyledi: — Vallahi, billahi hâkim bey ben bir kadının bu türlü sözler söylediği- ni rüyamda görsem akla yakın getir- mezdim. Ve ustanın yerinde ben ol- saydım kendimi zaptedemezdim, Aşk- olsun doğrusu... Her şahitten sonra, iki kız ayağa kalkıyor: — Yalan söylüyorlar efendim, He- le bu bayın söyledikleri külliyen ya- lan, diye küfürleri yanlarına yaklaş- tırmıyorlardı. Hâkim: — Peki ama kızım niçin bunların hepsi birden sizin aleyhinizde yalan şahitlik yapsınlar. Hem yemin de verdirdim, diyor, Kızlar da: — Onlar birbirinin komşularıdır, gelsin diye ayak üstü şahitlere de bir parça çamur atıp geçiyorlardı. Şahitler tamamen sonra, dâvacı Hasan; — Gördünüz hâkim bey bütün şa- hitleri dinlediniz bunlar benim dük- kânımın önünde yapmadıklarını ko- madılar, beni dövmiye kalktılar, eli- mi kaldırmadım, ağzımı açmadım. Üstelik... Dâvacı Hasan caketinin ayrım ba- cak olmuş yakasını gösterdi: — Üstelik caketimi de bu hale ge- tirdiler, iki üç gündenberi işimden o- luyorum, hem cezalanmalarını, hem de bana tazminat verilmesini isterim, dedi. Kızlar, gene birbirine bitişikmiş gibi, bir ânda ayağa kalktılar. 20 ya- şındaki şu cevabı verdi: — Günlerce bizi atlattı, kırık kar- yolamız bahçede kaldı. Biz de niha- yet kadınız, kadınlık gururumuza do- kundu bu iş, dükkânına gittik: — Niçin aldırmıyorsunuz karyola- yı diye sorduk. O bize, bir kadına söylenmiyecek kadar ağır lâflar söyledi.. Tabif ta- hammül edemedik. Kardeşim de bu sırada bir parça âsabileşti.,Fakat öte tarafı uydurma... “Asabileşen kardeş” daha 15 yaşı- nr doldurmamış olduğu için onun sorgusu gizli yapılmak üzere salon dinleyicilerden boşaltıldı. Beş daki- ka sonra tekrar şahitler içeri çağrıl- dı. Eski ve yeni ifadeleri arasında bir mübayenet bulunup bulunmadığı- na bakıldı. Küçük Aanlatış farkları var, esas aynmı... Bunun üzerine karar verilmek üze- re celse tatil edildi. Salonun, bu ka- dar kalabalık oluşuna pek nadir dâ- valarda tesadüf edilir. Kızlar, kendi- leriyle alâkadar olan bu kadar insa- nın önünde, biraz da büyüklük duya- rak koridora çıktılar. Etraflarına der- hal bir halka çevrildi. Biri ötekine : — Bak görüyor musun kardeş, ne yalanlar uyduruyorlar. Güya ben (şa- hitlerin tekrarladığı küfürleri kelime kelime aynen tekrar ederek) bunları söylemişim. Ben ömrümde böyle lâf etmem. Hem ben bu küfürleri bilmem ki... Öteki çok acayip bir şey duymuş gibi kıh kıh kıh diye gülüyor ve o da kendisine atfedilen küfürleri, et- raftaki erkek kalabalığını zere kadar hesaba katmadan aynen tekrar ede- rek, üstünden atmıya çalışıyordu. Orada, bunları dinliyenlerden biri: — Burada bülbül gibi ötmek para etmez, dedi, içeride söyliyeydiniz bu lâfları... Şahitler ne diye sizin için vic- danlarını kirletsinler, pek âlâ söyle- mişsiniz işte dedi. Bir başkası da: — Şimdiki konuştuğunuza bakılır- sa bu küfürler sizin ağzınıza hiç de yabancı gelmiyor, kim bilir kaçıncı tekrarı diye ilâve etti : Kapı tekrar açılıncıya kadar, kızlar anlattı durdular. Hâkim icabını düşündükten sonra tarafları tekrar çağırdı. Karar şu: Yeminle dinlenen şahitlere ve id- dinlendikten yarın yüz yüze bakacaklar, ne olur hatır için yalan da söyleyiverirler, diaya nazaran bayanların karyolacı Paris'te hergün 727 kişi ölüyor Kanser — hasfalıkların başında - geliyor Paris şehrinde sıhat, iştiha ve su- suzluk üzerine bir istatistik yapılmış- tır. Paris belediyesinin neşrettiği bu istatistiğe nazaran ağustos ayının son on günü içinde 827 kişi ölmüştür. Bunlardan 689 u yalnız Paris'in için- de ölmüştür. Son beş sene zarfında günde vasati olarak Paris'te ölenlerin sayısı 727 kişidir. Paris'te salgın hastalıktan ölen yok gibidir ; Tifo hummasından yalnız bir kişi, çiçekten ve kızamıktan da ö- len yoktur. (Yakında hasta olduğu haber verilen 9 dur. Beş senelik vasa- ti 27 dir). Kızıldan, boğmaca öksürü- ğünden, gripten, menenjitten de ölen kaydedilmemiştir. Yalnız iki kişi dif- teriye müptelâdır. Paris'te en çok kanserden ölenler vardır: on gün içinde kanserden 112 insan ölmüştür. Beş senelik vasati 91 kişidir. Verem ikinci derecededir: 96 kişi ölmüştür. Sinir hastalığından on gün içinde 81 kişi ölmüştür. Kalp has- talığından 68, teneffüs cihazı hastalık- larından 52 ölen vardır. İhtiyarlıyarak 26 insan ölmüştür. On gün içinde kaza neticesinde 21, ka- zara ölen 10 kişidir. Paris'te ağustosun son on günü zar- fında Paris'te 442 çift evlenmiştir. 1.074 çocuk doğmuştur. Bunlardan 793 çocuk Paris'te doğmuştur, mütebakisi Kültür âleminde Ötedenberi aile terbiyesine büyük önem verildiğini biliriz. Bu terbiye, ana babanın, aile yakınlarının çocuk- lar üzerinde, şuürlu veya şuürsuz ola- rak, icra ettikleri tesir midir? Bu ter- biyeden beklenen gaye nedir? Hiç ol- mazsa şu iki noktayı incelemek fayda- sız olmasa gerektir. Hayvanlara bakınız: Meselâ kuşla - rın, yavrularına insiyaki bir terbiye verdiklerini görürsünüz. Yavru kuş, kendi başına kanatlanıp uçuncaya ka- dar anasının, hattâ bâbasının hareket- lerini taklit eder. Fakat biz, hayvanla- rın bu insiyaki yetişişine terbiye de - meyiz, İnsanların, hayvanları kendi ihtiyaçlarına göre bazı hareketlere a- lıştırmalarına terbiye dersek de insan terbiyesiyle hayvan terbiyesi için ay- rı ayrı kelimeler kullanırlar; meselâ fransızlar hayvan terbiyesine dressa- ge derler. Bundan ötürü terbiyeden bahsedilince, insan terbiyesinin kas- dolunduğunu anlamalıyız. Aile terbiyesi elbette vardır; yani çocuk, irsen aldıkları dışında, ana ve babasından bazı tesirler alır. Bu te - sirler, yukarıda dediğim gibi, ya çok defa şuürsuzdur, yahut pek seyrek olarak şuürludur. Şuürsuz terbiye, çocuğun ana ve babasını taklit etme- si yahut bunların çocuğa, kendi ana ve babalarından gördükleri gibi mua- melede bulunmasıdır. Bu ş tesire terbiye adını , Paris'in foburglarında dünyaya gel- miştir. Bu 793 çocuğun 413 ü erkek, 380 i kızdır. 686 çocuk meşru, 107 ta- nesi de gayrimeşru doğmuştur. Bundan başka Paris halkı ağusto- sun son haftası zarfında 4.437.000 küp metre su sarfetmiştir. 4.044.000 küp metre umumi işlerde ve sanayide kul- lanılmış; bütün sarfedilen su 8.481.000 küp metredir. Geçen sene ağustosun aynı haftası içinde Paris'te 9.330.000 küp metre su harcanmıştı. Fakat içilen su ne kadardır? 3.035.000 küp metre memba suyu, 1.402.000 küp metre süzülmüş sudur. Sovyetler Birliğin'de üç yeni balon rekoru Moskova, 21 a.a. — Tayyareci bin- başı Zikof ve askeri mühendis Egorof 547 metre mikâplık bir balonla Mos- kova'dan uçarak Kamenetz Podolsk bölgesinde Şepetovka'da karaya in - mişler ve 29 saat 45 dakika havada kal- mışlardır. İlk hesaba göre, tayyareciler ikin- ci, üçüncü ve dördüncü sınıftan ba - lonlar için üç rekör kırmışlardır. Hasan'a sövdükleri anlaşılmıştır. Suç ceza kanununun 482 nci — maddesinin 3 üncü fıkrasına temas etmektedir. Bayanlara 3 er gün hapis ve 1 er li - ra ağır para cezası hükmolunmuştur. Ancak kızlardan biri henüz on beş yaşını doldurmamış olduğu için ha- pis bir güne para cezası da yarım li- raya indirilmiştir. Ancak, daha evel bir suç işlememiş oldukları anlaşılan iki kardeşin bu cezaları tecil olunmuştur. Sarışın çift, cezayı gayet tabii kar- şıladı ve... Gene o meraklı dinleyici- lerin önünde kolkola salondan çıktı, sokakta seke seke, gülüşe — gülüşe gittiler. vermeği, ilim bakımından, doğru gör - müyorum. Terbiye, müteaddi bir te- sir olduğuna göre, ancak şuürlu olabi- lir. Şuürlu olunca, hangi gayeye yö - neldiğini aramak lâzımdır. Şu halde, ana baba, çocuklarını ne gayeye var - mak üzere, terbiye etmek isterler? Şairin “Herkesin bir revişi, her re- vişin bir kesi var” dediği gibi her a- ilenin de çocuklarının terbiyesinden beklediği bir gaye vardır. Çocuklu - ğumdan beri gördüğüm realiteyi geri den ileriye doğru gözden geçirecek olsam, bazı birleşik gayeleri ortaya koyarım; fakat yerim buna müsait de- ğildir. Atalar sözüdür: “Ölürse yer beğensin, kalırsa el beğensin,” Bunu, hemen her ana babadan işittiğimiz halde, şuürlu bir terbiyeye esas tutul- madığını hep göregelmişizdir. Olidukça birleşik esasları kavrryan bir aile terbiyesi sistemi göstermenin imkânsızlığını bilirim; çünkü her şey- den önce aile telâkkimizde oldukça birleşik noktalar bulunmalıdır. Hal - buki, henüz bıkılmamış patriyarkal a- ile telâkkilerimiz bulunduğu gibi, ku- rulan yeni ailelere bakarak diyebili- Aile terbiyesi Kâzım Nami DURU bu, yalnız iki cinsten birer ferdin bir- likte yaşaması değildir. Bir kere yeni türk sosyetesinde “kadın, erkek hak ve ödev bakımından eşit”dirler. Böyle eşitlerle kurulan ailenin bir takım ö - devleri vardır. Gene programın 54 ün- cü maddesine bakalım: “Nüfusumuzu arttırmak ve gelecek nesli sağlam ve gürbüz yetiştinmek her zaman dikkatle görülecek işleri - mizdendir.” Buradan, nüfusumuzu ço- ğaltmak için ailenin çocuk yetiştirme- si lâzım geleceği anlaşılır. Şu halde a- ileyi kuran kadın ile erkeğin ilk öde- vi yurda çocuk yetiştirmektir. Çocuk yetiştirmek.., Fakat nasıl ço- cuk? Bunun çcevabını da programın 41 inci (1) maddesinde uzun boylu sı- ralanmış buluyoruz. Bu' ödevler, her ne kadar devlet bakımından hüküme - tin omuzuna yüklenmiş görünürse de çocuk, yedi yaşına kadar ailenin ba - krm ve koruması altında bulunduğu i- çin, bu ödevlerin başlangıcı ana baba- ya düşüyor demektir. Şimdi pek haklı olarak diyebiliriz türk ailesinin terbiye gayeleri, hem de bütün açıklığiyle, ortaya konmuş bu- lunuyor. Türk ana baba, çocuklarını terbiye etmek için, kendi ana babala - rından gördükleri veya şundan bun - dan kaptıkları temelsiz ve yanlış te - lâkkilerle hareket edememelidirler. Madam ki aile, sosyal hayatın en kü - çük, fakat temel bir ünitesidir, terbi- yevi gayesi de bu sosyal hayata göre olmak lâzım gelir. Sosyal hayat terbi- yesi ise ancak programda zikredilen esaslara dayanabilir. Bunların dışında nasıl bir aile ter - biyesi düşünülebilir? Meselâ yabancı bir mürebbiye elinde yetişen veya ya- bancı telâkkilere göre yetiştirilen bir çocuk türk sosyal hayatına uyamaz ve kendi yurdunda, kendi yurddaşları a- rasında yalnız ve bahtsız kalır. Bun - dan ötürü yabancı vasıtaları ve yaban- cr telâkkileri türk aile terbiyesi için zararlı görürüz. Kendi kendimize bir aile terbiyesi telâkki edinmemize de imkân yoktur. Türk çocuğu ana baba- sına olduğu kadar, belki de ondan da- ha çok yurduna ve yurddaşlarına ya - rar olacaktır. Bence, program milli terbiyeyi yal- nız devlete bırakmıyor; aileyi de bu - na ortak yapıyor. Düşünüyorum ki en ideal bir aile terbiyesi de ancak böyle olur. Ahlâk ve fazilet dediğimiz has - letler ancak bu terbiyeyle verilebilir. Ailede başlıyan milli terbiyeye okul- larda devam edilir. riz ki hiç bir prensip edi iş, şi- razesi intizamsız aileler vardır. Bun - dan ötürü aileyi, reel olarak, tarif et- memiz bile kolay değildir. Evet, hu- kukçulara, ahlâkçılara, v. s. ye göre a- ilenin tarifleri vardır; fakat hugünkü reel aile, bu tariflerin hemen hemen dışındadır. Binaenaleyh türk ailesinin ne oldu- ğunu tarif etmeğe kalkmadansa nasıl olması lâzım geldiğini düşünelim. Cumhuriyet Halk partisi programının 54 üncü maddesi “türk sosyal haya - tında aile esastır” der. Buradan anla- şılıyor ki türk sosyal hayatında en kü- çük ünite ailedir. Aile, medeni kanu - nun tarifine uygun olarak birleşen bir erkekle bir kadından kurulur. Fakat Norveç şiirinden mülhem olan İzlanda şiiri pek hu - L1) Cümhuriyet Halk Partisi programının 41 inci maddesinde aile terbiyesine e- sas olabilecek fıkralar şunlardır: B - Kuvetli cümhuriyetçi, ulusçu, halk- çı, devletçi, lâik ve devrimci yurttaş yetiştirmek.. Türk ulusunu, Kamutay'ı, ve türk devletini sayın tutmak, bütün yurttaşlara ödev olarak aşılanacaktır. C - Fikri olduğu gibi bedeni gelişmeye de önem vermek ve hele, ıra (seciye) yi ulusal derin tarihimizin gösterdiği yüksek derecelere çıkarmak büyük ga- yedir. D-Eğitim her türlü urasa (hurafe)- den, yad ve yabancı fikirlerden uzak, RADYO Ankara : Öğle Neşriyatı: 12.30 Plâkla türk musikisi ve halk şarkıları — 12.50 Karışık plâk neşriyatı — 13.15 Ajans haberleri. Akşam Neşriyatı: S90 l bür neşriyatı — 19.15 Türk musikisi ve halk şar- kıları (Salâhattin ve Safiye Tokay) — 20 Saat ayarı ve arapça neşriyat — 20.15 Rad- yofonik temsil: (Gençler grupu tarafından) — 21 Şan plâkları — 21.15 Stüdyo salon or- kestrası: 1- Gariys: A Dulcines, 2- Hein- rich Mannffred: Carmencita, 3- Anton Ru- binstein: Lesinka. 4- Franz Liszt: Zvveite ungarische Rhapsodie. 5- Löon Jossel: Le- ben heist Lieben — 22 Ajans haberleri ve hava raporları — 22.15 Yarınki program ve son, İstanbul : Akşam Neşriyatı: ASN Ü L kisi (plâk) — 19 Spor musahabeleri, Eşref Şefik tarafından — 19,30 Dans musikisi (plâk) — 19.55 Borsa haberleri — 20 Saat ayarı: Grenviç rasatanesinden naklen Bel- ma ve arkadaşları tarafından türk musikisi ve halk şarkıları — 20.40 Ajans haberleri — 20.47 Ömer Rıza Doğrul tarafından arapçt söylev — 21 Şan: Macar artistlerinden Ka- to - Lezay. Stüdyo orkestrası refakatiyle — 22.30 Rifat ve arkadaşları tarafından türk musikisi ve halk şarkıları — 22.10 Hava ra- poru — 22.13 Darüttalim musiki heyeti: Fahri ve arkadaşları — 22.50 Son haberler ve ertesi günün programı — 23 Saat ayarı, İstiklâl marşı, son. Avrupa OPERA VE OPERETLER: 14.10 Viya- na — 19.25 Prag — 20.10 Breslav, Münih — 20.30 Bordo — 21 Roma, Varşova. ORKESTRA KONSERLERİ VE SEN- FONİK KONSERLER: 15.30 Viyana — 19.30 Stokholm — 20.10 Hamburg, Kolon- ya — 20.15 Droytviç — 20.30 Paris — 20.45 Monte Ceneri — 21 Brüksel — 21.30 Lük- semburg — 22,15 Sottens — 22.25 Droytviç — 24 Ştutgart. ODA MUSİKİSİ: 18 Ştutgart — 21.30 Prag. *SOLO KONSERLERİ: 12 Viyana — 13.30 Stokholm — 15.25 Hamburg — 16.30 Berlin — 18.10 Varşova — 18.20 Breslav — 19 Viyana — 22.30 Doyçlandzender, NEFESLİ SAZLAR: (Marş v.s.): 5 Kö- nigsberg — 15.15 Prag — 16 Ştutgart. ORG KONSERLERİ: 21.15 Strazburg. HAFİF MÜZİK: 6.10 Hamburg — 6.30 Kolonya, Laypsig — 8.30 Frankfurt, Kö- nigsberg, Münih — 10.30 Hamburg, Viyana —12 Alman istasyonları — 14 Laypsig, Ştutgart — 14.10 Kölonya — 14.15 Berlin — 15.30 Keza — 16 Alman istasyonlar — 18 Berlin — 18.15 Königsberg — 18,30 Frank- furt — 19 Berlin, Kolonya — 20.10 Kopen- hag — 20.25 Frankfurt — 22.35 Königsberg. HALK MUSİKİSİ: 18 Sarbrük — 18.20 Laypsig — 20.10 Viyana — 22.30 Ştutgart. DANS MÜZİĞİ: 16 Königsberg — 17 Ştutgart — 18 Viyana — 22.20 Belgrat — 22.35 London - Recyonal — 22,45 Post Pa- dizyen, Tuluz (Tangolar) — 22,55 Lüksem- burg — 23 Floransa — 23.10 Budapeşte — 23.20 Droytvic. Tayyarede koti gibi seyahat eden bir yolcu Londra'da Edvard adında bir me- mur, çok lüzumlu ve müstacel bir iş i- çin Amsterdam'a gitmek mecburiye- tinde kalmıştır. Fakat Krazdan tay- yare meydanına vardığı zaman yolcu tayyaresinin çoktan gittiğini, akşarr üstü yalnız marşandiz tayyaresi bâre- ket edeceğini öğrenmiştir. Fakat Edvard o gün ne efürsa olsun mutlaka Amsterdam'a yetişmek mec- buriyetinde kaldıği için bir kurnazlık üstün, ulusal ve yurtçu olmal E - Her öğretim ve eğitim kurumunda l in girişim ( 'bbür i sini kırmamıya, sevgenlik ve okşayışla özen göstermekle beraber, onları ha- yatta kusurlu olmaktan korumak için ciddi bir yasav (mesuliyet) ve düzede, içtem (samimi) bir ahlâk anlayrsina a- lıştırmak.. düşünmüş, gidip bir kasa bulmuştur. Kasanın içine girerek üzerinden çivi- letmiş ve kendisini yük tayyaresine s€vkettirmiştir. Hakikaten bir az sonra Amsterdama “koli,, halinde varmıştır. SLEETAA LATRLE B. Bjoerson ile H. İbsen hâkimdirler. Lirik şiirler VİKT - ORİA Yazan: Knut Hamsun Gönül ister ki başka dillerden türkçe'ye tercüme edilen eserler asıllarından naklolunsun. Fakat, kü - çük denilen memleketler de dahi şaheserler yazıl - mıştır. Bu memleketlerin lisanlarını bilenlerimiz belki vardır. Ancak, en sıkıcı ve en verimsiz sanat - lardan biri olan mütercimlik başka, dil bilmek ve o dil ile söyleyip yazmak başkadır. Tahmin edilir ki bu ve bunun gibi türlü sebeplerle bahsettiğimiz e - serleri aslından dilimize çeviremiyerek fransızça, ingilizce, almanca, italyanca gibi büyük kütleler ta- rafından konuşunlan lisanlardan istifade ederek ter- cüme mecburiyetinde kalıyoruz. Knut Hamsun'un Üİ ea Çeviren: Nasuhi BAYDAR zarürete boyun eğmekte olduğumuzu kaydetmek, ve Norveç edebiyatını kısa bir hülâsa ile okurları - mıza hatırlatmak istedik. * * * İskandinav edebiyatında Norveç'in mevkii Cihan edebiyatında tamamiyle kendine mahsus ve çok mühim bir mevkii olan İskandinav (İzland. susi bir içtimai halden istifade ederek süratle geliş- miştir. 1200 tarihine doğru Sâvâne Edda'da top- lanmış,menşeleri ve çağları ayrı, kimi ilâhlardan, kimi kahramanlardan bâhis manzumeler bize din - sizlik devrinin efsanelerini ve itikatlarını öğretirler. Edebiyatçı bir millet olan izlandalılar, on birinci asırdan on dördüncü asra kadar İskandinav kıralla- ve köylere ve köylülere dair hafif şiirlerle karışık nefis hikâyelerle edebiyat âlemine girmiş olan Bjo - erson kendini tiyatroya vererek Bir iflâs, Kıral, Leo- narda, Kuvetlerin fevkinde, Goğrafya ve aşk gibi yüksek eserler yaratmış ve sonra politik ve sosyal hayata atılmış, natuk, mücadeleci, hakiki bri hatip olarak başlıca vasıflarını temsil ettiği milletince rı saraylarına şairler vermiş ve bunl şh Saga'ları söylemiş ve yazmışlardır. Saga'lar ise ef - sanevi ve romanesk unsurlardan mürekkep hikâye- lerdir. Bunlardan İskandinavya tarihinin babası te - lâkki edilen Are Frode'nin İslendingabok adındaki sagası dikkate lâyik hakikatleri ihtiva eder. On be- şinci asır başlangıcından itibaren eski İzlanda ede - biyatı ortadan kalkar ve İzlanda, Danimarka ve Norveç entelektüel hayatına artık zorlukla iştirâk eder. Norveç'e gelince; bu leket Danimarka ile it- tifakı müddetince Danimarka edebi hayatına işti - Dani ka, Norveç, ve İsveç) edebiyatmın ilk kay- Viktoria'sı da bu zaruretle fr: tercümesind. nakledilmektedir. Fakat, Avrupa'da çoktan süs etmiş olan tercüme ananesinin icaplarından bi - ri de mütercimin kendini metne hürmetle mükellef bilmesidir. Bu anane sayesinde orada serbest veya telhisen tercüme diye bir şey tanmmamıştır. Vakıa, Tradutore, Traditore, diyen meseli unutmak kabil değildir: Her mütercim aslâ ne kadar sadık kalmak istese lisanlar arasındaki farkların sevkiyle ufak tefek hatalardan kendini kurtaramaz. Ve tercüme tees- lb telif değildir. B la beraber, yaşıyan Av- rupa İisanl daki tercü i aslm eşi değilse, benzeri sayabiliriz. Viktoria'yı dilimize fransızcadan çevirirken bir nağı İzlanda'dır. Bütün ortaçağ edebiyatlarınım en genişi olan eski İzlanda edebiyatı, İskandinav milletleri için müşterek bir hazine gibidir, ve bu milletler o edebiyatta kendi ırklarının mitolojisini, efsanelerini, ilk tarihi hatıralarını bulurlar. Uçsuz bucaksız ormanlar, uzun kışlar, beyaz ge- celer ve baharı andıran yazların hüküm sürdüğü bu memleketlerde insanlar tabiatle çetin ve devamlı bir mücadele içinde hayatı bü başka anl lardır. Efsaneleri cinler, periler ve devlerle; hikâye- Ka râk ştir. On yedinci asırda Papas Petter Das Norveç - Danimarka muharrirlerinin en tanınmışı - dır. Bunu gene aynı suretle iki millete de mal edil - mek mümkün olan Bergen'li (Norveç) Ludvig Hol - çok sevilmiş büyük bir ediptir. Sanki dram muhar - riri olarak doğmuş olan H, İbsen ise ancak Brand ve Peer Gynt'tan sonra muvaffak olmuş ve hayatmın büyük kısmmı yab leketl. şti İbsen'in piskolojik ve sosyal dâvaları ortaya atan pi- yesleri cih şhurdur: Bebek evi, Hortlaklar, Bir halk düşmanı, Yaban ördeği, Rosmersholm, Hed- da gabler, Küçük Eyolf ve saire... İbsen ile Bjoerson Norveç dramını yaratırken Jones Lie de denizcilerin â- detlerini ve burjuva ailelerinde cereyan eden facia- ları yaşatmak suretiyle modern İsveç romanını mey- dana getirmiştir: Kaptan ve karısı, Gilje ailesi, Ku - mandanın kızları gibi... Genç yaşta ölen ve Turge - nief'den mülhem olmuş bul Kristian Elster ile natüralizm Norveç'te de zuhur etmiştir. Zarif bir 3 K e rde geç e j berg takip etmiştir. Holberg şimal leketlerin Locke'un ve fransız filozoflarının tefekkür tarzını telkin etmiş, hicviyeleri ve otuz | disi ile 1708 tarihine kadar ilk fikir terbiyecisi vazifesini yapmış ve Danimarka - Norveç'in ilk avrupai muharriri olarak şöhret almıştır. Norveçli muharrirler ancak on seki- zinci asırda Norveç Cemiyeti vasıtasiyle milli hisle- ri ifadeye başl lardır. On dok asır başl da Hansen (1794 - 1842) küçük şehirler haya- leri dev işleri başaran kahr la, ve l kadar munis hayvanlarla doludur. Malüm ilk tezahürleri dokuzuncu asra çıkan tımna dair romanlar yazmıştır. J. Moe Norveç folklo- runu top ştır. On dolk asrın ikinci nısfına harrir olan Aleksandr Kiellard r mizah ve hicvi sokmuştur. Amalie Sakram mebzul ve kuvetli eserleriyle Norveç edebiyatına Zola'nın estatiğini aksettirmiştir. Natüralizm ile işe başlıyan şair ve ti- yatro muharriri Gunnar Heilberg Ulrikke teyze, Kıral Midas, Balkon, Aşk faciası adındaki piyesle - riyle demokratça fayda nazariyesine sanat için sa - nat nazariyesiyle ikabele etmiştir. On dokl asır Norveç edebiyat şh imsları bunlar - dır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: