Bere 1839 1937 EDEBİ MESELELER Evham ve hayalat mahsulü edebi eser neye derler ? ”Balzac gibi gırtlağına kadar battı- ği borçlarınr ödemek için kuru ekmek yiyip, günde on iki forma yazı çıkaran 'muharrir veya romancıya bugünün ha- yatında tesadüf edilemez. Çünkü bu - günün karii artık evham ve hayalat mahsulü masa başı tandırnamesi iste - miyor.,, Yukardaki satırları tertib yanlışlı ğının karıştırmış olduğu bir metin san- mayınız. Bu cümleleri maruf bir edi - bimizin günedilk makalesinden iktibas ediyorum. Edebiyatı tezyif, karie ifti- rTa hususunda bundan daha kuvvetlisini yazmak mümkün değildir sanırım. Demek evham ve hayalat mahsulü masa başr tandırnameleri diye Balzac'ın eserlerini göstereceğiz. Acaba kariin istediği tetkik mahsulü romanları da yukardaki satırların sahibi mi yazmış- tır, bu nokta izah edilmemiş kalıyor. On iki formayı, fasılasız, uykusuz bir çalışma ile yirmi dört değil, kırk sekiz saatte bile yazacak adamın bir mu cize sayılması icab edeceğini düşüne - rek bu aşırı mübalagayı bir kenara bı- rakınız, fakat Balzac gibi, bütün fran sız edebiyatında zamanının cemiyetini bütün safhalariyle, en sadık ve mükem- mel bir şekilde aksettirmiş büyük bir romancıy:, hayalat mahsulü eserler yaz- mış olmakla itham etmek, doğrusu in- sanı aklından şüphe ettirecek bir delil teşkil eder. 'Türk edebiyatçılarına, türk gençle rine cemiyeti tasvir eden tetkik mah- sulü romanların nasıl yazılacağ nı an- latmak isterken ilk hatırımıza gelen isim tabiatiyle Balzac olacaktır. Balzac çok yazmıştır, bu çokluk içinde kıy - meti tal! derecede kalan bir kısım eser- ler bulunabilir. Hattâ romanlarının en mükemmelleri içinde bile acelecilikten doğan iüslübsuzluklara, vüzuhsuzlukla- ra rastlamak kabildir. Fakat bütün bu küçük kusurlarını unutturacak kadar büyük olan Balzar'ın dehası, eşleri hâ- lâ vücude getirilememiş şaheserler ya- ratmıştır. Bize Fransanın imparatorlu'c devrini hiç bir tarih veya tetkik <eseri Balzac'ın romanları kadar kuvvetle an- latmak kudretine sahib değildir. Romanlarını dokümante etmek için maden ocaklarında haftalarca tetkikler- de bulunmak zahmetine katlanmış olan Emil Zola bile, onnu eriştiği seviyenin çok aşağısında kalmıştır. Çünkü, ro - mancı kabiliyetinde en mühim rolü oy- nayan görüş ve müşahede kudreti, baş- ka hiç bir gayretle telâfi edilemiyecek bir unsur teşkil eder. Öyle — kudretli gözler vardır ki bir tek bak şları, bir manzarayı, bir hâdiseyi biray onu tet kik etmiş olandan daha iyi kavrar. Vesika ve tetkik, ancak onları kul- lanmasını bilenin elinde birer kıymte i- fade ederler. Nice rumancılara rastla - mışızdır ki, romanlarının mevzuuna da- ir vesikalar toplamaya ve bu vakanın içinde geçtiği muhiti tanımaya pek u - zun zamanlarını vermiş olmal; men ortaya çok suni ve zayifl tinde hafif eserler koymuşlardır. Re© - mancı, yarat:cıdır, vücude getirdiği eser hayat kadar canlı ve tabif hissini vermelidir. Onları bir araya getirerek hepsine can verecek kabiliyete sahib ol- madıktan sonra vesika toplayarak orta- ya bir yamalı bohça koymaktan ne çı - kar? Bazı romancılar, gazetelerin zabıta sütunlarını takib ederler, geçmiş hakiki vakalara dair yazıları toplarlar. Entere. san buldukları insanların hayatlarını kendi ağızlarından dinliyerek not eder- ler, ve doğrudan doğruya hayattan alın- m:ş bu malzemeyle vücude getirdikleri bir romanın hayat kadar hakiki olaca - ğını sanmak saflığı gösterirler. Bu metodun mutlak yanlışlığını id- dia etmiyorum. Fakat muvaffakiyet için sadece bu usulü takib etmenin kâ- fi geleceğine de inanmıyorum. Roman kuru bir vakanın hikâyesinden iharet değildir. Mevzu basit bir kanavadan ibarettir. Sanat, bu kanavanın üzerine işlenecek olan motiflerde gösterilecek- tir. Aynı ağızdan dinlenmiş, aynı mev- zu iki ayrı romancının muhayyile süz - gecinden geçtikten sanra, âdeta arala - rında hiç bir münasebet kalmıyacak de recede ayrı bir büviyetlere bürünebilir. Roman sahasında kabiliyetlerini de- nemek isteyen gençlere, yalnız muhay- yilelerinin icadlariyle iktifa etmiyerek, hayata dikkat etmelerini, içinde yaşa- dıkları cemiyeti tetkik etmelerini ve etraflarındaki insanlarla yakından alâ- kadar olarak fictif sahneler tertibinden ziyade hayatı aksettiren romanlar vü - cude getirmeye çalışmalarını tavsiye £ delim. Fakat bunu yaparken, evham ve hayalat mahsulü eserlere misal olarak Balzac'ı göstermekten çekinelim. Bilâ kis onlara, ”Balzac'ı okudunuz mu? Di- ye soralım, eğer okumadınızsa, kalemi- nizi bir yana bırakınız, evvela onu oku- yunuz, sonra yazmaya teşebbüs ediniz. Göreceksiniz, roman hakkındaki fikir- lerinizde ne kadar hayırlı bir inkişaf olacaktır.,, Ve onlara bilhassa şunu tavsiye e - delim: ” Aman, size nasihat vermeye kal - kışacak bazı kimselerin yanlış ve haya- lat mahsulü telkinlerine kapılmayınız, önünüze sürülecek akçeleri iyi tetkik ediniz, kalp'larını sahicilerinden ayır- nız. Ve bu ameliyeden sonra itimadını- zı kaybedecek olanların yazılarını, zev- kinizi ve sağduyunuzu korumak okumadan geçiniz.,, için, YAŞAR NABİ İzmir fuvarına Ge ecekler için İzmir 14 (A.A.) — Şimal memle- ketlerinden fuvarda gösterilmek üzere gönderilecek eşyayı pı/ıısu getirtip gö- türmeyi kabul eden Svenska Orient Lin- yen İsveç şirketi vapurları ile fuvara gelecek olan ziyaretçilere de yüzde el- Hi tenzilâtla bilet komitesine bildirmiştir . verileceğini fuvar ULUS Billiyonrakğa 1935 Halkevleri Partimiz tarafından bu isim altında Halkevlerimizin 1935 sonuna kadar olan çalışmalarını içinde hulâsa eden haki - katen zevk mahsulü çok güzel bir eser neşredilmiştir. Başında, Atatürk'ün, Başbakan İs - met İnönü'nün, Parti Genel Sekreteri ve İç Bakanı Şükrü Kaya'nın, C. H. P. genyönkurul üyesi Nafi Kansu'nun Halkevleri hakkında çok veciz sözlerini taşıyan bu eserde halkevlerinin rapor- ları gelişi güzel verilmemiş, sistematik ve tahlili bir metodla ancak en faydalı, en göze çarpan başarılar tesbit edilmiş, ve aynı zamanda ilerdeki çalışmalar için tavsiye mahiyetinde olacak neticeler çıkarılmıştır. Halkevlerinin dokuz kolundan her birini, ayrı ayrı ele alarak yurd içinde muhtelif halkevlerinin bu sahadaki ça- lışmalar.nı mukayeseli bir surette teş- rih edilmiş ve bu çalışmaları gösteren çok karakteristik resimlerle bu yazılar canlı bir hale konulmuştur. Bu suretle vücuda gelmiş olan eser, Halkevleri ve yur diçinde vazife ve hizmetleri hakkında bir fikir edinmek isteyen her yurddaş için en mükemmel materyel hazırlanmıştır. Kuşe kâğıd üzerine yapılan baskının nefaseti her türlü takdirin üstündedir. Nafi Kansu'nun, kitabın başındaki ya- zısından bu güzel eserin Behçet Kemal Gağlar tarafından vücude getirilmiş ol- duğunu öğreniyoruz. Arkadaşımızı cid- den övülmeye değer bu çalışmasından dolayı tebrik ederiz. Bir boyacı 15 metreden aşağı düştü Dün Yenişehirde İzmir caddesinde mimar B. Halidin evinin çatısında ça- lışmakta olan konyalı Mehmet adında bir zavallı boyacı ayağı kayarak 15 met- re kadar yükseklikten yere düşmüştür. Ufak bir çocuk hâdiseyi noktada nö. bet bekliyen polise haber vermhiştir. po- lis bir otomobil getirterek Mehmedi nu- mune hastanesine götürmüştür. Dokto- run muayenesi neticesinde zavallı boya- cmmımn kale kemiğinin çatladığı anlaşıl- mış ve hastaneye yatırılmıştır. | Mehmedin Ankarada kimsesi yok- tur. Çalışmak üzere memleketinden gel- miştir. Hacıbayramda arkadaşı maran- göz Ali ile kiraladıkları bir odada ya- tıp kalkmaktadır. İstanbulda: ULUS Satılan yerler Köprüde: Kadıköy iskelesinde Beyoğlunda: Haşet şubelerinde Fatihte: Tramvay durak yeri gaze- teci Mehmet Bıyık Bayazıt meydanında: Aksaray Top- kapı tramvay yeri tütüncü Hamdi İshak Sultanahmet Ayasofya karşısında: Tramvay durağında tütüncü Kâmil. tü 5 —— Yüz bin istanbullunun önünde rkkuşu tayyarecileri gösteriler yaptılar (Başr 1. inci sayfada) “— Bugün bizi buraya toplıyan 'Türkkuşu yarın üzerinize alacağınız çe- tin vazifelerde size yardım için kurul- muştur. Size sporların en iyisini ve en tatlısını yaptıracak ve sizi vücudu sağ- lam kafası işlek sinirleri sağlam olarak yarına hazırlıyacaktır.,, B. Şakir Hazım bundan sonra bütün gençliğe hitab ederek demiştir ki: “— Atatürk gençleri, demiştir, Türk- kuşu sizindir, kapılarını açmıştır, sizi beklemektedir. Orada muhtaç olduğu- nuz hürriyeti bulacaksınız.” Çok alkışlanan bu nutuktan sonra Türkkuşu tayyarelerinin gösteriş uçuş- larr başlamış ilk olarak tayyareci B. Zeki'nin idaresindeki bir tayyare arka- sına B. Mehmedin idare ettiği plânörü bağlıyarak havalanmıştır. Hemen hemen bütün istanbulluların alkışları Aarasında katarın plânörü, bir aralık tayyare ile olan — irtibatını kesmiş ve havada tek başına perende at- maya ve diğer bir çok akrobasi hareket- leri yapmıya başlamıştır. Bu muvaffa- kiyetli hareketlerden sonra muallim B. Vecihinin idaresindeki motorlu büyük türkkuşu tayyaresine paraşütçülerden Bayan Yıldız BB. Hüseyin ve Hikmet binerek havalanmışlardır. Tayyare 700 . 800 metre yükselmiş ev. velâ Bayan Yıldız kendini tayyareden paraşütle aşağı atmıştır Heyecanla ta- kib edilen ve şiddetle alkışlanan bu at- layış muvaffakiyetli bir inişle nihayet bulmuş diğer paraşütçülerden Hüseyin ve Hikmet te aynı şekilde paraşütle ye- re inmişlerdir. Bundan sonra gene B. Vecihinin ida- resindeki tayyarenin arkasına bağlanam plânöre evvelki gün Gülhane parkına i- nen genç pilot B. Âli binmiştir. B. Âli plânöriyle havada bir çok taklalar atarak sahaya inmiştir. Bu akrobasi hareketleri gene Ali ile paraşütçü Feridle Tevfikin 800 metre- den atılışlarını takib etmiş ve her üçü havada muavin paraşütlerini de açarak süzüle süzüle sahaya inmişlerdir. İstanbulluların yakınadın takib etti- ği bu bayram şenlikleri halkın hayran- lıkları içinde bitmiş, şenlikte bulunan- lar geç vakit evlerine dönmüşlerdir. ö Istanbulda | İki feci Kaza oldu Bir kişi tramvay bir kişi de tren altında kalarak öldü İstanbul (telefonla) — Bugün saat 7.5 da edirnekapılı Kasım adında bir çocuk Şehzadebaşında vatman Kâmilin idare ettiği bir tramvayın romrkuna sol ta- raftan binmiş ve karşıdan gelen diğer bir tramvayı görünce ezilmemek - için kendisini yere atmış ve romorkun altın- da kalarak iki bacağını Hastaneye kaldırılan çocuk ölmüştür. Bugün akşam saat 16., da Yeşilköy- deki hava tezahürlerinden dönen tren- lerden birinde Sabahaddin isminde bir genç tren Yenikapı istasyonuna geldiği zaman vagonun sahanlığından rayların üzerine yuvarlanmış ve iki ayağı parça- lanmıştır. Yaralı hastanede ölmüştür. kaybetmiştir. Topkapı minyatürleri üzerinde tetkikler İstanbul, (Telefonla) — Güzel san- atlar akademisine Almanyadan getirti. len mimar profesör Tovs ile resim pro- fesörü Levy Topkapı sarayında eski türk minyatürleri ve türk mimarisi üze- rinde tetkiklerine başlamışlardır. Pro. fesörler talebelerini müzeye getirecek- ler ve pratik ders vereceklerdir. ANKARADA ÖĞLE NEŞRİYATI: 12.30-12.50 Muhtelif plâk neşriyatr 12.50-13.15 plâk türk musikisi ve halk şarkıları, 13.15-13.30 Dahili ve harici haberler. AKŞAM NEŞRİYATI: 18.30-18.45 muhtelif plâk neşriyatı, 18.45-19.00 ingilizce ders (Azime İpek), 19.00-19.30 Türk musikisi ve halk şar- kıları (Makbule ve arkadaşları). 19.30« 19.45 saat ayarı ve arabça neşriyat, 19.45-20.15 'Türk musikisi ve halk şar- kıları (Servet Adnan ve arkadaşları), 20.15-20.30 Konferans: Ş. Hazım Er-« gökmen (Havacılık), 20.30-21.00 Plâk- la dans musikisi, 21.00-21.15 Ajans ha- berleri, 21.15-21.55 Sütüdyo salon or- kestrası. İSTANBULDA ÖĞLE NEŞRİYATI: 12.30 plâkla türk musikisi, 12.50 havadis, 13.00 Muhtelif plâk neşriyatı, 14.00 son, AKŞAM NEŞRİYATI: 17.00 İnkılâb dersleri üniversiteden naklen. Receb Peker tarafından. 18.30 Plâkla dans musikisi, 19.30 Çocuklara masal. İ, Galib Arcan tarafından, 20,00 Rifat ve arkadaşları tarafından türk musikisi ve halk şarkıları, 20.30 Ömer Rıza tarafından arabça söylev, 20.45 Safiye ve arkadaşları tarafından türk musikisi ve halk şarkıları, saat ayarı, 21,15 Şehir tiyatrosu dram kısmı (Ri- golette), 22.15 Ajans ve borsa haberle- ri ve ertesi günün programı, 22.30 plâk« la sololar. Opera ve operet parçaları. 23.00 Son. ——— ——— —- FKefrika No:11 Eugenie Grandet Yazan: Honor& de Balzac Türkçeye çeviren: Nasuhi Grandet, bazan, bu zavallı mahlükun hiç bir okşayıcı söz işitmemiş, kadının ilham et- tiği bütün tatlı duyguları bilememiş olduğu- nu ve bir gün Meryem'den daha saf ü Tanrı'nın huzuruna çıkabileceğini d merhamete gelir ve ona baka baka: — Şu biçare Nanon! derdi. Bu sözleri, ihtiyar hizmetçinin ona daima atfettiği tarif olunmaz bir bakış takib eder- di. Zarnaan zaman tekrarlanan bu sözler, uzun zamandanberi, inkıtaa uğramamış bir düst- luk zinciri teşkil eder ve her yeni söylenişi ise bu zincire yeni bir bakla ilâve ederdi. Grandet'nin yüreğinde toplanan ve ihti- yar hizmetçi tarafından da sevinçle telakki edilen bu merhamette anlatılmaz bir iğrenç- Baydar lik vardı. Fıçıcının kalbinde bin türlü zevk uyandıran bu korkunç merhamet, Nanor için bütün saadetlerin yekünu idi. Fakat ona kimı “Zavallı Nanon!” demezdi ki? Allah melek- lerini onların seslerindeki ihtizazlardan ve esrarlı eseflerden anlıyacaktır. Saumur'de hizmetçilerin daha iyi mua - mele gördükleri pek çok aile vardı. Bununla beraber bu ailelerde efendilerin hizmetçile - rinden memnun olmaları için sebeb yoktu. Bundan dolayı da herkes, kendi kendine şu cümleyi tekrarlardı: “Grandet'ler koca Na- non'ane yapıyorlar ki onu kendilerine bu de- rece bağlıyorlar; kendini ateşe at, deseler a- teşe atacak?,, Nanon'un, parmaklıklı pençereleri avlu- ya bakan mutbağı daima tertemiz, toplu, so- ğuk, hiç bir şeyi israf edilmemek lâzım ge- len hasis mutbağı idi. Nanon bulaşığını yı- kadıktan ve yemek artıklarını yerli yerine yerleştirip ateşi de söndürdüketen sonra, bir koridarla salondan ayrılmış olan mutba- ğından çıkar ve efendilerinin yanına gider, kenevir örerdi. Akşamları bir mum bütün aileye yeterdi. Hizmetçi koridorun dip tarafında, yürek sı- kıcı bir ışıkla aydınlanan bir küçük odada e yatar, ve kudretli sıhati sayesinde bu delik- te yaşamaktan bir zarar görmez, gece gün- düz evde hüküm süren sessizlik içinde, en hafif tıkırdıları bile buradan iştirdi. Nanon, bekçilikle mükellef bir köpek gibi daima ku- lağı kirişte uyumağa ve gözleri yarı açık dinlenmeğe mecburdu. 1819 da, ikinci teşrinin ortalarına doğru, bir akşam üzeri, koca Nanon, ilk defa olarak ateş yaktı. Sonbahar çok güzel geçmişti. O gün, Cruchot'cularla Grassins'cilerin pek iyi bildikleri bir bayram günü idi. Bu sebebledir ki altı rakip, tepeden tırnağa kadar silâhlı olarak gelip salonda karşılaşmağa ve Gran- det'lere dostluk eserleri göstermekte biribi- rini yaya bırakmağa hazırlanıyorlardı. O sabah, bütün Saumur, Madam ve Madma- zel Grandet'nin, Nanon'la birlikte, büyük ki- lisede duaya gittiğini görmüş ve, herkes, o günün Madmazel Grandet'nin doğduğu gün olduğunu hatırlamıştı. İşte bu münasebetle, noter Cruchot, papas Cruchot ve Mösyö C. de Bonfons, akşam yemeğinin biteceği saati hesablıyarak, Madmazel Grandet'yi kutla- mak üzere, Grassins'lerden evvel, evde bu- lunmağa çabalıyorlardı. Üçü de, kendi kü - çük limonluklarından koparılmış kocamıalı çiçek buketleri taşıyorlardı. Mahkeme reisi- “nin takdim etmek istediği çiçeklerin sapları, hususi bir itina ile, yaldızlı saçaklarla süs « lenmiş beyaz saten kurdelalara sarılmıştı. | O sabah, Mösyö Grandet, Eugöni'nin doğumu ve bayramı gibi malüm günlere aid itiyadları veçhile gelip onu yatakta bulmuş veon üç senedenberi garib bir altın pa- radan ibaret bulunan baba hediyesini kızı- na resmi bir tavırla vermişti. Madam Gran « det kızına, icabına göre, bir yaz ve kış elbise« si yapardı. Bu iki elbise ve yılaşında yahud babasının isim gününde aldığı altın paralar ona takriben yüz ekülük küçük bir gelir temin eder ve Grandet de kızının bunları biriktirdi- * ğini görmekten haşlanırdı. Bu, parasını biz kasadan diğerine nakletmek ve varisinin ha- sisliğini için için tenmiye etmek değil miydi? Babası ondan, vaktiyle La Bertelliğre'ler ta« rafından genişletilen hazinesinin vaziyetini: — Bu senin evlenme duzinan olacaktır,, sözleriyle zaman zaman sorardı. Duzina, Fransa'nın merkez vilâyetlerin- , den bazılarında takib ve kudsi bir şeymişce- sine muhafaza olunan eski bir âdettir. (Sonu var)