—— 4 -3 1937 Edebi Meseleler Edebiyatçılarımıza memleketi tanıtmak için yapılabilecek pratik işler İstediğimiz gibi bir edebiyatın doğ- ması için edebiyatçılara yol göstermek ve onları vazifeye davet etmek kâfi olmadığını, her şeyden önce, kalem a- damlarımızın bugün içinde yaşadıkla- rı hava ve muhitin ıslah edilmesi, eser- lerinde görmek istediğimiz ideallerin kendilerine telkin edilmesi lüzumunu belirtmiştim. Bunu söylerken, edebiyatçılarımızı hususi kurslar açarak yeniden sıralara oturtmak düşüncesinde bulunmadığım pek tabiidir. Fakat yapılabilecek olan daha pratik ve makul işler bulunduğunu da sanıyo- rum. İşte bir misal: edebiyatcılarımızın bize memleketi anlatmalarını, tanıtma- larını, yurdun türlü tabif veya beşeri hususiyetlerini, renklerini tasvir etme- lerini istiyoruz. Fakat bu temennide bulunurken, içlerinden kaç tanesinin yurdu tanımak imkânını bulduklarını düşünüyor muyuz? Memleket, şüphesiz ki, İstanbul, Ankara veya İzmirden ibaret değildir. Hattâ küçük kasabaların da dışında, ilmesi ve anlaşılması daha güç bü- tün bir muazzam köy âlemi bulunmak- tadır. Bir türk romancısının, mevzula- rını İstanbul dışından seçerek, bir kü- Ççük kasaba hayatının tasvirinde bütün Anadolu'nun ruhunu aksettirmek ihti- Tasını duymıyacağını kim iddia edebi- lir? Sonra edebiyatçılarımızı memleke- te karşı alâkasızlık göstermekle, — ve yurdu tanımak için hiç bir arzu duyma- makla itham etmek de insafsızlık olur. İçlerinden pek çoklarının böyle bir arzularını gerçekleştirecek fırsat ve imkânları bulamadıklarını söylemek hakikate daha yakın bir müşahede olur. Bir Anadolu kasabasında küçük bir memuriyet alarak bütün bir ömrü orada çürütmek derecesinde bir feragate ka- dar gitmese de - ki böyle dar bir çerçe- ve içinde edebiyatçıyı hapsetmek bir ideal olmasa gerektir - vatan sınırları içinde kısa veya uzun seyahatlerin has- retini içinde duymamış sanatkâr tasavvür edebiliyorum. az Vazifeleri icabı veya ellerine geçen fırsatlardan faydalanarak memleketin muhtelif köşelerini tanımak imkânını bulmuş olan kalem adamlarımızın eser- lerinde ise taliden gördükleri bu lutfun çok hayırlı izlerine memnuni- yetle rastlamaktayız. Bu hakikatleri kabul edince ve ede- biyatçılarımızın memleketi — tanımala- rındaki faydaya da inanınca, bu husus- ta neler yapılabileceğini araştırmak is- tiyeceğimiz pek tabiidir. Takib edilecek metodu düşünürken nedense hatırıma derhal sporcularımı- zın istifade ettikleri imtiyazlar geliyor. Sporumuzun gözde elemanları, çalış - tıkları müesseselerde oldukça geniş bir müsamahadan istifade ediyorlar. Sık sık tekrarlanan spor temasları dolayı - siyle senelik izin müddetleri üç dört aya kadar çıkarılan sporcular - tanıyo - ruz. Bu hareket tarzının fayda veya mahzurlarını burada münakaşa edecek değiliz. Sadece, aynı imtiyazlı muame- Tenin, edebiyat sahasında bir kabiliyet göstermiş elemanlarımız - ki sayıları korkulacak kadar kabarık deği için de tatbik edilebileceğini di yoruz. Tabii, mevzuu bahsolan, başlıca şe- hirlerimizin edebi takımları arasında müsabaaklar tertibi değildir. Fakat kü- çük veya büyük gruplar halinde seya - hatlerden ne kadar büyük faydalar do- ğabileceğini tasavvur edebilirsiniz. Böyle toplu seyahatler, Kültür Ba- kanlığı, Halkevleri, Turizm ofisi veya herhangi başka bir hükmi şahsiyet ta- rafından organize edilebilir. Bu seya - hatlere iştirak edecek edebiyatçıların, tıpkı amatör sporcularımız gibi, bütün yolculuk masraflarından muaf tutulma- ları tabit esas olacaktır. Muhtelif şehir- lerimiz tarafından, muayyen bir müd - detle yapılacak davetler de tasarlana - bilir. Devletleştirilmiş olan nakil vası- talarımızda bu seyahatler için toplu pa- solar verilmesi güç bir iş olmasa gerek- tir. Bu tasavvurlara ütopi denilip geçil- memelidir. Medeni memleketlerde işçi- lerin tatillerini organize etmekle mü - kellef müesseselerin bile kurulduğu bir devirde, beş on edebiyatçının, memle - keti tanımaları için, hususi kolaylıklar- dan faydalandırılmaları, biraz gayret ve iyi niyetle başarılacak basit işlerden sayılmalıdır. Hususiyle yukarda da zik- rettiğim sporcularmızın misali göz ö - nünde dururken. Daha yirmi yıl öncesine kadar yal- nız İstanbula ve biraz da İzmire mün- hasır kalmış olan edebi faaliyet, gitgi- de memleket ölçüsünde bir inkişaf ta - kib etmektedir. Bu cereyanı hızlandır- mak için elimizden geleni yapmak bize, şüphesiz ki, vazife olmuştur. Edebi- yatçıların memlekete yayılmalarının kendi hesablarına olduğu kadar, ziyaret edecekleri muhitlere de büyük fayda- ları görüleceğine işaret etmeliyiz. Ger- çekten, yalnız ismen tanıdığı şöhretler. den mürekkeb bir grup aralarında gör- mek, yurdun küçük bir şehri için ehemi- yetli bir hâdise olacaktır. Bu muhitlerde, verecekleri konferanslarla, eserlerinden parçalar okumakla, oldukça ehemiyetli bir sanat âlâkası yaratabilecekleri, ve bırakacakları tesirin ziyretleri müdde- tine inhisar etmiyeceği kolayca tahmin olunabilir. İstifade karşılıklı olacaktır. (Gene bu toplu seyahatlerin bir başka faydası da, pek dağınık ve biribirlerin- den habersiz yaşayan edebiyatçılarımı- zı muayyen müddetler için bir toplamak olacaktır. Birlikten kuvvet doğduğunu söyli - yen meseli burada zikretmenin yeridir. Edebiyat sahasında görüşlerimiz alabıt- diğine dağılıyorsa, bunda itiyadımız o- lan infiradın tesirlerini aramalıyız. E- debiyatçı için infiradın kıymet ve lüzu- munu kolayca müdafaa etmek devri- mizde imkânsız olmuştur. Şüphesiz “ki edebiyatçılarımızı sık sık bir araya getirmek için seyahat yusulü tek fırsat değildir. Bir şehirde bulunan bütün edebiyatçıları bir çatı altında birleştirmek daima kabildir. Bu. nun içinse bu toplanmaların lüzum ve ehemiyetine inanmak kâfidir. Fakat da- ğınık ve idealsiz bir edebiyata istika - met ve hedef vermek için, cn iyi telkin vasıtalarından biri de, onların toplu bir halde bulundukları yerlerden - istifade edilmesi değil midir? Bu toplantılar, baştan iyi idare edil- mek şartiyle, müsbet bir unsur halinde faydalarını hissettirmekte gecikmez. araya GÜNTSEM SÜRTÜK İstanbul Şehir Tiyatrosunun bu mevsim zarfında oynatmış olduğu Mah- mut Yesarinin “Sürtük,, ismini taşıyan piyesi, Remzi kitab evi tarafından gü- zel bir cild halinde basılarak satışa çı- karılmıştır. Maruf romancı ve temaşa muharri- ri, bu piyesinde içtimai bir tez gütmek- tedir. Cevdet kurtun “Kurtlar,, piyesiy- le aşağı yukarı aynı olan bu tez : Bir muhitin insanı, ne kadar şu- bir 2 öldlir ve kendi:ine itina edilirse edilsin, günün birinde o- nu ilk müsait fırsatta asıl tınetine dön- mekten hiç bir şey alakoyamaz. Sürtük, zengin bir erkeğin sokağın çamurundan çıkarıp ipek elbiselerin ve rahat koltukların içine yerleştirdiği ka- dındır. Bir müddet yeni hayatından çok memnun gibi görünen bu kadın, so- nunda, kendisine bunca iylik etmiş ve ilk defa insan muamelesinde bulunmuş olan adamı teperek, bir başkasiyle ka- çacaktır. Realıst temayülünde oldukça ide- alizm de karış:k olan bu piyes, Mahmut Yesarinin muvaffak eserlerinden biri- dir. 102 sayfalık bu kitab, 50 kuruş fiyat- la satılmaktadır. Yumurta ve fındık nizamnamesi İktısad Vekâleti bundan bir müddet evel hazırlanan ve tatbik edilmekte bu- lunan yumurta ve fındık nizamnamele- rinin bazı maddelerini, ihracatın mü- rakabesi hakkındaki son kanunun hü- kümlerine uygun bir surette değiştir- miştir. Bu tadilleri ihtiva eden proje bu günlerde Devlet Şürasına tevdi edi- lecektir. 4 mu Yatı mektepleri için Dahiliye vekâleti vilâyetlere gönder- diği bir emirle hususi idarelerin hazır- lanmakta olan 1937 mali yılı büdcelerine yatı mektebleri masrafları karşılığı ola- rak tahsisat konulmasını bildirmiştir. Meycud kanun hükümlerine göre konu- lacak tahsisat vekâlet tarafından tayin edilmektedir. Bazı vilâyetler geçen yıl- lara aid paylarını da henüz gönderme- miş bulunduklarından dahiliye vekâleti bunların gönderilmesinin de ihmal e- dilmemesini tamim etmiştir. Ruhsatname alanlar İhracatın kontrolu hakkında çıkan kanun, ihraç işleriyle uğraşanların ikti- sad vekâletinden ruhsatname almaları hakkında bir hüküm koymuştu. Şimdi- ye kadar kanunun bu emrine uygun o- larak 1158 tüccar ruhsatname almıştır. Halkevlerimizin elinde, bu hususta, faydalanılmaması ziyan teşkil edecek imkânlar vardır. Fakat, edebiyatçıları- mızın asıl şöhretlerini koynunda topla- yan büyük şehirlerimizde, bu vazifeyi görmek için, halkevlerinin içinde veya dışında faaliyette bulu nacak bir edebi- yatçrlar birliğinin kurulmasından da - ha verimli neticeler beklenebilir. YAŞAR NABİ ULUS — Halkevinde Venedikli tacir Shylock'un dili Tiyatronun dili — Şubatın son haftasında, Halkevleri bayramı dolayısiyle, Ankara Halkevin- de, “Shakespearin Venedikli Tacir,, a- dındaki tanınmış piyesinden birkaç tab- lo temsil olundu. Bu eserin başlıca şah siyeti Shylock ismini taşıyan bir Ve- nedik yahudisidir ki Belmont'lu güzel Portia ile evlenmek istiyen Bassanio'ya borç para verir, fakat bu borç vadesin- de ödenmiyecek olursa Bassanio'nun, etinden bir libresini kendisine verme. sini de şart koşar. Sahne yarı Vene- dikte, yarı Belmont'da geçer. Bu piyesin Halkevinde oynanan kı- sımları Venedikte ve borcun alınıp ö- denmesi etrafında cereyan edenleridir. Venedikli tacir mütercimi, Shvlock tipini Halkevinde bizzat temsil eder- ken, balat şivesi dediğimiz kötü ifade tarzını, her nedense, ihtiyar etmiştir. Her nedense, diyoruz, zira bu tarzı doğ- ru bulmadığımıza dair sütunumuzda neşrettiğimiz küçük fıkraya verdiği uzun cevabta mütercimin müddeasını kati delillerle isbat ve bizi tatmin et- miş değildir. Biz sadece “balat şive- siyle Shakespeare oynamak bir bidat- tir,, dedik. Daha ileri giderek: “Halke, vi gibi bir kültür ocağında herhangi bir piyes bu şive ile sahneye konula- maz,, diyebilirdik. Zira, mütercimin Stanislavski'yi, Reinhardt'ı, Meyer- hold'u işhad ederek mütaleasının doğ- ruluğunda ısrar etmesine; intonation ve prononciation gibi tiyatroda lüzu. mu muhakkak olan konuşma malzeme- sini bunlar kadar lüzumlu accent — şi- ve ile karıştırıp hepsinin içine bir de gramerle sentaksı da ilâve ederek bir bilgiçlik halitası meydana getirmiş ol- masına; bugünkü cins cins tiyatro mek. teblerine göre Shakespear'ı modern kı- lıkla oynatmağa, Petrucio'yu otomobi. le bindirmeğe, eline hançer yerine brov- ning tabancası sıkıştırmağa mesağ ol.- masına; Venedikli tacirin dram olmayıp (büyük Oksford lügatine göre 1802 de ingiliz lisanına girmiş melodram kelime. si ile) - fakat ne ilim! - melodram sa- yılmasına; en ağır facianın içine en gülünç şahıslar karıştırmak mümkün bulunmasına ve saire ve saireye rağ- men “Venedikli Tacir” in kinde, hid- dette, kurnazlıkta, tevazuda, cesarette, korkaklıkta, zekâda, inadda en müteba- riz ve en “beşeri” tipi olan Shylock, eserin ingilizce metinde My Monay yerine My Monays diyebilir ama kısık, soğuk, çirkin, tatsız ve türk kulağını daima törpüleyecek olan bir şive ile - tekrar ediyoruz: şive ile - konuşamaz. Niçin? Çünkü, Shylock'un kuvvetli şahsiye- tine girecek olan, bir balatlı dahi olsa, onun ebedi hıristiyanlık ve musevilik anlaşmazlıklarını en iyi şekilde ifade eden düzgün, ıstılahlı, bütün kelime ve fikir oyunlariyle dolu cümleleriyle gö- rüşebilmek için türkçeyi, en az, müter- cim kadar düzgün bilmek lâzımgelırdi. Çünkü, Shylock, şurada burada, hâlâ yaşamakta olan bir tiptir ki venedikli tacir'de May Moneys derken ancak ve Türk dili mensub olduğu âlemin hususiyetini an. latır, fakat düşüncelerini herkes gibi ve belki Antonio'dan, Bassanio'dan da- ha salâhiyetle izah eder. Shakespear'in gayesi bu tipi tesbit etmektir. Müterci- min tefsirine göre bu gaye hüviyetin- den çıkmış, bir vasıta olmuştur. Çünkü bizde böyle konuşanlar Ka. ragöz'de ve ortaoyunu'nda yalnız birer taklid unsurudurlar: her zaman Shy- lock şivesiyle konuşmuşlar, fakat onun cümleleriyle onun fikirlerini hiç bir vakit ifade etmemişlerdir. Çünkü mü- tercim - aktörün, kendisine yakıştır. mış olduğu tarzda konuşan Shylock, derhal bir Karagöz ve bir ortaoyunu unsuru haline gelmiştir. Ve bunun içindir ki o gün, önümdeki sırada otu- ran aile kadını çocuğunun neşesine iş- tirak ederek sadece gülmüş, gülmüş ve arasıra, Shylock tipinin hiç de le. hinde olmıyan bir düşüncesini - ileri sürmüştür. Halbuki, mütercim - aktörün maksa. dı, halkın piyesi daha iyi anlaması idi. Son derece sert ve kaba çizgili bir şahsiyete temessül etmekle mütercim - aktör bir şey anlatmamış, güldürmüş- tür. Biz, türk sahnesinde temiz ve güzel türkçeyi dinlemek istiyenlerdeniz. —— Yankıcı Orman amanejman grupları şehrimizde Toplanıyor İki buçuk senedenberi İzmitte bulu- nan orman amanejman gruplarının mer- kezi Ankaraya naklolunmuştur. Bu sus — retle amanejman grupları vekâletle sı- kı temas edebilecekler -ve böylelikle — teknik işler daha kolaylıkla başarılabi- lecektir. Amanejman gruplarının baş mühendisi ve mühendisleri harcırahları — gönderilmiş olduğundan yakında şehri- mize geleceklerdir. Demiryolları ve lıududk sahillerinin yeni büdceleri Maliye vekâleti devlet demiryolları işletme umum müdürlüğü ile hudud ve sahiller sihat umum müdürlüğünün hazırlanmış bulunan 1937 yılı büdce pro jelerini tetkik etmektedir. Diğer mül- hak büdceler bu günlerde Maliye vekâ« letine verilmiş olacaktır. İstanbulda jimnastik şenlikleri İstanbul, (Telefonla) — Jimnastik şenlikleri bu yıl Atatürkün Samsuna a- yak bastığı gün olan 19 mayısta yapıla- caktır. Anadolu yakasındaki mekteble- rin iştirâkiyle Fenerbahçe stadyomun- da, İstanbul tarafındaki mekteblerin iş: tirâkiyle Taksim stadyomunda yapıla- caktır. Şenliklere 14 yaşından küçük ta: lebeler alınmıyacaktır. —— Tefrika No: 1 Yazan: Honor& de Balzac Türkçeye çeviren: Nasuhi Baydar Baizac hakkında birkaç söz Honore' de Balzac, Fransada, Tours şehrinde 1799 senesinde doğmuş ve 1850 de ölmüştür. “Beşer muthikesi” eserlerinin umumi unvanıdır. 1829 dan ölümüne kadar, bu unvan altında yazdı- ğı cildlerce eserinde Balzac çeşid çeşid insanların hususi hayatlarını, vilâyet şehirleri hayatını, Paris hayatını, politika, askerlik, köy hayatını tasvir et- her gün, her saat ve her yerde rastladığımız Miş, türlü insan tiplerini kuvvetleri, zaâfları, gülünç- lükleri, istirabları, neşeleriyle canlandırmasını bil- miştir. Balzac'ın romanlarındaki tipler, romancı- nın inceden inceye, yaptığı tarifler sayesinde o derece hakikidirler ki muharririn üslübundaki noksanlara, hemen daima ıtnaba kaçışına, ta- biate karşı hemen hemen duygusuzluğa, in- ce hislere yabancılığına rağmen bu tiplerle yan yana yaşamakta olduğumuzu görür gibi oluruz. Bir çok romancılar için aşk'tan kurtulmak imkân- sız gibidir. Halbuki Balzac bu kapıya pek az uğ- ramış, romanlarını hayatın bir makesi haline ge- tirmeğe çalışmıştır. Balzac romantizme arkasını dönerek realizm'ii Balzac'ın eserlerinden, bizde şimdiye kadar, ilk temellerini atmşıtır. yalnız Coriot baba tercüme olunmuştu. Modern romantizmi kurmuş olan bu büyük muharririn ölmez eserlerinden Eugenie Crandet'- yi bugün dilimize nakle başlıyoruz. Fakat Balzac tükenmez bir hazinedir. Ondan faydalanmak ede- biyat mensubları için bir vazife sayılmak lâzımdır. EUGENİE GRANDET Vilâyet şehirlerinden bazılarında öyle evler vardır ki manzaraları insana en gamlı zaviyelerin, en renksiz vahaların ve en ke- derli harabelerin ilham ettiklerine müsavi bir hüzün verirler. Belki de bu evlerde hem zaviyelerin sessizliği, hem vahaların çoraklı- ğı, hem de harabelerin iskelet hali vardır: Bunlarda hayat ve hareket öyle sakindir ki bir yabancı onları boş sanır, şayed meçhul bir ayak sesi gürültüsüne, papazımsı çehre- si pencere köpşetesinden aşan hareketsiz bir adamın fersiz ve soğuk bakışı ile birden bire karşılaşmasa... Kasavetin bu esasları, Sautmur'de, şeh- rin üst tarafından kaleye giden yokuş niha- yetinde bulunan bir binada mevcuddur. Yazın sıcak, kışın soğuk, yeryer karanlık ve şimdi gelip geçeni az olan bu sokak, dai- ma temiz ve kuru olan küçük kaldırımları, İnişli çıkışlı güzergâhının darliğı, eski şeh- re aid ve burcların hakimiyeti altında olan evlerinin sükünu ile dikkati celbeder. üç asır- lık meskenler ahşap olmakla beraber henüz sağlamdır ve bunların çeşidli manzaraları Saumur'ün bu kısmını antikacılarla artistler için itibara lâyık krlan orijinalliğe yardım etmektedir. Uçlarına acaib şekiller oyulmuş ve aralarından birçoğunun birinci katlarını tuhaf alçak kabartmalariyle süslemekte bu- lunmuş olan kocaman direklere hayran ol- madan bu evlerin önünden geçmek güçtür. Burada, münharif konulmuş tahtalar ardu- vazla kaplanmış ve bir meskenin, yıllar tesi- riyle beli bükülmüş kumru kafesi şeklindeki - yağmur ve güneş altında kala kala hatılla- rı kıvrılıp eğrilmiş - çatısında nihayet bulan ince dıvarları üzerinde mavi hatlar çizmek- tedir. Şurada, öyle pençere köpşeteleri göze çarpar ki üzülmüş, kararmışlardır, üzerlerin- deki zarif nakışlar ancak görünmektedir ve içlerinden karanfiller, gül fidanları yükselen - bir işçi kıza aid - boz balçık saksı altında kırılacakmış hissini verirler. Daha ileride, kocaman çivilerle bezenmiş kapılar vardır ki cedlerimizin dehası üzerlerine manaları hiç bir zaman anlaşılamıyacak eviyeroglifleri çizmiştir. Bazan bir protestan oraya imanını hakketmiş, bazan bir ligci orada dördüncü Henri'yi telin etmiştir. Herhangi bir burju - va bunlar üzerine “çan asaleti” nin işaretle- rini, unutulmuş mahalle kâhyalığının zateri- ni kazmıştır. Fransa tarihi heyeti umumiye- siyle buradadır. Üzerinde işçinin rendesini tanrılaştırmış olduğu çamur - sıvalı harab evin yanında, bir kibar konağı yükselmekte ve bunun taş kapısının kemeri ortasında, ev sahibinin, 1789 dan beri memleketi karma karışık etmiş olan türlü ihtilâllerde parça- lanmış armalavının bakiyeleri görünmekte - dir. Bu sokaktaki alt katlar ne d'il:ân ve ne (Sonu var) M t ei