Yabancı — ULUS basında okuduklarımız ınşmaıhk komitesi ilk müsbet ne- t icesini verdi. İspanya sınırları at ülere (tabif ayni zamanda gö- nüllü olmıyanlara da, çünkü ne almanlar, ne italyanlar, ne de ruslar gönüllü de - ğillerdi.) Kapanmıştır. 6 martta ikinci bir netice alınmış olacaktır; İspanya sa- hilleri kısımlara bölünecektir; - ingiliz ve Portekiz donanmaları Bizcaye - As- turi kısmını; fransız ve rus donanmala- rı Galice ve Andaluzya - Atlantik kıs- mını, gene fransız filosu Akdenizde Cibraltar - Mortil kısmını, alman ve italyan donanmaları Mortilden fransız hududuna kadar hükümetçilerin sahil - lerini kontrol edeceklerdir. İlk önce göze çarpan nokta Rus- yanın Akdenize kabul edilmemiş olma- sıdırı sonra, Fransanın, tıpkı Rusya gi- bi antinasyonalist devlet olarak tarif edilmiş olması gelir. İngiltere kendisi- ni bu tarifin çerçevesi içine sokmak is- tememiştir” İngiltere nasyonalist sahil- leri abloka etmiyecektir. çünkü Gene - ral Franko ile iyi geçinmek arzusunda- dır. İhtimal ki nasyonalistlerle fran - sızlar arasında hâdiseler çıkacaktır, tıp- kr hükümetçilerle İtalya ve Almanya arasında da böyle hâdiselerin çıkması ihtimali bulunduğu gibi. Fakat ingiliz- lerle nasyonalistler arasında bu nevi - den hâdiseli ikmasına imkân olmıya- caktır, çün! taraf arasında taraf- sız kalmış olan fakat nosyonalistlerin kazanması ihtimaline inanan ingilizler, yarın için, nasyonalistlerle arasını boz- Mak istemiyor. Harb vaziyeti nedir? i ıyiltere'nin bu politikası ne ka- 'ar mahirane olursa olsun, nas- yonalistlerle hükümetçiler bundan böy- le artık kendi kuvvetleriyle, bir de şim- diye kadar kendilerine iltihak etmiş o- lan yabancılarla iktifa etmek mecburi - yetinde kalacaklardır. General Frankonun saflarında 50 bin italyan bulunduğundan bahsedildi. Bu rakam hiç şüphesiz ki mübalagalı- dır. İhtimal ki her iki tarafta da 25 şer bin kadar yabancı vardır. Nasyona- listler atrafından, yabancıların en bü - Yük kısmı'italyanlarla almanlardan mü- rekkebtir; bu arada 1500 de fransızın bulunduğu söylenmektedir. Cumhuri - yetciler tarafından fransızların mikdarı umumi yekünun : * yüzde 30, 35 ini aş - mamaktadır; geri kalanı antifaşist al- manlar ve italyanlarla (bir çok menfi - ler) birkaç bin rustan (tank ve tayyare mütehassısları) ve düryanın dört kö- şesinden gelmiş olan insanlardan (İs - kandinavyalılar, ingilizler, amerikalı - larlar) mürekkebtir. İki ordunun kıymetleri Y abancı muhariblerin vaziyeti bu merkezdedir. Milli kuvvetlere gelince, bu hususta malümatımız pek noksandır. Bütün bilinen şey, cumhu- riyetçilerin tarafından Barselona ve Va- İansiyada, hususiyle Barselona'da, ol - dukça ehemiyetli kütlelerin, kendile - rinden pek de istifade edilmeden, yığı- lı bulunmasıdır. Bir de hükümetçiler tarafından kumanda birliğinin mevcud Hakikatta, bu olmadığı göze çarpar. muhtemel neticeler La tribun de nasiyon'da Piyer Domink'in bir yazısı Karışmazlık ve Ingiltere kumanda birliği, bugün Ge: nın vaziyete hâkim göründi de tesis edilmiştir. Fakat otoritesi bü - tün İspanyaya şamil bir askeri şef mev- cud değildir. Madridi veya Almeryayı müdafaa eden, Termel'e, Hueskaya ve- ya Saragosaya taarruz eden, Akdeniz sahili istikametinden nasyonalistlerin son ileri hareketlerine karşı koymaya çalışan kuvevtler, Bask - kıtaları, As- turyalı milisler, bütün bu kuvvetler ay- rı ayrı şeflere itaat etmektedirler. As- turyalıların, Baskların, Katalan'ların, Madridlilerin ve Andaluzya'lıların gay- retleri arasında hiç bir irtibat mev - cud değildir: Herkes kendi tarafında, kendi hesabına döğüşmektedir. Müda- faa için, bu şekilde işler yürüyebilir, fakat herhangi ciddi bir taarruz yapı - lamaz, ve hakikaten de, geçen temmuz- dan beri, hükümetçiler tarafından stra- tejik mahiyette, yani bütün cephelerde birden, hiç bir gerçek taarruz yapılmış değildir. Bilâkis, nasyonalisler klasik metodla manevralar yapmaktadırlar. Bunların başlarında hakiki generaller var mıdır? Evet ve hayır. Bir general Miaya'da, teknisyendir; fakat hakimiyeti mutlak değildir, ve bu hakimiyet Madrid için mevcud olsa bile bütün İspanyaya şa - mil değildir. Bir Franko, bütün İspan- yayı gözönünde tutarak hesablarını yapmaktadır; bir cumhuriyetçi şefse, ancak kendi bölgesi bakımından icraat- ta bulunmaktadır. Harbın istikbali B öylece, vaziyet şubat sonundaki şeklini ilerde de muhafaza ede- cegine ve iki muhasım taraftan hiç biri yeniden takviye kıtaları alamıyacağına göre, bugün iki tarafın ellerindeki ya- bancı asker mevcudları ve materyel mikdarı aşağı yukarı müsavi olduğuna, maneviyat itibariyle de bir tevazün mevcud olduğuna göre, şu neticeye va- rılabilir ki hareketler üzerinde müessir olacak manevra kabiliyetidir. Hareket- lere hâkimieyt ise gitgide nasyonalist - ler lehine olarak inkişaf etmekte oldu- ğundan, bugün memleketin yarısına bile hakim olmryan hükümetçiler işgal- leri altındaki arazinin daha da daral- dığını göreceklerdir. İngilterenin durumu ingiltere, her meselede ilkönce kendi menfaatini gözetir. Her- hangi bir ihtilâf halinde, İngiltere ken- dini kavganın dışında — tutmaya, ve mümkünse hakemlik etmeye — çalışır. Asla iki taraftan birinin safına geçmez. Prensip itibariyle liberallerle işçi - ler ispanyol hükümetine müzahirdiler. Tamperaman itibariyle tarafsız olan muhafazakârlar, Frankonun taraftarı değildiler. İngiliz hükümeti ise, fran - kocularla hükümetçiler arasında terazi- yi muvazene halinde tuttu. İngiltere, İspanya pazarını kaybetmemek, Cib - raltar'ı muhafaza etmek, nihayet ne Rif'in, ne de Balear adalarının bir bü- yük devletin eline geçmemesi, İspanya sahillerinin, imparatorluk münakalele- rini tehlikeye düşürecek birer üs hali- ne gelmemesi endişesindedir. Bu hu - suslara riayet etmek şartiyle, İngiltere teessüs edecek herhangi bir ispanyol hükümetini tanımak ve onunla ticaret- te bulunmak niyetindedir. İspanya'da hükümetçiler galebe çal dığı takidrde, zaferden sonra, ingilizle- rin İspanya'da ruslar ve fransızlardan fazla menfaat temin etmeleri mümkün- dür. Bunun gibi frankocuların halinde de ,ingilizler italyanlar veya almanlardan fazla menfaat elde edecek- lerdir. Çünkü evvelâ sermayeleri var - dır; sonra, galib taraf, kendi dost!arı- na karşı kendisini koruyabilecek olan tarafsız bir dostu memnun etmek isti yecektir. zaleri —— DİL KÖŞE, “Almanya'nın Çekoslovakya üzerin- deki âmali diplomasi mahafilinde endi- şeler uyandırmıştır. hattı hareket- lerinin ne olacağı sualini irat etmekte- dirler.”, “Bu mahafil Sovyetlerin bu m.ıfaka iştirakten imtina eylemelerin- den....”, “Bu kabilden ihtaratın bilâha- ra, İşte öz dil seferberliğinin bu altın- cı yılında, ajansımız, telgraflarını halâ şu misallerde gördüğünüz ifade ile ko- nuşturmaktadır. Halbyki şu - satırları türkçeleştirmek için ne kadar küçük bir dikkat kâfi gelebilirdi, diye düşünüyo- ruz. ** “Zannetmiyoruz ki bu müsamaha- nın istikbali olsun.,, İşte imajlı, bir tarzda konuşmak hevesinin kötü neticelerine misal gösterilebilecek bir cümle. “Bu müsamahanın uzun zaman devam ede- demek dururken tasannulu ceğini sanmıyoruz.,, türkçeye böyle işkence etmek neden? . Ricalin müfredi “rücül,, dır. Fakat nun otladığı yerde ise çimenler, 4-31937 ——— Macaristan ve Yugoslavya Bundan bir müddet önce bazı arka- daşlarımız Macaristanla Yugoslavya arasında bir anlaşmanın imzalanmak üzere olduğunu yazmışlardı. Dün ak - şam bir yabancı ajans Macaristan nai- binin Yugoslavyayı resmen ziyaret ede- ceği haberini yayıyordu. Bu haberler yanlıştır. Macar hükü - arasında de- ğildir. Amiral Horti'nin Belgradı res- metiyle yugoslav hükümeti hiç bir anlaşma akdedilmek üzere men ziyaret etmesi de mevzuu bahs ol- mamıştır. Bu telgraflar ve makaleler sadece şarki ve merkezi Avrupanın biraz karı - Şık ve kararsız vaziyetini aksettirmek- 1918 den bugüne kadar de - vam etmiş olan diplomatik esaslar sar- tedirler. sılmıştır, çatlamıştır; fakat henüz bü: bütün yıkılmış değillerdir ve hususiyle yerlerine yenileri kurulmuş da değil - dir, Avrupanın bütün bu kısmı harb- sonrası nizamının sağlam bir surette teessüs etmemiş olduğunu ve ergeç Laş- ka bir şeyin zuhur edeceğini hissettir - mektedir; fakat mevzuu bahs olan öy - le vahim değişikliklerdir ki, böyle bir şey, ya kimsenin istemediği bir harb ne- ticesinde, yahud da meselenin nezaketi dolayısiyle pek uzun sürecek dostça mü- zakereler neticesinde vukua gelebilir. Tuna milletleri için harbın bilhassa tahribkâr olduğu ve sivil harblar şek - linde devam etmiş bulunduğu bir vakı- adır. Avrupanın bu mıntakasındaki bü- tün hükümetler bilhassa sulhcudurlar. 'Tuna havzası meselesi, aynı zamanda sulhcu ve bugünkü istikrarsızlığın bu- lunacak yeni bir şekilde sağlamlaştırıl- ması icab eden bir istihaledir. Macaristanla Yugoslavyanın müna- sebetleri de bu istikamette inkişaf et - mektedir. Macaristan bugün başlıca üç şahsiyet tarafından idare edilme'*edir: Amiral Horti ki tecrübeli ve macera - Tardan hoşlanmıyan bir ihtiyardır, baş. vekil B. Daranyi ki bilhassa bir tamperamandadır, nihayet Kont Betlen ki büyük bir devlet adamı mutedil kuliste meziyetlerine maliktir. Yugoslavya'da, millt mesuliyetlerin manasını çok yakından müdrik olan B. Stoyadinoviçle, bilhassa ihtiyatlı, libe- ral ve hakim idaresi, otuz aylık niyabeti esnasında memleketin iç ve dış vaziye- bu kelimenin ne müfredini, ne de ce- mini kullanmamak daha doğru olmaz LA “Bu işin er veya geç hallolunaca- “Ergeç,, , artık, menşeindeki terkib düşünülmeden kullanılan bir basit keli- me olmuştur. Bugünkü dilimizde geç- mek manası vardır, ama tek başına er, erken manasında kullanılmaz. Şu halde “Er veya geç,, de demek doğru değil- dir. gittikçe, La Repüblik gazetesinde Jan Piyer Jerar yazıyor: tini çok ıslah etmiş olan Prens Pol ta- rafından idare edilmektedir. Bu iki hükümet ne yapmışlardır; kendilerini ayıran hususlarla birleşti« rebilecek olan noktaları ölçmüşlerdir, İki hükümetin arasını ayıran Maca« ristanın meşhur arazi davasıdır. Tria- non muahedesi üç buçuk milyon maca- rı vatan dışında bırakmıştır. Fakat bu davanın Yugoslavyaya müteveccih olan tarafı ehemiyetli değildir: Subotiça şelp ri ile mıntakası ki, bir demiryolu stra tejik noktası teşkil ettiği için Yugos« lavyaya verilmişti. Büyük bir siyası zekâ ile, Prens Pol anlamıştır ki kırallığının macar tebaası daha memnun edilmiş olursa meselenin vahimliği çok azalacaktır. Onun içindir ki azlıklara daha iyi muamele edilme« sine yol açmıştır. Evvelce memnu olan Budapeşte gazetelerinin memlekete gir« mesine yeniden müsaade edilmiştir, Genç macarlar tahsillerini vatanlarına da yapmak müsaadesini alabilmektedire ler. Milli dilin kullanılması artık mem« nu değidir. Hattâ bazı ki yetlere de müsaade edilmiştir. rel cemi- düzeltti, Macar - yugoslav meselesi şimdi bam« başka bir safha arzetmektedir ve iki millet kendilerini biribirlerine bağlı « yacak olan şeyleri daha iyi hissetmıek- tedirler: Bu vaziyet siyasi havayı Bunların başında komşuluk ve bu « nun yarattığı her türiü bağlar gelir, Yugoslavyanın Suşak limanı, Macarise tanın tabii bir limanıdır. Belgrad - Se« lânik hattı da bu memleketin mahreç « lerinden biridir. | Sonra her iki memleket te komü e nizm düşmanıdır. Nihayet Almanyanın emellerinden duyulan aynı endişe ge« lir. Son Viyana hâdiseleri cermen teh- likesinin bütün — kuvvetini meydana koymuştur. Ve Macaristanda büyük bit — - tesir hasıl etmiştir. Macarlar, medeni« yetlerinin ayrılığı ve derin vatanper « verlikleri dolayısiyle Avusturya hudu« duna almanların yerleştiğini görmeyi hiç arzu etmemektedirler. Budapeşte ve Belgrad hükümetleri« ni, sovyetizme karşı aynı husüumet po« litikası ve pancermanizme karşı aynı İ« timadsız uyanıklık dolayısiyle biribiri- ne ist'nad etmeye sevk etmektedir. Fakat bütün bu şeyler ağır bir in « kişaf takib etmektedir. Macar hükü « çalışmış olduğunu, ve eskiden pek kötü olan va- meti, zamanın kendi lehinde ziyetinin, on senedenberi mütemadiyen inkişaf etmiş olduğunu — farketmiştir. Diğer taraftan, ingiliz metodlariyle yetişmiş olan Prens Pol, büyük bir ba. siretle hareket etmektedir. O bilmekte- dir ki ancak ciddi bir surette hazırlan « mış olan eserler devam edebilir. İki memleketin hakiki vaziyeti bu- dur. Herhangi başka bir tefsir doğru olmaz. — nıp bir çakal muzipliği ile ineğin önünde be« Teirika 0: 77 CENGEL Yazan: Rudyard Kipling Çeviren: Nurettin ARTAM Biraz düşünerek, yalnız kurtun, sizin de hatırlıyacağınız, son sözlerini hatırına ge- tirdi: — Akela ölürken, bana birçok saçma sa- pan sözler söylemişti; ölürken midemiz de- ğişiyor... Ne olursa osun, ben Cengedenim. Bu heyacan içinde Vaingunga kıyıların- daki çarpışmayı hatırlıyarak son sözlerini yüksek bir sesle bağırınca kamışlar arasın - dan bir dişi bufalo sıçrayarak dizlerinin di- bine geldi ve haykırdı: — İnsan! Yabani Bufalo Misa seslendi: — Bu insan değildir (Movgli, onun uzak- tan gelen sesini duyuyordu) o, Sioni sürü - sünün tüysüz kurtudur. Böyle gecelerde o, ©o tarafa, bu tarafa koşar. Dişi bufalo: — Ha, deyip otlamak üzere tekrar başı- nı yere eğdi, ben de onu insan sanmıştım. Misa, daha aşağı bir sesle: — Ben hayır, diyorum dedi, hey Movgli, tehlike var mı? Oğlan eğlenerek aynı sözü tekrarladı: — Hey Movgli, tehlike var mı? Misa'nın bütün düşüncesi budur: bir tehlike var mı? Fakat Cengel içinde bir taraftan bir tarafa dolaşan, her tarafı gözden geçiren Movgli için neden kaygılanıyorsunuz? Dişi bufalo: — Ne kadar hızlı bağırıyor? dedi. Misa: — Otları paramparça edip de onların na- sıl yeneceğini bilmiyenler böyle bağırırlar, dedi. Movgli, kendi kendine homurdandı: — Dahası var; dahası var. Ben geçen yağmurda Misa'yı yerinden tedirgin etmiş, ona kaçacak sığınağı zor buldurmuştum. Elini kamışlardan birini kırmak için u - zattı; fakat göğüs geçirip geri çekti. Misa geviş getirmeğe devam ediyor, dişi bufalo' - azalıyordu. Oğlan öfkeli öfkeli: — Ben, burada ölmiyeceğim, dedi, o za- man yaban domuzu Cakala ile bir kandan o- lan Misa beni görecek. Bir başka yere savu- şayım da bakayım, ne olacak? Hiç bir ilkba- harda bir taraftan ısınıp bir taraftan üşüye- rek böyle bir koşu yapmış değildim. Yuka- rıya Movgli! Movgli, kamışlıklar arasında yavaşça koşup bıçağının ucu ile Misaya bir defa do - kunmaktan kendisini alamamıştı. Bunun zerine iri hayvan, patlayan bir bomba gibi yerinden fırladı, bu sırada Movgli, oturduğu yerde kahkahalarla gülüyordu. — Şimdi, Sioni üsünün tüysüz kurdu- nun bir zamanlar seni sürüye — koş!uğunu söyle, dedi. Ayağını çamurlara basan boğa: — Kurt! sen? dedi, bütün Cengel biliyor ki sen insanların yanında ehli hayvanları güden bir çoban çocuğu idin; hani, toz top- rak içinde ileride duran sürüsüne seslenen bir çoban çocuğu. Sen Cengelden ha! hiç bir avcı, sazlıklar arasında bir yılan gibi kıvra- ni mahcup eder mi? Buradan çıkıp sağlam toprağa gel de o zaman ben... Misanın ağzı köpürmeğe başlamıştı, çün« kü Misa Cengel'deki hayvanların en gazablıe larından birisi idi. Movgli, onun solumasına dikkat ediyors du; gözlerindeki ifade değişmiyordu. Oğlan, çamurların arasında kendi sesini duyurabi« leceğini anlayınca: — Burada sazlıklar arasında insan inle e rinin bahsine ne lüzum var, Misa? dedi, bu« rası benim yeni Cengelimdir, Movgli, kendisini fazlaca tırtıkladığı için çok öfkeli olan boğa: — Öyleyse şimale git, dedi, bu çıplak bir sığırtmaç tavrı seninkisi, git de bunları, saz« lıkların sonundaki koyde söyle. — Misa, insan sürüsü, Cengel hikâyeles rini sevmezler, sonra, senin derini şöyle bir tırmalamak yüzünden uzun boylu meşveret kufmak lâzım geldiği düşüncesinde deği » lim, Fakat gidip şu köye bir bakacağım. E« vet, gideceğim, Biraz yavaş ol. Her geceş Cengelin üstadı seni gütmeğe gelmez. (Sonu var)