26 Mayıs 1936 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 4

26 Mayıs 1936 tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

j SAYFA 4 26 MAYIS 1025 SALI — Yazı kalitesi.. Memlekette, bütün iş sahaların- da kaliteye doğru kuvvetli bir ce- reyan var. Gazetelerimizin, sık sık bu mevzuu ele aldıklarını, gözleri- ne ilişen her kalite düşüklüğün- den şikâyet ederek bu cereyanı hızlandırmak için hiç bir fırsatı kaçırmadıklarını — memnuniyetle görüyoruz. Ancak, biç de mem- 4 nuniyetle olmıyarak, gördüğümüz — « bir şey daha var ki, o da gazetele- ) rimizde yazı kalitesinin günden güne ve inanılmaz bir hızla azal- dığıdır. Her gün öyle yazılarla karşıla- J şıyoruz ki, baştan aşağı okumaya — tahammül etmek suretiyle insan — sinirlerinin sağlamlığını mükem- mel bir imtihandan geçirebilir. Gramer, mekteblerimizde yalnız bu sene okutulmadı, fakat bazı sü- tunlara göz gezdirirken, Türkçe- — nin hiç bir zaman gramer diye bir $ şey tanımamış olduğuna âdeta - inanacağımız geliyor. Mantık ve sentaks rabıtalarını en başıboş bir anarşizmle parçala- mış, bozgun ordularıni andıran sa- tır yığınları görürsünüz ki arala- - tında kaybolan, okuyanın, yalnız - kiymetli vakitleri değil, aynı za- manda bir öğretme vasıtası telak- ki ettiği gazeteye karşı güvenidir. Argo, gazete dilinin en sadık arkadaşı haline gelmek yolunda- dır. Meyhane tezgâhında bir ser- seri ağzının imal ettiği mide bu- Tandırıer bir kelimeyi birkaç gün sonra bütün tazeliğiyle bir gazete — savıfasında bulacağınıza emin o- 4 labilirsiniz, Yakında bir başyazıda “devlet | sırtından para apartarak işlerini < tıkırına koymak istiyenlerin ton- — gasına basmıyacağız” tarzında bir ifadeve rastlarsanız hiç hayret et- meyiniz. Yerli mahsulleri halka sevdire- cek ve yabancı malına karşı mu- | vaffakıyetini temin edecek şeyin | kalite olduğunu her zaman tek- rarlıyoruz. Bir yerli mahsul olan | gazetelerimizin sürümünü temin — İçin aynı vasfın birinci şart oldu- — ğunu da unutmamalı değil miyiz? z Her gün türlü türlü fikirler ileri — sürüyor, türlü türlü — bahislerde | herkese akıl öğretiyoruz. Fakat — söylediklerimize biraz ciddiyet — Mmanzarası vermek için yazımızın | kalitesine dikkat etmek lüzumunu neden takdir etmiyoruz? — Bütün söylediklerimizin doğru- luğuna ve değerine inanmalarını istediğimiz insanların bizden hiç AUT İtalyanın hava silâhı ve Akdeniz On dört yıl, büyük bir dikkatle ça- lışıldıktan sonra, baştan aşağı yenileş- tirilen italyan hava silahı, dünyanın en mükemmel hava silahlarından biri- dir. Faşist rejiminden önceki hükümet- ler, memleketin müdafaa işlerini ölçe- mediklerinden, italyan harb tayyareci- İiğinin başarılarını da zamana uygun görmediler ve tayyare stoklarını hurda haline getirerek erittiler, Tayyareciliğin faşist zihniyetine ne kadar uygun olduğunu, Balbo'nun A- merikaya uçurttuğu filonun, Donati'nin 14433 metreye yükselmesi, Angelo'nun saatte 709,209 kilometre uçması ilh gi- bi başarılar da ispat etmektedir. Son zamanlarda, Doğu Afrikasında- ki harb dolayısiyle de İtalya hava si- lahının sık sık lafı geçmekte olduğuna göre, İtalya hava müsteşarının parla- mentoda söylediği nutuktan bugünkü italyan tayyareciliği hakkında bazı şeyleri öğrenmek faydasız olmasa ge- rek. Ancak, İtalya harba girişmiş oldu- ğundan general Balle'nin söyledikleri arasında istatistik rakamlar yoktur. General Balle, nutkunda, on dört yıllık çalış neticesini sadı bir örnek diye ifade etmiştir. General, İ- talya yarım adasının fevkalâde vaziyeti dolayısiyle, Akdenizin kontrol altında bulundurulması, milli hava kuvvetleri- nin ana gayesi olduğunu ve bugünkü günde, tekmil Akdeniz sahasr içinde İtalya hava silahının kontrolu altında bulunmıyan tek bir nokta kalmadığını söylemiştir. Bu askeri ve sıyasal esas, teknik ve organizasyon işlerine ve bilhassa, havacılık terbiyesine dayanmaktadır. General Balle, “hava harbı için pi- lot ve efrad yetiştirmenin herhangi bir makina imalinden çok daha fazla za- mana ihtiyacı olduğu ne kadar tekrar- lansa, gene azdır. Bu böyle olmakla beraber, İtalyada bu dava, tekmil gençliğin havaları fet- hetmek için iptila derecesini bulan il- gi dolayısiyle çok kolaylaşmaktadır. 1935 yılı, hava kuvvetlerini — şümullü bir surette seferber etmiştir. Mesel: olmak üzere, 15,000 kişi müracaat et- miştir. İtalyanın havacılık mektebleri, 1935 yılında, geçen yılın on misli fazla şe- hadetname vermişlerdir. Elde bulunan havacılık mektebleri, müracaat edenle- rin hepsini içine alamıyacak bir vazi- yete gelmişlerdir. Bu itibarla, sanat mekteblerinde ayrıca havacılık kursları açmak iyeti hasıl ol Pilot adedi de on kat çoğalmıştır. 1935 yılında on sekiz tane yeni ihtısas - mektebi açmak icab etmiştir. Uçuş kazaları binde üçe ve her ka- za 11,000 uçuş saatinde zir defaya indi. Bu, fevkalâdeliği ifade eden istatistik- ler, öğretmenlerin kabiliyetlerini, ta- lebelerin istidadlarını ve teknik malze- menin mükemmel olduğunu — ispat et- mektedir.” demiştir. İtalya hava müsteşarı diyor ki: Bu 18 ihtısas mektebi içinde beş ta- nesi harb mektebi, daha doğrusu “Pi- lot Üniversitesi” dir. Bugünkü günde İtalyada, bir tarz- da-öğretmek usuliyle en kısa bir müd- det içinde yedek efrad yetiştiren ve bir kaç yüz tayyaresi bulunan 25 tane pilot mektebi vardır. Bundan başka, mecburi hava hizme- tini tatbik edecek olan yeni bir kanun hazırlanmaktadır. Geçen yıl, filolar iki kat çoğaltılmış iki yeni “hava livası” ve ilk defa ola- rak da bir “bir hava fırkası” teşkil e- dilmiştir. Malzeme meselesine gelince, İtalya havacılığı, kabil olduğu kadar dışarıya bağlanmamak meylini — taşımaktadır. 1935 yılmma kadar, tayyare imali için dışardan getirilen malzeme yüzde 23 nisbetinde idi; bugün bu nisbet yüzde 8 e düşmüştür. Noye Zürher Saytung'dan Yaşayan meçhul asker Büyük harbın acıklı olduğu kadar garib hikâyelerinden biri karşısındayız. Bir bilmece ki, düğümü, mütarekeden beri geçmiş olan 18 senedir hâlâ çözü- lemiyor. Vakayı hatiırlatalım: 1917.. harbın en şiddetli günlerinden birinde, Lyon şehrinde, hasta bir fran- sız askeri hastahaneye yatırılıyordu. Bu neferin, Almanyada esaretten dön- düğü sanılıyordu. Ve kendisiyle görüş- meye çalışanlar, onun hafızasını tama- miyle kaybetmiş olduğunu gördüler. İsmini sordukları zaman dudakları arasından anlaşılmaz iki hece çıkıyor- du. Bunu “Mangin” e benzettiler, ve o zamandan beri, meçhul asker hep bu ad altında anılmaktadır. Zaman geçti. Harbtan sonra bu ne- ferin fotoğrafileri çoğaltılarak cephe- den geri dönmemiş 400,000 adamın ai- lelerine dağıtıldı. 400 bin fotoğrafi, ne şaşırtıcı bir rakam ve ne acıklı bir şöh- ret! Bu ailelerden iki yüzü meçhul aske- hava silahının husust hizmetleri içîr; 5700 kişi alınacağı ilan edilmesi üzeri- ne, hemen hemen hepsi de genç işçiler olmazsa doğru dürüst bir ifade beklemiye hakları yok mudur? Binlerce kişinin önünde söz söylemiye çıkarken önümüzü ilik- Tiyelim. YAŞAR NABİ rin şahsında kaybetmiş oldukları bir akrabalarını tanıdıklarını sandılar. Ve onu paylaşamıyanlar arasında hâlâ bit- memiş olan mücadele bu suretle baş- ladı. Bunlardan çoğu, belki de, sönme- si lâzımgelen bir umudu suni surette uzatmak için, kendi kendilerini aldatan- lardı. Yapılan resmi tahkikat bu neferin, İndre vilayetinden Camille Monjoin a- dında biri olması ihtimalini ileri sürü- yordu. Fakat diğer birçok ailelerin hak iddiaları karşısında, ananevi usule mü- racaat edildi: Monjoin ailesi, hastanın kendilerine aid olduğunu ispata davet edildiler. Bu davaya, 24 aile, hak sahibi sıfa- tiyle iştirak etti. Yapılan birçok tecrü- belerden ve zavallıyı gördükten sonra içlerinden on dokuzu davalarından vaz geçtiler. Ortada önce üç, en sonra da iki aile karşr karşıya kaldı. Monjoin ailesi ve Bayan Lemay. Bayan Lemay, harb esnasında Vin- cennes'te otüruyordu ve meçhul askerin harbta kaybolmuş kocası olduğunu ile- ri sürüyordu. Mahkeme önünde davanın devamı sı- rasında Bayan Lemay'ın gösterdiği ba- zı deliller onun tezini bir hayli kuvvet- lendirdi. Bu vaziyet karşısında mahkeme, ru- hiyatçrlardan mürekkep bir heyetin fenni bir keşif yapmasına karar verdi. Yakında Bayan Lemay'ın kocasiyle be- raber oturduğunu iddia ettiği evde ya- pılacak olan bu keşif için üç mütehas- sıs doktor Paul, Trnelle ve Gömil - Perrin memur edildiler. Bu yüksek de- ğerli ilim adamları, hakikati söyliye- ceklerine dair mahkeme huzurunda ye- min etmişlerdir. Şimdi Vincennes'te yapılacak bu keşfin, yaşıyan meçhul askerin hüviye- tini kati surette ortaya çıkaracağı u- mulmaktadır. Sovyetler birliğinde mahalli milli basın Sovyetler Birliğinde, ekserisi şark- ta olmak üzere, 25 milyon nufusluk 68 ayrı milliyete mensup halk 1917 den sonra yeni latin harflerini kabul et miştir. Bu milliyetlerden bir kısmınıt evelce herhangi bir cins alfabesi dahi yoktu. Halbuki bugün Sovyetler Birli ginde 53 ayrı lisanda gazete çıkmak*a: dır. Özbekistan'da evelce pek az miktar: da gazete çıkardı. 1935 yılında ise ayni mıntakada, 100 ü latin harfleri ile ba- sılmış olmak üzere, 5 lisanda 113 gaze- te çıkmaktadır. Bu gazetelerin bir yıl- İrk tirajı 100 milyon nüshadan fazla- dır. Dağistanda oturan halkın vaktiyle yetli iisanla basılmış gazetesi yokken, bugür aynı mıntakada 9 lisanda gazete çıkmaktadır. Başkır elinde, bakırca, tatarca, çu- vaşça, marisçe ve rusça olmak üzere 5 lisanda gazete çıkmaktadır. Tacikistanda ise bugün 40 gazete mevcuttur. Mogolistan - Buryatistanda, Kazakistanda, Çeçen - İnguşistanda ha- len mevcut gazetelerin vaziyeti de ay- nı tarzda ve daimi terakki halindedir. Bütün bu memleketlerde bugün ye- ni latin harfleri ile mücehhez 544 mat- baa işlemektedir. Bu yıl, Taşkend, Al- ma-Ata, Stalinabad, Aşkabad, Mahaç- kale ve buna mümasil birçok şehirler- de yeniden matbaalar kurulmaktadır. Gerek gazetecilik gerek matbaacılık bu memleketlerde her yıl mahsus dere- cede ilerlemekte ve intişar sahasını ge- nişletmektedir. / POLİSTE: Yangın başlangıcı Aydın otelinde garson Kâmil elbise ütülerken pencereye koyduğu ütü per- deleri muş ve y ğa başlamış- sa da itfaiye yetişerek söndürmüştür. b Taşocağmda bir kaza oldu Altındağ mahalesinde Kel Alinin taş- ocağında amele olarak çalışan Hüseyin taş kırmakta iken kolunun üstüne taş düşerek hafifiçe yaralanmış ve hastane- ye kaldırılmıştır. Polis hâdiseyi tahkik etmektedir, Türkiyedeki Avusturya Sefaretinin İstanbul Konsolosluk Şubesi 1 Haziran 1936 tarihinde: Beyoğlu, Taksim, Cum- huriyet caddesi 25 numaralı “CEYLAN" apartımanındaki yeni bürosuna taşımna- caktır. Telefon numarası: 44-9-54. Tefrika: No: 98 ANKARA Yazan: Norvert von BİSCHOFF Türkçeye çeviren; Burhan BELGE ç Bunlar, Türkiye'de bugün devletin genial — bir adamın otoritesi ile idare edilmesini her /— şeyden üstün tutanlardır ki, Türk rejimine — de bu yüzden “Kemalizm” adını vermişler- dir. Bu adlandırma, Türk milletinin mukad- — deratını herkesten önce sezerek bunu önce kendinde fakat sonra da kendinden dışarıya — ve millete doğru realize etmiş olan adamın — hududsuz şerefine ve büyüklüğüne hiç bir |— şey ilâve etmemiştir. Fakat hakikatin üze- /— rine bir gölgenin perdesini örtmüştür. O da O şu itibarla ki, Türk milleti, yeni bir varlığın — yollarını bütün engelleri çiğniyerek açmak- |— la, meçhul bir takrm organik kanuniyetlere — ve kanının derinliklerinde yatan esrarlı ba- — zi kuvvetlere uymakta idi. Fakat tam o bunu |yaparken, tarihin saati çalıyor ve şimalde de, ; _:!oğuda da, başka milletler; aynı* hareketin /içinde aynı hayat gayelerini kucaklamak ü- — zere, uykularından uyanıyordu. İşte günlük politikanın idrak sisteminin kucakİrvamıyacağı hâdiseler, cihan tarihi /— içindeki bu şaşırtıcı ve gerçek benzerlikler- * Sanki kaynakları uzak bir geçmişte ya- -— tan göze görünmez ve toprağın altında akan sular, uzak bir yarının sakladığı aynı gaye noktasına doğru akmaktadır. İçinde uzun / müddet tarihsiz olarak vasadıkları Bozkırla- İ 2 vi & rın bağrından doğan bu milletler, birinci binyılın ortalarında, biribirlerine az çok ya- kın duran ârami dinlerin yani yahudiliğin, manike dininin, nasturiliğin ve hıristiyan yunanlılığın kültürel tesirleri altında kalmış- lardır. Aynı binyılın ikinci yarısında ise, or- todoks kilisesi ile müslümanlık (ki bu da aynı dinler ailesinin nihayet en son halkası- dır), mevcud kiliseleri ve cemaatları sara- rak bugün Ortaasya'da, Rusya'da, Türkiye- de, İran'da ve Afganistan'da oturan millet- leri kendi aralarında taksim etmişlerdir. , Her ikisi de, bu milletlere az çok aynı din telakkilerini, aynı hayat telakkilerini ve bu arada ferdleri biribirine müsavi bir cemi- yet önünde tekkişinin boyun eğmesi lâzım- geldiği ahlakını aşılamışlardır. Bütün bu milletlerin, henüz yakın olan bir mazide soy ahl_akx içinde yaşamış olmaları, bu telkin - lerg kolaylaştırmıştır. Herhalde, bu millet- leru_'ı hepsinde birden o sıralarda tesadüf e- debileceğimiz cemiyet şuuru, Şarlımany'ın devletini teşkil eden milletlere nazaran, çok daha vahdetli ve daha ahenkli idi. Her ne kadar daha sonraki tarihi inkişaf- ları, bu milletleri biribirlerine göre az çok farklr kılabilmişse de, temelde aynı sosyal yapıya malik bulundukları, buna rağmen bellidir. İşte bu milletlerin üzerine, bir fikir yağmuru halinde, 1750 den sonra, kendi as- li görüşlerine yabancı ve düşman bir unsuür yağmağa başlamıştır: Garbın sert ve tahak- kümcü ruhu. Bu ruh, onsekizinci asırda Garbi Rusya- yı tesiri altına almış ve Osmanlı İmparator- luğunu sarsmağa başlamıstır. Ondokuzuncu . LA * asırda ise, tipik istihalesini yapıp emperya- lizme inkılâb ederek, bir merkezi Londra bir diğer merkezi de Avrupa Rusyası olmak üzere, İran'ı, Afganistan'ı ve Ortaasya'yı istila etmiştir. Ve artık bu memleketlerde, eski nizam yıkılmağa başltyarak devlet ile millet arasında, önüne geçilmez gerginlik- ler başgöstermiştir. Bu gerginlikler, türlü cereyanlar doğurmuştur. Rusya'yı çiyneyip pisleten mesih düşmanı Avrupaya karşı du- yulan apokaliptik kin ve nefretten tutunuz- da, müslümanlığın zeval devrinde zuhur e- den kozmopolit ve insanlar arasında birlik- çi ve muhabbetçi tarikatlere kadar; nihilist suikastlardan tutunuzda kapitülasyonlar bo- yunduruğunu gevşetmeğe yarıyacak diplo- matik denemelere kadar. Asıllarında, halbu- ki, bütün bu hareketlerin gayesi hep aynı kalmıştır: Yabancı ruha karsı, Avrupanın ruhi ve ekonomik sömürgeciliğine karşı is- yan ve mücadele etmek! Bu mücadele, iki karargâh arasındaki korkunç kuvvet farkı yüzünden ilk zaman- larda neticesiz kalmıştır. Ta bütün Asyalı milletler, bizzat Avrupalı fikir ve Avrupalı silahlarla techizatlanıncıya kadar. Nihavet, o gün de gelmiştir. 1917 den 1922 ye kadar, beş kısa yıl, Avrupanın tahakkümünü, Rus- ya'da, Afganistanda, İran'da, Ortaasya'da ve Türkiyede yıkmağa kâfi gelmiştir. Bu mücadelede her milietin taktiği, Av- rupalının tuttuğu mevkilere göre, ayrı bir istikamet takib etmiştir. İran ve Afganistan'da Avrupanın tahak- kümünü İngiltere'nin politik ve ekonomik hakimiyeti temsil ediyordu. Bundan dolayı bu iki memleket, tam İngilterenin aksyona geçemediği bir anda, davayı, ya idari bir ta- kım kararlar yahut silahlı isyan hareketle- riyle halledivermişlerdir. Rusya'da, Avrupalı ruhun tahakkümünü, bizzat Rus milletinin yüksek tabakaları tem- sil ediyorlardı. Bunun içindir ki, Rusya'da kurtuluş hareketi bir proletarya kıyamı şek- linde ortaya çıkmış, kanlı bir sınıf kavgası yapmağa mecbur kalmış ve Rusya'da bir ko- münist devlet doğmuştur. Türkiye'de ise düşman ruhu taşıyıp tem- sil edenler bir takım yabancılar ve bilhassa azlıklardı. Bunlar, ekonomik bakımdan, tıpkı Rus burjuvazisinin rolünü görüyorlardı. İş- te bu yüzden, Türk kurtuluş mücadelesi, derhal milli bir istikamet almış ve Türkiye- de milli bir devlet doğmuştur. Rusva'da Rus burjuva elemanının imhası ile Türkiyede Ermenilerin ve Rumların tardı elsonomik se- bebler ve ekonomik neticeler bakımından aynı seylerdir. Askeri istilaya karsı vapılan mücadele ise, gerek Rusya gerek Türkive- de, aynı tarihlerde, aynı ruh, aytır vasıtalar ve aynı muvaffakıyetle başlamış ve bitiril« miştir. En son gaye ve müşterek mücadele« nin içmanası bakımından da iki hareket ara- sında bir benzerlik vardır: Müsavi yurddaş- ların devletini kurmak yani bozkırda yaşar- ken karşılaşılan ve kafalarla ruhlarda yer etmiş olan ilk ve temel görüşü realize etmek, İşte garbtan getirildikleri için şarktaki hakikatlere pek az uygun olan politik mef- humlarla terminolojilerin arkasında yatari hakikat, bizce budur. İ ; — BİTTİ —

Bu sayıdan diğer sayfalar: