12 Mayıs 1936 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 4

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

DK K bily 1 AHLAK TERBİYESİ — Antalya Saylavı Bn. Türkân Baştuğ tarafından verilen konferans. — * Bilmezle. ki anlak ve şahsiyet yaşa- *Ymnarak alınır. Çocuğun ahlakı ahlaksızlı- ğın neler olduğunu anlıya anlıya ahlak- sızlara yapılan reaksiyonları göre göre teşekkül eder. Çocuğa fenalığı göster- memek öğretmemek suretiyle verilen terbiye aristokrat bile değildir. Maale- sef sadece şuursuz bir gidişin eseridir. Binaenaleyh bu şekiller tahtında çocuk terbiyesinde muvaffak olamazsak kaba- hat ne tabiatın ve ne de mürebbiyenin- dir. Ben çocuk terbiyesinde şiddete ta- raftar değilim. Fakat ciddiyete taraf- tarım. Çocuğu döğmeden, hırpalamadan yalnız vakur bir lisanla vazifelerini an. latmak suretiyle yapamadığı zamanda da fiilinin neticelerini göstermek yoliy- le terbiye etmelidir. Taki çocuk, her şe- yin bir karşılığı, bir müeyyidesi oldu- ğu kanaatini anlasın. Bundan daha iyi bir terbiye yolu yoktur, diyebilirim. Ta- bit bu sözlerin sadece benim kariham- dan çıkmadığına eminsiniz. Terbiye sis- temlerinin iyi netice verdiği cihanca malüm pedagokların fikirlerini söyliyo- Tüm. Demek ki çocuk lâahlâki doğar. Onu iyi veya kötü etmek bizim elimizdedir. Yani cemiyetin elindedir. Ferdin has- sasiyetine, hırslarına, tamalarına, taş- kınlıklarına yani her nevi temayülle- rine renk verecek, istikamet vererek 0- nu insaniyete faydalı kılmak mümkün- dür. Aksi halde ferd, cemiyetin başına belâ olur. Vazife mukaddestir demiştim. Bu küudsiyet esrarengiz bir menbadan gel- mez. Vazife allahın emri değildir. Ter- kedilmesi günah teşkil etmez. Yapmaz- sak öteki dünyada mücazat görecek de- ğiliz. Çocuğa böyle söylememiz tehli- keli değil mi? Bence hayır. Vazife cemiyetin eseridir. Milli ma- nada mukaddestir. Vazife vazife oldu- Vğund’an yapılır. Hırsızlık, namussuzluk, yalan, iftira, sözünde durmamak, adam aldatmak.. bunlar bizim fevkimizde bi- zi dahi içine alan ve her türlü iyiliğin güzelliğin, hakkın ve hakikatin kayna- ğı olan cemiyetin, istemediği şeylerdir. Doğruluk, vefa, sadakat, iyilik, güzel- lik de keza, onun emrettiği şeylerdir. Uluhiyet dahi onun eseridir. O bizi ya- rattı dediğimiz gibi biz onu yarattık da diyebiliriz. Böyle olunca yüksek e- mirleri teyit edecek cemiyetten başka irade tanımak lâzım değildir. Çocuğu ve halkımızı en müspet ve en tabif olan hahikatle uzlaştırmak bir takım dolam- baçir vollardan gitmekten çok daha Ha- yırlıdır. Ahlak terbiyesi almak, kendi içimiz.. “de ikileşmek demektir. “Ahlak terbiyesi ile hayvan tabiatimiz üstüne bir nsan tabiat kuruluyor. Bu iki tabiat, tabii teecdit yaptığımın farkmdasınız, biribi- riyle uyuşup müttefik hareket ederse | de mütekâmil insanlarda ekseriya taa- ruz halindedir. Aklınızın, vicdanınızın. emrettiği şeyler yanından bir de doğru bulmadığınız fakat, yapmayı pek ziya- de istediğiniz şeyler olabilir. Aklının ağır, saltin sesile hunları müdafaa eder. Hisler ise biamandır. İstediğinde 1srar eder. Bu şeraitte, terbiyesi sağlam adam: hırstarına, arzularına mağlüb olmıyan î (Dünkü sayıdan devam) adamdır. Görülüyor ki ahlak terbiyesi kuvvetli adam, vicdanında vazife ve mükellefiyet hak ve mesuliyet fiikrleri teşekkül etmiş adamdır. Bu nevi kim- selerin şuurunda gayriahlaki temayül- ler pek baş kaldıracak halde değildir. Dâha belirirken refulmana — ihtibasa uğrar. Bu suretle, serbestliğin şuur ira- deyi emrinde kullanır. Bu bahsettiğim mücadele sık sık olursa da fena şeyle- ri reddetmek için değil de gayri mu- vafık olanı işlemekten kendimizi alı. koymak içindir. Hülasa ahlaklı adam kendi kendisile mücadeleye girdiği za- man işin içinden vicdanına itaatle çıkan adamdır. Ahlak ve irade bu noktada tevem- gibidir. Hislerimize, korkularımıza, ke- derlerimize, hiddet we nefretlerimize tâbi olarak hareket etmek iradeli ha- reket değildir. Hisler insanı sürükler. Mesela birisine kızınca silâh çekip vur- mak iradi hareket sayılmaz idare akıl ve mantığımızın veya vicdanımızın €- mirlerine göre harekete geçmektir. Her iradelinin ahlaklı olması lâzım gelmez- se de, her ahlaklı muhakkak ki iradeli- dir İnsan kendi kendisiyle ihtilâfa dü- şebilir. Kendi için de münakaşa, müca- de'e edebilir. Fakat duymak ve düşün- mek ahlaksızlık değil, yapmak ahlak- sızlık sayılır. Gayri ahlâkt niyet ve ar- zuları fiile kalbetmek, şer işlemek ah- laksızlıktır. Mesela, birinin hoşumuza giden malına sahip olmayı düşünebili- riz, Yahut canımızı sıkan birisine tokat atmağı hatırımızdan geçirebiliriz. Ah- laksızlık bunları düşünmekten ziyade icra etmektir. Herci Kanta göre ahla- kın esası niyettedir. Niyeti bozuk adam ahlaksızdır. Ben de kötü niyet besle- mek zararsızdır, demiyorum., O niyeti günün birinde mevkii fiile koymak için besliyorsanız cidden ahlaksızlık etmiş olursunuz. Kötü şeyleri düşünebiliriz. Fakat aklımız, vicdanımız bize onların sakatlığını anlatırsa vaz geçeriz. Fiili- miz böyle bir mücadeleden sonra iyi te- celli ettimi bizden ahlaklı adam yoktur. Kant diyor ki, boylelen kendine karşı zafer | ş lardır. Cünkü, en büyük düşman içimizdeki şeytandır. Kendi hislerimizdir. Onlarla dövüşüp muzaffer olan adam harict düşmanlara galebe çalandan daha biülyüktür. O ada- mın hareketi daha değerlidir. Mesela, birisini öldürmek için yandığı halde şeytana uymıyanla, sizin benim gibi, kimseye kimi olmadığından dolayr adam öldürmiyenin hareketi arasında elbette fark vardır. (Arkası var) Hukuk fakültesi talebeleri Bir ayrılık çayı veriyorlar Ankara Hükuk Fakültesi son sınıf talebeleri bugün saat 18 de Halkevi sa- - lonlarında profesörleri şerefine bir ay- tılık çayı vereceklerdir. Yaban;:_ı;azetelerde okuduklarımız HABEŞİSTANIN YIKILMASI 4 Mayıs tarihli Le Temps gazetesi. nin başyazısından: Habeş imparatoru Haile Selasiye, hükümet merkezini ve kendisine mağ- lâbiyette bile sadık kalmış olan kıta- larını terkederek, ailesi efradı ve bazı yüksek memurlariyle bugün Cibuti'den gemiye binmiştir. Böylece, kırallar kıra- lr harbtan çekilmiş görünüyor. Yalnız mağlübiyetini kabul etmek- le kalmıyor, italyanlarla doğrudan doğ- ruya müzakereye girişerek imparatorlu- ğundan kurtarabileceğini kurtarmak- tan da vaz geçiyor. Bu, onun için, ça- resi olmıyan, mutlak bir yıkılıştır, ve bu netice, Negüs'ün, son askerine ka. dar savaşa devam edeceği ve Adisaba- banın italyanlar tarafından işgali bile harba son vermiyeceği hakkındaki dai- ma tekrarladığı sözlere şimdiye kadar inanmış olan milletlerarası kamoyu pek fazla bayrete düşürmüştür. Felaket za- manında milletinden uzaklaşan bir hü- kümdar, son meydan muharebesi veril- meden önce askerlerini terkeden bir imparator, kendi ve yakınları için kur- tuluşu ancak kaçmakta bulan bir kıral- lar kıralı, gerçekten bütün bunlar yığın- Tarın muhayyelesine hitab eden yiğitli- ğe uymıyan şeylerdir. Bu hazin inhizamın uyandırdığı ilk tesire kapılarak Negüs hakkında çok acele bir hüküm vermekten çekinmek lâzrmdır. $u dakikada, habeş hükümda- rını, kendisine acık kalmış tek yol olan Adisababa - Cibuti demiryoliyle fran- sız toprağına sığınmak için yola çık- mak gibi ağır bir karar vermeye sevk- etmis olan hâdiseleri iyice bilen tek a- dam, ihtimal ki, imparatorun hareketin- den evel uzun boylu görüşmüş olduğu, İngilterenin Adisababa elçisi Sir Sid- ney Barton'dur. Dessiye'nin italyanlar » tarafından işgalindenberi, harbın habeş. liler için kaybedilmiş olduğu ve top- rak üzerinde neticenin alınmış olduğu aşikârdı. Şimalden, şarktan ve cenup- tan hükümet merkezine doğru ilerliyen italyan kıtaları, italyan silahlarının bü- yük teknik üstünlüğiyle ezilmiş habeş ordularının kırıntılariyle son müdafa- ayı organize etmek imkânsızlığı, başlı- ca Rasların pek emniyet verici olmıyan durumları, imkânsız bir zafere körükö- rüne inanmaya teşvik edilmiş olduğu için mağlübiyetten şaşkınlığa uğramış bir halkın ne yapacağının Adisababa'- da bile bilinmemesi, işte yenilmiş ve herkes tarafından terkedilmek üzere Bulunmuş olan kırallar kiralını, Bir u- mudsuzluk hareketi gibi görünen acele uzaklaşmaya sevketmiş olan sebhebler bunlardır. Haile Selasiye, Adisababa'yı terket. meden önce usulü veçhile tahtından vaz geçmiş midir? Harrar dükası Ve- Hahdin, birçok bakanlarla beraber, ital- yanlar girdiği zaman resmen inkıyad etmek için Adisababa'da kaldığı doğ- ru mudur? Bu satırları yazdığımız an- da bu hususta malümat sahibi. değiliz; fakat Londra'dan gelen haberlere bakı- lırsa hiç bir şey düşünülmemiş olduğu- na ve imparatorluk orduları kırıntıla- rının yağmacılığa giriştiği Adisababa- da hiç bir nizami otoritenin mevcud bu- lunmadığına inanmak Jlâzımdır. Hâlâ Adisabaha'da oturan ve silahlı çetelerin hücumuna mukavemet edebilecek suret- te kuvvetle silahlanmış olan ingiliz el- çiliğine sığınan avrupalrların emniyeti hususunda endişeler duyulmaktadır. Negüs, iktidarı bir halka veya mu- vakkat bir hükümete usulü dairesinde teslim etmeden mücadeleden çekilmiş olduğu için, artık habeş imparatorluğu filen mevcud değildir, ve italyan - ha- beş harbr sona ermiştir. İtalyanlar büyük bir enerji ve dik- kate değer bir organizasyon kabiliye- tiyle ileri götürdükleri bir harbın, yedi aylık didinmelerden sonra oldu- tur. Vazifemizi, emperyalist ve benci sebebler dolayısiyle değil, Milletler Ce- miyetinin azası ve paktın imzalayıcısı sıfatiyle, bütün diğer azalarla beraber bir teahhüd altında — olduğumuz için yapmış bulunuyoruz”. x Tez malümdür ve hukuki bakımdan müdafaa olunabilir. Ne yazık ki vâakta- lara karşı gidilemez, ve burada, kati a- şikâr, ortadan kaldırılamaz olan vakıa Habeşistanın yıkılışıdır. Bu hâdisenin, mantıki bir surette, Negüsün iradi şekilde çekilişi ile akameti parlak suürette meydana çıkmış olan polıtîl:a_ yı sona erdirmesi lâzımdır. Tekrar Av« rupaya, İtalya - Habeş kavgasının de- rim bir surette bulandırmış olduğu, Lom dra ile Roma arasındaki gerginliğin bu kadar vahim neticeler doğurmuş oldu- ğu, Milletler Cemiyeti otoritesinin za- ğu netice budur. Mareşal Badogliyo hareketlerin idaresini eline alalıdanbe- ri, başlangıçtaki tereddüdler ve aksak- Irklardan sonra, iş hakiki bir ustalıkla ileri götürüldü, ve büyük yağmurlar mevsiminden önce imparatorluğun ha- yati merkezlerini işgal edebilmek için toprakla iklimin güçlüklerinden doğan büyük maddi güçlüklerin aşılması icab etti. Birkaç gün içinde Mareşal Badog- liyonun kıtaları Adisababaya girdikle- ri zaman Habeşistanın fethi tamamlan- mış olacaktır. Şüphesiz, bununla, fethe- dilmiş topraklarda asayiş tesis edilmiş olmıyacaktır; imparatorluk orduları kı- rıntılarını yok etmek; anarşi ve nizam- sızlıktan faydalanarak kendi hesabları- na iş görmeye kalkahilecek büyük de- rebeylerini kuvvetten düşürmek için mıntakavi operasyonlar icab edecektir. Fakat, Haile Selasiye'nin büsbütün or- tadan silinmesiyle, bütün habeş impa- ratorluğu filen yıkılmış bulunuyor. Askeri sahada netice alınmış sayıl- sa bile Milletler Cemiyetinin ve Cenev- re konseyinin kararları gereğince bağlı olan devletlerin durumları dolayısiyle, milletlerarası sahada henüz iş bitmiş değildir. Fakat şurası da kabul edilmek lâzımdır ki Negüs'ün kaçışı, bu kadar ihtiraslı kavgalara sebebiyet vermiş ve Avrupada sıyasal buhran üzerinde va- him tesirler yapmış olan meselelere ye- ni bir manzara vermektedir. Habeşista- nın yıkılması, Milletler Cemiyetinin o- toritesine ve kollektif emniyet dokteri- mnz büyük bir darbe indirmiş olduğu manalr beyanatta bulunmuştur. “Rolü- müzü kadar: oynamak - istedik, demiştir, ve böyle hareket ettiğimiz nisbette vazifemizi yapmış sayılırız, ve kendimizden dileyecek özrümüz yok- yıfl bu kadar tehlikeli bir suret- te Almanyayı cesaretlendirmiş loduğu | Avrupaya dönülmelidir. Dört ay önce, Laval - Hor teklifini akim bıraktırmış olanların, Avrupa bakımından, İtalya bakımından ve hattâ Habeşistan bakı. mından işlemiş oldukları hatanın aza- metini bugün ölçmek kabildir. Bu tek- Hflerin kabulü, şark? Afrikada şerefli bir hal şeklinin bulunmasını temin e- decek, ve meden? milletlerin, büyük harbın sonundan beri tanımış oldukları en vahim buhrana mani olacaktı. â'# POLİSTE: Otomobil kazası Şoför Cemalin idare ettiği otomo« bil Su İşleri Direktörlüğü yanında Mu— sa adında birine çarparak kaş ve yüzün- den yaral: bebi ..—veı'dığmq polis tarafından tahkikata bqlıımg— tır, Kendi kendisini yaraladı Altındağ mahallesinde Şaban, baba- sına bakmadığı için kızdığı karısını bis çakla yaralamak istediği sırada kendisil ni sol bacağından yaralamıştır. Poliş hâdiseye el koymuştur. Demirlibahçe civarında rakı içmekte! olan Hasan ve Mehmet sarhoşlukla kaw ğa etmişler ve Hasan taşla Mehmedin başını yaralamıştır. Hasan yakalanarak Adliyeye verilmiştir. Hırsız amele - Bahçesinde çalıştığı Hayrınm - bir elbise ile kostümünü çalan amele Müusa, - yakalanmış ve hakkında takibata başlan: mıştır. Sarhoşların taarruzu Enverle Abidin çok sarhoş oldukla- rr halde Kaba Göllükten doğru gelmek- telerken Zehraya sarkıntılık etmişlerse de polis yetişerek kendilerini Adliyeye teslim etmiştir. * Tetrika: No: 86 Lünl ANKAR/ Yazan: Norvert von BİSCHOFF “E Derlet istediği; makinadan geler tazançlar Tın zenginlerin ceblerine akması değil, mil- letin zengiliğini arttırmasıdır. - İşte garbın hakimiyetinden kurtulduğu nisbette garb kültürüne temayül eden şark, - makinaya karşı, böyle bir vaziyet almakta- — dır. Eğer şark, makinanın gururunu ksrarak -— onu kendi hizmeti altına almağa ve makina- — Bın hoyrat müdahalelerine karşı insan azad- — Jiğımı ve insan şerefini korumağa muvaffak olursa, Asyanın endüstrileşmesi ve bu arada mühim bir yer tutacak olan Türk ekonomik inşası hâdiseleri, insanlığa hakikaten yeni bir görüş ve yeni bir ahlak getîrmîş olacak- lardır. Ve bir kere daha denecektır kiş “ex oriente lux.” Türkçeye çeviren: Burhan BELGE TÜRKİYE'NİN İLERİSİNE DAİR Milâddan sonraki ikinci yüzyılm ortaları- na doğru, Batlamyos İskenderiye'de bir dün- ya hartası yapıyor ve bunun içine o zaman- Tar malüm olan bütün karaları sığdırıyor- du. Önasya bu dünyanın tam ortasını teşkil ediyordu. Dünya politikasında merkez olmak rolü- nü, ya, insanlığın ilk günlerinden za- manımıza kadar muhafaza etmiştir. Fakat Osmanlı Impuamlmnuu zuhuru dolayı- siyle, garb dünyası için Önasya'nın bu rolü birkaç asır meçhul kalmış ve bu imparator- luğun öte tarafında kalan memleketlerde ne olup bittiğini, garb dünyası bir türlü öğrene- memiştir. Ancak büyük keşif seyahatleri başladık- tan sonradır ki, garb âlemi, dünyanın bu meç- hul kalan parçalarını görmeğe ve öğrenme- ğe başlamış ve dünyanın bir vahdet. teşkil ettiğini idrak ederek bu vahdeti politika ve ekonomi bakımından beyaz insanm hizme- tine almağa ve aradaki Osmanlı İmparator- luğu duvarını yıkmağa çalışmıştır. Avrupanın Asya emperyalizmi ile Os- manlt İmparatorluğu ile mücadelesinin asli sebebleri bunlardır. Büyük savaştan sonra Süveyş kanalının hinterlandı olan Suriye ile Filistin'in garb devletleri eline geçmesi, deniz yolunu Türk kontrolu ve tehdidinden kesin olarak kur- tardı. Fakat kara yolu bugünebugün gene 'Türk topraklarr üzerinden geçmektedir. Av- rupa ile Asya arasındaki hava transportları, her gün daha fazla olmak şartiyle, hâlâ Kü- çükasya'nın yardımına muhtaçtır. Sövres ba- rışının hükümlerini gözden geçirmek, Avru- pa ile Asya arasında köprü vazifesi gören Anadolu'nun Avrupa devletleri için ne ka- dar mühim olduğunu anlamağa yeter. Hâlâ yani yirminci yüzyılda da Anadolu, eski dün- yanın merkez noktasını teşkil etmekte, Lon- dra ile Bombay'ın ortasında bulunmaktadır. Moskova - Paris - Mekke'nin, keza. Batlam- yus'un hartasında olduğu gibi, günümüzün merkator - projeksyonlu en modern hartala- rına göre de, Anadolu, dünyadaki karaların merkez noktasıdır. Demek oluyor ki, Anadolu'nun şidmiye kadar ki rolleri bir tesadüf eseri değildir. Çünkü bu geografik hususiyet, peşinden, po- litik ve ekonomik halleri sürüklemektedir. Öyle ki, bu hallerle karşılaşan insan muay- yen bir fikir ve politika gütmeğe mecbur kalmaktadır. Buinsanın her taraftan gelen cereyanlara karşı son derece uyanık olmm, . bunlara uyabilmesi ve birçok dağımk fikir leri, kendi namına bir senteze götüre lâzımdır. Aksi takdirde, bu insan, bu cerex yanların oyuncağı olacak ve kendi hayatını kendi iradesi'yle şekilendirmek hakknıdag vaz geçmeğe mecbur kalacaktır. Böyle bu gibi merkez noktaları, dai tehlikededir. Ve kendilerine has bir kült yaratamazlar. Altı bin y.'lık bir tarihe malik olan Anadolu, bu hakikatin en tipik örnekle- rinden biridir. Dünya politikası ile dünya ekonomik menfaatlerinin kesişme noktala« rında yaşıyan milletlerin kendilerine kudret- Hi devletler yaparak müstakil ve devamlı bi kültür yaşatmalarına, tarihte nadir rastla- nır. Dünyanın büyük kültürleri, hep kenar bölgelerde tutunmuşlardır. Mısır ve Babil; Hellas ve Çin, Garb Avrupası, Orta ve Ce- nubamerikası devletleri, yüksek kültürlerini hep, kenarda yaşamış olmalarına borçludur- lar. Kenarda derken Hem statik - geografik durumun hem dinamik - politik cereyanların kenarını kastediyoruz. (Sonu var) —

Bu sayıdan diğer sayfalar: