30 SONU ' YTN 1207 CARŞAMBA —— ——— — [—Meı!ı_leiğe;t Postası — Bergama Uygurluğu özü Akalei - Atalei - Türk Uygurluğudur Bergama, (Özel bilidricimizden) — Bergamada yapılan araştırmalar, top Tak altı deşimleri, eski Bergama'nın Yüzünü açarken, genel dönemecin Üstü- I çekmiştir. Uluslar, biribiri ardısıra gı gitmişler, akışmışlar, fakat hiç bir vakit boş kalmamış iç çeken ve | v Bergama kalesinin eski manzarası ne çağların bürüdüğü karanlık örtüyü de kaldırdı. Arkeoloji toprak altı arama bilimi- nin ışığiyle geçmişi şimdi daha eyi gö- tüyor, tanıyoruz. Anlıyoruz ki, Bergama tarihten ön- ce bir varlıktır. Batı ellerde medeniyet izleri, kıvılcımları yokken burada bir medeniyet kaynağı vardır. Muhit şart- larının müsaidliği, geniş ovalarını su- layan gür ırmakların bu topraklara verdiği yaşama verimi, zengin orman- lar, çeşid çeşid yar ağaçlarla be- zenmiş dağları, tepeleri, ılıcaları, kay- marcaları, kuyularile körferleri, sığın- barınmıya, yaşamıya elverişlili- ünden ilkin kolayca yaşamak yol- orrnç arıyan ulusların icini, dikkatini arlt yaşatan değerini gene y(tîım:mlş'-ı.: Onu miladtan önce uygurluk kül tür bakımından bütün acuna yol göste- ren ışık salan bir üstünlükte görüyo. Bu çağda Bergama akropolünün te- pesi üzerinde göğe baş kaldıran saray- ları; mabedleri, müzexi ve 200 bin cilt- lik kütübhanesl ile gününün en baym- dır bir devleti idi. Bugün Berline zinet ve ihtişam veren Bergama müzesi o çağın (Zeus) mabedinin kalıntılarından yapılan (res- taur&) edilen bir şaheser bir sanat âbi- desidir. Bu mabed duvarlarının içinde dışınaki bergamalıların o zaman hükü- met merkezlerini Ankarada yapan bir kısım, collarla, yaptıkları harbı tasvi- A a ——— —— kahramanlar eller, b T sanat hazin! yapılan aramalara y Bundan öt larında bile Üü evelleri lim kazmasile ka- ik örtüden silkine- 1871 de atıları bir ra topraktan, kar. rek sıyrıldığı gündenberi dillerde des- Her köşe bucaktan gelen sa- r, Bergama için sayısız Söz söyledi, kafaları aydım- Düşüncelere başka ve doğru yol verdi. Eskiden Avrupa, çağdaş mede- niyetinin esasını yunan — medeniy: de arıyan ve acun mede: bulan üşü yerini aramaları ve buluşları arkeolojik bilgi eski medeniyetlere nisbeti ğunu bu medeniyetin eski uygurluklardan aldığıı göster- mektedir. Bu öz ve maya Anadoluda, Eğ yaşıyan öz varlıklr türk uluslarınındır. Asya zan profesör Pittard ar eserinde diyor Kit (Avrupa medeniyeti, çiftçilik, hayvan ehlileştirme, madencilik.... gibi maddi unsurlarını Anadolu uygurlarından al- ünlerde küçük olması ihtimal! de vardır. Çünkü, mu- hakkak olan cihet avrupalı beyaz ırkın birçok yurdlardan gelmiş olması ve her zaman soysal tepreşme ve değişik- liğin beşiği de Anadolu bulunmuş ol- masıdır, Bu menşeler izah edildiği gün: Anadolu beyaz ırklı beşeriyet için mu- kaddes bir toprak, her medeni İnsan için de tavaf edilmesi gerek bir hac ye- ri olacaktır. Bu toprak aynı 2amanda , yaptığı ruhi, fikri ser- vet itibarile de mukaddestir, EBaki yunanlılar Lidya ve Karya sa- hillerine çıktılar, Burada en eyi liman- lara yerleştiler. Burada yaşamış olan daha evelki medeniyetlerin kalıntıları İle temas etmek suretiyle medenileşti- ler, ve büyük kalabalık şehirler yaptı- lar, İşte Anadolunun bu krsmında ye- tişen insanlar asıl Yunanistana ilmi ve fenni götürdüler ve Yunanistana ön- derlik yaptılar, Halbuki okullarda edi- den itiyad, alışkınlık yüzünden bu ön- der Anadolu, Yunanistanın yetişmiş zannedilirdi. Anadolunun batı kıyılarında kay- naşan bu uygurlukları yaratanlar, Ber- sayesinde gama medeniyetinden önce buralarda yaşıyan Akaeli ve ondan evei Atacli' dir. Bu uygurluklar, bugün Dikili sa- hiline yakın bir yerde tesbit edilen Atacli ve Akaeli akrapolünde yaşıyor- du. Gelecek yazıda bunları göreceğiz. Fehmi Kural | Cenevre'ye SAYIFA 5 İran - İrak sınırı me selesinde İran tezi Geçen ay Cenevre'de görüşü- len işler arasında İran ve İrak sı- nırları ihtilafı da vardı. Komşu ve dost iki memleketin bakanları Hdükmn' Ankara'ya da uğradılar. Türkiye efkârı ya- kın komşuları arasındaki anlaş- mazlığa alâka gösterdi. Bu itibar- la İran dışarıişler bakanı Bay Kâ- zımi'nin uluslararası derneğinde okuduğu tezin metnini okuyucula- rımıza veriyoruz: Irak devletine göre, 1913 yı- hi protokolunun gösterdiği sınır mutebermiş. Fazla olarak, 1914 sınır tahdidi komisyonu tarafın- dan tayin olunan kısımda sınır ka- ti imiş. Halbuki devletim bu görüşü kabul edemez. Bizim delillerimiz pek açık ve pek sadedir. ... İrak devletinin gösterdiği de- liller, kendi görüşüne göre Erzu- rum muahedesinden İstanbul pro- tokolma ve sınır tahdidi komis- yonunun yerinde yaptığı muame- lelere kadar silsileli olarak gidi- yor. Ben bu delilleri sonuncusun- dan başlıyarak birer birer tekrar edeceğim: A — 1913 te tesbit edilen sınır haritasının 1914 te yerine tatbiki hususu hiç yapılamamış ve os- manlıların kabul etmemesi ve mu- kavemeti buna engel olmuştur. Bu yüzden, bir muahedenamenin, onu yapan devletlerden biri tara- fından icra edilmeyişi öteki dev- lete, o muahedeyi Ffeshedilmiş saymağa hak kazandırır. Şüphe yoktur ki bir smır yerinde yakın- dan tetkiklerle tayin edilebilir ve tedricen katf surette -tasdik olu- nur, Lâkin, bu, smır haritasınm katiyet şekli veren mukaveleye, muahedeye yahut hakem kararı- na mutabık olmak şarttır. Sınırın bölünmez oluşu prensibi bunu böy- le ister. İşte, osmanlıların muha- lefeti yüzünden bu prensibe ria- yet edilmemiş olduğundan onla- rın işgalleri keyfiyeti İran devle- ti tarafından itiraz götürmez bir mahiyette değildir. 2 — Sınır çiz; in dayandı- ğı 1913 sınır çizgisi iki saltanatım ve iki yabancı devletin mümessil- lerinin imza etmiş oldukları bir protokolda yazılıdır. Lâkin, bu protokol iki saltanatın toprak va- ziyetlerini değiştiren bir taahhüd olduğundan bu husustaki muva- fakatin hem dahili hukukça, hem uluslararası hukukça muteber o- labilmesi için, o zaman her iki ta- rafta meri olan meşrutiyet usulü icabınca parlamentolarca tasdik edilmesi lazım gelirdi. 3 — Eğer İrak hükümeti 1913 tarihli İstanbul — protokolunun, parlamentoların tasdikine arzedil- mesi lazım gelmezdi, çünkü 1911 de Tahran'da yapılan anlaşma mucibince bu protokol, hem İran- da hem Türkiyede meşrutiyet u- sulünün henüz meri olmadığı bir zamanda aktedilmiş olan Erzu- rum mukavelenamesinin sadece bir tatbikinden ibaretti ve bu yüz den iki tarafın parlamentolarınca tasdiki mevzuu bahsolamazdı,, diye itiraz edecek olursa, bu itira- zı da varid değildir. Bu düşünce, işi eksik bir su- rette tahlil etmekten ileri gelir. 1911 de Tahranda aktolunan protokol, smır çizgisi maddesin- de — kendi dediği gibi — 1847 yılı (1263 hicri) Erzurum muahe- desi denilen muahedeye matuftum 1913 te İstanbulda aktolunan pro, tokolun mebnası — kendisinin, teammüden dediği gibi — 1848 (1264 hicri) Erzaurum muahedesi« dir. 1847 ve 1848 metinleri ara- sında derin bir fark mevcudtur;, Bunların İran tarafından kabul e- dilmiş olan birincisi bâbıâlinin kendi isteği üzerine yabancı dev-. letler tarafından ona verilen iza-, hi notayı şamil değildir. Bâbrâli tarafından kabul edilmiş ve İran, tarafından kabul edilmemiş olan; ikincisi ise, bu izahi notayı havi- dir. Bu yüzden Tahran anlaşma- sının murad ettiği Erzurum mua- hedesi iki anlaşmayı aynı zaman« da bir tek mevzu üzerinde birleş- tirmek lazım gelen her kontrato- nun esasi şartma uygun değildir.| İran, 1848 senesi metni denilen, vesikayı ancak İstanbulda 1912 muhtelit komisyonunun 17 inci' celsesinde Rusya'nın tazyik edici) nüfuzu altında kabul etmiştir. O zamana kadar mevcud olmıyan anlaşma işte o zaman gerçekleş- mişti. Şu kadar ki bunun için de her iki saltanatta ©o vakit cari o lan meşrutiyet usulü bunun mentolarca tasdikini icab ettiri? yordu. 4 — Erzurum sınır mukavele: vi hususunda iki taraf vaktile muntazam bir anlaşmaya varmmş bile olsaydılar, gene 1913 proto; kolu hem osmanlı hem İran lamentolarının tasdikine arzedi mek lazım gelirdi. Ben, burada bir taraftan 1848 Erzurum sınır çizgisi ve 1913 İs. tanbul sınır çizgisi arasındaki e. saslı farklar üzerine sayın heye« tin dikkatini çekerim, Şattülarab'ın tamammım hâ- kimiyeti İran kıyılarının alçak su- larına kadar bâbiâliye verilmiş olduğuna dair Erzurum muahede- namesinde tek bir kelime bile yoli tur. Şattülarab'ın mecrası üstün- deki kıyı sınırı zikredilen muahe- denamede doğrudan doğruya, a- çık ve kati bir şekilde gösterilme, miştir. Halbuki iki hükümetin ne- hir ortasına kadar aynı derecede müsavi hâkimiyet hakkına malik olmaları esas kaideden vaz geçil- diğinin mutlak ve sarih bir şekil- de gösterilmesi lazım gelirdi. Bi- n 5 Yük hikâye ae — Bu da bir hikâyedir Yazan: Yaşar Nabi NAYIR Aysun'a, bu hatıralarmı, felsefesini bir tarafa bırakarak, anlatmıya çalıştı * _on::. dikkatle dinliyen gözlerinde tecessüsün hu- dunu aşan ve âdetâ kıskançlığa benzi- Yen bir ışık görür gibi olunca sevindi. “Sev- gi başlıyor,, dedi. B Sevgi nerede başlar ve nerede biter? bu başlayışm ve bitişin ne zaman ve hBasıl farkına varır? Bu bir m“".“'.".dm ir sevginin, çoktan beri devam ettiği sanı- hrken hiç vücud bulmamış olduğunun ŞA varılabilir. Ve gene bazan bir sevginin Keri başladığma kanaat getirilen HŞA ki, bu, konmasında çok gecikilmiş bir teshisten başka bir şey değildir. ğ Ka Boksörler ve güreşçiler, hayatlarının © Beyecanlı ânlım:ı, l:çırıı[anndak_î Z rakibin Vvetini ve oyun tarzını ölçmek için daygar hiklr denemelerle maça başladıkları zaman cıırlar. Ondan sonra alışılır, ve gıdı;ı!le raber heyecan da azalır. Sevgiler de | I_ıo_y- değil midir? Erkeğin ve kadının, biribir- rinin zekâ, his ve düşüncelerini - anlamıya ışarak, zihinlerindeki maummaları çöz- için ihtiyatlır manevralarla biribirlerinin inde bütün tecessüs - ve al, top> ladıkları u;nlı; daima, Vıcvm’luin €en he- ecanlı anları olarak hatırlanır. z Ve kıskançlık sevgiden önce başlar. —— Vapurun salonunda yınyınıdn-_lır. .Bu- aralık erkeğin gözleri karşı kanepenin tâ w cundaki güzel bir kadına dalmıştır. Bu far- kında olmadan bir dalıştır. Ve Aysunla ko- nuşurken gözleri, belki de yıl_ıın.cı genc ka- dının dudaklarmdaki tuhaf bir tikten dolayı, on: E.:kkııl:lı:?:nşmlın tercih ederlermiş, umu? doı.'_ Evet, bu güzel bir roman adıdır. Fakat şimdi nereden geldi hatırınıza bu söz? Aysun bu suale cevab vermiyor, yalnız zihnindeki bir hayali takib eder gibi konuşu- ıor:_ Suzan sarışındır, değil mi? 'Turgud dikkat ediyor: Şimdi dalgım göz- lerini kendisine çekmiş olan kadın da sarışın- dır. Bu ilk taş. Bu konuşmayı takib eden sözlerinden an- lıyor ki biraz asabileşmiştir. Hemen Suzan hakkındaki bir hatırasını anlatmağa başlı- yor. Kalabalık bir mecliste nasıl ulfılım konferans vermeğe kalkışarak herkesi ken- disine güldürmüş olduğunu anlatıyor. Turgud, biraz memnuniyetsizlikle ve bu bahsi kapamak ister gibi bir eda ile tasdik Te ga et biraz ektantrik bir kızdı. —— Biraz? ve bir kahkaha. Turgud düşünüyor: Sevgi başlamadan önce küçük ölçüde bir karı koca kavgası mı başlıyacak? Kadınlar alâkadar olabileceklerini his settikleri erkeğin her şeyden önce evlenme hakkındaki fikirlerini öğrenmek isterler. Başlıyan her kadın sevgisine evlenme ümidi karışmıştır. Aysun bu husustaki fikirlerini o- na açıyor ve bunu çok ustalıklı yapmasını bi- liyor. Turgud'un da bu mevzu üzerinde ne düşündüğünü öğrenebilmek için böyle hare- %e!mek lazımdır. Biliyor ki aralarındaki samimiyet biraz daha fazlalaşırsa, biraz daha sevişmeğe benzer bir hal alırsa bu meseleden bahsetmek çok güçleşecektir. — Biliyor musunuz, diyor, geçen sene az kalsın evleniyordum. Ve niçin evlenmemiş olduğunu anla- tıyor. Erkek — işinden —ayrılmasmı iati- yordu, halbuki kendi geliriyle ona Te- fahlı bir hayat temin edecek vaziyette de- gildi. Hem Aysun çalışmayı o kadar çok se- viyordur ki işinden ayrılmadansa onunla ev- lenmekten vaz geçmeği tercih etmiştir. Dikkat: Kendini aldatıyor. Hiç bir kadın evlenmek için işini feda etmekten çekinmez. Böyle sebebler ancak hakiki sebebleri gizle- mek için ileri sürülebilirler. Bahusus ki kadı- nın, övünerek bahsettiği iş, büyük bir şirket- basit bir kâtiblikten ibaret olursa. Turgud hissediyor ki, her kadın gibi şimdi şu karşısındaki, gözlerinin içinde d ki düşüncelerini okumağa çalıştığı kadın dal bir yuvaya açtır. Muhayyelesinde en genii yeri tutan, rüyalarının en belli başlı mev- zuunu teşkil eden fakat başkalarının yanms«| da bahsini etmeği bir küçüklük sandığı y yuvaya kavuşma' hayatının en büyük emel dir. Fakat işte şu melun buhran vardır. Ersi kekler, tek başlarına altında ezildikleri yükü, bir kat daha ağırlaştırmak korkusile evlene miyor değil midirler? Şu halde onların & geç kadından istemek mecburiyetinde kalı cakları çalışmağa taraftar görünmek eyi bi politikadır. Aysım, asıl düşüncelerini baykırmak içii kalbinden yükselen sesi susturmak ister gibi, kadının çalışmasını müdafaa eden fikirleri ileri sürüyor. Erkeğin buna mani olmağa kak kışması ne manasız şey diyor. Niçin kıskanıs yorlar? Kocasına ihanet edecek bir kadın, evindeki serbest ve işsiz hayatmda bunun için daha fazla vakit bulamaz mı? Bu asır, da bir erkek, karısının sadece başka erkekle, re yüzünü göstermesini ve iş icabı oıllfw birkaç kelime konuşmasını da mı - kıskanas cak? Bu kadar geri fikirlilik olur ww? ve, misaller zikrediyor, tanıdığı her ikisi de çaş lışan mesud çiftlerden bahsediyor, onların, büyük saadetlerine âdetâ Turgud'u imrendir« mek istiyor. Sonra soruyor: (Sonu var)