Tan 19 Şubat 1941 sayfa 3 | Gaste Arşivi

19 Şubat 1941 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 3

19 Şubat 1941 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— (S Na 19-2- 941 ——— M ABONE BEDELİ Türkiye Ecnebi —— 1404 Kr, 1 sene 2800 Kr 786 » 6 Ay 1500 400 » 8 Ay Bo0 150 » 1T Ay 800 # ee Üürk - Bulgar yannamesi hrşısında - Bulgaristan arasında an beyanname, Balkanlar- & bir emniyet havası estirmiş; Nhinleri nisbi bir süküna kavuş- Sirmuştur. İngilizlere göre, bu İ“Ya—mame fiilen bir ademi teca- Vüz paktıdır, Fakat Türkiye - İn- Ültere arasındaki mevcut paktı %Zmamamadır, Almanlara göre, İ hükümet kimseye tecavüz et- “tmek, sulhü idame etmek h fındaki arzularını teyit etmişler- İt, Enteresan olan nokta, İngiliz *& Alman mahafilinin bu beyan - eye ayrı-mâna verdikleri hal- ııîğ iki tarafın da memnun olma- dlr, Ülişimiz NKlsler ; — aŞ ürkiye Cümhuriyeti ile T Bulgaristan — arasında h:âlanan beyanname, — Bal- tlarda bir emniyet havası İrmiş, zihinleri nisbi bir sü- |a kavuşturmuştur. lngılıı mahafiline ve matbu- ha göre, bu beyanname, fii- bir ademi tecavüz paktıdır. *:ı t Türkiye ile İngiltere a- inda mevcut- olan paktı boz- '“aktadır. Bu yeni Türk - “ lgar anlaşması, Almanların *ti hareketini durduracaktır. “ku Türkiye ile Bulgaristan İkanlarda sulhün devamın - Menfaattar olduklarını ilân binaenaleyh bu bozacak hareketelere sı koyacaklardır. Alman mahafiline göre; iki kümet bu müşterek beyan - Şine ile, kimseye tecavüz et - Mmek ve sulhü idame eyle - E—îlııısuwıındaki arzularını te- etmislerdir. Bunun icindir bu beyanname, İngilizlerin Klkanlara müdahalesinin önü- p geçecektir. Burada enteresan ve şavanı Mnuniyet olan bir nokta, 'hı'dliz ve Alman mahafilinin beyannamevye ayrı ayrı ;“"a verdikleri halde. iki tara- $' da bu bevannameden mem- b"l görünmeleridir. İiğer mühim bir nokta da, İmanların Bulgaristanın isti- Büsdan bahsetmedikleri hal- W İngiliz matbuatının büvük Şöeriyeti bu husustaki iddia- ipi'nda ısrar etmeleri keyfiye- ir. | l'lgiliz gazetelerinden bir kıs- » on beş gün, diğerleri bir ç da içinde Bulgaristanın isti- cağını Bulgar hükümetine vaa- dettiğini, bazı tavizat mukabi - linde Yugoslavyanın bıtaraflı- ğını temi ve Y bir takım vaatlerle, İngiltere ile alâkasını kestirmiye çalış- tığını bildirmektedirler... Bugün Almanyanın bütün tayyarelerinin İngiliz adasının karşısında bulunduğu için, Al- manyanın Bulgaristanı istilâya cesaret edemiyeceğini; ve Yu- nanistana yalnız havada yar - dım eden lngıllerenm her tüz- lü yardımı yapmıya hazır bu- lunduğunu yazan gazeteler de vardır. Umumit Durum: Sofyadski İngiliz elçisinin şu mealdeki beyanatı da şayanı dikkattir: “Bulgaristanın — bitaraflığını ihlâl ve harbe girmesini mucip olacak herhangi bir teşebbüsü katiyyen düşünmüyoruz. Har- bin Bulgar topraklarına intikali, doğrudan doğruya Alman teşeb büsünden doğacaktır. Sofyadaki İngiliz elçisinin kalması veya gitmesi, Almanyanın hareketine bağlıdır.,, İki tarafın bu izah ve tefsir- leri ve mütalealarıyle beraber, umumi durumları ve harp he- defleri nazarı dikkate alınarak vaziyet muhakeme edildiği tak- dirde şu neticeleri çıkarmak mümkün olur: 1 — İngiltere, hiç olmazsa, bugün Balkanlarda kendi başı- na yeni bir cephe açmayı iste- yecek — vaziyette değildir. İn- gilterenin, bu işi başarabilmek için henüz kâfi mikdarda hazır kara kuvvetleri bulunmadığı gibi, hava kuvvetlerinin mühim bir kısmını -Adanın istilâsı mev zuu bahis olduğu bir zamanda- Balkan cephesine getireceği dü- şünülemez, Diğer taraftasi, İn- gilterenin. Balkanlarda acele harekete geçmeye ihtiyacı yok- tur. Çnnku zaman, artık İngil- tere için calışmnk(adır — Buna rağmen İngiltere, Bulgaristan Alman kuüuvvet - leri tarafından istilâ edildiği tak dirde, Almanyaya Balkanlarda, en büyük darbeyi indirmeye, yani Romanya petrollerini tah- ribe azmetmiş görünüyor. ğ ün evvel Romanyadan gelen şngılız sefiri, İngilterenin bu kararını gayet açık olarak söy- lemiştir. İngiltere bütün kuvveti ile Almanyanın Balkanlardan aşağı inip Yunan üslerini almalarına mani olmak mecburiyetindedir. Aksi takdirde şarki Akdenizdeki vaziyeti güçleşecektir. 3 — Harbi çabuk neticelen- dirmek mecburiyetinde olan Al- manya, İngiltere adasını istilâya muvaffak olamıyacağına kana- at getirmişse, şarki Akdenizde İngıltereve büyük bir darbe vur mak maksadiyle Balkanlarla ha- edileceğini y ktadırlar. Ş tları da, Almanyanın Bul - Tİstana girmeden evvel Tür- N* ve Yugoslavya ile nnjşş.ı- rekete geçmeye karar vermiş o- labilir. (Devamı 5 inci şax'faw!ızda)!_ HEKİMİN ÖĞÜTLERİ "BİZ ŞEKERLİLER... Sonra, ekmeğin kabuğu ve İçi: Ekmeğin kabuğunda, vâkıâ, şe- ker olacak madde nisbeti azdır. Fakat madenlerin neticesi olarak kana getirdiği ekşilik ekmek i- k)’ın okuyucularımızdan bir “hekimler hastalarının adını Meslek sırrı olarak saklamaya ur olduklarından burada a- Yazamıyorum- “Biz şekerli- firamızı - sabırsızlıkla bekle- tdiye bu şeker bahsinin gecik den dolayı, biraz tariz et- ha sonra, şekerlilerden bir ço- M alâka verecek bazı sualler h. 0r, Bunlara da sırasiyle ce- | hkermeve çalışacağım, iİn patates meselesi. Bu zat ten sekerli hastalara zarar ? mi diye düsünüyor. Kanda iİk ve alkalenlik işi daha bi- bi son zamanla- İ bulunan şekerlilere hemen teş yedirirlerdi. Sekerlılere *den ziyade kanda eksi'iğin ş'“l dokunduğu anlasıldıktan ? bDatatesin bu bakımdan de- Bek artmıştır. Şimdi ekmek .ı"! patates vemeyi tavsiye e- Patateste, şeker olacak v İtlerin nisbeti ekmektekin- h h*'k az olduktan baska. ma- ıı(h""' neticesinde kana alka- İi verir. Onun için şekerlile- ı"mlıı olan sekeri getirecek ıî"na“p gıda pa!ateî sayılır. ekmeğin verini tuttuğu h ' *tin yanında lezzetli garni- | , ETeyağı yemeğe de mükem- p ! vasıta olur. Ondan yeni- Mikdar, sekerli hastanın ka- R.a İ seker nisbetine ve şekere ıı, Mülüne göre değişir. O 5:'! tabit, her sekeslinin ken | “kimi tayin edebilir.., çinin getireceğine nisbetle pek cok ziyadedir. Savın okuyucumu- zun işittiği fikir ihtilâfı da bun- dan ileri gelse geyektir: Kimisi, şeker olacak madde nishetinir azlığına, kimisi de kana gelecek eksilik nisbetine bakar, Mevvalarla başka sıda madde- lerindeki seker nisbeti üzerine, baska başka cetvellerde görülen farklar, lâboratuvarlarda tahlil edilen Mmaddelerin -tabiidir ki- ayni olmamasından ileri ve'ir. İn- sanlar arasında sonsuz denilecek kadar farklar bulundnöu gibi. gı- da maddeleri »rasında da vek cok farklar olur. Tabiat her toprakta gıda maddelerinin terkibini baş- ka türlü kurmakta devam ettikçe tahlil cetvellerini birlestirmeye imkân olamaz.. Zaten hu cetvel- ler arasındaki farklar ehemmive! verilecek kadar da büyük değil- dir. Okuyucumuzun, kanda kac gram sekerden sonra ensü'in yap- tırmalı, sualine burada nazari o- larak cevap verilemez. Onu tayin etmek. sekerli hastayı tedavi eden hekimin işidir. Cevap vermediğim sualler, he- kimliğe girmemistir. Onların ce- vaplarını rivayetleri cıkaran ko- eakarılardan sormak daha iyi o- lur, WENDELL L. WİLLKİE u serlevhalara bakarak şa- yet “Willkie haftanın a- damı değil,, diye itiraza kalkı- şırsanız, size kısasından şöyle bir cevap veririm: O, hem bu haftanın, hem bundan evvelki haftanın, hem öbür haftanın, hattâ, hem bundan sonraki bir çok haftaların, ayların ve belki de sıra sıra senelerin - adami- dır. İki Okyanusu sağdan ve soldan geniş geniş kaplıyan ko- ca Amerikan dünyasında, ora- nin kendisine mahsus demokrasi ölçüsiyle, Cümhur Reisi Roose- velt'ten sonra doğrudan doğru- ya ilk safta gelen adamı, “haf- tanın adamı, olmaz da kim olur? Geçenlerde Ingiltere seyaha - tinden dönüşünde Alman halkı- na okunmak üzere Londra rad- yo merkezine almanca yazılı bir hitabe bırakmıştı; şöyle söze başlıyordu: “— Ben aslen Almanım, am- Ma...,, Ne? Daha geçenlerde Ameri- ka Cümhur Reisliği seçimi ya- rışında milyonca rey toplayan, daha dün Churehille'le kolkola vererek İngilteredeki Alman hava akınları harabelerini ge- zip dolaşan Mister Willkie, Al- man mi? — Evet, aslen, nes- ben, neslen, halis muhlis Al- man. Amma ne Kaiser Wil- helm, ne de Herr Hitler Alman- yalarının Almanı değil, çok da- ha eski, ve yahut çok daha yeni - her halde bambaşka - bir Al- manyanın Almanlarından biri. Şimdiki siyasi Almanyanın dı - şında ve yahut buna rağmen harsi bir Almanyanın göbeğin- de Amerikalı Willkie'nin Alman lığa nisbetini tayin etmek ister- sek, onu nazi kasırgasından son- LA OA AAA AAA | t . Yazan: A, Hu AAA SODA  r Baha Bur : I MMM AA A Ar A Willkie, seçim nutuk larından birini söylerken ra pılsını pırtisıni toplayıp A- merikaya göç eden 'Thomas Mann Almanyasının bir Almanı olarak telâkki edebiliriz (Bugün böyle bir Almanya da, vardır; nüfus sayısı belki bir kaç mil- yonu bulur. Bunun sesi şimdi işitilmiyorsa, yer üstüne yangın ve infilâk bombalarını saçan nazi Almanyasından ürkerek yeraltı sığınaklarına barınmış olmasındandır.) Willkie'nin ecdadı, bundan aşa- ği yukarı bir asır evvel, Bayern — Bavyera'dan ayrılarak Ame- rikaya hicret etmişti. O zaman (sene 1848), tıpkı bu.zaman gi- bi, Almanyayı tahakküm ve is- İngiliz Ordusunda Güvercinlere Ne Vazife Veriliyor? Yazan: Sevim SERTEL 1 — Mektup taşıyan bir güverci ni 'ıçmak uzere hazırlıyorlar. Ha- ber, gayet ince bir kâğıdın üze rine yazılmıştır. ve hafif bir tüpün içine ko yup kuşun ayağına bağlıyorlar, 4 — Kuşun getirdiği mektubu motosikletli bir as- ker son süratle karargâha götüre ceküır, kâğıdı bacağından çıkarıyorlar ve rülen kafesin içine kovarak geldiği yerlere iade ediyorlar. CARPANLAR?Ş, Bu kâğıdı ufak Bunların 2 — Mektup taşıyan güvercin vazifesini görmek üzere yola çıkıyor 5 — Mektup taşıyan kuşların mü teharrik kafesleri. Bu güvercinler darı yemezler. “Milli güvercin yemi,, adında hususi bir yemleri vardır, tibdadın kara bulutları kapla - mış, hür fikirlilere hiçbir hayat hakkı bırakılmamış, bunların bir kısmı yeni dünyaya göç et- mişti. Ailenin asıl soyadı Willke idi; k ile e harfleri arasına so- kulan “i,, yi, Wendell geçen sonbaharda Cümhur Reişliğine namzetliğini koyduğu gün, ken- diliğinden eklemişti. * * illkie, Amerikan garibe- ler dünyasının yara - dılışmda, biz Şarklılara gö - re anlaşılması güç, masal, efsa- ne kılıklı, bir parçacık hoppa, üst başı yırtık deği'se de, bir sa- lon adamına göre hemen hemen pejmürde denilecek kadar sade, ihmalci, tam Amerikan ölçüsiy- le cevval, seyyal, bol neşeli, en- gin ve atik hamleli bir tip. “Selfmademan,, ın ta kendisi, Kırtasiyeciliği hiç sevmiyen, eski örf hendeklerini bir sıç- rayışta atlatıp geçen, herkesle senli benli, düşünceli görün- mekten ziyade gülerek iş başın- da çalışmayı âdet edinen, lâf gürültüsüne boğulmaktan ziya- de bir tahta parçası üzerinde iş yapmayı tercih eden pratik bir “kendi kendini yaratan,,. Baba- sı ve hattâ annesi gibi, kendisi de hukuk doktorudur. Fakat Üniversite tahsilini, basit bir fabrika amelesinin işinden ve gelirinden arttığı zaman ve pa- ra kırıntılariyle yaptı. Yazları ve tatil haftalarında kırları do- laşıp hasat ameleliği yapıyor, bazan dağlara tırmanarak ma- den ocaklarında çalışıyordu. Ge- çen Dünya Harbinde Amerikan seferi ordusunun Fransız cep - hesindeki muharebelerine işti - rak etti ve savaş meydanında yüzbaşılığa kadar terfi etti. Barıştan sonra — avukatlığa başladığı vakit, kendisini bu mesleğin - hele Amerikada - pek mühim bir ihtisas şubesi sayı- lan “Coorporation,, hukuki mev zularına verdi ve az bir zaman içinde müşterilerini o kadar memnun bıraktı ki, Amerikanın her yanından bütün Coorpo - ration davaları onun yazıhane- sinde birikmişti. Bir müddet sonra onu “Commonweath and Southers Company,, nin hukuk müşavirliğinde, bir iki sene son- ra da bütün bu işletmenin umu- mi şefliğinde buluyoruz. Will- kie büyük teşkilâtçı kabiliyet ve maharetini, Amerikanın €en mü- him elektrik şirketlerinden biri olan bu müessesede göstermişti. Onun şefliği zamanında (1933 - 1939) müşterilere verilen elekt- rik cereyanının fiyatı yüzde 43 nisbetinde indirilmiş ve bu suretle istihlâk hacminde yüzde 81 i bulan bir fazlalık elde edil- mişti. Bu şirketin cereyan fi- yatı elân bütün Amerikadakile- rin en Ucuzudur. * * illkie, 1932 ve 1936 sene- leri Cümhur Reisliği se- çimlerinde Roosevelt'in lehine rey vermişti. Geçen sonbahar seçiminde rakip namzet sıfati ile ortaya çıkınca, onun aleyhi- ne söylemedik söz bırakmadı. Demokrasi mekanizmasının hoş ve müsamahalı cilvelerinden bi ri. olan bu davranma ve çar- pişma sisteminin çirkin tarafı yok. Bilâkis gayet pürüssüz ve dürüst bir hareket tarzıdır. Ni- tekim Roosevelt'le Willkie, ara- daki seçim çarpışmalarına rağ- men, yine eskisi gibi ve es- kisi kadar dost kaldılar. Se- çim patırdısından sonra Ameri- kada birbirine el uzatan ilk iki adam, Willkie ve Roosevelt ol- müuştur. Zaten bu iki tip, hem mizaç, hem de düşünce itibariy- le, birbirine pek benzer. Arada- ki yegâne fark - cevher farkı de ğil, nuance farkı - Roosevelt'in daha ziyade denizci, Willkie'nin ise daha fazla karacı olmasından ibarettir. Willkie seçim kav- gaları günlerinde Ingiltereye verdiği muhripler yüzünden Roosevelt'e şiddetle hücum et- mişti. Şimdi, Ingiltere seyaha- tinden dönüşünde, o zaman ve- rilen gemileri az görüyor, bir çok gemilerin daha verilmesini istiyor. Roosevelt Amerikan dünyasının başında ve Willkie'- de onün yanında kaldığı müd- detçe, Amerikanın bu harpte Ingiltereye yapacağı yardımın İİceekii ve nevli öyle'geniş ve hu- dutsuz bir vüs'at alabilir ki, harbin tam en kızgın safhasın- da bir hakiki “yıldırım darbesi,, tesirini ve muücizesini göstere- bilir. 1942 den sonra. * * wm.kie_ bugün henüz 48 yaşındadır. Cümhur Re- isliğine namzetliğini koyarken, ©* eye v Dahilik Deliliği htimal siz de benim gibi çor defa görmüş, fakat ehem- miyet vermemişsinizdir. Beyoğ- lunda, Köprüde, Galatada velha- sıl şehrin kalabalık yerlerinde son asrın en büyük sanat dehâ- larından Çarli Çaplin'in kaba, kö- tü mukallitlerine rasgeliyoruz Başlarına kıvırcık bir peruka, üs tüne yağlı bir melon şapka, bu runlarının altına ufak bir siyal bıyık yapıştırdıktan sonra, elleri ne de ucu kıvrık ince bir kamı: baston alınca kendilerini dehi merdivenlerinin hemen üst basa mağına fırlamış zannediyorlar, İnsanın bu zavallılara gülmek ten ziyade acıyacağı geliyor. Şarlo bir kıyafet meselesinde: mi ibarettir? Eğer öyle olsayd Fransızlar “İnsan cübbe giymek le papas olmaz,, demezlerdi. Şar lo, bu kıyafeti kabullenmekl halkı güldürebileceğine kanaa getirmiş olsaydı, başına külâh gi yip taklak atan bir soytarıdan farkı olmazdı, Komiklikte bir kıyafet benim- seyenler, yalnız ondan ibaret de ğildir. Bir çokları da acip kıya fetler edindiler; fakat hiç biris bulundukları çerçeveden haricc çıkamadılar, Çünkü ötekiler yal nız güldürmek istediler. Şarlo düşündürdü. Şarlo kadar şöhreti olan bir şişman Fatty vardı. O da sinema hayatında büyük muvaffakıyet- ler kazandı. Milyonlar yaptı. Ni- hayet başına felâketler geldi, Es- ki şöhretine dayanarak Avrupa- da turneye çıktı. Fok balığını de- niz insanı diye yutturan panayir teşhircilerininki gibi kocaman ko- caman ilânlar yapıldı. Parise uğrayan bu meşhur ko- miği ben de “Sağ ve canlı olarak” görmek için sehrin en büyük mü- zik hol'lerinden olan Empire'e gittim. Seyircileri eğlendirece- ğim diye mütemadiyen tepinen ve okkalarla ter döken biçare şiş- mana gülemedim, acıdım, Şarlo böyle midir? Şeyh Küşterinin Karagöz ve Hacivat muhavereleriyle halka (vahdeti vücut) felsefesi talim et- mesi gibi o da gülünç bir çerçe- ve içinde insanların muazzam iç- timal yaralarını deşer, onları de- rin meseleler karsısında bırakır. Güldürür mü? Belki, Fakat gül- dürürken düşündürür de. Ben Şarlo'nun kıyafetinde de pek gülünecek fevkalâdelik görf- mem, Bir türlü yerinde duramı- yan şapkası, dar ve biçimsiz bon- juru, mantar çekeceği şeklindeki pantalonu, o lüzumsuz kamış bas- tonu ve yine lüzumsuzluğu âşi- kâr olan ince ip gibi boyun bağı ile insanların daha kıyafetlerini bile ıslah edemediklerini göster- mis olmaz mı? O, kabullendiği krıyafeti ile giyim kuşamlarında bile rahatla- rını düşünemiyen insanlarla alay etmiştir. Sarloda ehli hayvanlara has mütevekkilâne bir hüzün vardır. Bundan dolayı bütün filmlerinde yüksek, hattâ dahiyane bir mu- vaffakıyetle tebarüz ettirdiği bu hüznü, mukallitlerinin gülünç- lestirmek istemeleri beni haklı o- Tarak sinirlendiriyor. Bu zavallılar'ne yaparlar? Nc isşle uğrasırlar? Nasıl gecinirler? Sabahtan akşama kadar paytak yürüvüşlerivle sokak sokak do- laşmak mukabilinde ne kazanı- yorlar? Hiç! Fakat ne denir? Meşhur mesel- dir: “Deli arlanmaz, soyu arla- nır!,, Takvimci — “Atarlar drıhtı meyvedar üzre,, mısraı mı yoksa, “Atarlar senki hârı drah ti meyvedar üzre,, mısraı mi doğ rudur, C, — Birinci mısra doğrudur. senki — tariz * 8. — Arnavutluk bizim hudut larımız dahilindeykea Küsuranın ismi neydi? C, — Kesriye idi. şirket şefliğinden istifa etmiş- ti. Şirket şefi olarak aldığı se- nelik maaş, 80,000 dolardı. Re- islik seçimini kazanıp ta Beyaz Sarayda yerleşmiş olsaydı, dev- let şefi olarak alacağı senelik ma aşın yekünu, ancak 75,000 dolar dan ibaret olacaktı. Amerika'da birinci devlet adamı Cümhut Reisinden fazla maaş alan bir gok Willkie'ler daha vardır. Se nelik gelirlere gelince, Roose velt'i gölgede bırakan Ameri kalı vatandaşların - sayısı, bir kaç yüz bini bulur. Amerika'da devlet reisliği, ne memuriyet, ne veraset, ne de servet işidir - kuru ve sade bir Şeref ve Hay- siyet işi!

Bu sayıdan diğer sayfalar: