14 Temmuz 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

14.7.939 ,;İf Bi Mmi“ Ullmlinmun R ..uuılmmmm“mlı l Tefrika No. 104 Pusuya Düşen Takip Müfrezesi Takip Kıtası Kaşla Göz Arasında Pusunun İçine Düştüğünü Görmüş ve Şaşırıp Kalmıştı Bunu haber alan müfreze ku- mandanı Halil Bey, çarpışmak. tan ziyade takip kolunun kuman- danı ile bizzat temas etmek ve Tür. kün varlığını, kudretini bilfiil gös- termek fikir ve maksadı ile terkos ve Baklalı arasında, güpe gündüz bir pusu kurdu. Öğle vakti idi. Takip müfrezesi, emniyet tertibatı almaya lüzum bi- le görmemişti. Müfreze rkumanda- nı hayvanı ile önde, efrat silâhları omuzlarında olduğu halde ardın. da ve yol kolunda ilerliyorlardı. Biraz sonra da, pusunun kuruldu- ğu sahaya tamamile girmişlerdi. Ansızın çalman keskin ve hırçın bir düdük sesiyle şaşkın bir vazi- yete düşen takip kıt'ası, kaşla göz arasında denilecek kadar az bir za- manda, dört yandan çevrildikleri. ni görmüşlerdi. Uzanan mavzer namluları karşısında müdafaa im- kânının kalmadığını anlamışlar ve aciz içinde birbirlerine baka kal- mışlardı u esnada, milli müfrezenin kumandanı Halil ve muavi- ni mülâzim Rıza beyler, çaresizlik içinde kıvranan takip müfrezesi kumandanına doğru ilerlediler. Halil bey, güler bir yüz ve na. zik bir tavırla sordu: — Ne tarafa ve ne iş için gitti- ğinizi öğrenebilir miyim, kuman- dan?... Zabit, sorulan sual ile gösterilen bu naziklik ve âlicenaplık karşı. sında büsbütün şaşırdı. Kızardı ve kekeler gibi: — Biz mi ?. dedi. Ayazma ile Yeniköy arasında öldürülen hıris. tiyanların katillerini aramıya çık- tık, p. — Güzel.. Fakat, müsaadenizle sormak isterim kumandan?, Ayni yerde öldürülen islâmların katille- rini, islâm köylerini yakıp yağma edenleri niçin aramıyorsunuz? Lüt- fen söyler misiniz, insaniyet ve medeniyet, vahşileri himaye ve vahşeti teşvik etmek mi demek- tir?., Bu haklı suale verilecek ce. vap yoktu. Nitekim, zabit te bu su- ali mânâlı bir sükütla karşıladı. Utancından daha ziyade kızardı. Nihayet, yapılan vahşetleri itiraf mecburiyetinde kaldı. Kendini mü- dafaaya kalkındı. Zülme maruz ka- lan islâmların kendilerine müraca. at etmediklerinden, bizzat muka- beleye, intikam almaya teşebbüs ettiklerinden bahis ve şikâyet etti, Bu yersiz iddiaları da Halil bey bi rer birer ve vâkıâ ve hadiseler söy- liyerek reddetti. Muhatabını taraf. tarlıkla ve bilhassa Türk düşman- hiğile itham etti ve sözünü şöylece nihayetlendirdi : — İrzına, malına, canına ve aziz yurduna taarruz edilen Türk, dedi. Bundan sonra, gaspedilen hakkını kendi arıyacak ve koruyacak zabit efendi. Lütufkârlığınıza hiç te muh- taç değildir artık. Mi!li bir Türk müfrezesinin kumandanı sıfatı ile size ihtar ve tavsiye ediyorum ki, muhabere ve bazı ihtiyaçların te- mini için takip mecburiyetinde bu- lunduğunuz Terkos ve Hadımköy arasındaki yo'un haricine bâdema çıkmayınız. Aksi hareketin sizler için tehlikeli olacağını, çeteler hak- kında yapılan veya yapılması mu- karrer olan şiddetli " muamelenin sizler hakkında da tatbik edilece- ğini bildirmeği bir vazife addedi- yorum. Bu günlük bu kad'y' zabit efendi. Geriye dön, istikamet ka«- rargâhınız, ileri marş. Takip kıt'ası, milli müfreze ku- mandanının mert bir tavır ve sert bir lisanla verdiği emre derhal ita- at etmişti. Geri dönmüş ve koşar adımla Terkos istikametine hare- kete geçmişti. * Bışîarında kaymakam olmak üzere Edremitin hürriyet ve itilâfçıları, milli hareket ve mü- Dramalı Talât AVCI cadele lehine gösterilen coşkun tezahürlerden kuşkulanmış, telâş- lanmışlardı. Hemen toplanmışlar ve verdikleri bir kararla mahalli zabitasını ayaklandırmışlardı. Bü- yük bir suç addettikleri bu milli galeyanda, önayak olan Helvacı e- fe ile Tellâloğlu Hacı Mustafayı nezaret altına aldırmışlar, halkı dağıttırmışlardı. Bir muvaffakıyet saydıkları bu hareketin verdiği memnuniyet ve gurur ile onlar da yerlerine dağılmışlardı. Fakat... Tam o esnada milli ku- mandan Hamdi bey, bir süvari müf- rezesile Edremite geldi. Doğruca, Niyazi Mahir ve Ruhi Naci ile ar- kadaşlarının toplandıkları İdman yurduna girdi. Milliyetçi gençler ve gençliğin davetine icabet eden. ler, o sırada, yapılacak - teşkilâtın esaslarını müzakere ediyorlardı. Yapılan milli tezahürü menettiren kaymakam da, zevahiri kurtarmak “ve belki de, verilecek kararları an- lavıp ona göre tedbir almak mak- sadile, Yurda gelmiş bulunuyordu. Mavzer filintası elde, fişenkliği, bombaları belde, gümüş saplı kam- çısı elde olduğu halde, heybetli bir tavırla, Hamdi beyin ansızın mü- zakere salonuna girivermesi kay- makamı ürkütmüş, beklemediği bu misafire hürmet göstermek mecbu- riyetinde bırakmıştı. Hamdi bey, ciddi bir tavırla salonda hazır bulunanları selâmladıktan sonra: — Beyler, dedi. Mintaka ku. mandanı Ali beyin selâmlarını ge- tirdim sizlere. Kasabanızda yapı- lacak milli teşkilâla ben memu. rum. Tabiidir ki, siz Edremitliler de milli cidal için kurulan cephede bir yer alacaksınız. Yurdun halâsı için siz de kardeşleriniz gibi feda- kârlıkla çalışacak, düşmanla sava- şacaksınız. Hemen elele verelim ve vakit geçirmeden işe girişelim. Ev- velâ, gönüllü mücahitleri toplamak işi ile meşgul olarak bir (İcra he yeti) ve bu mücahitlerle kasabada kalacak ailelerinin iaşelerini te. min edecek bir (İaşe heyeti) lâ. zım.., Şimdi bunları intihap ede.- lim.. (Ddyamı var) | Kemiklerin, hiçbir türlü zora gelmeden, durup dururken gibi, kendi kendine kırıldıkları da olur. Meselâ insan menhndilini burnuna götürürken, köprücük kemiği kırı. hverir, Burnunu temizlerken kı- rılsa kemik kırılınca görenler bel- ki: — Maşallah; amma zorlu nefe. si varmış.. Diyebilirler. Halbuki daha men- dilini burnuna götürürken kırılır. sa bu hal acaip görülür... Yahut insan bir bacağının ötekinin üzeri. ne koyarak şöylece bir keyif çat. mak isterken uyluk kemiği ikiye ayrılıverir, Daha garibi insan aya- ğa kalkarken ayak kemiğinin - pek ağır bir yük altında kalmış gibi - ezilivermesidir.., Böyle, acaip kırıklar ilkin ke- _m_ikte yahut hem kemikte hem de iliğinde iltihap bulunmasından i- leri gelir. Kemikte iltihaplar uzun sürer belli olur. Fakat, hatırda bulunsun, kemik iltihabı kara humma hastalığından sonra da ge- lebilir.O vakit kemik kendi kendi. ne kırılıyerince kara humma has- talığının bu kadar garip bir netice Vermesine insan şaşar... Kemik il. tihabı en çok verem hastalığınd KENDİ KENDİNE KIRILNA KEMİK delik olduğundan ,tabii, pek muka- vemetsiz kalır... Yaşlı Bayan bir gün merdivenden ağır ağır inerken , ayağı kayar, kendisi henüz düşme- den uyluk kemiğinin yukarısı kırı- lır: — Mülâhham vücut pek ağır, kemik dayanamamış ta kırılmış!.. Derler. Kemiğin ağırlığa daya. d Hİ İz. ' Takaf Kababat değil, kemi.- a Bı ŞUP vücudün ağırlığında ğin sünger gibi ol Murdar iliğe musallat olan ta- bes hastalığında ve umumi - felç hastalığında da kemiklerin sebep- siz kırıldığı olur. Bu hastalkların başlangıcı pek kapalı geçer, bazı. larında kemik, hastalık daha anla- şılmadan kırılır. Onun için bir ke« mik pek ehemmiyetsiz sebeple kı- rılınca, bir de sinir” mütehassısı hekime muayene olunmak lâzım- dır... Bunların hepsinden başka, ke- miklerin sık sık ve kendi kendine kırılmasına sebep olarak başlı ba- şına bir hastalık vardır. Hekim di- linde buna Osteopsatiroz derler. İs- terseniz ,nazik kemik hastalığı di- yebilirsiniz. Bu kemik hastalığı çocuk daha Adaön F | Üt ka! ileri gelirse de kemik vereminde kemiğin kendi kendine kırılması pek az görülür... Kemik kırılması. na sebep olar başka türlü muhiş lfemik iltihaplarını da saymıyaca- ğiım, ., Fakat çocuklarda raşitizm dedi. ğimız kemik hastalığının kemiğin keqdi kendine kırılmasına sebep 0- labileceğini hatırdan çıkarmama- lıdır. Kendisinde bövle kemik has- talığı bulunan çocuk bir gün uslu uslu yürürken uyluk kemiği kırı. liverir. Bi_r de osteomalasi dediğimiz, kemiklerin yumuşaması hastalı. Eında, — Bu hastalık artık - ço- cuklara mahsus değildir. Her Yaş. ta gelebilir, ancak daha ziyade ka- dınlarda gebelikte yahut doğur- duktan sonra,.. Kemiklerin kireci azaldığından, vücude giren kireç işe yarıyacak hale gelemediğinden kemikler yumusar. Bir gün kendi kendine gibi, pek hafif bir hareket üzerine bir kemik kırılıverir. İhtiyarlıkta da kemikler delik başlar, - nındayken kemiklerinden biri kı- rıliverir, Ancak böyle olması na- dirdir, daha ziyade çocuk yeni yü« rümeğe başladığı vakit meydana çıkar. Pek hafif bir hareket üzeri- ne kemik kırılır. Hem de bir defa ile kalmaz. Üstüste on sekiz defa, kırk defa, yüz defa, daha ziyade bi- le kırıldığı vardır. Bereket versin ki ,kırılan kemikler çabuk düzelir ve bir sakatlık bırakmaz. Çocuk altı, yedi yaşına gelince hastalık ta kaybolur. Yalnız, böyle pek Hazik kemikli çocukların birçoğu - kırılan ke- miklerde sakatlık kalmasa da « normal çocuk olmazlar. Kimisirnin gözlerinin akı çivit renginde ma- vi olur. Kimisinin kafa kemiği ba- sık, şakakları dışarıya doğrü ci- kık olur: Hasırdan kanotiye sek- linde şapka giymiş gibi... Bazıları- nın da âdeta şeffaftır. Bu târife gö - re bunun da hormonların bozuklu- ğundan ileri gelen bir - hastalık olduğunda ise şüphe etmezsiniz. >e HiİKÂYE İNS 23232322323 232323232 Bç, gn Müstesns teşkil edenler tu- valet eşyası âlan kadın. lardı. Fakat onların da sevinci o- radaki alışlarından ziyade sonraki satışlarına aitti. Tebessüm ve neza- ket alıcılarda değil hep satıcılarda idi. Cahalet asrında insanlar o va- ziyete düşmüşlerdi ki, herkes sat- mak isfiyordu. Fakat hiç kimse sa- tın almağı istemiyordu. Satmak mümkün olmayınca yetiştirdikleri pamuk, buğday, sığır, sıpa, her ne ise, topunu da yakıyor, kasıyor, kül ediyor ve üzerlerine defi hacet e. diyorlardı. Damping, mambing diye bedava bile satmıya kalkışıyorlar- dı. Satın almaktan o kadar tiksi- niyorlardl_ki, malları bedava bile satın alan olmuyordu. Meselâ koca bir muharebeden dayağı yemiş o. larak çıkan Almanya, tazminat o- larak vereceği para olmadığı için Ingiltere ve Fransaya mal yollu - yordu. Fakat o devletler aman gönderme diye malları harp, yağ- ma ve ganimeti olduğu halde ge- risin geriye gönderdiler. O zamanın en akıldana iktısadi. yunu her kesin satacağı, fakat hiç kimsenin satın almıyacağı, çok pratik bir ekonomik tarzı hal bul- muşlardı. Fakat onu bir türlü tat- bik edemedilerdi. Onu kesin olarak biz tatbik ederek işin içinden çık- tık. Üniversel ve genel damping i- cat ettik vesselâm, Paraya gelince, para kâğit- tandı ve itibari idi. Us- telik hiç bir para kendi iki bacağıı üzerinde duramıyordu. Sarhoş gibi sehdeliyor, mark şilinge tosluyor, şiling doların sırtına dayanıyordu. Fakat ne de olsa para artık köca. mış hokkabaz gibi bir türlü muüva- zenesini bulamıyordu. Madem ki paranın kıymeti matüftu. Biz de önümüze gelen mataha boi keseden verdik -itibarı, bastık gözüne kiy- meti. Siz böyle iş olur mu? diyor- sunuz. Bal gibi olur! O koca mu- barebede Ingiltere tahtelbahir teh- likesi dolayısile, Afrika toprakla- rindan çıkan altınını nelis Ingilte- reye getirtemiyordu. Fakat getir. miş farzederek, parasını kıymet- lendiriyordu. Ya o altın gelmesey- di? Biz bu mantıki çizgiyi mantı- ki neticesine vardırdık. Toprağın altındaki altını kendi cebimizin i. çinde farzediverdik. Hattâ taprak- ları ve kürrelarzı bir altın top say- dık. Zaten bankalardaki ihtiyat al- tını, her ne olursa olsun sarfedil. memek, ve yeryüzünde fırdolayı dolaşan papelleri kıymetlendirmek üzere, bankaların suya ve kuma batmış tahtelarz kasalarında, kilit altına konarak sıkı fikı muhafaza edilmiyor muydu? Madem ki her ne olursa olsun bunlar kullanılmı- yacaktı; ve yer altına gizlenerek, mintarafillâh, kâğıtlara mucizevi bir kıymet üfliyeceklerdi. Biz o altınları kemafissabık yaratıldık- ları gibi, rahat rahat, yeraltında bırakırız dedik, Ve böylece bir sü- rü fuzuli kasa ve kilit masrafla- rından kurtulduk. C ehalet devri adamlarının hakikaten tuhaf bir hüvvi- yeti vardı. Meselâ kasadakı vara- nın kâğıda kıymet yelleyeceğine i- nanıyorlardı da; Musanın âsâsının engerek yılanı olmuş olduğuna, Ashabıkehfin köpekleri kıtmir ile beraber yedi yüz yetmiş yedi' se- nesşekerleme kestirdiklerine, ay tutulunca, onu şeytanın Isırmış ol- duğuna bir türlü inanmıyorlardı. Mademki inanılan her şey geçer akçe oluyordu, biz de yeraltının bütün altınlarının torbada keklik olduğuna inandık. Bu suretle, mamul insanlar dün- * yanın en paralı, en zengin insan- ları, ve bundan dolayı da en mü- reffeh ve mesut insanları oldular. Bu izahatımın birbirini tutmadığı- na şüphelendiğinizi gözlerinizden görüyorum. Ay barbarlık asrında- xi müesses sanılan vaziyetin bun- dan daha tutar yeri mi vardı?. üesseseden ayrılırken, Min- distan, Çinimaçun, Dalay Lama imparatorlukları tarafından ısmarlafımış son sistem masnu te. baalar, kalabalık halinde fabrika- nın cümle kapısından çıkıyorlardı. Siparişin en büyüğü Dalay Lama tarafından verilmişti, Tibete ait te- baalara büyük otomatik klâksonlar takılmıştı. Lâsadaki Lama payitah- tından düğmeye basınca elli mil. yon masnu Tibetli Kibleye doğru namaz kıldığıgibi. Lâmaya doğ- ru da secdeye kapanıyorlar, “ulu- sun ey yüce Lâma!,, diye üç kere bağırıyorlardı. Alelâde insan oldu- ğünu bilen Lâma, elli milyon klâk- sonun “ulüsun!,, diye bağıran ses. lerinin, teşkil ettiği mânevi asan- sörle, kendi kanaatince, yüceliğe erişiyordu ve rahat ediyordu. Son sistem insan şirketi, —Da. lay Lâma tarâfından gönderilen mektubu, reklâm — olsun diye kataloğuna basmıştı. Lâmaniın mek- tubunda: “Ne ben, ne ceddim, ne de Tibetin gelmiş yeçmiş ulu imparatorları, şimdiye kada: teba«. anın, bu masnu tebaalar kadar sa- dıkına ve mutiine fermanferma ol- mamışlardı. Amerikanın akıllara hayret veren bu endüstrisi sayesin- de Tibet son sistem bir camiaya ma. lik olarak, en mütekâmil milletler sırasına geçti.,, deniliyordu. Tibette mevcut bir âdete gö- re, insan fırıldak gibi kendi mihveri etrafında ne kadar çok dö- nerse, hem kendi, hem de Lâma i- çin o kadar sevap kazanıyordu. Iş- te bundan dolayı akar suyla dönen iptidai yapıda su dolapları kullanı- yorlardı. Cayroskoplarla (fırıldak gibi dönen bir âlet) teçhiz edilen son sistem insanlar ise biner softa kuvvetinde dinamolarla, dakikada yüz bin devir yaparak yüz bin do- lap dönmüş kadar sevap imal edi- yorlardı. Bundan dolayı asri Tibe. tin bir senelik sevap randımanı, es- Ki Tibetin bir asır zarfındaki ma- mulâtından yüz bin kere fazla o- luyordu. Tibete gitmek üzere yola çıkarı. lan taptaze mamul insanlar kapı- dan geçerken, gündüz olduğu hal- de dışarısının göz gözü göremiye- cek kadar karanlık olduğunu gö- rerek hayret ettim. Yüzüme ve göz- lerimin üzerine kara kadifeden bir kılıf geçirilmiş gibi oldu. Doktor Toma: “— Acaba güneş mi tutuldu?,, diye sordum. . “— Hayır, dedi, bü tebaaları i- mal ederken, bütün güneşin Radyo aktivitesini kullandık. Zaten et ve kemik insanların gidası güneşin radyo aktivitesiydi. Onlar güne- şin evlâtları sayılabilirlerdi. Fakat onlar muhnik gaz yaparak biribir. lerini öldürmek için havanın bü- AN KRALI F Yazan: Halikarnas Balıkçısı 9 e V v V v v ğ W Z 6© OCCA tün nitrojenini kullanmışlardı. Biz bu aksi hareketi, tersine çevirerek, düzelttik, Biz insan imal etmek i- çin güneşin ışığını istihlâk ettik. Zaten anadan doğma insanların gI- dası için yaratılış evvelâ nebatatı peydahlamıştı. Nebatat yaprakları- nın topladığı, ışık, hidrokarbon ve vitamin oluyordu. Bu pek dolam - baçlı bir yoldu. Nebatat güneş ışığı toplıyacak ta, onu yemiş yapacak ta, insan yiyecek ve Büyüyecek.. Yahut otu, yoncayı inek yiyecek te süt veya külbastı olacak. Hazme- dilecek, imtisas edilecek. Güneş 1- şığı can olacak: Insanın kafasında zekâ olacak ta ondan sonra para kazanmiya başlıyacağız. Olme eşe. ğim,ölme! Yonca bitsin de.. *« Biz yoncanın bitmesini bekle- medik. Doğrudan doğruya ışıktan insan yapıyoruz, onun için güneşin ışığı söndü.,, rtiık ilelebet gündüz olmı- yacaktı. Mamuül insanlar zaten güneşi ne yapsınlar? Onlar kapıdan çıkıp karanlıklara dalar- kehn, Zar zor çiçeklerini âçabilmiş bir badem ağacının solup dökülen çiçekleri, gece kar yağarmış gibi ağarıyordu. Bir ateş böceği gayre. te geldi, çaktı, ışıkla karanlığı del- di. Ikinci çakışı daha sönük oldu. Gazı tükenen lâmba ışığı gibi di- rildi, söndü. Yandı. Yine söndü ve sonra bir daha yanmadı. Fakat... BETTİ ADANADA Güzel Bir Sergi Adana Kız Enstitüsünden bu yıl mezun olanlardan bir grup Adana İsmet Inönü Kız Enstitüsü ve akşam kız sanat okulunun yıllık el işleri sergisi açılmıştır. Çok rağbet gören bu sergiyi 30 bin kişi gezmiştir. Kızlarımızın büyük bir itina ve ince zevklerile hazırladıkları elbiseler, tuvaletler, fantezi nakış iş- leri, suni çiçeklerle modaya ait muh telif garnitürler teşhir edilmiştir. Hi | & ;

Bu sayıdan diğer sayfalar: