14 Temmuz 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

y YAZAN : TURHAN TAN Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 102 K Sipahiler Saray Avlusuna Dolunca Padişah Ağlıya Ağlıya Annresinin Elini Öpüp Babüssaadeye Çıktı — X Nitsen, nişlesen gerek?.. Taş- ra çıksam beni öldürürler mi, dersin? Çıkmasam, hareme girip, yakama yapışırlar mı dersin?. Safo, otuz beş yaşını aşmış olan bu saçlı sakallı çocuğu okşıyarak, teselli ve cesaret verdi: — Sipahilerin #arslanıma sui. kastleri olsa, ayak divanı teklif etmezler, bir fetva alıp, seni taht. tan indirirler, Böyle bir küstah« lık onlardan memul değildir. Çün.. kü geçmiş zamanda vukuu yok- tur. Şeytan onların yüreğine gi- rip te, tuz ve ekmek hakkını ken. dilerine unutturmuş, dimağlarına fesat tohumunu ekmiş olsa dahi, sen yine perva etmemelisin. Çün- kü yeniçeri tayfası sipahilerle bir olmamıştır. Arslanıma sadakatle. ri tamdır. Edna bir küstahlık se. zilse, hemen ortaya atılırlar, si- pahi derneğine duman attırırlar. Sultan Mehmet, geniş bir nefes almakla beraber, tereddütten, en. dişeden kurtulamadı: — İyi söylersin ama valde, ye- niçeriler işte kışlalarında yan ge. lip otururlar, Bu âsilerin elinden bir kaza çıkarsa, tamiri nice müm. kün olur? — Sipahilerin yanında, yönün- de hayli yeniçeri de vardır, onla. rın sözlerini de, işlerini de gözet- lemektedir. Sen emin ol. Hünkâr, ellerini oğuşturarak, yi- €e bir kaçamak yol 'aradı: — O halde bir hattı şerif yaza- yım, yeniçeri kullarım bu yara- maz gidileri sürüp saraydan çıkar. sın. — Sakın arslanım, sakın. Böyle bir hattı şerif, işleri berbat eder. Çünkü iki ocağı birbirine düşür- mek kolay değildir. Ortada makul bir sebep te yok. Sipahiler, sana arzuhal sunuyorlar, senden ada. let istiyorlar. Şimdilik küstah « hk ettikleri yok. Sen onları dinle. meğe enezzül etmez de, yeniçeri. leri yardıma çağırırsan, mümkün ki, ocaklı içinde dahi bu işi nahoş gören çıksın. O vakit iş sarpa sa- rar!. Saray avlusundaki heybetli kalabalığın sayhaları, nâra. ları, kükremeleri gittikçe çoğaldı. ğından Sultan Mehmet - gözlerine dolan yaşları mendiline içirerek, anasının elini öpüp hayır duasını istiyerek. bâbüssaadeye çıktı, da. ha önce oraya kurulan tahta otur.- du. g Dekor, hiç te alıştığı renkte ve şekilde değildi. Bayramlarda ve başka kutlu günlerde bu tahtın et. rafına sıra sıra köleler dizilirdi, devlet büyükleri de birer birer ge. lip köleleşirler, tahtın saçaklarını öperlerdi. Allahın makamı olarak tasavvur olunan arş ile şu tahtın hemen hemen farkı yok gibiydi. Çünkü Allah, bir “hiç” olan kulla. rını nasıl bir lâhzada “her şey” haline koyabilirse Sultan Mehmet te, kendi tahtı, kendi arşı üzerinde mırıldanacağı tek bir kelime ile ve bir saniye içinde zelili celil, celili zelil edebilirdi. Fakat bugün o taht, bir cellât tahtası gibi korkunçtu. Padişah, saltanat ve hilâfet sedirinde değil de, üzerinde kelleler kesilen bir kanlı kütükte oturuyor şah, sipahiliğin karşısında kölele. şiyordu. Sipahiler, kendi işaretlerile kay. makam tayin olunan Güzelce Mah. mut paşayla yine kendi emirlerile şeyhülislâmlığa getirilen Sanullah efendiyi ve otuz kadar hocayı - dinleyici sıfatile - oraya getirt. tikten sonra ilkin dâvacı vaziye« tini takındılar, yahut manevi şah. siyetlerine milletin yaralı vicdanı tatafından takrir olunan dâvanın teşrihine kalkıştılar, içlerinden bir heyet seçerek tahtın önüne doğru sürdüler. Bunlar Hüseyin Kalfa, Poyraz Osman, Kâtip Cezmi adlı üç sipa- hiydi, vezirler de, saraylılar da kendilerini tanırdı. Çünkü iyi gün- lerde sipahiliğin neşesine, kötü, demlerde o zümrenin elemine hep bu üç kişi tercüman olurdu ve bü. tün sipahi hamlelerinde yine bu adamların önayak oldukları görü- lürdü. Zeki, okur yazar ve cesur kimselerdi. adişah, iliğine kadar sapsarı kesilmişti. Belli belirsiz titre. ıztırap duyuyordu. Sağında, solun- da gerçi birkaç köle vardı. Lâkin bunlar, başka zamanlarda olduğu gibi yere, göğe gurur ile bakamı- yorlardı, süt dökmüş kedi veya kamçı yemiş köpek vaziyetinde bulunuyorlardı. Çünkü karşıların: da tahttan sadaka bekliyen vezir. ler, ağalar, beyler, hocalar değil, tahtı sorguya çekmeğe gelmiş per- vasız hâkimler vardı. f âkimler de yamanın yamanı olup bakışları bile adalet gibi amansızdı. Zaten iri cüssele. rile, çatık kaşlarile, yataklı bıyık. larile, yatağan, karakulaktan han. çere kadar çeşit çeşit silâhlarile mücessem heybet halinde bulunan sipahiler zulmü, rüşveti, haksızlığı « padişahın şahsında - muhakeme etmek vazifesini üzerlerine almak. la pn kat, yüz kat daha mehabet kesbetmişlerdi. Taht, onların bu öd koparan ti önünd. ilecek surette küçülüyor ve bizzat padi. meler gi du. Lâkin ağlama. BULMACA Dünkü bulmacamızın halledilmiş şekli »G 8. & GA TU D HİTİTİRİA Hi slolL © gı a M W 3 — - bi Bd b TERRTT ü G l ——— OKUYUCU MEKTUPLARI 14.7-. 939 Hastanın Türkü Almanı Olur mu? Sıraservilerde bir Alman sıhhat mües- sesesi vardır. Bu müessesede doğum işle- rine de bakılmaktadır. Bu hastahanede tabil bir doğum doksan üç lira ücret alınmaktadır, Benim hastam çok hâzik bir Türk dok- torünun baş tabipliğini yaptığı Üsküdar Zeynep Kâmil hastahanesinde muayene e- dildiği zaman kendisinin güç doğuracağı, teşhisi konmuştu. İstanbulda geçen günlerin bir gecesin- de ani olarak doğum ârazı görüldüğünden için 0 S © g B # M SOLDAN SAĞA: 1 — Büyük su - Bir hayvan, 2 — Gaye - Suda erir, 8 — Bir vilâyet - Taharri eder, 4 — Bir harf - Bir harf - Haya - Bir hayvan, 5 — Hayvan yatar - Bir zamir - Sız, 6 — Bir hayvan - Masum - Bir sesli harf - Bir harf, ? — Bir ağaç - Meyilli, 8 — Bir ağaç - Bir sesli harf, 9 — Bir uzvumuz - İşve, yapmacık, 10 — Yüksek perdeden - Bir nota - bir nota YUKARDAN AŞAĞI: »1 — Keder, sıkıntı - Tok — değil - Bir harf, 4 2 — Olur mu? İyi mi? - Ced - Bir çalgı, 3 — Nezahatli - Paraya müteallik, 4 — Le - Sıcaklık - Işık - Ses - Bir hayvan, - $ — Bir harf - Taharri, nın, sızlamanın faydası olmadığı nı kavradığı için bildiği, bilmediği evliyaya kurbanlar, fukaraya sa. dakalar nezrederek soğukkanlı gö. rünmeğe çalışıyordu. Lâkin sipahi liderleri, harekete geçmiş hirer ga. zap timsali vakarile, önüne geldik.. leri vakit bayılacak hale gelmek-. ten kendini koruyamadı, tahtın. dan düşecek gibi oldu, gamlı gamlı sağına soluna bakındı, sonra gü. lünç bir telâş ile sipahi liderlerine baktı, ağlıyan bir sesle onlara ilti. fat etmek istedi: — Büuyurun, dedi, hoş geldiniz.' Bileğinizi dinliyorum. — Söyleyi: niz. Onlar ne eğildiler, ne diz çöktü. ler, hattâ selâm da vermediler. Şa. ha kalkmış bir adâlet kanunu aza- metile dile dile geldiler, satır satır açıldılar. Yalnız Hüseyin Kalfa ko. nuşuyordu. Fakat üçü birden ko. nuşuyormuş zehabı husule geliyor. du. z (Devamı var) — emir - Bir Sultanlık - Bir harf, ? — Geniş değil - İymekten emir - Bir zamir, 8 — Buutlar - Saha, 9 — Vurmaktan fail - Bir renk, 10 — Genişlik - Bir mevsim - Üye, Hatay Gümrüğü ! Hâtaydâ Kkürülması kararlaştırı. lan gümrük teşkilâtına ait kâdro ha- zırliklarmla Ahkaradâ “devam edi- liyor: Bu:takdirde memurlara tebli. gat -yapılarak bir an evvel Hataya sevkleri temin ediletektir. Rİ Daktilo Aranıyor İyi fransızca bilen ve dolgun bir maaşla Karadeniz sahil vi. lâyetlerinden birinde ciddi bir. müessesede çalışmak isteyenler bonservis ve iki fotoğraflarile Dördüncü Vakıf Han asma kat No, 10 a acele müracaatları. iye Alman götü- rüldü. Hastahanede doktor çocuğu ameli- yatla alacağını bildirmiş, hastaya danış - ması kendisine teklif edildiği — halde “Bu hastahaneye gelince doğrudan doğruya u- sullere riayet mecburiyeti olduğunu” ih- tar ederek bilâ mezuniyet hastanın kar - nını yarmış ve çocuğu almıştır. Tabil do- ğum ücreti haricinde de (55) lira ameliyat ödemiş bulunuyorum, Bundan sarfinazar hastahanede bir Alman hasta ile bir Türk hastaya ayrı ayrı muamele yapılmaktadır. Türk hastalara yemek servisleri bile baş- larına vurulurcasına yapılmaktadır. Has - talârm koltuklarında derecelerin 50' daki- ka bırakıldığı vakidir. Sıhhiye müdürlü- ğünün-nazarı dikkatini celbetmeyi vatan- daşlık namına kendime bir borç biliyo - rum, Aydın Su isleri fen memuru Reşat Aytın e Aç ve işsiz kaldım “Ben Malatyalıyım, kimsem yok. İstan- bulda Kadıköy erkek orta mektebinde Halkevinin yardımı ile okutuluyordum. Bu sene sekizinci sınıftan dokuzuncu sını- fa geçtim. Bir dersten mazeret imtihanına kaldım. Ders kesimi olduğu için Halkevi yardımını kesti. Bir pansiyonda beş lira kira ile oturuyordum, Bittabi yardım kesi- lince bu kirayı veremedim. Şimdi lokan- tadan yemek te yiyemiyorum. İş aradım, baş vurmadığım yer kalmadı, iş bül. dım, Bütün geceyi sokakta dolaşarak ge- çirdim ve bu sabah size geldim. — Halimi güzeteye yazın, olur ki bir acıyan bulunur ve bana iş verir. Sefaletten kurtulurum.” Kadıköy Yeldeğirmeni No. 18 Yurttaş sokak Abdullah Yurdakui Dd Sebebi bilinmiyen ceza Geçen pazar günü saat 13 treniyle Flor- yaya gittim. Tren durduktan sonra istas- yon boyunca Belediyece — yapılmış olan dükkânlarda bir telâş eseri gördüm, Dük- kâncılar: Geliyor!, Geliyor!. Diyerek dük- kânlarını kapamağa başladılar, Merak et- tim. Gelenlerin kimler olduğunu görmek için bekledim ve gördüm. Gelenler üç be- lediye zabıta memuru idi. Açık kalan dük- kânların bir kaçına ceza yazdılar. Yine merak ederek bu dükkâncılara — sordum: Sizin pazar günü açmak ruhsatiyeniz var mı? Evet vardir.. Peki size niye ceza yazdılar? — Bilmiyoruz.., Cevabını verdiler. Ben bu işe hayret ettim. Çünkü bu dük- kânlarda satılan maddeler örtülü ve temiz- di. Açıkta her türlü toz ve toprağa maruz seyyar köfteciler ve şerbetçiler de orada satış yapıyorlardı. Bunlara ceza verilme- diğine göre bu işin sırrını anlayamadım, Acaba niçin bu adamlara ceza vefil - miştir? Bu sualin cevabını bizzat cezaya çarpılan dükkâncılar da bilmiyorlardı. Büyükada: Ekrem Hayatımı Kurtaran Genci Arıyorum 2 Temmusda Floryada yüzerken bir kaza geçirdim. Boğulmak üzere iken bir genç beni muhakkak bir ö- lümden kurtardı. Kendisini tanıma- dığım bu gence minnettarlığımı ve tesşekkürlerimi bildirmek istiyorum. Adresini bana yazmasını rica ederim. Beyazıtta belediye dairesi oda- ö cılarından Muharrem Pınarhisar - Kırklareli Maçı I Pınarhisar Zabitler takımı ile Halkspor takımı birarada « Kırklareli (TAN) — Pınarhisardaki zabitlerden mürekkep bir fut- bol takımı buraya gelmiş, Halkspor klübü ile çok zevkli bir maç yap- mıştır Halkspor, ikiye karşı üç sayı ile galip gelmiştir. “— Peki!,, Cevabını verdi. Zavallı kız, ayda beş lira mukabilinde, tırnakla. rını, ve derisini aşındırırcasına çalışıyordu. Buna rağmen, oturduğu yerde, ekşi sirke, ve küflü soğan kokuyordu. Bira bardaklarını parlattıktan sonra, rakı kadeh- lerini aldı. Ve onları, tulumbanın altında yıkamak üzerc bahçeye doğru yürüdü. Fakat yorgun ve zayıftı. Buna mukabil, elindeki kocaman ve ağır tepside bir sürü bardak vardı: Bü- tün dikkatine ve gayretine rağmen, elleri titrediği. için, tepsi sallandı, ve kadehlerden birisi, taşlığa yuvarlanarak şangır şungur parçalandı. Zehra, bu sesi duyunca, neşesini birdenbire öldüren bir hid. detle yatağından doğruldu ve aşağıya doğrü ba. ğirdı: “— Elin kırılsın, hınzır.. Ağzını açacağına, gözü- nü açsana?. Fitil, o sırada, yeni aldıkları güvercinlerle Meş guldü. Bir taraftan onların yemlerini, sularını de. Biştiriyor, bir taraftan da ıslıkla: “— Atalım mı gâvur kızı, atalım mı? Senin için hapislerde yatalım mı?” %arkısmı çalıyordu. üvercinler, onun ıslığını tanımışlar, ona alışmış- lardı. Islığı duyunca, her taraftan uçuşarak, koşu« şarak onun etrafına üşüşüyorlardı. Zehra, kocasının bu işleri bitirip içeriye girdiğini de ıslık seslerinden anladı. Mürüvvetin sesini duymaz olmuştu: “— Her halde, işini bitirmiş, giyinmeye başlamış olacak!” dedi. Şimdi, Çakırın burnuna, kahve kokusu geliyordu. Demek, aşağıdakilerden birisi, kahve kavurmakla meşguldü... Bu da, cumartesi günlerinin mütad işle. rinden biriydi. Zira her hafta o gün, kahve sarfiyatı üç, dört misli artardı. Vâkıâ, bütün bunlar, ufak tefek şeylerdi. Fakat Zehrayı yatağının içinde oyalamıya kâfi geliyordu. TEFRİKA Bir aralık, dışarıdaki rüzgâr kesilir, ve her şey su. sar gibi oldu. Yalnız ara sıra, bir sokak köpeğinin havlayışı duyuluyordu. Zehranın yattığı odaya, yani tavan arasına gece. ler, daima, başka yerlere gelişinden iki üç saat ev. vel çökerdi. Zira tavan arasına güneş ışığı, gün ışığı, bir çatlağa benziyen ufâcık pencereden âdeta zorla girerdi. Hele tavan arasının köşe kısımlarına, güneş ziyası, günün hiçbir saatinde yetişmediği için, ora- lar her zaman karanlık bulunuyordu. - Azalan ışık- larla birlikte, Zehranın gözleri de karardı, ağırlaştı, kısıldı ve nihayet tamamen kapandı. Fakat çok geçmeden onu, meyhaneye gelen müşte. rilerin gürültüsü uyandırdı. Gözlerini açınca tavan a- rasını, tamamen karanlıklaşmış buldu. Aşağı katta lâmbalar yakılmış için, tavan arasının döşe-' medeki açık methali, kıpkırmızı bir murabba teşkil etmişti. t Aşağıdan, Melâhatin kahkahaları duyuluyordu. Kahkahalarından, giyinmiş kuş; all İAtığn No. 28 miyetle, kaçak eşyalar teşkil ediyordu. Dantelâlar. dan, ipekli kumaşlardan, altından, esrardan, eroin. den bahsediyorlar, ve bütün bu kaçak mallara ait nâdiren vâkidi. Biçare, ekseriya tavan arasında, lüzumsuz bir eşya gibi unutulup kalırdı. 'Tavan arasının methalinde, Sarı Bekirinîn?ıf sarı yüzünü görünce, bir insan tarafından hatırlanmış, aranmış olmanın zevkinden ayıldı, ve mümü yakmak lüz nu hissetti. Ki mazur gö k için: “— Affed Mumu yakacağım ama, kibriti bulamıyorum!” diyerek, yatağından fırladı. Zehra yalancıktan kibrit aranırken, Sarı Bekir: “— Durun, ben yakarım mumu!,, Diyerek, kibritini çaktı ve rüzgârdan sönmemesi için, kavuşturduğu iki avucunun aralık yerindeki boşlukta tuttu: Kibritin titrek ışığında, Bekirin şef. faf gibi görünen ellerinin zayıflığı, kuruluğu ve sa- dicini taze hikâyeleri, birbirlerine yüksek sesle anlatmal tan çekinmiyorlardı: Bundan da, hepsinin lüzumun. dan fazla kaçırdıkları anlaşılıyordu. Ara şıra sesler kesiliyordu. O sıralarda meyhane. ye, yabancı bir müşterinin girdiği, ve içeriye, dışarı. nın soğuk havasile birlikte, henüz kafayı tütsüle. memiş bir insanın sükünunu getirdiği belliydi. Fakat az zamanda, o da orada bulduğu insanlara benziyor, gürültülü bahse karışıp gidiyordu. Zehra, Fitili düşünüyor, onun bu geceki hayatın.. dan memnun olduğunu tahmin ediyordu. Zira iyi bir cüumartesi gecesinin başladığı, gürültünün, yani ka- labalığın, kahkahaların, neşenin bolluğundan bel. liydi. O anda, kulağına Sarı Bekirin sesi geldi: “— Zehra abla... Uğrayabilir miyiz?” diye yuka. pullanmış olduğu anlaşılıyordu. Hattâ kahkahala. rında biraz gevreklik, biraz yayvanlık vardı: Demek ki, birkaç tane de parlatmış, kafayı yarı dumanlamış bir haldeydi. Erkekler, Zehranın işitebileceği derecede yüksek sesle konuşuyorlardı. Bahislerinin mevzuunu, umu« Tıya Zehra: “— Büuyurun!” diye cevap verdi. Ve ellerile gavri ihtiyari dağınık saçlarını düzelterek, yatağının için- de doğruldu, Kendisine, körlemeden ve alelacele bir çeki düzen verdi. Kendisinin ziyaret edilmesinin hatırlanıldığı, çok iyordu. rılığı büşbütün belli oluyordu. Kibrit alevi biraz da. ha canlanıp, Bekirin sarı yüzünü iyice aydınlatınca, Zehra hayret duymaktan kendisini alamadı: Bekir, / eskisinden çok fazla zayıflamış, çok fazla yıpranmış- tu Gözleri daha derine gömülmüş, ve avurtları, in. sana endişe verecek derecede çökmüştü. Bekir, konsolun kırık mermeri üzerine yapıştirıl. miş ve yarisı erimiş olan mumu yakarken, kesik ke. sik öksürüyordu Zehra dostane bir alâkayla sordu: “— Biraz keyifsizsiniz galiba? Bekir, hasta görünmek istemiyordu: “— Hayır, dedi, bir şeyim yok. Kibritin dumanı genzime kaçtı da... Bu sözleri söylerken, sesi, bir mağaradan gelir gi. bi boğuk çıkıyordu: Belliydi ki, o kesik öksürükler, girtlağinı harap etmişti. Zehranın kendisile daha fazla meşgül olmasına meydan bırakmamak, ve ken. disini üzen bu bahsi değiştirmek için sordu: “—. Demek siz hâlâ yataktasınız? Bu hastalık ne zamana kadar sürecek Allahaşkınıza?.. #*— Bilmem ki... Doktor her gelişinde: (Devam! var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: