TAHLİL VE TENKİT mea veee aaammamamamı? Sön Haftalar İçinde Neşredilen Eserler Altın Kaydı - "Clavs -or,, Yazan: Afif Tektaş Basan: Tan Matbaası U eser, muharririnin hak. kımde beslediği teveccüh- ten dolayı elime geçti. Yoksa hu- kuka, maliyecili « ğe, İktisat ilmine taallük ettiği ci- hetle benim an - lama kabiliyeti- min fevkindedir. Ben altının kütle halinde sarı, zi- ya,inkisarları altında kırmızı görü- nen ve toz toz teressüp ettirildiği vakit kırmızı ile koyu kahve ren. gi arasında bocalıyan bir maden olduğunu bilirim. Dört yüz yıldan- beri topraktan kirk milyar Türk Yirası kıymetinde altın çıkarıldığını da not defterime kaydetmişim. Al tınm az ve çok miktarda nerelerde bulunup ne şekilde çıkarıldığını da- hi belki duymuşumdur. İnsanlar altın için nasıl didindiklerini, na- sil çarpıştıklarını ve yine o maden yüzünden pe cinayetler işlendiğini ise yıllardanberi okuyoruz, du- yüyoruz ve görüyoruz. "Lâkin al- tinin hukuki, mali ve Iktisadi mev- kini, o sahalarda oynadığı - müte havvil ve müteselsil , rollerini ne düşündüm, ne de merak ettim. Bunurla beraber bu eseri oku dum. Çünkü Bay Afif Tektaşın en çetin mevzuu — bilgisindeki kuv- vet, kalemindeki kudret sayesin. Ge.» herkesçe hazmolunabilecek biçime soktuğuna inananlardanım. 'Bu kanaatim kitabı okurken sayfa başına tazelendi ve son sayfayı çe. virirken “Altın kaydı. tabirindeki mena bana da - bütün inceliklerile - inkişaf etmiş oldu. Hukukçular, maliyeciler, iktısat. çılar ve altınla herhangi bir suret- te alâkalı olanlar, bu kitaptan şüp- he yok ki, başka suretle zevk ve fayda elde edeceklerdir. GÜNAH BENDE Mİ? Yazan; Kerime Nadir Basan: İnkılâp Kitabevi erime Nadir, Hıçkırıkla ken- di ismi ve edebi kabiliyeti üzerine uyandır. dığı dikkati, “Gü nah Bende 4dh romanile ge âiş mikyasta ço- ğalttı. Pek bozuk düzen gitmesine rağmen yine şöyle böyle bir canlılık taşıyan edebiyat âlemimizin girdisile; çıktisile ilgili olan her okuyucu artık Kerime Na- diri tanıyor ve onun kuvvetli isti- dadını alkışlamaktan zevk duyu yor, “Günah Bende mi?,, roman: Hs- Yük Giray adlı birinin hayccanlarla dolu hayatını tahlil ediyor. Halik, bir Rus kadınile bir Türk erkeğinin izdivacından doğmuştur. Fakat 0- nu doğuran ana, yeni muhitine benliğini vakfedemiyor, bir gün öz yürdunda kendine gönül vermiş, 15- tanbula kadar izini koyalan; bir Rüs kontunun ardina takılıp Rus- yaya dönüyor. Bu suretle Halük 4- rasız büyümüş ve babasından da anasını kaçıran adam hakkında sönmez bir gayız tevarüs eylemiş bulunuyor. Dili diline, dini dinine uymıyan bir kadının aşkında vefa arıyacak kadar gafil olan bu baba, ölürken oğluna vasiyet ediyor: — Ananı benden çalan adam: dür! ; Halük, öksüzlüğünü içinde ge çirdiği hala evinden de bir vasiyet alıyor. Bu ikinci vasiyeti yapan Hadiye adlı kadın, ona, Nüvit isim- li bir kızı almayı kudsi bir vazife olarak yüklemiştir. Askeri tahsili- ni bitiren Halük, Nüvldi alıyor. Fa- kat dostlarından, heykeltraş Muh- Yazan: M. Turhan Li tarın, Nüvide aşk ilân ettiğini gö- rünce müt&essir olüyor ve karısını boşuyor. Sonra umumi harp baş- iyor ve Halük Erzurum cephesine diyor. Orada esir düşen bir Rus tayyare zabitile - Piyer Voro; dost oluyor ve onu - ri yanamıyarak « serbest birakıyor. Biraz müddet geçince de kendisi e- sir düşüyor, Rusyaya gönderiliyor. A rtik vakalar biribirini takip ediyor ve Halük, heyecanlı bir hayat içine lüşüyor. O ha- yat arasında Nü. vit var, anasını kaçıran Rus asik zadesi var, Lida ve Lizet adlı kız- Jar var ve bir sü- rü hissi sahneler var. Nüvit, avu- kat bir Türke yarmışlır, Rusyada- dır. Halükun anasını ayartıp Rus. yaya götüren Kont, mahut tayyare zabiti Piyer Voronikofun babası- dır, Halk, Nüvit ile barışmak te- şebbüslerinde bulunuyor, O arada kadının kocasını - başına bir saksı düşürmek suretile . yaralıyor. Ana- si kaçırdığını öğrendiği kontu öldürüyor. Lida ile ve Tizetle, bi- ribirini müteakıp sevişiyor, niha- yet Rusyadaki Türklerden yardım görerek kaçıyor, yurduna kavuşu- yor, Bu sefer de Umran İsminde bir kıza rastgeliyor, Nüvide benze. terek ona da gönül veriyor ve bü sırada Istanbula gelen, Nüvidin ö- lümü haberile kafatasmı getiren Piyer Voronikolun verdiği. bir mektuplan o Umranın kendi kızı olduğunu anlıyor, heyecandan ak- Ti muvazenesini kaybediyor, haya- tını hikâye eden bir tomar kâğıdı, Umrana verdikten sönra dünyaya veda ediyor. erime Nadir, yer yer gayri tabii ve baştan bâşa roman- tik olan bu inev- zuu gerçekten tok dire lâyik bir ma- haretle terkip ve tahlil etmiş, tabi- ate sykirı samlan vökıaları tehkiye tarzındaki güzel- dikle okuyucuya tabii olarak kabul ettirmek hünerverliğini göstermiş ve eserini kıymetli bir roman ha. linde ibda eylemiştir. Biz, bir ba- banın oğluna vinayet tavsiye etme- sini, o oğlun - münevver bir zabit* olmasına rağmen - bu vasiyeti ka- bul eylemesini, tesadüfün ölüme mahküm bir adamla, cinayeti işle. miye hâzır genci karşılaştırmasırı, bir Türk zabitinin bir esir düşman zabitine ulu orta hürriyet verme- sini ve ayni anadan doğdukları için kardeş olan - biri Rus, biri Türk zabiti - bu iki gencin biribirlerini candan sevmiş olsalar dâhi Halü- kun o cinayeti işledikten, yani Pi- yer Voronikofun babasın: öldür- dükten sonra maktulün oğlu tara- fından himaye görmesini tamamile gayri tabii buluyoruz. Lâkin Bayan Kerime Nadir, Halük Giraya çek- Grdiği vicdan azaplarile, hissi buh- ranlarla bü tabiate aykırı vaziyet- leri o kadar güzel idare ediyor ki, kitabi elimizden birakamıyoruz, heyecandan heyecana düşerek s0. nuna kadar zevk ile okuyoruz. Ken- disini tebrik ve takdir ederim. DAĞLARIN ÇOCUĞU Yazan: Orhan Rahmi Gökçe Basan; Etiman Kitabevi u romanın ilk sayfalarını 0- kurken Çalıkuşuna bir nâ- zire o zannettim. Çünkü wuharri - rin iki kahrama- mından biri, Ri- san adını taşiyanı söy hocasıdır. Ko- lejden mezun bir köy muallimi ki, yirmi iki, 23 yıl önce değil, yur- da hizmet aşkının kudsi bir ateş gi- bi bütün genç gönüllerde tutuştu. Zuna iman ettiğimiz şu günlerde dahi eşini henüz görmüş değiliz. Fakat sayfaları çevirince ve hikâ- yenin renkli, hareketli esreyanı Tasına girince Orhan Rahmi Gök- çenin Rizanile, Reşat Nurinin Ne- rlmani arasında - uzak ve yâkın - bir münasebet olmadığı anlaşıl- yor. Bununla beraber okuyucunun de râki yine ufak tefek istifham hal. kalarına takılmaktan kurtulamı - yor. Meselâ Rizanın hoca olarak gittiği köyde bir Yanık Bekir var. Kimsesiz bir çocuk. Ne okumuş, ne yazmış. Lâkin hak için mücadele- yi seviyor, meselâ büyücülükle meş gül kadınların evini taşa tutuyor. Hurafeseverlikle cahalet tev'em ol. duğuna ve idrâki üzerinde hiç bir halâskâr nakış bulunmiyan bir köy lü yetimin böyle atılganliklar yap- ması mantiğa sığmıyacağına göre, | muharririn Yanık Bekiri tabiat ten ve hakikatten değil, kendi ha- yalinden alıp esere koyduğuna İ- nanmak lâzım geliyor. Sayin romancı, Kolej mezunu bir kızla, kimsesiz, hattâ evsiz üm mi bir köy çocuğu arasında aşka benzer karşılıklı temayüller husule gelebileceğini de kabul ediyor ve Yanık Bekirle Rizan arasmde bir gönül sempatisi yaratıyor. . Hattü, Mizan bu kalbi temayül ibramile bir jandarma onbaşısını silleliyor. iz hikâyeyi bu bahse kadar bir mukaddeme saydık ve eserin heyecanı- ni daha sonraki sayfalarda - Kem de bel bol . bul- duk. Çünkü Riza. nın İzmirde bir genç ile isteksiz nişanlanması, Ya- mk Bekirin, Rizanı kucağında ta- şıyarak şehre gitmesi ve onu - Va. kur bir fütur İle - araması çok kuvvetli bir kalemle tasvir olun * muş. Hele Rizanın Yanık Bekire âit, fakat müphemiyetle örtülü duygularına taallük edea tahliller gerçekten nefis. Daha sonra mevzu, bizatihi gü- zelleşiyor, heyecan kaynağı olu - yor. Çünkü Yanık Bekir, milli mü- cadeleye, o büyük savaşa İştirak e- diyor. Nişanlısından dul kalan Ri- zan da - işin iç yüzünü bilmiyen- ler yanında vatarısız, hain ve alçak tanınmayı göze alarak - Ankara hükümeti hesabina casusluğa giri- şiyor, müstevli ordu zabitlerile si- kı bir temasa giriyor. O arada Be- kirle Rizan - milli hükümet namı na - müşterek bir vazife de gö- rüyorlâr, müayyen bir parola ile karşılaşıyorlar, Lâkin Yanık Bekir, hayalini ruhunda yaşattığı kadını tanımıyor, onun tarafından öpülme #ine rağmen bu gafleti devam © diyor, Neticede linç edilmek üzere bu- lunan Rizanı - bir tesadüf eseri 0- larak - Yanık Bekir kurtarıyor. Yıllardanberi biribirini - nefisleri. ne karşı bile itiraf etmeksizin - se- ven gençler evleniyor. Güzel ve seve seve okunmiya değer bir eser. Lâkin ben Orban “VAN Bu da Boyunu Uzatmak İçin Çare Arıyor embeyaz gömlekli hemşire, B benim gâzeteci olduğu- mu öğrenince, bembeyaz dişlerini göstererek güldü ve: “.— Nihâyet, dedi; biçarenin korktuğu başına geldi. Zira geldi- ğindenberi: “— Aman, burada olduğumu ga. zeteciler duymasa!,, diyor ve bir güzeteci ziyaretinden ürküyordu! Şimdi sizi görünce, yakayı ele vermiş sSüçlu bir firari gibi üzüle- cektir!,, Hastanehiii zeki, nazik ve se > vimli hemşiresi bu sözleri söyleyin. ce: O halde, dedim, onu'üzme.. menin çaresi var: Siz, benim gaze- teci olduğumu söylemeyin. “— Ya ne diyeyim?,, “ — Doktor, diye takdim ederşi. niz!,, Bu teklifim, hastasını üzmek is- temiyen hemşirenin de işine gel- mişti. Birsz sonra, ziyaret etmek, ve kendisini görmek, dinlemek is. tediğim vatandaşla karşı karştya İ- dim, Müsaadenizle, kendisine doktor olarak takdim edildiğim bu şaya- nı dikkat vatandaşı, size de takdim edeyim: Ismi, Ahmet Şahindir Ba. na. onunla konuşmamı tavsiye e- denler: "— Seh, demişlerdi, ömründe bu derece enteresan bir mahlükla gö- rüşmemişsindir. Zaten, kendisin! görür görmez, bi ze hak verecek. sin ya! “TAN” gezetesin. de, dünyanın en uzun boylu ada. mirin resmini gö rünce, derhal seni kendi kendimize: “— O, dedik, gelse de, asıl bu- nunla Konuşsa! Ömer, dünyanin en üzün boylu adamıdır. Şahin ise, önun tama - men tersine, dünyanin en küçük boylu mahlükudur. Ömer, her sene bir parça daha uzayıp büyüyor. Halbuki, Şahin, Onun tamamen tersine, her sene bir parça daha kısalıp küçülüyor. hatırladık ve en, sözün burasında: retle sormuştüta? “— Nasıl olur?,, Onlar, cevap vermişlerdi: “— Bu cihete, bizim de, hattâ doktorların da akılları ermiyor. Fa kat, Şahinin her sene biraz daha küçüldüğü de muhakkak. Zaten. eğer kendisile görüşürsen, bunu sana, o da isbat edecektir!, Bana soluğu, Şahinin bulunduğu hastanede aldıran, dinlediğim bu sözlerin uyandırdığı tecessüstü: Doktor olduğumu duyunca, Sahi- mİB ufak gözlerinde, masum bir ü- mit parıltısı belirdi: “— Buyurun efendim!, diye, mübalâğah bir hürmetle eğildi. Dikkat ettim: Şahinin vücudü - aün, bildiğimiz, yördüğümüz cüce- lerin vücutlerine hiç benzemiyen hususiyetleri vardı: Meselâ; başı, elleri ve ayakları, boya ile hiç te mütenasip değildi: Boyunun uzun. hay — Boyumun küçüldüğüne inanmazsanız, iki sene önceki elbiselerimi bir giyeyim de görünüz. Görüyorsunuz ya, mum gibi eriyip küçülüyorum. Bu gidişle küçüle küçüle yirmi senede biteceğim. luğu bir metre 14 santimi buluyor- — Aman bu derdime bir çare. du. Fakat büna rağmen, elleri, ba- $ ve ayakları, benim başım, benim ellerim, ve benim ayaklarım ka. dardı. Sanki tabii bir insanın elle- ri, ayakları ve başı, altı, yedi ya- şında bir çocuğun gövdesine. yâ- pıştırılmaştı. Bakışları bir kedinin bakışların- dan daha boş, daha manasızdı. Ha- reketleri o kadar ağırdı ki, kaplam- bağa ile onun arasında yapılacak bir yarışı kaybedeceği muhakkak- ir. Küçücük gövdesinin üzerindeki kocaman başı, hilkatin yüklediği ağır bir yük gibi âdeta zorlukla Rahmi Gökçenin bu eserden çok daha güzellerini vücude getirebile. Ceğine inanıyorum. Çünkü slimde- ki kitabın her satırında onun tam hürriyete kavuşmamış istidadının kuvvetli ışığı seziliyor. Yoksa, eriyorum. taşıyabiliyordu: “-C Kaç yaşındasın?,, dedim. Çok güç bir imtihan sualine ma- ruz kalmış gibi, uzun uzun düşür dü. Sonra ağır ağır: “e 25! diyebildi. Ben sorma - dan, Giresunlu oldüğunu da İâve etti. Şikâyetinin mahiyetini, bir de Kendisinden dinlemek istedim. Dü- şüne, düşüne ve kelimeleri tane ta. ne telâffuz ederek, İnsanın sabrını tüketen bir ağırlıkla anlatmıya baş- ladı: — Bu hastalığa, on beş yaşımda tutuldum. O zamanlar vücudüm, ara sfra şişerdi. Fakat bu şişler in- dikten sonra, herkes bana, tabii halimden biraz daha küçüldüğümü söylerdi. Zaten, kendim de bunun farkındaydım. Her sene biraz daha küçüle kü. Her Yıl Muntazaman Boyu 3 Santimetre Kısalan Genç çüle nihayet bu hale buki hemşehrilerim bilirler: on dört yaşımdayken, levent gibi bir delikanlıydım: Boyum, pösum yerindeydi. Hattâ arkadaşlarım ara #ında, iri yapılı sayılırdım. Vâkta, buradaki doktorlar, ber sene biraz daha küçüldüğüme i- Ben nanmak istemiyorlar: Fakat işle görüyorsunuz ya? Ellerim, eski ha- linde kaldı, Benim vücudüm de, ellerime, ayaklarıma, başıma gö- halbuki şimdi, bu uzuvlarım yakışmıyor. Bari onlar da birlikte küçülseydi, lâ. alettayin bir cüce olurdum. Yani hiç olmazsa, tenasübüm, biçimin bozulmazdı. Simdi ise, gördüğünüz gibi biçimsiz bir şey oldum. Sordu! “ — Biçimli olsaydın ns yapacak- tın? Önüne bakarak güldü: *.— O zaman, benim yüzüme de bir bakan bulunurdu elvet! Sonra gözlerime bakarak, ümitle sordu: “.- Beni biçime sokamaz musı- DIZ?,, Orada doktor stfatile bulunduğu. mu hatırladım, ve istifimi bozma- dım: . “— Bakalım.. Çalışacağız “ — Beni, eskisi kadar büyütse- DİZ razıyım! Eski esvaplarımı da be raber getirdim: Onları görünce bo- yumun ne kadar küçüldüğümü sp- lıyacaksınız: Şimdi, kendi eskı es. vaplarımı giyince, babamın elbise- lerini giymiş gibi oluyoru Geçenlerde hesap ettim: Het se- Ne muntazaman, tam üç santim küçülüyorum: Bu hesapça küçüle, küçüle yirmi senede Ben ayrılmak üzere ki mın büyük elini sikarker yaşlıydı: gözleri — Görüyorsunuz? dedi, mum gi- bi eriyip gidiyorum. Ne olursunuz. kurtarın benit,, Tabiatin bu cilvesine ne dersi niz? Acaba, hilkat, başı narelerine yaklaşan uz boyunu, bu zavallı mahlüktan mi alıyor dersiniz? (Sonu onuneuda)