A 8-699 ui billa. > nel Tefrika Ne. 68 Damat Ferit Müşkül Mevkideydi Fakat Birden Salona Giriveren Yeni Misafirler Onu Bu Müşkül Vaziyetten Kurtarmış Bulunuyorlardı Bir aralık, kapi Feride dönmüştü. n Halit ânalı damat r- larla uzun uzun süzdükten sonra, i lı bir eda ile; — Paşa hazretleri, demişti. Bu- Rün, hatır ve mizacı devletlerini Tencide edeceğini yakinen bildi- Bim bir vazife ile mükellefim. Ge- merâlim namına, zatı âsilânelerin- den bir husus hakkında bazı isti- Zahatta bulunmağa memurum. Mısır kuvvei seferiyesi başku- mandanı General (Allenbi) ile a- Tanızda, bilvasıta, bazı gizli mü- Zakerelerin cereyan ettiği haberi alınmıştır. Müttefikler tarafından müştereken akt ve imza edilen Mondros mütarekenamesinin mah- rem bir şekilde tâdil ve tefsirine müteallik olduğu öğrenilen bu mü- Zâkereler, hiç şüphesiz ki, hükü - metimin nazarı dikkatini celbet- miş ve bilhassa ayni zamanda İş- tanbul işgal kuvvetleri başkuman- danlığı vazifesini de ifa etmekte olan Generalimde fevkalâde bir a- lâka uyandırmıştır. Yapılan bu Bizli müzakere ve mühaberelerle, General (Allenbi) ye, işgali altın- da bulundurduğu mıntakada, mü- tarekenamenin diğer müttefiklere ttiği ahkâm ve salâhiyetten fazla ve hattâ bir imtiyaz şeklinde mevii bazı müsaadeler- de bulunulmasının İstihdal edil - mekte olduğu anlaşılmaktadır. D amet Ferit cidden afallamış, oturduğu koltukta sallan - mağa başlamıştı. Kapiten Halidi bırakmamak için, âde k yanlış bir kanaat. Diyebilmişti. Fakat, Halit bu Cevabı işitmemiş gibi görünmüş, Sözlerine şöylece devam etmişti — Bu malümatın, bir haber gibi telâkki buyurulma- ması için şu ciheti de ilâveye lü- zum görüyorum: Hâdise, Adana | Valii askerimiz kolonel “Biremon,, | tarafından bildirilmekte ve bazı | resmi vesaike de İstinat ettiril- | mektedir. İstanbulda, bazı kanal | lardan alınan malümat ta, maat- teessüf, böyle bir müzkerenin ha- fi olârak cereyan etmekte olduğu- nu teyit etmektedir. Binaenaleyh. Kapiten Halit sözüne devam e- dememişti. Çünkü, o sırada hari- “iye müsteşarı Keçeci zade İzzet Fuat paşayla, hürriyet ve itilâf fırkası erkânından boca Rüştü ve Ayan reis vekili Azaryan efendiler ansızın salona girivermişlerdi. Bir kaç dakika sonra da, İngiliz istih- barat şeflerinden mösyö “Pantik- yan,, gelmiş ve belki de bile bile, kapiten Halitle damat paşanın a- Tasındaki koltuğa yerleşmişti. Bir- biri ardınca gelen bu misafirler, tabii o anda, salonun havasını de- Biştirmişti. Ferit ferahlamış, fa- kat kapiten Halit, halinden bes- belli ki, çok daralmış ve biraz da Mmorarmıştı, Oturduğu yerde, Fe- ride bakıp kıvranıyor, diğer bir salona geçmek için ısrarlı kaş ve göz işaretleri yapıyordu. ihayet, Ferit hazır bulunan- lara nazikâne bir surette ö- rler diledikten ve müsaadeleri- »İ istedikten sonra, kapiten Halit Ve hariciye müsteşarı İzzet Fuat Paşa ile birlikte yandaki salona Beçmişlerdi. . Kalanlardan hoca Rüştü, Azaryan efendilerle Pan- tikyan bir köşede ve Ahmet Riza ve Ihsan beyler de diğer köşede birer grup teşkil etmişlerdi. Ahmet Rıza bey çok müteessir görünüyor, dertlerini Ali İhsan be- Ye acı scı döküyordu ve: — Bugün, kapiten Halidin bu İŞ için geleceğini haber vermeğe Eslmiştim monşer, diyordu. İşi anlatmağa meydan bırakma» dı ki. Söz aramızda kalsın azizim, bu adam da, kabinesi de, emin ©- elelâde bir | ğ menbadan alınmış ehemmiyetsiz | $ is Tanuz, hiç bir iş göremiyecekler ve cihana karşı da milletimizi çok küçük düşürecekler, Pek yazık o- luyor millete ve memlekete, Fe- lâket ve fecaati görüp işitmemek için Fransaya gitmeyi düşünüyo- Tum monşer. İhsan be yahati muvafık bulmuyor ve çok sırasız oldüğunu söylüyordu. - Hole böyle vatanın hizmete muhtaç olduğu günlerde, di; İstanbuldan © ayrılmamızı hiç te münasip görmüyorum. Vaziyetin.. hmet Rıza bey muhatabının sözünü kesmiş ve: — Hangi sahada hizmet, a be- yetendi, demişti. Mansap ve mev- ki hırslılarından bize meydan kal- dı mı ki. Kaç defa, benim harici- ye nezaretine ve zatı âlinizin de müsteşarlığa tayinimizi hem hün- kâra hem de bu kendini beğenm paşaya teklif ve rica ettim, Bida- yette kabule mütemayil gibi gö- ründüler. Neticeyi gördünüz işte. Zatı ülinizi de bendenizi de ihmal ve emin 'olunuz, hem de maksadı mahsusla ihmal ettiler. Bundan sonra, bu mevkilere bizi getirse- ler de, fayda yok. Çünkü, İş çığ- rından çıkmış, dostlukları, mem- lekete menfaatleri kaviyyen me- mul olan Fransızlar fena halde gücendirilmiştir. Hele, şu son me- sele ile... — Kapiten Halidin söyledikleri hakikat mi acaba . — Elbette. Bu da hünkâr haz- etlerinin marifetleri. Sözde, şark- ta bir Fransiz ve İngiliz rekabeti vallahi, Yahditin, Benet ile müştereken Abdülhami- din mirası meyanında intikal etmiş olan Musul petrol- larına konmak için anlaştılar. Çok iyl biliyorum, bunu, Genersl (Al lenbil ye, Mondros mütarekena - mesinin bahşettiği salâhiyetleri uyandıracakmış. Yalan mesele başka monşer hazineye tevsli sebebi bu işte. Halbuki, yut- | kunduğu ile kalacak padişah haz- retleri, Çevrilmek istenilen fırıl. | dağın farkında bile deği (Devamı var) MİNİMİNİ ANNE Geçen mayıs ayının on dördün- de, Amerikanın cenubunda Peru memleketinde, henüz altı yaşını söy bitirmeden cocuk ; doğuran o küçük kırm hali dünyanın her ta- rafında (o büyük meraka sebep ol- du. Bir çok kim- seler de buna ina- namadıklarından gazeteler | mini mini o lohosanın yatakta o resmini koydular. Bu, sağlık ö- gütleri yazılarını takip eden sayın okuyucularımın inanmıyanlar a- rasında olacaklarmı zannetmiyo- rum, Gecen yıl burada hormonlat üzerine yazdığım * sırayla yazılar arasında kadmlık o hermonlarının vaktinden önce çıkmağa başladığı- nı ve pek küçük yaşta anne olan kızlara misaller bulunduğunn da söylemiştim. Onun için bu mayıs ayı içinde Peru'dan gelen telgraf haberi devamlı o okuyucularımın zihinlerinde kalan şeyi tekit etmiş olsa gerektir, O uzak memleketten yeni gelen mektup haberlerinden minimini anne hakkında daha uzunca bilgi yoruz. Bir kere, bu işin en ziyade hoşa giden ciheti altı yaşımın içinde an- ne olan kızın çocuğunu tam da, © memlekette “Anneler bayramı, yapıldığı gün doğurmuş olmasıdır. Ancak çocuk kendi kendine gel miş değil, annesinin karnı ameli- yatla kesilerek - meşhur İmpara- tor Çesar gibi - çıkarılmş olduğun- dan bu güzel tesadüfle ameliyatı yapan doktorların himmetlerini de unutmamak lâzımdır. Bununla beraber, anneler bay- ramında dünyaya getirilen bu er- kek çocuk 2700 gram geldiğinden epeyce gürbüz demektir. Altı yaşın içinde anne olan küçük kızın anneliği hormenları- nım vaktinden önce islemesinden ileri gelmiş ve - pek müstesna ol makla beraber - tabii bir şey oldu. gunden buna taaccüp etmemek miimkündür. Fakat, o kadar kü- çük yasta annenin çocuğuna bal ha ziyade merakı mucip olmustu. bunu öğrenmek için de herkes mektup haberlerini bekliyordu. Halbuki mektup haberleri de bunun Halledilemediğini bildiri. yorlar. Cocuğunu alan doktorların bildirdiklerine göre kız biraz bü- dalaca olduğundan çocuğun baba- sı hakkında açık cevap veremiyor- muş. Vaktinden pek çok önce anne 6- lan kızın budalaca olması, o yaşta | anne olmasından daha ziyade s8- sılacak şeydir. Cünkü kadınlık hormonları vaktinden önce işle- yen kızların - aksine - zeki olma- İarı daha tabiidir. Kadınlık hor- monlarile zekâyı işleten tiroit gud- desi arasında sıkı münasebet bu- Tunduğundan anne olmakta pek acele eden kizın zekâsr da pek yo- lunda olmasın; a kolay ina lr... Ondan dolayı. cocuğun baba- sı meselesinin anlaşılamamasının sebebini kürücük annenin hudala yahut fazla kurnaz olmasından i- yade doktorların bunu sövlemek- ten çekindiklerine atfetmek daha doğru olur, Hekimler, hekimlik e- derken öğrendikleri sevleri sövle- memekle mükellef olduklarından. minimini annenin çocuğunu alan hekimlerin de öğrendikleri | sevi söylemekten eskinmeleri pek hak- hıdır. Haksızlık çocuğun babasını öğrenmek istevenlerdedir. Her halde, bu Lina kız simdive kadar hilinen minimini annelerin en küeliğüdür. Cocuğunun ameli- yatla slındığı “Anneler hayramı” gününde hes sene ve sekiz aylık olduğu anlasılıyor. Daha sekiz a bk iken kadınlığın o «ünlerini görmeğe haslaması da ilk defn o- | larak isitilmis hir haldir. Yalnız sü belirmekte biraz gecikinis, ancak dört yaşmda yükselmis. Fa- kat kemikleri, övle aceleci kızlar rın hensinde olduğu gibi, çabuk kuvvetlenmiş... Ondan önce, zamanından pek erken isleven kadınlık hormonla- rına misallerde hir tanesi fir va- smda o günleri görmeğe baslamıs, dört yasında boyu 1,25 metre ol- mus. göğsü dr kocaman iki porta- kal kadar vükselmisti. Anenk bu kız cocuğuna haba olacak bir tabi- atsiz tesadüf etmediğinden anne olamamıstı. Bir ikincisi bir yasında o günle- ri görmeğe haslamıs, dokuz yasın- da gebe kalarak dört kile ağırlı Kında cocuk doğurmuştu... Üçün- cü misaldeki kız dört yasında o günlerini görmeğe başlamış, 2) yasını doldurduktan sonra - beklerile oynarken - çocuk doğu- rTuvermisti, Bu kadar erkenden anne olmak istidadı çocuklara da geçtiğinden, minimini annenin doğurduğu ço- cuk kız olursa o da küçücük ya- şında anne olabilir. Bir tânesi yirmi iki vaşında büyük anne ol- muştur, Fakat bu Lina kızın cocu- ğu erkek olduğuna göre o kadar erken büvük anne olmasına ihti- mal verilemez. Cünkü anneler bayramında doğan erkek çocuk - bir iki yıl önce İstanbulda Bev- oğlunda türeyen çocuk gibi - pek erken erkek olsa bile kendisine u- yacak bir eş bulamasa gerektir... : 2222223233333333332322333333223223323235 e GÖL 22323333333 X 2223373373373 Xı iribirlerini © seviyorlardı. Haftada iki kere, göl kena- rında buluşuyorlardı. Jostik3 müut- Jaka hasretle içini çeker, “ns olur. du, vaktiyle ölse de kurtulsay- dik!, derdi. Joan yi okşayışla, elini omuz: “— Sus acanım. Zaten çürük bir kadın. Artık çok yaşıyamaz, ö- lür; biz de evlen!riz, der, v “— Acaba ölünciye kadar bera» ber mesut olur muyuz, Diye ilâve ederdi. Cevap yerine Jestiko'nun ne yapacağını berveç- hi peşin bilirdi. Jestiko ses çıkar- maz, onu öperdi. Rüzgürli bir Kânunusani günü ilk defa göz göze gelmişlerdi Jes- tikonun ineklerinin biri ipi kopac- mış, başını alarak Jonnın oturdu- ğu, ik! katlı evin alt kat kapısını toslamıştı. Üst katta Joan'ın üvey anası, hayatla memat arasında has ta yatıyordu. Doktorun söylediği- ne göre ufacık bir sarsıntı, onun artık incelmiş hayat telini kopar- mıya kâfi gelecekti. Ne var ki ö- lüm sükütu ve gölgesi o tüst oda. nın her tarafına sindiği halde, ih- tiyar kadın ölümle bir dayanmaca oyununa girişmiş, bir türlü ölmü- yordu. Jestiko odanın içine dalan ine- Zinin kırmış olduğu bir sırça vaz0- nun parasını ödemiye kalkışmıştı. Fakat Joan güle güle reddetmiş, ve yukarda yatmakta olan üvey anası hakkında malümat vermişti. Va- zoya gelince, ihtiyar kadma rüz. gâr tarafından kırıldığını sövle mişti, şte ondan sonra haftada iki defa, üvey annesine hasta bakıcılığı etmiye gelen bir kızından istifade ederek Jonn göl kenarına gelir ve iki genç oracıkta kavuşurlardı. Yupyumuşak ve yem yeşil otların Üzerine yan gelirler. gölün o berrak billür dibine baka- kalarak tatir tatlı dertleşirlerdi. ihtiyardan ayrılmak n şar kı dersi almakta olduğunu söyler- di. Bu da tamamen yalan değildi Çünkü göl kenarında iki genç ses. lerini biribirlerine dolaya dolava şarkılarını mavilere verirlerdi. Ve türkü bintince bol bol, ve canlı canlı yaşamanın verdiği sarhoş- lukla, çimenlere yaslanarak katı- lasıya gülerlerdi. Bir Nisan akşamı idi. Sanki ya- Ban son yağmur, yağmur değil de şarapmış gibi cömert sıcaklığı ile, HİKÂYE İÇİ ALEMİ Yazan: H. A. Manhood Çeviren : ve büyü vardı. Jestiko o ane ka- dar böylesini görmemişti. Güneş hâlâ batı üfku üzerinde parhyor- “du. Gölün dibi güneş ışığı İle tuzla duğu zaman, orada boğulup yığı. la kalmış bir ejderin Kemikleri gi- bi kayalar, göl perilerine ve balık- larına, loş bir mabet olmuştu. Arklar ve kavisler teşkil eden a- aç kökleri altından dalip geçmek, bir tutam peri masalını bağra bas- mak kadar hoş oluyordu. Jestiko yine ve yine daldı. Fakat sonra güneş battı, ve göl dibi büyüsü de söndü. Nivo Joan yetişti, ona: Jestiko “Çabuk soyun Joan! Sana bir şey göstereceğim. Çabuk ol! Çün- kül kaçıyor, gidiyor.,, Dedi. Ikisi de birden daldılar. habbeleri Işık sala sala Jestiko önde mükemmel bir gün sonu yaratmıştı. gidiyor, arkadan kayip gelen Jo- Gökler, yas ve karartıdan tiksinip utanıyormuş gibi, batıda bütün kırmızı renkleriyle isyan edip her- lıyordu. Jestiko, Joan'a o gün tah- ta üzerine oyduğu bir çıplak ka dın heykeli getirdi. Joan “Hayr bana benzemiyor, dedi. “Bak ta gör!,, diye ilâve etti. Ve ay ışığı- nın o munis, İnci ışığında elbise lerinden, sadeliği ile güzel olan bir eda ile sıyrıldı. Güzelliği gö rülmekte olduğundan çocuk gibi memnundu. estiko “Güzel! Güzel!,, diye- rek, heykeli göle fırlattı. O da elbiselerini bir tarafa attı Ka- dınin kayıcı çizgileri, erkeğin kat. mer katmer kabaran sert pazıları yanında, bakışa hayranlık veren bir tatlılıkla vüzuh kesbediyordu. Sevinçleri o süküt içinde mu- nis munis ötüp uzsyan bir renk gibi idi. Birden iki genç göle dal- dilar. Çalıların arasında gizlenen bir kuş sevinçlerine ses verdi. Ne var ki artık ayrılık dakikası gel i inip kaçtı, Yaz böylece geçti. Jestiko üvey annenin ölmesini istiyordu. Fakat ihtiyar, delikanlının bu isteğine meydan okurcasına yaşamak'a devam ediyordu. Tamamen meflüç gövdesi içinde yüreği, tozlu bir sa at gibi sendeliyor, fakat yine çarp makta devam ediyordu. Bir gün Jestiko yine göl kena- rında Joanı bekliyordu. Joan ge. ciktiği için soyunup, göle daldı. Gölün dibinde tuhaf bir güzellik an'a Kılavuzluk ediyordu. Sudan çıkınca Joan'a: “Nasıl güzel mi? Mesut mu- sun? Di sordu. Ve ıslak dudaklarla öpüştüler, Jestiko: “ — Haydi yıldızlar uyanmadan Halikarnas Balıkçısı v ai ECO evvel gölaltı mabedine bir daha uğrıyalım,, dedi. Ikisi de daldılar. Fakat sanki gölün mabedi üzerine koyu renkli perdeler sarkmıştı. Jestiko Joan'ı karanlıkta kaybetti. “Benden ey- vel yüzegelmiştir., diye başını #ü- dan çıkardı. Ne gölde, ne kıyıda Joan yoktu. Jestikonun tüyleri diken oldu. Demek ki Joan gö! altında kökler arasına yakalanmıştı. Bir. den daldı. Karanlıkları telâşlı te- lâşlı el yordamile yokluyordu. yü- reği ve fikri sanki işkencelerden ibaret bir çukurun içinde yol ah- yordu. Az kalsın boğulacağı za- man fırlayıp bir yudum havs aldı. Hemen yine daldı. Akıbet atadığı o mükemmel gövdeyi yosunlar ve kökler arasına saplanmış olarak buldu. Çekti. Çıkardı. Yüze getir- di. Cansiz sarkan gövdeyi çimen- ler üzerine serdi. Alnındaki bir yaradan sulu kanlar sızıyordu. Du daklarının kensrından köpükler kaynıyordu. Jestiko gövdeyi sars- tı, çağırdı; oğdu, fakat kadın nefes almadı. diken Kr konukomşuyu çağırdı. Köylüler kadının gövdesi- nin etrafına üşüştüler. Doktor da yetişti. Işe bir de polis karıştı. Bir elde kalem, bir elde defter Jesti- kodan ifade almıya kalkıştı, kö- yün emektar polisi Jestikoyu çok severdi. Fakat sevgi başka, vazife ise başka idi. Polis Jestikoya: “Bu bana verdiğin ifadeyi mah- kemede tekrarlarsan, vay haline vay dedi. Etraftaki köylüler, “kızı mahsus boğdu!,, diye hırıldamıya- koyul- dular, Bazıları: “Zaten gebe bırakmıştı. Ondan «urtulmak için başıma bir taş çarp- tı. Kızın dalarken kazaya uğramış olduğunu sansınlar diye, kiz öl- meden evvel onu göle sürükliye- rek boğdu.,, Fakat öteki seslerin üzerinde sakin bir erkek sesi duyuldu. Jes- tikoya: “— Bu gevezeleri dinleme oğ- lum. Joanın ve senin hakkında söyle dikleri sözler yalandır.. A! Ne olu- yorsun oğlum? Kendini topla. Jo. an ölmedi, diridir. Doktor söyledi, bir boğaz İsparmozu geçiriyormuş. Ciğerleri bir an için işlemekter durmuş, ve su içeri giremediği için boğulmamış. Isparmozu he- men bir iki dakika sonra geçecek- miş,, dedi. Durdu. Biraz sonra: “.- ATI Oğlana ne oluyor? Jes- tiko kendine gel! Aman tutun! Oğ- lan düşüyor, bayılıyor yahu!,, Diye © bağırdı. On İki Muahede Avrupayı İki Düşman Parçaya Ayırdı (Başı 5 incide) lere gelince, onlar, bir harp vuku- unda, Alman cephesinin gerisin - de, bir yadım menbaı değil, bilâ - kis bir tehlike menbaldır) ORDU: Hazerde bir milyon. Talim görmüş ihtiyatlar: Yedi mil modern. derecede. yon. Malzemei harbiye Hava kuvveti, birinci Motörlü kıtaları çok ileri, İki bin süratli tayyare, SINAİ VAZİYETİ: Bütün sana- yi hareketi, sulhtenberi, harp mal zemesi İmaline münhasırdır. Ayda beş yüz tayyare yapabi - lir. Fakat iptidai maddesi yoktur. Demir madeni azdır. Petrolü, kau- çuğu, nikeli, bakırı yoktur. Denize ancak İtalya yolu ile inebilir. MALİ VAZİYETİ: Altın stoku sıfırdır. Kredisi; Sıfırdır. HALETİ RUHİYESİ: Bir harp vukuunda, Alman milleti, Hitle - rin mesuliyetini müdriktir. Fakat ilk muvaffakıyetsizlikte, cephe ge- risinde, maneviyatı inhizama mah- kümdur. İtalya : NUFUSU: 42 milyon. ORDU: Hazerde 850 bin, talim. görmüş ihtiyat: 12 milyon. Malze- me modern. Son model 1000 tay « yare. Fakat İtalyanın (kuvvetleri $u dört cepheye dağılmaya mah - kümdur: İspanya, Trablus, Habe » şistan, ve Arnavutluk. SINAİ KABİLİYET: Harp sa - nayli mütekâmil. Kömürü, demi - ri, peteolü yoktur. Uzun bir harbe dayanamaz. Bilhassa © Akdenizde çabuk ve kati zafer o kazanmağa mecburdur ki, bu imkânsızdır. MALİ VAZİYETİ: Altın sto » ku stfırdır. Kredisi sıfırdır. 3 HALETİ RUHİYESİ: Tıpkı Al manyadaki gibidir. Yalnız arada bir farkla: Hiç bir Fransız, İtalya» ya karşı dövüşmek istemez. A