Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 66 Esmihan, Muradına Erdi Kalaylıkoz Ali Paşa Karısını Boşadı ve Çirkinler Kraliçesinin Kucağına Düştü İşte bu sırada şom ağızlının bi- ri, Esmihana yanaştı, Budin valisi Kalaylı Koz Ali Paşanın arslan yapılı ve arslan kuvvetinde bir bahadır olduğunu fısıldadı. Dul prenses, bu haberi alınca, hava- lanıvermişti, “Beni Kalaylı Koza verin!,, avazesiyle sarayın altını üstüne getirmeğe koyulmuştu. Pa- dişah, sadece er delisiyken, şimdi de kulaktan ateş alarak aşk delisi haline gelen kızkardeşinin avu- tulamıyacağına kanaat getirdiğin- den, dileğine göre tedbir alınma- sını emretmek zorunda kaldı ve bu irade — bir müjde olarak — Budin valisine tebliğ olundu. Kalaylı Koz evliydi, karısiyle de candan sevişiyordu. Bu karşı- lıklı aşk onları mesut bir yuva- nın bahtiyar kuşları halinde yaşa- tiyordüu. Onuün için sarayın emri bir felâket sayhası gibi zavallıları sersemletti, eleme düşürdü. Vazi- yet nazik değil, tehlikeliydi. Çün- kü “Kızkardeşimi al!,, diyen pa- dişaha red cevabı verilemezdi. Böyle bir cüret ölümle cezalan- dırılırdı. Bu kari kocanın birbir- lerinden ayrılmaları ise, her ikisi- ni mutlaka bedbaht edecekti. Kalaylı Koz, matemi endişeler içinde bir hayli düşündükten son- ra, padişahın merhametine sığın- mak kararını aldı, uzun bir mek- tup yazdı, velinimeti uğrunda ser- hadlerde düş göğüs v | ve düvüşe dövüşe ölmek istediği için tebşir buyurulan şereften ken- disinin affolunmasını -diledi, söz arasında evliliğini hatırlatmayı da unutmadı. Fakat Esmihan sulta - nın “İsterim de, isterim,, demesi üzerine şu kısa cevabı aldı: Ka- rını boşa, buraya gel!... Suçsuz, günahsız eşinden ayrı- lan masum ve mazlüm kadının a- hı, feryadı — o devir müverrihi Peçevinin tâbirince — Budinin dağını, taşını ağlatırken, Kalaylı Koz da — yüreği ıztırap ve vic- danı azap içinde — çirkinler kra- liçesi Esmihan sultanın koynuna yükseliyordu. nsanların işlerine gizli kuv- vetlerin karıştığına inanmı- yan münevver bir devirde yaşıyo- ruz. Fakat tesadüflerin garabeti- ni inkâr etmeğe de henüz iktidar kazanmış değiliz. O sebeple hay- ret duyarak kaydediyoruz: Kalaylı Koz'un — yüreğinden kan gide gide — boşadığı kadının ahı, esersiz. kalmadı ve Esmiha- nın — aşkla, şevkle — kurduğu yeni yuva temel tutmadı. Çünkü araya ecel karıştı, büyük bir se- vinçle lohosa döşeğine girerken, ecelin ibramiyle ölüm döşeğine ve mezara düştü. Kalaylı Koz da, pa- dişaha yalvarıp yeniden Budin valisi oldu, lâkin çok yaşamayıp orada öldü (1). İstanbul halkı, bu facianın ilâ- hi bir cezayı temsil ettiğini kü- runtularken, saray adamlarının kepazeliği de ayyuka çıkıyordu. Bu bakımdan en yüksek şöhreti a- lan yine şeyh Şüca idi. O, saray imamı Abdurrahmanla bağdaşmış ve herifi elbisede süs bulundur- manın aleyhinde vaazlar vermeğe teşvik ettikten sonra, padişaha da müracaat etmeğe teşvik edip rum- ların, ermenilerin, yahudilerin i- pek esvap, renkli papuç giymele- rini yasak ettirdi. Hiıristiyanlar ve yahudiler, bu yasağı tesbit e- den fermana göre, muhtelif Yenk- — te takye giyeceklerdi. Müslüman- lar da büyük sarik sarmaktan vaz geçeceklerdi. . Saray imamı, o devirde İs- *tanbul sokaklarını dolduran may- munların da yahudiler gibi kırmı- zı takye giymelerini istemişti. Bir .gün o dileğine riayet etmiyen br kaç maymuncuya rast geldi başla- rı ağık dolaştırılan şaklaban hay- yanlardan bir kaçını kendi uşak- larına öldürttü. Bu, maymun oy- natarak geçinen kimseler için bü- yük bir zulümdü. Ondan ötürü maktul maymunların sahipleri kubbe altına koştular, sadrazam- dan adalet talep ettiler. Kazaskerler, saray — imamiyle şikâyetçileri yan yana durdurup muhakeme yapmağa girişmişler - di, sadrazam, bu vaziyefi pek çir- kin, imamı mahküm etmeyi de tehlikeli bulduğundan şikâyetçile- rin gönlünü almak cihetini tercih etti, öldürülen maymunların, di- yeti olarak kesesinden elli altın verdi, meseleyi kapattı. Fakat şeyh Şücaın, tenbihlerini satan or- ta malı kadınları sürgüne gönder- mek için padişahtan aldığı emri tâdil ettiremedi ve bir çok kadı- nın — eziyet edile edile — sürül- mesinin önüne geçemedi. Bu ta- hammülüne mukabil temin ettiği kazanç, hıristiyanlarla yahudiler- .- den elli bin altın alıp, eşki baş- lıklarını kullanmalarına padişahın müsaadesini istihsal etmekten i- baret kaldı (2). Bu acıklı veya gülünç işler a- rasında, halkın gayzını tahrik e- den en ağır mevzu sarayda başlı- yan Jlâübâli hayattı. Yarısı doğ- ru, yarısı yalan olmak şartile ku- laktan kulağa fısıldanan. sözlere göre, damı üstünden erkek küş üç- masına, bahçelerinde horoz do- laşmasına nice yıllardanberi rıza gösterilemiyen, o dört yanı kapa- h yuvada bir hayli gönül alış ve- rişi cereyan etmekte, yahut ko- vuşlara sığmıyan ve sayıları bini aşan halayıklar — minarelerle boy ölçüşen Yyüksek duvarlara, kalelerde bile eşlerine güç tesa- düf edilen kalın demir kapılara rağmen — yolunu bulup aşk ih- tiyaçlarını tatmin etmekteydi. (Devamı var) (1) Peçevi, Kalaylı Koz Ali paşayı ve hedef olduğu felâketi şöyle tasvir e- der: «Kalaylı Koz deyu telkib olunmuş idi amma gayet silâhşör ve nümayişü binişihub bir vakur kimesne idi. Vezi- riâzam Uzun Mehmet paşadan dul ka- lan Esmihan Sultan kendiye tezviç mu- TAN — 8-6-939 BULMACA Dünkü büulmacamızın halledilmiş şekli " ra e v9 we |B mÜİTEMADIİ Mi 2|m Mi sİÜİLİA(LİE (lliMm s|ülsilrlalLIr Mivlü *İrlülr MinlA Bi slalT SİEİLİAİN PI NİAİLİE *İMlA(LİA IN » DİİİL tlalLlaMINİ» M EDİA sİD s/AİDİER MİFİK o |* MW VİAİLİRİDİEİ ? HMW ÜİTEİLİAKlİı | BUGÜNKÜ BULMACA 1 .YT U e BAisla H | | A0 | | t 2 3 t DN | ç Do ilm | 6 1 B SOLDAN SAĞA VE YUKARDAN AŞAĞI: 1 — Nihayet bulan. 2 — Bir har? & Örnek €© Bir sesli harf. 38 — Şan, şeref © Erkek, yiğit © Atın yediği, 4 — Askeri bir bölümün adı © Bağla- ma edatı © İçinde yatılır, oturulur. 5 — Sây €& Bir millet. 6 — Bir erkek ismi © Tenha, boş. 7 — Yemin, ahd €& Bir hayret edatı, bir acınma edatı © Kılıç kılıfı. 8 — Hesap kelimesinin bir hecesi © Ot biçer © Kekeme sözünün bir he- cesi, 9 — Bir sesli harf © Cariye © Bir harf. 10 — Süvari, Burdur Gölünde Bir Boğulma Burdur (TAN) — Burdur gölünün karşı sahilinden tuğla getiren bir kayık, bu tarafa yaklaştığı sırada su alarak batmıştır.Sonradan tuğlaların şehire nakli işini alan arabacı Meh- met, göle dalmak suretiyle tuğlala- İrr-çıkarmak--istemiş, Tâkia —boğful- muştur. rat edip Budine mutasarrıf iken hattı şe- rif varid olup ehlüiyalile talâktan sonra müfarekat ettikte feryat ve figanile Büdinin dağını, taşını ağlattığı ol esna- larda bir azim vak'a diye mezkür olur- du. Ve mutallakasının beddüası Sulta- nın ömrüne fena verip çok zaman geç- meden vefat etti ve Ali paşa yine Bu- dine talip öolup ol dahi orada öldü.» - C: 2. 8: -25. (2) Karaçelebi zade tarihinde bu vâ- kın hikâye olunurken İmam Abdurrah- manın adı Maymünküş sıfatile birlikte anılıyor. (Ruhtelebrar - S: 462), Çâaki:ale;el(arYağdı Zilede İki Kadın Boğuldu, Silifkede Bir Adama Yıldırım Vurdu. Başka Yerlerde de Zarar Var Çanakkale 7 (Tan) — İki gündenberi şiddetle yağan yağ” murlardan sonra hava birdenbire bozarak kânunusanide imi” şiz gibi etrafı soğuk kaplamış, başlamıştır. Zilede iki kadın boğuldu Zile (TAN) — Damidere, Kızoğlu ve Palanlı köylerine şiddetli dolu yağmıştır. Bazı yerlerde mahsulün hepsi, bir kısım yerlerde de yüzde yetmiş beşi mahvolmuştur. Alacamescit mahallesinden Mus- tafa kızı 45 yaşında Satiç ve hemşi- resi 30 yaşında Fatma ile komşuları Gülizar, buradan yarım saat ötedeki Hacılar köyünün Koçaşlar mevkiin- deki bağda çalışırlarken yağmur başlamıştır. Bunlar, derede bulunan bir ağaca sığınmışlar, Hatice isimli kadın ile 13 yaşlarındaki oğlu da derenin üst kısmında bulunan bir a- ğaç altına sığınmak üzere oraya çık- mışlardır. Bu esnada gürültüler duydukla- rından, aşağıdakilere “Sel geliyor, kaçımız,, diye bağırmışlardır. Üç ka- dın, eşyalarıniı alarak kaçmağa baş- lamışlarsa da sel yetişmiş, üçünü de sürüklemiştir. Gülizar, oradaki bü- yük bir ağaca tırmanmağa muvaf- fak olmuştur. Köylüler hemen imdada koşmuş- larsa da Satiç ve Fatma boğulmuş- lardır. Bitap bir halde olan Gülizar, disy de tedavi edil Bir adamı yıldırım öldürdü Silifke (TAN) — Bucaklı mahalle- sinden Gürcüoğlu Mustafa ile karısı Sıdıka fıstik tarlalarında çalışırlar- ken yağmur başlamış, bunlar bir zeytin ağacının altına sığınmak is- terlerken yıldırım düşmüştür. Mus- tafa ölmüş, Sıdıka bayılmışsa da iyi- leştirilmiştir. Bünyanda iki yüz koyun öldü Bünyan (TAN) — Bölgemizde 4 buçük saat devam etmiş olan şiddet- li ve devamlı yağmurlardan sonra CT ir. -bir - kısım yaylâlara dolu - düşmüş, külliyetli seller gelmiştir. Merkezde insan ve hayvanca za- yiat yoktur. Gergeme köyünde 200 kadar koyun, keçi doludan müteessi- ren ölmüş ve Koyunabdal köyünde birkaç ev yıkılmış ve ekinlerinin mühim bir kısmı hasara uğramış- tır. Yağmursuz kalan mezruat bol yağmurlardan fevkalâde faydalan- mıştır. Nevşehirde sel tehlikesi Nevşehir (TAN) — Şehrimize muhtelif fasılalarla yağan yağmur- tibi halinde sulu kar yağmağa lar çiftçiyi son derece memnun eti ği gibi kuraklık tehlikesi de tamf men zail olmuştur. Yalnız şehrin muhtelif semtlerii düşen'dolu bağları çok harap etmi tir. Şehrin yanıbaşından geçmek' olan Borus çayından gelen sel dö koyun götürdü ve çeyrek saat uz: taki Nar köyündeki Kirazlısu deği menini de sel bastı. Karadenizde fırtına Gelen haberlere göre Karadı de oldukça şiddetli fırtına hükü” sürmektedir. Yine Karadenizde küt vetli bir şimal rüzgârının esmesi timali de alâkadarlara bildirilmişti” İzmirde İzmir, 7 (A. A.) — Havalar haftadanberi ittiratsız ve fena git mekte sık sık boralar ve şiddetli murlar hüküm sürmektedir. Dün gece başlayan yağmur sa ha kadar devam etmiştir. Hava yağmurlu ve saikalıdır. Dün şe kalabalık bir caddesine yıldırım düf müşse de nüfusça zayiata sebebi! vermemiştir. Yugoslavyada tuğyanlar Belgrat 7 (A. A.) — Başvekil Ze"| koviç, dün Karlovatza gelerek bü * yük tuğyanların tahrip ettiği sahaf'| ziyaret etmiştir. Başvekil, felâket7” delere ilk yardım olmak üzere sek | sen bin dinar tevzi ettirmiştir. Melen Çayı Köprüsü Yapılıyor Düzce (TAN) — Her bakımdi? Çök mühim olan Ve İkinci TStanbul Ankara demiryolunun geğirilme” tasavvut edilen — Bolu - Adapaılf' yolundaki noksanların itmamına Ç? lışılıyor. Her gün 20 — 30 otobüsl! diğer nakil vasıtalarının zorl geçtikleri Düzce - Hendek kaza arasındaki Melen nehri üzerinde bi” lunan ahşap köprünün yerine N: Vekâletince beton bir köprü inşas” na başlanılmıştır. İlk harcı Bolu valisi atmış, mer#” simde kazamız kaymakamı İsmal Baykal ve bir çok davetli bulur” müştur. Nakleden : Şehâbettin Fuat Babama ne kadar acıyorum.. Alnında buruşuk- tar... Derin ve ağır buruşuklar... Alnına düşen saç- ları seyrekleşmiş.. Eskiden ne kadar sıktı! Zavallı adamcağırz, ne hallere girdi? Ya gözleri.. Tıpkı ölüm işkencelerine maruz kalan bir adamın gözle- ri gibi. Babamın sabrı tükenmişti: — Ver, ver artık, dedi. Hangileri piştiyse, ver- meğe başla. —- Al, baba. — Adam başına ne kadar düşüyor! — Yedi tane, baba.. Siz yemeğe bakın..: Nefretimden vücudüm zangır zangır titriyor. Fa- kat belli etmiyorum. Neşeli, şen ve şatır görünme- ğe çalışıyorum. Babama yalan söyledim. Yarı hisseyi alacağıma kendime iki tane ayırdım. Yedisini ona verdim, Çok şükür, farkına varmadı: Kendisini aldattığımın far- kına varamadı!.., 13 Mayıs Bugün yine pazar. Petrograda geleli üç hafta kadar oluyor. Fakat bana öyle geliyor ki, ebediyet kadar uzun bir za- man geçti: Uzun ve yeisle dolu bir ebediyet yaşa- dım sanıyorum. Sabahleyin uyanırken babamı hatırladım. Gözle- Timin önüne onun bitkin hali geldi. Derhal kendi- mi aynanın önüne attım: Uzun uzadıya simamı tet- kik ettim. Babam aklımdan tamamiyle silinmişti. Onu düşünmüyordum bile... Aynaya bakarken, başım dönmeğe başladı. Diz- lerimde takat kalmamıştı. Kendimi yatağa- bırak- tırm. Bütüfı gün yatakta kaldım. Gözlerimi kâh açıyor, W. TEFRİKA No. 14 kâh kapıyordum. Kafam bomboştu. Hiç bir şey dü- şünmüyordum. 14 Mayıs Dairede arkadaşlara karşı çok garip bir tarzda hareket ediyorum. Vâkıâ, hepsiyle çoktan tanıştım. Fakat, içlerinde ancak “Marusya,, ile samimiyim. OÖğle yemeğine kadar geçen zaman bana haddin- den fazla uzun geliyor... Dakikalar sanki ağır, ağır ilerliyor.. Öğle vakti olsa da yemeğe çıksak deyip, duruyorum... Yemekten sonra insan kendini biraz daha iyice hissediyor. Maamafih çok bir şey de ye- miyorum ya... Hele aç olduğumu anlıyacaklar diye fena halde korkuyorüm. Açlığımı belli etmemek için, herkesle mahsus şakalaşıyorüm; gülüyorum, gevezelik ediyorum: Fakat, kalbim ve midem peri- şan oluyor. Içime arasıra fenalık çöküyor. Yiyecekten bahsedenlerle insafsızcasına- eğleni- yorum. Biri şu yemeği sever, diğeri başkasını ter- cih edermiş... — Sizin hayvanlardan farkınız yok, diyorum, işiniz, gücünüz yeyip içmesini düşünmekten ibaret. Hayat sade bu mu? Bunları söylerken, ne derece samimi olduğumu tayin etmek te, güç. Öyle zannediyorum ki, bu söz- lerin samımi. Öğle yemeğinden sonra biraz canlanıyorum.. Sev- gili “Frenef,, i hayalimde yaşatmak için kendimi zorluyorum. Fakat, ne kadar cehdetsem beyhude. Dimağım işlemiyor. Ne kadar hissizleştim. Adeta bir taş parçası gibiyim. Mayıs ayı da, neden bu kadar kapalı geçiyor? “Nikola Pavloviç,, benim behemehal tahsile devam etmemi istiyor.. Ben de pekâlâ takdir ediyorum ki, tahsile devam etmek lâzım... Evet, bugün m_uhıık- kak gidip kurslara kaydedilmeliyim. Hattâ hemen bu akşam gitmeliyim, -n5lv0z Eve döndüm. Pis duvarlar, çoktanberi temizlen- Mmemiş taban tahtaları, alçak tavan, köşede bucakta örümcekler içime derin bir karanlık: dolduruyot. — # Ansızın zihnimden sanki bir sünger geçirğğ_f?j' Ne var, ne yoksa hepsi silindi. Postahaneyi, mayıs akşamını... Ber şeyi, her şeyi unuttum, Yorgun ar- gin aynanın karşısına geçiyor; günden güne süzü- len ve sararan çehreme bakıyorum. Artık, âdet edindim: Her gün muntazaman ayna- nın karşısında bir müddet kendimi seyrediyorum. Postahanede daire âmirimiz Elena Ilinişna, be- nim güzelleştiğimi söylüyor. Adam sen de.. Ne ehemmiyeti var.. Yatağa girdim; ve babamı bekledim. Su kaynatıp, hazırlamayı unutmamıştım. Babam gelince, kalktım. Birlikte akşam yemeği yedik. Tek- rar yattım. Odamız karanlık. Babam horluyor.. Uyuyamıyo- rum. Uzun müddet uykuyu bekledim, düurdm. Bir köşede, babamın mantosu siyah bir gölge ha- linde asılı duruyor. Hiç, hiç bir şey düşünmüyorum. 15 Mayıs Bugün postahanede acele ve mühim işler vardı. Gece saat on birde yakami güç kurtardım. Sabah- leyin ağzıma bir şey koymadan eyden çıkmıştım. Öğleyin de, dairenin lokantasında, sade suya sebze çorbasından başka bir şey yoktu: Tabiit ekmeksiz.. Karanlır. ve sıcak sokaklarda adımlarımı müşkü- lâtla sürükliyerek, yürüyorum. Yollar kalabalık. Beyaz mayıs gecesinin fecrinde sigaraların ateşle- ri ışıldıyor. Kulaklarıma neşeli cümleler çarpiyor. Fakat kehmeleri ve kelimelerin mânasını tefrik edemiyorum. Başım dönüyor. Kalbimin ıztırapla çarptığını hissediyorum. “Nikola,, köprüsünün üzerinde durdum. Demir parmaklıktan, aşağıda akan sulara bakıyorum. Göz- lerimi kapadım. Bütün vücudümle parmaklığa yas- landım. Başım tarif edemiyeceğim bir ağrı içinde... /Gözlerimi açtım. Köprünün altında küçük va- purlardan birinde yeşil bir ışık.... Daha uzakta bir Kendimi sulara fırlatıp atmak ihtiyacı içindeyim. İntihar etsem, sanki bana kim acıyacak? Bu yaşta bir kızcağıza kim merhamet eder ki?.. Babam pin- tinin biri: Haşin, ve hodbin bir adam. Sofrasından bir ağız eksildi, diye memnun bile olur. Eminim ki, artık kendisinden ekmek istemiyeceğim diye sevi- nir, esasen tedrici olarak intihar etmiyor muyum? Hiç şüphe yok, açlıktan yavaş yavaş öleceğim. — O he? Suya bir cismin düşmesinden doğan bir ses. Ay ışığı altında suda daireler peyda oldu. Mu- hakkak iri bir balık olacak. Hayır, hayır, imkânı yok, intihar edemiyeceğim! Büyük balıklar vücu- düme saldıracaklar. Ve simsiyah istakozlar, etleri- Mi ısıracaklar! Kabil değil, cesaret edemiyorum! Ne kadar da korkak bir insanım. Hakikaten mini mini bir kızcağızdan hiç te farkım yok. Evde herkes uyuyor. “Dimitri,, ve yengem beni düşü ler bile, Bab tesadüf etmek ihtimali de yok, Şu dakikada mutlaka horlayıp duruyordur. Biri semaveri yaksa ve çay hazırlasaydı... Beni kar- şılıyacak kimsecikler, hiç kimsecikler yok... Kapının çıngırağını uzun müddet çaldım.. Mu- hakkak, muhakkak, herkes uykuda. Kimse beni dü- şünmüyor. Lâkiri, ansızın âşina ve tatlı bir ses işit- tim... Gayri ihtiyari yerimden sıçramışım. Sesin sahibini lâyıkile tefrik edemeden kalbim çılgın gi- bi çarpmağa, sıçramağa, oynamağa başladı. — Anne, anne, anneciğim, benim.. “Fenya.,; — “Fenya,, , yavrum!.. Yavrucuğum benim.. Annemin boynunda hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Ah, annem, annem, benim iyi anneciğim! Gözlerimi kaplıyan yaşların arasından annemin yüzündekiİ teessürü okur gibi oldum: — Ne yapıyorsun, Allah aşkına? Budalalığın lü- zumu yok.. Ağlıyacak ne var? Işte, çok şükür bir- birimize kavuştuk.... Ağlıyacağına gülüp, sevinme- lisin... Haydi odama gidelim. Gel, gel... — Ah, anne, iğim.. Sensiz yaşamak ne güç.. Bundan sonra dünya bir araya gelse, senden ayrıl- mam... Katiyen ayrılmam, katiyen... — Pekâlâ, pekâlâ.. Biraz sükünet bul, melek yav- rucuğum... Seker kızım benim: Gözlerini sil artık.. Unut hepsini.. Otur, yemene bak... (Devamı var)