21 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

21 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

(i7 lm a, Tefrika No. 51 Ali Kemalin İtirazları Kabine Meselesi Etrafında Çıkan Münakaşada Damat Feridin de Sabrı Artık Taşmıştı zmirde Ahenk, Köylü gazete- lerile siyaset sahasına atılan Ve bir müddet te mebusluk ve a- Vukatlık yapan bu zatın, gerek adliye erkânı ve gerekse umumi €fkâr üzerinde pek te hoş bir to- sir bırakmıyacağını kuvvetle zan- ediyorum. Eğer bu zatın da ka- binede bulunması arzuyu şahane muktezasından ise, posta ve tel- Eraf nezaretinin ona ve adliye ne- Zaretinin de Mehmet Ali beye ve- Yahut Mustafa Âsım efendi haz- Fetlerine verilmesini teklif ediyo- rum, Halbuk! Sıtkı beyin adliyeye getirilmesini de başta damat Fe- rit olmak üzere Vasfi ve Mustafa Sebri hocalar arzu ediyor, Ali Ke- malin itirazına sıkılıyor ve kizi- Yorlardı. Müzakerenin böyle uzayıp git- Mesinden hiç te memnun olmıyan dâmat Feridin nihayet sabrı taş Miştı, Titiz bir tavırla Ali Kema- le dönmüş ve: — Ali Kemal beyelendi. Şev- ketmeabın, âyan riyasetine Musta- fa Âsım efendinin tayini arzusun- da bulunduğunu biraz evvel söy- im. Buna olmuş nazariyle bakabiliriz. Sıtkı beye karşı gös- terdiğiniz sui teveccühe gelince, bünu hayretle karşılamaktan ken- dimi alamıyorum doğrusu. Bepi- Mizce münasip görülen bir tevec- Sübe itirazınızın, buradaki zevatı amı rencide edebileceğini biraz Mâzarı dikkate almanızı rica mec- buriyetinde kalıyorum. Demişti, Seri bir hareketle to- Tona koşmuş, o Vahdettinle ko- Buşmağa koyulmuştu. li Kemalin itirazı boş değil di. Ona bazı ecnebi dostla- P, Sait Mollenim adliye nezareti- DO tayinine delâlet tavsiyesinde lunmuşlardı. Bilhassa kolonel Melsor.) bunu kendisinden ısrarla "emişti. Fakat, müzakerenin da- başlangıcında, hazır bulunan- Fin umumiyetle, Ssit Molla #- hine cephe almalarından ürk- iş, Mollayı adliye nezaretine t göstermek şöyle dursun, yönün bile tekrarlamaktan kor - UP çekinmişti, Sıtkı beyin bam- #tliğine itirazla müzakereyi sek- © uğratmak, kararı ertesi güne tehir ettirmek ve bu surele bula- Dik suda balık avlamak istemişse » buna da muvaffak olamamış Ve nihayet işte damat Feritten tat- Sert bi rsille de yemişti. Bu sı- damat Ferit te, Vahdettinle ğı mükâlemeyi bitirmiş, nam- şelerin hünkârın tasvibine maz- ir olduğunu ve bahriye nezareti- Müşir Şakir ve harbiye noza- ipine de Ahmet Abuk paşaların ba edilmesinin irade şehriyâri tezasından bulunduğunu, gu- 14 Ve iftiharla arkadaşlarına teb- WE etmişti. Fakat, santler geçmiş, dahiliye yretine geçirilecek zatın. inti- 91 bir türlü meticelenememişti, ai üekere âdeta münakaşa halini iştı, Nihayet burun da şevket- aplan istifsarı zarureti hasıl ol- teyit Damat Feridin yaptığı bir şe fon mükâlemesi bu işi de hal Mİşti. Hünkâr Konya valisi Ce- beyin dahiliye nezaretine in- W istiyordu. A tk kabine izale tamam- tap, g apış, müzakereye de Mus- duayi efendinin muvafiekıyet bul “yle nihayet verilmişti. Hazır anı, anlardan kabineye dahil o- ay, birbirlerini ve cümlesi de 2 damat Feridi tebrik el- Salı hn Sonra, çekilip gitmişlerdi. e Azaryan, Ali İhsan bey- : AÂristidi paşa ve Mustafa Â- m türleri efendi kalmıştı, Giden misa- uğurlamsk nezaketini gös- damat Ferit salona dününce, Mtgün bir tavırla karı Mülmüz çe, ırla kanapesine gö — Bittim bugün efendim, demiş ti Ali Kemalin densizlikleri, Seyit Abdülkadirin saçma sapan sözle- ri nihayetsiz derecede sıktı beni. Seyit Abdülkadirin sözlerini hay- di cehaletine verelim. Fakat Ali Kemalinkilerine ne diyelim efen- dim. Az daha baklayı ağı çıkarttıracak ve namyet listesini yırttıracaktı bana, Aristidi paşa da gülerek söze karışmıştı. — Hakikat paşa hazretleri, de- mişti, Ali Kemal beyin bugün pek litizlikleri üstündeydi. Maarif ne- zaretine tayininden galiba mem- nun kalmadı sanıyorum. — Hayır, ekselâns. Maarife ta- yinini şevketmeabımdan bizzat rica etmişti. Titizliğinin sebebi başka, Onu da arzedeyim efendi- lerime. Ali Kemal bey Sait Mol lanın adliye nezaretine tayinini de istirham etmişti hünkârdan. Hat- tâ bu tayinin, bazı ecnebi mahfil. leri tarafından memnuniyetle kar- şılanacağını da arz ve bu vesile ile muvafakati şahaneyi istihsal ve bir emri vâki ihdas etmek iste- mişti, Fakat, mâni oldum ben buna. Hepimiz biliyoruz ki, son zaman- Jarda Sait Molla, kabına sığamı- yacak kadar kabardı, çekilemiye- cek derecede şımardı. Yeni âşina- larına bulüs çakacağım diye â- deta kraldan ziyade krallık taraf- tarı oldu. İçinden çıktığı Kabuğu- nu beğenmiyen ceviz gibi oda artık, bizleri beğerimemeğe baş - ladı, Biliyor musunuz bu küsta- bın savurduğu yâveleri*.. Muhip- ler cemiyetini siyasi bir fırka ha- line sokacak ve hepimizi iktidar mevkiinden savurup (alacakmış köftehor. jamat Feridin Sait Mollayı di- dikleyip çekiştirmesi uzunca sürmüştü. Bu sırada Mustafa Âsım efendinin, sıkılarak avdet için mü- saade niyazında bulunması damat Feridi, mevzuu değiştirmek mec- buriyetinde bırakmıştı. Gülümse- miş ve — Affınızı istirham ederim &- fendim, demişti. Bu densizin I4- kırdısı asıl bahsetmek arzusunda bulunduğum mevzuu unutturdu bana. Biraz evvel de bilmünasebe söylediğim veçhile şevketmeabi- mız, zatı fadılânelerinin âyan bi- rinei reisliğine ve Azaryan ve A- ristidi efendi ve paşa muhipleri- min de İkinci reisliğe tayinlerini- zi esas itibariyle kabul ve mukte- zasını İrade buyurmuşlardır. Kabi- nem teşekkül edip iktidar mevkii- ni ele alınca icabı, pek tabiidir ki, ifa olunacaktır. Mustafa Âsım efendi, bu tebşi- re dua ve teşekkürle mukabele et- tikten sonra: — Hatırı âcizaneme bir şey ge- liyor paşa hazretleri, demişti. Mil- li meclisin içtima halinde olma- dığı bir zamanda reislerin tebdili, bilmem ne derecelere kadar ka- nun ve tesmüle uygun olur. Bu ci- hetin umumi bir kılüksli davet et- mesi pek melhuzdur paşa hazret- leri. Acaba bu cihet teemmül bu- yuruldu mu deyu mingayri hâd- din beyan ve istifsarı hali lüzum- Ju buldum deiniz. Mustafa Âsım efendinin sözleri gerçekten ehemmiyetliydi. Çünkü efendi hazretlerinin, teamül mu- cibince tahlif muamelesi bile ya- pılmamış ve binaensleyh henüz âyanlık özalığı bile resmi bir şe- kilde tasdik edilmiş değildi. Bu mesele, hazır bulunanları bir hay- li meşgul etmiş ve teamülün İe- hinde aleyhinde sözler söylenmiş- ti. Fakat damat Ferit, kanunla, tenmülle alâkadar olmuyor, bu gi- bi tebeddülleri icra hakkının pa- dişahta mevcut olduğunu iddiaya kadar varıyordu ve: — Çok rica ederim efendilerim, niçin böyle düşünüyorsunuz?.. He- plimizin velinimeti, mülkün sahi- bi, milletin efendisi olan zatı haz- reti padişahinin, bu gibi hakları- nı, böyle indi kayıtlar ve şartlarla takyit etmiyelim. Çünkü, bu ka- dar İnce ve teferrünta varıncıya kadar düşünmenin zamanı değil dir. Hiç arza ve istizana hacet görmeden kendi kendilerini paşa- lığa terfi edenleri ne çabuk unut- tuk. Bu gibi endişeleri bırakalım da işimize bakalım. Diyor, daha o zamandan padi- şah namına kanuna ve kanun kuv- vetinde olan tenmüle meydan o- kuyordu. Tabii âyan relsi ve ve- kil namzetlerine, teşekkür etmek ve damsdi eleklemeklen başka, söyliyecek söz ve yapacak iş kal- mamıştı. Nitekim onlar da bunu yapmışlar, kanuna, teamüle kar- şı şahlanan paşalarından müsaade dileyip ayrılmışlardı. Ar Ferit, muhibbi hassı İh- san beyle karşı karşıya kal- mıştı. Sabahtanberi bütün bu ya- pılan müzakere ve mubahsselere kulak misefirliği eden İhsan bey de bu yalnızlıktan istifadeyle dil- lenmişti. O da tabiidir ki, bu man- sap ve mevki yağmasında hissesi- ni diliyecekli. Fakat, maksat ve mevzuuna birden girmeyi muva- fik bulmamıştı. Bir münasebet düşürmek düşüncesiyle, o da sö- ze şu sualle başlamıştı: — Heyeti vükelâ Wstesini yarın mı arzedeceksiniz ekselâns?., (Devamı var) Bryan Saman DAMME AEGEA MİKROPLAR NEREDEN GELİR? Lezzetle marul yerken mikrop - ları düşünerek keyfini bozan bir okuyucumuzun mektubu üzerine geçenlerde yazdığım birkaç yazı- dan sonra tabiatin bizi mikroplara karşı eli, kolu bağlı kanaat ge tirmiş olduğunuzu sanirim... Hat- tâ mikroplarla hiç mücadelesiz yaşamak vücudü bu cihetten biraz da gevşeteceğinden onlarla az çok mücadeleye alışmak tabii hayat için lüzumlu bir mümaresedir... Bununla beraber - hayatta her şeyde itidal iyi olduğu gibi - mik- roplarla mücadele işinde de pek ileriye gitmek doğru olmaz. Mü- cadele zayıf bir zamana tesadüf eder, yahut karşımıza cıkan mik- rop pek zorlu cinsten olur. Müca- delede mağlüp olmak ihtimali ç0- hi Zaten insanlar mikroplarla lelede her vakit üstün gel- selerdi dünyada - hiç olmazsa - mikroplu hastalıkların adı kal mazdı. İyi saatte olsunlar, mik- roplara da saygı göstermek, onla- rın kudretlerini tanıyarak kendi- lerinden mümkün olduğu kadar kacınmak ta lâzımdır. Daima, iki- si ortası, ne fazla korku' ne de fazla saygısızlık... Mikroplardan fazla korkmak karşı tabii mukavemetimizi azaltır, onları hiç saymamak ta, bizim mukave- met derecemizden daha zorlu 0 lanlara karsı tehlikeli olur, Mikroplardan makul bir suret- te #nmak için de tabiidir ki il- kin onların nereden ( geldiklerini bilmek lâzımdır. Mikroplar vücu- dümüze girdikten sonra vücudü- müzün yaptığı mücadele tahii mü- eadeledir. Halbuki medeni insan hicbir işinde tabiatin kuvvetlerile iktifa etmez. Öyle olmasaydı hâlâ denizde ancak yelkenli gemilerle giderdik. S: muhafaza işinde de kendimizi yalnız tabiatin kuv- vetlerine bırakamayız. Onun için mikroplara karsı milcadele mmede- ni adam için mikroplar daha vücu- de girmeden başlar. İnsan dünyaya gelirken esas ka- ide hic mikropsuz olarak doğmak- tır, fakat annesi “tamam tamam sağlam vücutlü ise, Vâklâ mikrop ların anne kanından çocuğun vü cudüne geçmesi pek müstesna İse de mikropların çıkardıkları zehir- ler geçer, çocuk ta tam hasta ol- TAN İmiştir. BULMACA 1323486718910 Dünkü bulmacamızın İ halledilmiş şekli 12334561809 19 .. yas BUGÜNKÜ BULMACA SOLDAN SAĞA » YUKARDAN AŞAĞI: 1 — Bir istasyon - Genişlik. 3 — Bir çeşit mecmua » Eski bir Türk| devleti, 3 — Bir din - Bir harf 4 — Faaliyeti - Nektep, 3 — Bilgi - Kayığın çatı, içinde ça- rnaşır yıkanır. & — Rüzgür - Genişlik - Su, 7 — Bir hari - Evvel - Bir hısım — Mahsul - İle - Bir harf, — Yenir - Mahal, mahalle - Siz. 10 — Bir filozof - Verilen para, hisse, Aydınlılar Tirede Aydın (TAN — Halkevi içtimal yardım şubesiyle Kızılayın tertip et-| tikleri Tire tenezzühüne 600 kişi i tirak etmiş, bir çoklarının müracaa- tı yersizlikten reddolunmuştur. Tireliler, Aydınlıları karşılamış- lar ve doğruca Atatürk büstüne gi- dilerek Aydın namına çelenkler ko- nulmuş, sonra akşama kadar eğlenil- masa bile uzuvlarınm bazılarında o hastalığa karşı bir İstidad hasıl olur... Müstesna olarak geçen has- talık frengi hastalığıdır. Bu hasta- lığa tutulmuş annenin çocuğu ba- zan diri doğamaz. Bazısı diri de- ğar, fakat daha ilk günlerde, ve ilk haftalarında hasta. ğı anneden çocuğa gecer, Bir de verem hastalığı. Veremli anneden doğan çocuğun veremli olarak dünyaya gelmesi de pek müstesna olmakla beraber verem mikroplarınm crkardığı zehirlerin çocuğun vücudüne geçtiğini iddi eden hekimler vardır. Şimdiki | halde şüpheli bir mesele... Demek ki anneden çocuğa gecen mikrop- | lar pek az, hemen yok gibidir. İl Fükat annesinde yeşilimtrak a- kmtılara sebep olan bildiğiniz o cirkin hastalik varsa çocuk do- Zarken 0 hastalığın mikroplarına bulaşır. Bu mikroplara karsi çocu” ğun en zayıf uzvu da gözleridir. e kapaklarında iltihap hasıl o- ur, Çocuk doğduktan sonra göbeği kesilirken temizliğe dikkat edil. dalma bulunan mikroptur, Bu gi- rince çocuğun kanı iltihap peyda eder, yahut yılancık gelir, kimi- sinde lemfa bezleri iltihaplanır. Bu yoldan gelen bir de tetanos (kazıklı humma) mikrobu vardır. Bereket versin ki böyle annesi- nin karnında yahut doğarken co- cuğun mi la bulaşması az- dır. Çünkü çocuk doğarken ebeler, doktorlar fence temizliğe pek 3i- yade dikkat ederler. Frengili ka- dınlar da çocuk annesi olmaktan sakmırlar, Bundan dolayı, dünyaya gelen cocukların en çoğu mikropsuz ola- rak doğar. Ancak doğar doğmaz havada bulunan, topraktan gelen ye suyun içinde yaşıyan mikrop- Jar bu yeni vücudün dayetsiz mi- | safirleri olurlar, Bunların en ço- ğu hastalığa sebep olmadan 6 vü- İ dik. Yoksa, limanından üç ay cudün içinde sadece gecinmeğe çalışırlar. Bazıları kötü şeylerdir. O körpe vücutta türlü türlü has- talıklara sebep olurlar, MP ğa üzgâr hurma İallarına ve uzun hurma yapraklarına çarplıkça, yapraklar biribirlerine sürtüşerek, ay ışığı ile aydınlanan ılık havada fışıldaşıyorlardı. Rüz- gâr kıyıdan, turune, anber ve üka- liptüs kokuları getiriyordu. Kıyı boyunca karlar gibi ağaran şehir, uyuyordu. Çıplak ayakları deniz de, kumlar üzerine yan gelen iki kişi, uyumuyorlardı. Bir iki gün evvel batan (Bozkurt) vapuru hak- kında konuşuyorlardı. Biri ötekine: — A canım, bir motör bulamaz mıyız? diye sordu. — Hayır, buranın bütün motör- leri, şimdi sünger avında. Ansak bir yelkenli bulabiliriz. — Yelkenli mi? Rüzgüârin kesili- verdiğini bir farzet. Ha yölkenli bulmuşsun, ha burada koilarını kavuşturup beklemişsin. Ikisi de bir, — Öyleyse bekle! — Bekliyecek sabri nerede bu- layım? Hemen oraya gitmiye can atıyorum. - Bu sözleri söyliyen a- damar bakışı, ufuktaki ay ışığına doğru uzadı. Orada Tilos sdası, hayal meyal bir karantı şeklinde ufka yayılıyordu. O: — Ah paraları? Paralarım* Ah- medin küçük çelik kasasında tam yirmi bin liram var, Bana getiri- yordu. Vapur acaba kaç kulaçta battı? dedi, — Bu onu bilen mi var?Kaptan bu denizlerin kurduydu.Her sığı, sığlığı cebinin içi gibi bilirdi. Işte kazat Ne diyeceksin? İyi xi dalgıç Ka- ra Ali yarın geliyor. Ne yapmak lâzımsa yapar. Hınzır ustadır. Kırk beş kulaç derinlikte sokakta yürü- yormuş gibi gezer. İyi ki onun ska- fandar gemisinin Ayvalıkta oldu- ğunu öğrendik de telgraf çekebil- vel ayrılan bir motörün hangi ya- ban yerde olduğunu bilmek değ- me babayiğitin kârı değildir. Sen talline küsüyorsun. Halbuki bah- tin açık. Bak herifi şıp diye bul duk. Hem tam bu İşin eri, Öteki “Ah paralarım! rım!” diye inledi. Yüz, #i yüz adım öteden bir çığlık koptu. Bu Bozkurttan kur- tulan tayfanın biri idi. Ölüm ve dehşetle yüz yüze gel diği anları yeni baştan görüp yaşa- makta idi. Uykusunda acı acı sayık- yordu: — Bağırma kadın, öyle hağır - ma! Gidiyor. Batıyor, kayıkları İn- dirmiye vakit yok. Oyle sc act ba- Zırma kadın! Güzel kadın. Ah gü- zel insan! Bağırma kardeşim! Ba- gırdığını duymaktansa boğulmak daha İyi. Işte batıyoruz. Ana!” Kıyıdan turunç, limon ve yese min kokuları getiren rüzgâr, bir- denbire döndü. Denizden serin 2e- rin tuz kokusu getiriyordu. Dalga- ların fışıltısı arttı. Sesler duyuk maz oldu * K ra Alinin dalgıç gemisi o ün Ayvalıfa uğramıştı. Ka- ra Aliye bir telgraf sundular, Boz- kurt vapurunda birisinin yirmi bin lirası varmış. Onu yıkarmak için Bodruma çağırıyorlardı. Otomobil. parala. Üç Günlük Hikâye EGEDİBİNDE HALİKARNAS BALIKÇısı ******** le hemen Karadan gelmesi için bir de havale veriliyordu. Kara Ali bu işe iki sebepten se- vindi. Skafander gemisi, Bodrum limanına mensup olduğu için, altı ay devam edecek olan üngercilik seferinde her yerden ziyade Bod- rüma uğraması ihtimali galipti. İş- te bundan dolayı Marmaristeki ka- rısına mektuplarını “Bodruma gön- dermesini tenbih etmişti, Halbuki denize açılalıdanberi Bodruma bir kerecik olsun uğramamışlardı. Iş- te şimdi Bodruma varacak, Çakır Haticeden mektap alacaktı, Sonra yirmi bin lirasını kurtaracağı 8 damdan da her halde dolgunca bir ücret alacaktı. Hattâ belki de Mar- marise kadar uzayıverip te Çakır Haticeyi görecekti. Marmarise git- mek fırsatını bulamazsa parayı Ha- tesyo gönderirdi yal Kendisi pa- rayı neylesinâi. ssız den'elerdz, ayların ken di yüreğile başbaşa kalın- ca İnsan olarak, güzel bir gün gi- bi, geçip gidici olduğunu derin de- rin duyardı da, kendi gibi doğum ve ölüm yoldaşı insan oğlunun gövdesini, eti kendi gibi insan e- ti, sesi insan sesin! aradı. Ama ka- rada on beş gün kalınca, yine de- nizi arıyacakmış! Varsın arasındı. Ne yapalım? Kaderi böyleydi. In- sanın eyirti ve böğürtüsünden ister sıcak ister soğuk. pis kokan terin- den, yalanı dolanı ve yapmacığın- dan, engin açıklıkları kaçacaktı. Açıklıklardaysa, insan denilen gü- zel ve ne de olsu masum olan ken- di gibi konuşur. İnsanların ahengine sarılmayı özliyecekti. Gönlü, denizin met ve cezri gibi akacaktı. Ona ebedi ara- yıcılığın damgası vurulmuştu. Otamobil Izmir, Aydın, Milâs i- çinden yıldırım gibi geçip gider- ken, Alinin can atışına kıyas, sü- müklü böceği gibi ilerliyordu. Ni- hayet yokuş başından Bodrum ka- lesini, apak şehri ve bütün Arşipe- li ve Sporad adalarmı gördü. Ida- rehaneye vardı. Karısından bir tö- ne olsun mektup yoktu. Boynumun kemiği sanki biz çöpmüş gibi kırıl- dı. Başı omuzuna sarktı, Acıya karşı irkildi. Şu yirmi bin lirayı çıkardıktan sonra kapağı Marma- rise atardı ya. Bu ümitle avunup sevindi. emen o ssat, vali kahvesin- deki bara #iderek yirmi bin lirayı kaybeden Bay Katırcıoğlu Hasanı buldu. Her ne kadar biri birine takdim edilmemiş, ve bina enaleyh biribirinin yabancısı sayı. hyor idiseler de, bardaki müşteri- ler, sıcak cehup kıyılarının verdi- ği bir sicak kanlılık ve tabii bir müsavât duygusile, sankı biribiri- nin bir milyon senedenberi *an ci- ğer dostları imişier gibi konuşu - yorlardı. Fikir veren verene, yar- dım eden edeneydi Kara Ali; — Geminin kaç kulaçia ulduğu- nu biliyor musunuz? diye sordu. (Devami var) kez di

Bu sayıdan diğer sayfalar: