21 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

21 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Türk Safosunun ağıdı TEFRİKA Ne. Safiye Sultan Geliniği Saray Kapısında Bizzat Padişah, Muhtelif Yerlerde de Merasimle Saraylılar Tarafından Karşılanmıştı Murat, bu öğüde de uydu, tahta oturduktan on beş gün sonra, bü- tün saray halkı ile Eyüp camiine giderek kılıç kuşandı. Dönüşte s1- rasile Yavuzun, Fatihin, Beyazı dın, Kanuni Süleymanın, babası Selimin ve öldürdüğü kardeşleri: nin mezarlarına uğrıyatak dualar etti ve her mezar önünde avuç 2- vuç sadaka dağıttı. Onun itikadı sağlam, fakat iradesi zayıl bir müslüman olduğuna şüphe yoktu. Allaha da, Peygambere de inanı- yordu. Ancak bir çok yük, bir çok mesuliyet yüklenen padişahların biraz da eğlenmelerini haklı bul duğundan ve İnsanların — taçtar dahi olsalar — dünyaya bir kere geleceklerini düşünmekten de ge- ri kalmadığından şarabı, sazı ve kadını ihmal etmek istemezdi. Bunları bol bol bulmak, fâni bir insana mukadder ve müyesser ola- bilecek neşenin son haddin: idrâk etmek için de, padişahlık maka- muna sıkı sıkıya yapışmak zorunu duyuyordu. Babâsının ölümünü dört gözle beklemesi ve bu müj- deyi alır almaz, beş kardeşini ö- lüme mahküm etmesi de, dendi. Onun ziyaret etuzı her mezar başında, hele öldürttüğü kardeşle- rinin henüz ıslak duran toprakla- Tı önünde BöyüNa” gözyaşı döktü- ğünü görenler, kendisinin pek methametli ve pek şefkatli bir pa- dişah olduğuna hükmetmişlerdi. Fakat Safonun o gece Topkapı sa- rayına girmiş olacağını bilselerdi, bu dökülen yaşlardan bir kısmı- nın da, sevinçten ileri geldiğinde şüphe etmezlerdi. Çünkü Murat, türbeler ve mezarlar önünde ağ- larken bile, yârıcanını düşünmek- ten geri kalamıyordu ve babasi- nın ruhuna dilile fatiba okurken, ruhiyle de Safonun lâtif hayaline Kasideler okuyordu. O üz“ gi beklendiği gibi, o gece yine Mudanya yoliyle gel- di. Bütün saray halkı tarafından merasimle ve muhtelif yerlerde karşılandı. Bizzat padişah, sarayın araba kapısı denilen harem met- bali önünde onu istikbal etmiş ve hiç bir hasekiye yapılmamış ülti- fatlarla okşıya okşıya dairesine gö- türmüştü. Bu karşılağınıda o, ve- Miahtı olan küçük şehzade için bes- lediği tahassürün ibremiyle Kare. kete geçmiş gibi görünmek isti- yordu. Fakat anası başta olmak ü- zere, bütün saraylılar, Allahm gölgesini Safiye Sultanın ayakları altına seren kuvvetin babalık çef- kati değil, öşiklik haleti olduğunu anlamıştı. Nuru Banü ile Muradın halası Mihrimah sultan (2), genç parlişa- hım Sefoya karşı taşıdığı bu #âahı, bu tutkunluğu beğenmemişler ve gelinlerini merdiven başından ol. sun karşılamağa (çıkmıyarek ya- Mide dairesine kapanivermişlerdi Onu kendi ayaklarına getirmek is- tiyorlardı. Murat ilkin bu düzeni sezmedi, anasiyle halasının Safoyu mühim- semeyişlerinin farkında olmadı. Gerçi anası da, hulasıda yaşça Safodan büyüktüler. Lâkin yolda © büyüktü, bugüne; bügün cihan padişahı olan bir şevketpenahın nikâhlı karısı bulunuyordu. Onun için istikbal şaşkınlığından, Safo- yu görmekten duyduğu sürekli he- yecandan biraz kurtulup ta etrafı görmek imkânını bulunca, şöyle bir silkindi, kaşlarını sert sert çattı, kölelerden birine sordu: — Valide hazretleriyle halam sultan nerede? Vaziyeti — herkes gibi — da- ha evvel kavramış olan köle dü- * şünmeden cevap verdi: — Valide hazretleri dairelerin. de. Sultan hazretleri de yanların- da, — Ben hasekimi karşılarken on- lar neredeydiler? — Yine berâberdiler. Ss ultan Murat hiç düşünmedi, biricik (o nikâhlısına” karşı Validesinin de, halasının da gös- termeğe meebur olduklarına i- nandığı hürmeti yerine getirtmek istedi ve konuştuğu köleye şu em» ri verdi: — Tez, git. Validemle halama benim yanıma gelmelerini soyle. İki dul kadın, Nuru Banü ile Mihrimah, bu davetin nasil bir düşünceden o doğduğunu hemen sezdikleri için heyeranlandılar, birbirlerine bakâkaldılar, Sultan Süleyman gibi Mmsü cinne hükmet- miş (1) bir padişahın biri gelini, biri kızı olan bu çifte dullar, ken- di şahane haysiyetlerile pek mağ- rur olduklarından Salonun ayağı- Da gitmeyi kolay kolay kabul © demiyorlardı. Fakat saltanatının ilk günlerinde sultan Muratla bo- zuşmayı da istemiyorlardı. Böyle bir vaziyetten kendilerinin ziyan, Salonun ise fayda görmesi mu hakkaktı. Ondan ötürü, uzunca bir hayret ve elem dakikası geçir- dikten sonra, soğukkanlılıklarını ele aldılar, kısa bir göz mubüve- resi yaparak sıkıbir âtilâi imza- ladılar ve yakın bir günde şu ha karetin öcünü Safodan almak kâ- rariyle dairelerinden çıktılar, pa- dişahım Kendilerini beklemekte"01"” duğu salona gittiler, e Murat, ileride tafsız- lıklar vukua gelmemesi, ge lin mevkiinde bulunan Safo ile halası Mihrimah ve kaynana- sı Nuru Banü sultan arasında gü- rültüler çıkmaması için şimdiden herkesin mevkiini tayin etmek az- mindeydi. O sebeple ve Safoyu görmek şerefine bir iki saattenbe- ri gösterdiği neşeye rağmen sinir- li görünüyordu. Anasiyle halası- nin salına salına salona gir - TAN diklerini görür görmez yüzünü de dedemin devrinde bulunuyormuş sunuz gibi nazlanıyorsunuz. Yanı- ma gelmek için ferman yazılma- sını bekliyorsunuz. Bu tavırlar si- zin gibi yaşını başını almış hatun kişilere yakişir mi? Devrin © değiştiğini ve onları nazlandiran kudretin şimdi Safo- ya teveccüh ettiğini anlatmak is- tiyordu. Nuru Banü, dudaklarını asırarak, bu acı, sözlere karşı ka- yıtsız kalmağa çalıştı. Fakat Mih- rimah dayanamadı: — Yeğenimin sârayında da, de- di, kardeşimin, babamın ve dede- lerimin saraylarında olduğu gibi saygı göreceğime şüphe cimiyo- rum. Çünkü devir değişir ama kan değişmez. Ben senin halanim. Baban kârdeşimdi, deden bâbam- dı. Sultan Muradın yüzü . kızardı, gözleri de karardı, kavga eder gi- bi sert bir sesle halasına şu ağır cevabı verdi: — Padişahların yanında akta- balıktan bahsolunmaz. Daha doğ- rusu padişahların akrabası olmaz. Çünkü onlar Allahın gülgesidir- ler. Bu gölgeye akraba çıkmak Allaha şirk koşmak olur ki, kü- fürdür, Bir çok şey daha söyliyecekti. Fakat Safonun göziyle, kaşiyle: “Sus!,, Diye yalvardığın görünce, ken topladı — Hem, dedi, bu sözlere ne hü- cet?.. Biriniz anamsınız, biriniz halam. Öyle olmasaydınız helâ- lumla (Nikâhlı karımla demek is- tiyor) oturduğum yerde ne işiniz olabilirdi? Mihrimah küskün küskün m rıldandı: — Siz çağırdınız da geldik. Yok- sa helâlınızla baş başa oturduğu- nuz sırada sizi elbetle rahatsiz et- mezdik! (2) Mihrimah Sultan, Kanuni Süley- manın biricik kıza olup SadırmmumRüs- dem “Paşa ile evlenmişti, Bubasnin s0ğ- Uğında dul kaldı, kardeşi Selimin sale tanatında nüfuzlu bir sultan olarak ya- şadı, yeğeni İluradın devrine da haris bir giarak, intikal, etu, " (DÜRenf İsra) peygümberlerinden Dövut oğlu Süleymanın yalnız insan- Yare değil, —karıncadafı file, - serçeden Akbabaya, hamsi balığından balinaya Kadar— bütin hayvanlara da peygam- berlik etiği, hattâ cinler üzerinde hü- kümran © olduğu bekiindeki rivayet © Özhan“ oğulları hanedanı arssında en haşmetli. bir şahsiyet olu- rak saçkinleşen Kanuni Süleyman ile Davudun oğlu Süleymani biribirlerine karıştı ve gerçekten cihanşümul olan özâmetitden doleyi Kanun! Sultan Süleymanı da ölümünden bir İki a- sır sonra büle— insücinne dahi pedi şahlık etmiş bir adam olarak tanıyan- lr vardır. ME. — Sana daha söylü yeceğim senden... O“ var.. Bir söz isti- AKMEN Ahmet Ağaoğlu (Başı 5 inelde) küçlük şişe parçasından aldığı eğre- ti hayatla, hiç bir şey olmamış gi- bi, gürlemeğe başlardı. Artık sustu; ebede kadar.. Evet, hayatta büyük bir kıy < met daha sustu, Gözlerimde Yaş- lar; ebediyetin boşluğunda o de - Zil, sanki ben varım, Yetmiş yıl önce, o Karabağda parlayan ateş, kocaman bir gök kavsine ışıklarını serpe serpe çok sevdiği bir kardeş yurtta toprağa indi ve söndü... Doktor demiş ki: Tecrübe olunmuştur, büyük a- damlar sükünetle ölürler.. Ağaoğ- lu da böyle öldü. Iztırahma rağ - men $on anına kadar şuuruna hâ - kim, mütevekkil ve sakindi. Kork- madı, korkutmadı; çocuklarma te- selli verdi; “Siz de öleceksiniz; bu, mu - kadderdir; yapacağınız şey, İyi in- san olmak ve birbirinizi sevmek - tir!” dedi. Büyük, mütekâmil insan!,. Son hafta onu ziyarete gitmiş- tik; doktor, görüşmesin, yorulma- sın, demiş. Lâkin o, hep bizi sor - muş, her haftaki dostlarını aramış., Bekliyorduk, iyileşir de bu haf ta gideriz, diye, Bu defa, hafta gelmeden git - tk. Artık elinde ösası, gözlerinde ısığı, dudaklarında ses yoktu!.. Artık ıztırap bitmiş; arlık kav ga dinmişti. O, kara saplı bir bıçalş ve be - yaz bir örtü altında, elinden silâ- hı düşmüş, yaralı bir cehgâver gi- bi, yerde upuzun yatıyordu, Koca arslan, ebedi bir uykuda dinleniyor, çevresinde beş hıçkı- rik, ona en ülvi mersiyeyi okuyor- du. Ağaoğlu, birbirinden (o değerli beş çocuk bıraktı. Bu, ölen için ne büyük bir teselli İse, kalanlar için de (Ahmet Ağaoğlu) adı o kadar büyük bir gurur ve İltihar nisa - nesidir, #“-BELVÜ BAHÇESİ ALATURKA KISMI AÇILDI. Arab Muganniye ve Rakkasesi MUHAMMED SEMİRA ve Arap Hanende En Karadeniz Ereğlisi ca: Memleketimizin ta: dinlar gibi o da inanmıştı. İnanmak!.. Insanların iş ledikler! en büyük suçlu 21-56-93) << P utuşan bir gün altında adım adım, büyük tabutun ar - dindan yürüdük. Yanımda kıymet- iyatçımız Mustafa Şekip: Soruyorum: — Nereye götürüyoruz, üsta - dı? Felsefeden, filozoftan yeni bir haber var mı? Acı, acı gülüyor: — Dine soralım, diyor. Ya!.. Demek, asırların o kafası boş yere yorulmuş!.. Onu, beyaz derinliğe bıraktık; kâlnatın ışığından, sesinden rahat kalsın, diye, üstünü sıkı sıkı ört - tük, perçinledik, Etrafına binler- ce gönüllerin muhabbet hatırası 0- lan çiçekler dizdik ve son hediye- miz olârak da mezarına birer a - vuç toprak attık, Sevdikleri başucunda ağladı - lar ve: — Büyük adam, büyük adam; her fani gibi sen de öldün; lâkin bize bıraktığın ışıkla ebedi hayata erdin; Diye haykırdılar... Hapishanede Bir Vuruşma Karadeniz Ereğlisi (TAN) — Har pishanemizde kanlı bir vaka olmuş tur. Tafsilât şudur: Hapishane, kira Ne tutulmuş iki katlı bir bina olup ancak hafif ceza bların muhafaza edilebileceği bir var ziyettedir. Halbuki geçenlerde Zon: guldaktan, mahkümiyetlerinin sor aylarını geyrmek üzere hapishane mize ağır cezalı beş mahküm gönde: rilmiştir. Bunlar Ereğlili genç bil mevkufa sarkıntılık etmişler, Ereği lili mahpuslardan Hüseyin ve Ali di hemşerilerini Okorumak kaygısını düşmüşlerdir. Bunun üzerine, Z. guldaktan gelenlerden Kurat, Aliyi yine Zonguldaktan gelme Kürt Yu suf ta İlüseyini baldırından. bıçaklı ağırca yatalımışlardır. Bu aradı Murat isminde bir mevkuf ta yara lanmıştır. Hüseyin, Memleket hastanesini kaldırılmışsa da çok kan zavi etti ğinden ölmüştür. MUHİDDİN muş 30 kişilik Saz Hey Günah e Yazan: Kerime Nadir — Hiç bir şey, diys cevap verdi. Bu çocuğu, bu derece ürkütmek doğru değildi. Gülmeğe başladım. Çehremin değişmesinden mem- nun olmuş olacak ki, o da güldü. Mumların titrek ışığında, kar gibi beyaz ve mün- tazam bir sıra diş ışıldamıştı. Gayri ihtiyari gözle rim, kuru kafanın dişlerine gitti. Dünyada, bu de- rece birbirine benziyen iki şeye rastlamak pek güç olurdu. Kendimi tutmasam: — işte &nnen!. Diye api ei Yanına yaklaştım. Omuzlarını tuttum. Yıllarca ruhumda sıkışıp kalan muhabbetin, muhabbetlerin en temizi olan evlât muhabbetinin bütün yükiyle yüzüne bakmağa başladım. Şakaklarım zonkluyor- du. Sıkıntı ve ıztırabımdan terlemiştim. Bakışlarımın ısrarından muazzep olmuştu. — Niçin bana bu kadar çok bakıyorsunuz? Diye sordu, Gülümsemeyi bırakmamağa gayret ederek. — Seni göremediğim zamanların payını alıyo- Tum,. Dedim. Sonra, önüne geçilmez şedit bir ihtiyaçla onu kol- larımın arasına çekerek göğsüme bastırdım. Evvelâ ürktü. Lâkin, okşayışlarımdaki * süküneti farkederek, kendini bıraktı. Verecek isim bulamadığım şu sahne, gözlerimde- ki saklı yaşları meydana çıkarmıştı. O'da ağlyor- du. Lâkin ikimizin de döktüğü bu yaşlar, ne kadar bambaşka şeyler içindi!.. Uzun dakikalar geçti. Bir aralık başını göğsüm- den ayırdığım hissettim. Mütereddit bir tavırla de- di ki: — Halük Bey.. Niçin böyle muztaripsiniz?.! Hissiyatımı keşfetmesinden korkuyordum. Sual- lerine maruz kalırsam, iş güçleşecekti. — Muztarip miyim? Dedim. Bunu da nereden çi- kardın?.. Bende mi? TEFRİKA No. 61 <> — Evet, görüyorum.. Şüphesinin önünü almak, ve halimin tabii bir'in- san hali olduğunu ona kabul ettirmek için, müm- kün olduğu kadar müsterih görünerek; ” — Anladım, dedim. Sen benim huyumu bilmez» sin.. Ben her zaman böyleyimdir yavrum.. — Her zaman sakin görünüyordunuz.. — Kasa görüşmelerden ne anlaşılır?.. Fakat, ma- demki üzülüyorsun, istediğin gibi olacağım... Böyle diyerek, onu yerine oturttum, Ben de kar- şısına geçtim. Susmak mânasız olacaktı. Konuşacak söz araştırırken, aklıma ailesinden bahis acmak gel- di. Babasim, annesini sordum. Ikisi de, o küçükken ölmüşlerdi. Bu cevabı alırken, hep boğazıma tırma- nan ve hemen fırlamak istiyen feryadı yine pek güç tuttum: — Ikisi de burada. Tâ yanında!, İşte şu kuru kas fa ile ben, senin sebebi hayatınız!.. Diye bağırama- dım.. Daha neler sordum bilmiyorum. Yavaş yavaş masaya — yaslanıyordum. Bu sırada o, birdenbire doğruldu. Ürkek bir tavırla: — Biraz kolunuzu çeker misiniz? Dedi. O zaman kolumun kuru kafaya değdiğini far- kettim. — Isıracağından mı korkuyorsun? Dedim, Sonra şuursuz bir hamle ile onu elime alarak de- yam ettim: — Bu zararsız bir kemik parçasıdır.. Evvelce bel- ki zararlıydı.. Belki değil, muhakkak zararlıydı. Çünkü bir insandı. — Bırakınız.. Allah aşkına birakınız, diye çir. pındı. - Kendime geldim ve yalvardım: — Affet!,. Beni affet yavrum! Saat gece yarısını geçiyordu. Bunu farkeder et- mez, kalkmağa davrandı. Oturttum ve dedim ki: Hakikati artık ondan gizlememeğe karar vermiş- tim. Madem ki, iHirafa lisanım cüret edemiyordü. O halde, bu vazifeyi hayafımın notlarına terkede- cektim. Masanın büyük gözünden, gazete kâğıdına saril duran evrakı çıkardım. «İçindeki dosya mühürlüy- dü. Kızım, babasının kim ve nasıl adam olduğunu bütün tafsilâtiyle öğreneöekti. Buna lüzum vardı. Daha fazle saklınmağı, maske altında yaşamağa tahammül edemezdim. Zira, evlâdımın temiz sevyi- sine ve İçlen okuduğu rahmetlere asla lâyık değil dim. O, yâşadığımı ve hem de'masıl bir sıfatla yaşa- dığımı bilmeliydi.. Lânele arılsam bile cezalanacak, belki de müte- selli olacaktım; Lâkin... Kızımın düşeceği beğbaht- lığı da düşündüm. Nüvidin; onun bahtiyarlığı İçin tekmelediği saadeti hatırladım. Ben, babası, vicdansız adam, böyle yapamazdım. Nası! bütün hayatımda, düşkün bir kadının oğlu ol- duğumu bilerek yaşadımsa, o da, düşkün bir bsba- nın kızı olduğunu bilerek yaşasa, ne çıkardı?.. Evrak paketin! masanın üstüne koydum. Umran hayretle karekâtimi takip ediyordu. Ve bilmiyordu ki, estarımı kendisine verdikten sonra, beni kay- bedecek ve bir daha hiç görmiyecek!! Dedim ki: — Bu paketin içinde bir dosya var. Fukat mü- hürlüdür. Sana bunu bir şartla vereceğim. ki günden'evvel açmıyâcağına söz verirsen!.. İstiyeceğim sözün bundan ibaret olduğunu anla- yınca gülümsedi: — Emin olabilirsiniz, dedi. Lâkin içinde ne var?. — Göreceksin.. Bir hayatin roman. Yahut be- nim romanım.. Orları dikkatle okuyacaksın. — Peki!, Fakat buna niçin lüzum gördünüz?, — Benim kim ve nasıl bir adam olduğumu öğren- mek istemez misin?.. — Bunlardan bana ne?.. — Aramızda gizli hiç bir şey kalmamalıdır, Ur» rTan!. Sen temiz kalplisin.. Fakat ben.. — Size her hususla güveniyorum.. Birdenbire zihnimde bir şimşek çaktı, Bütün ka- Ruhumu sonsuz bir yels kapladı ve kızımın da nihayet, kandırılmağa müsait olduğunu, düşündüm. İşte, yabancısı olan bir erkeğin odasına gelmişti. İşte, şerefini düşünmedek onun olmağa hazır bu- Yunuyordu.. Birikmiş bir hınçla dedim ki: — Güvendiğin âşikâr.. Çünkü odama geldin.. Lâ“ kin herkese güvenmenin pek tehlikeli bir şey ol duğumu dölma hatırında tutmalısın. — Ne demek istiyorsünüz?.. — Şunu demek istiyorum ki; beni değil, her hans gi başka bir erkeği sevseydin, teredüütsüzce onun da odasına gidecektin değil mi?, Gözleri büyüdü. Kıpkırmızı olmuştu. Kekeliye rek: — Beni itham mı ediyorsunuz?. Dedi. Düşünceliydim. Kalbini fazla kırmak istemiyor" dum. Lâkin, hatasını ihtar etmek elzemdi: — Hayır, dedim. Yalnız, sakin bir denizin birden bire kaharucağını, gözleri aldatan parlak bir sema" nın siyah bulutlarla bir anda kararacağım bilmeli Görünüş daima gafilleri avlar.. Nev'ini bilme diğin güzel bir çiçeği burnuna götürdüğün zaman pis bir koku ile karşılaşman pek tabidir. Bir dik siz çiçek gefletten istifade emesini bilirse, mah İükatın en muzırı ve en zalimi olan insanlar, duhs gağdarane tuzaklar kurmasını, “daha insafsızca ak datmasını niçin bilmesinler?.. Cevap vermiyor. Şaşkın ve bozgun yüzüme bakr yördu. Devam ettim: — Zavallı çocuk!.. Daha insanların yalnız eşkâlk ni tanıyan bir yaştasın!.. Zaman ve tecrübe sana on” ların iç yüzünü öşikâr edecektir. Sesi titriyerek dedi ki; — Haklımda yanlış hüküm vermişsiniz Halök v.. Ben, zannettiğiniz gibi her çağıranın peşinden gidecek kadar düşük seviyeli değilim. Belki, beni tecrübe etmek istediniz. Ve zayıf irademi ciddi bir ıztırapla yalvaran sesinizle tarumar “ederek tecrü* benizde muvaffak oldunuz. Fakst tekrar edeyim pek ziyade yanıldınız.. . (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: