Halid Uy Tefrika No. 31 umuyor, Çalışıyordu Tesadüf Karşısına Kendisi Gibi Bir Kara Yüzlüyü, Manavoğlu Nevres Denilen Düztabanı da Çıkarmıştı Vahdettinin has bendesi Refik te kesci hümayunun ağzını açmış- İl. Artık tutumluluğunu unutmuş- tu. Sağa, sola para, hediye saçı Yordu. El altından o çığırtkanlık Yapiyor, ilerisi için önüne gelene Paye, mansap, rütbe, mevki adı - Yordu. İtzihatçıların yüz verme - diği paşaları, beyleri dolaşıyor, aldatıyor ve saraya toplamağa vğ- Taşıyordu. Tez elden epeyce bece- riklilik göstermişti. Emin, Musta- İs Natık, Kiraz Hamdi, Kürt İlam. di, Remzi gibi paşa kıyafetlileri Vahdettine kul etmiş, ocağın fesat halkasına diz çöktürüp boyun eğ- dirmişti, Biz şimdilik, o Vahdettinle kul Ve kölelerini, kaynattıkları fesat Ve melânet kazanının başında İy- rekalım, biraz da kapiten Halidin Yuvasını dolaşalım: Hs yuvasında çöreklenmiş ve uykuda değildi. Çalışı - Yor, bem de geceyi, gündüze kala- Tak, maddi ve manevi bütün kuv- vetlerini harcıyarak çalışıyordu. Bütün düşüncesi, bir an evvel da- mat paşayı sadrazam yaptırmak- ta. Bu sırmalı ahmağın O burnuna altın bir halka, boynuna yaldızlı bir yular takmaktı. Sonra da, ken- dine istediği gibi uydurup bir âlâ Ooynatmaktı. Vahdettini aldattığın- dan, Fransız dostluğuna el ve bel- bağlattığından katiyen emindi. An- cak, padişahın (o Feridi sadrazam Yapmakta ağır davranışından bi- taz sıkılıyor, şüpheleniyordu. Fe- Ie bu işin tezleştirilmesi için.Re- fik ve Zeki nezdinde yaptığı tesir ve teşebbüslerin, vaatlerin lenmesinden başka bir netice Si memesi: bayağı Ne TERANE elden kaptıracağını, sa- Tay kapılarının yüzüne kapanaca- ğini hiç hatırma bile getirmiyor- du. O, yalnız Vahdettinin, âyan reisinin teşvikine kapılarak, da- mat Feridin sadrazamlığı için ver- diği sözü tutmıyacağından biraz korkuyor, endişeleniyordu. İşte nihayet korktuğundan da- ha beterine uğramıştı. Bir taraf- tan, İstanbula gelen Yıldırım or- duları grubu kumandanı Mustafa Kemal Paşanın, bizzat Vahdettin- le temas ve müzakerelerde bulun- duğunu, diğer taraftan da İngiliz. lerin sarayda kazandıkları muvaf- fakıyetleri haber almıştı. Bu iki haber de Halit üzerinde gerçekten bir yıldırım tesiri yapmıştı. Mus- tafa Kemal Paşanın teşebbüslerin. den ve hele (oVahdettini tesir ve nüfuzu altına alacağından çok kor- kuyordu. Kıvranıyor, sağa sola baş vurup çırpınıyordu. Mustafa Kemal Paşanın, Tevfik paşa kabi» nesine itimat reyi verilmesi için mebusan meclisinde yaptığı teşeb- büslerden başlayıp İzzet Paşanın konağında yapılan içtima ve mü- zakerelerden ve bilhassa paşanın Antep ve Urfa (taraflarındaki halkı silâhlandırmak vesaire gibi bazı gizli teşebbüs ve fasliyetlerin- den bahis ile, espiyonluk yapıyor. Vahdettin! üzerinde kuvvetli bir tesir uyandırmağa uğraşıyordu. T am bu esnalarda, tesadüf Halidin karşısına meşhur Manav oğlu © Nevresi çıkarmıştı. Bu iki soysuz, İlk karşılaşışların- da birbirlerile alıcı gözle bakış mışlar, koklaşmışlar ve pek çabuk anlaşmışlardı, Nevres, Halidin tam aradığı tip- te bir adamdı, Küçücük boyupa göre anlayışı, şeytanlığı © yerinde ve silâhı belinde bir komitacıydı. İyi yaşamak, para, paye kazan - mak peşindeydi. Halit, bu yerden Yapma fesatçıya hemen açılmak- tan çekinmemişti. O güne kadar yaptığı bütün teşebbüsleri, kazan- dığı müvaflakıyetleri birer birer taze » anlatmıştı. Maksat ve düşüncele- rini de az çok açmıştı. O sıralarda yalıyacak bulaşık bir kap, sığınıp sokulacak küllü bir ocak arıyan bu uğursuz düz taban da, Halide can ve yürekie sığınmış, dört elle sarılmıştı. hia- lidin kendisine kârşu gösterdiği sa- mimiyete, yaptığı maddi muave - nete, nereden ve kimden öğrendiy- se, Mustafa Kemal Paşanın teşeb- büslerini haber vermekle muka- bele göstermişti. İki kafadar, ar- tık başbaşa vermişler, ayni mak- sat ve gaye uğruna çalışmıya baş- lamışlardı. O gün tanışıp bağdaştıklarının tam on beşinci günüydü. İki salta- buşı, öğleye doğru Tünel Hanın - daki yılan yuvasında yine birieş- mişlerdi, Halit, o gün pek tasalı ve daha açıkçasi çok yasliydı. Vahdettinin Mister Hutson, Voord Pirayis ile Yaptığı mülâkatları, amiral (Vep) vasıtasiyle ve telsizle Londray: gönderilen telgrafı bütün teferrü- atiyle bir gün evvel öğrenmişti. Ona bu haberi, Kıbrıslı Necati a- dında hem İngiliz ve hem de Fran- $iz istihabratında gizlice çalışan iki yüzlünün biri getirmişti (1). Halit, bu habere ilkin pek inan- mamıştı. İngiliz istihbaratı tara - fından uçurulmuş bir balon san - mıştı. Fakat bir kâç memuru bir. biri ardına ayni haberi getirince, aklı başından gidivermişti. Hele © gün subahleyin, telâşla yazıha- neye gelen K. Mailyanın, bu ha- beri teyit ve tevsik edecek mahi- yette malümat getirmesi, Halidin bütün ümitlerini kırmı; hü u kadarla iş bitseydi neyse, Hiç şüphesiz, pek yakımda bu kara haberi Paristekiler de duyacaktı. İşte o vakit şerefi kı- lacak, mevkii de sarsılacaktı. O. nun için vaziyet çok ehemmiyetli ve tehlikeliydi. Çünkü, yaptığı mülâkattan sonra, padişahın Fran- saya karşı beslediği dostluğun, gös- terdiği temayülün hakiki ve iti- mada değer olduğunu ısrarla yaz- mıştı. Bilâhare verdiği, birbirini tamamlıyan © haberlere de biraz fazlaca yalan karıştırmış, bilhassa sitayişle bahsettiği damat Feridin Fransız muhipliğine, Parisi baya- ği inandırmıştı. Elbette tasalanır- dı. Bir çok Fransız zabitlerinin bile imrenip özledikleri, iştiyakla gözledikleri bir memuriyetten ay- rilmak kolay mıydı ya?.. Halide yalnız tasalanmak değil de gerçekten karalar giyinip yas tutmak bile azdı. Çünkü, İstanbul da 0 vakitki yaşadığı debdebeli e ii saltanatı o, rüya- di de, iü Eline verilen hatsiz salâhiyet ve hesapsız para ona neler temin et- ri kİ.. EL altından ötekine göz dağı vermek, başör- tülü ve kibarca dolandırıcılık et- mek suretile az mı para kazanı - yordu. Vaktin hatırlı, sayılı ki - barlarından pek çoğunun sevgi ve saygısını kazanmıştı. o Sultanlar. dan, şehzadelerden, damat paşa ve beylerden, sultan zadelerden bir çoğunun pek samimi dostu ol- muştu. Zamanin kıyıda küşede” kalmış, ittihatçıların ihmaline uğ Tamış devletlülerinin hemen ek - serisiyle teklifsizce yârenlik edi. yordu. İşi dostluk ve yârenlik ile de kalmıyordu, Her birerlerinden ayrı ayrı ve değerli hediyecikler de büküyordu. Hükümetle iş yap- mak teşebbüsünde bulunan Fran- $ız müteahhitlerine de tellâllır e diyor, bu yüzden de bir hayli vur- hele Büyükadanın gizli fuhuş ve zevk yuvalarındaki rezaletlerini we sebep olduğu aile facialarını, — muvaffakıyetli birer gönül mace- rası addediyor, bu sahada da 3la- bildiğine gidiyordu. Bütün bun - ları kazandıran, yaptıran bir me muriyetten ayrılmak korkusu el bette ki, adamcağızı kaygılandırır, tasalandırırdı. K'a Halldin içini kemiren derdini tabli, Nevres bil - miyordu. Efendisini böyle düşün- celi görünce, bir kompleman ya- pivermişti: — Ne o, kapitenim. Canınız bir şeye mi sıkıldı? Halit, ateşler İçinde yanan ve uğuldayan başını sallamış, aldığı kara haberleri olduğu gibi Nevre- sin önüne sıralamıştı. Sonunda: — Akşam, damat Ferit paşaya da gittim. Keşke gitmez olaydım. O, budala da büsbütün keyfimi kaçırdı, padişah kat'i olarak İn - gilizlerle uyuşup, anlaşmıştır, di- yemem. Fakat, teessür ve teessüf le görüyorum ki, onlara karşı kuy- vetli bir temayülü var. Bu hidi- seye, benim büşvekâlete teyini - min gecikmesi de başlıca sebep- lerden biri olmuştur. İktidar mev- kiinde bulunmuş olsaydım, Fran- ayla derhal anlaşıvermekle, hün- kârı emrivâki karşısında bulun - dururdum, dedi. Üç saatten fazla görüştük. O da ben de mütema - diyen içtik ve İçtikçe de içlendik. (Devamı varj (1) Pantikyanın Fransızlar arasında, çalıştırdığı gizli elemanlardan biridir. Kahokulak kış mevsimi hasta lıklarından olduğu halde hâlâ, şu- rada hurada tek tük devam ediyor ve tutulan çocukların da, onları görenlerin de canmı sikiyor. Vâ- kıâ, ehemmiyetsiz ve birkaç gin- lük hafif bir şey. Fakat ne de ol- sa bulasık bir hastalıkı hem de pek bulaşık., Bu kadar yayılmasınm en bü- yük webebi, şüphesiz, bu hastalı bü daha meydana çıkmadan bu- aşık mn altı şişmeden, atesi meydana cikmadan, koşüp oynarken, yahnt delikanlı gezip rken hastalığı bir -başkasına gecer. Sapasağlam gezen cocukta yahut delikanlıda kabakulak hastalığı olduğu anlast- lamaz ki onu odasma kapatıp ta hastalığın meydan verilmesin! Kabakulak hastalığını alan ço- cuk ta birdenbire hastalığı mey- dana cıkarmaz. On sekiz ginden yirmi altı güne'kadar hastaliğm kuluçka devrini geçirir. © kadar wrun zaman hiçbir şey belli ol- maz. Neden sonra, vani hastalığı da dağıttıktan sonra, üstüste birkae titreme, kırıklık. ağrılar, bütün Yücutta bir rahatsızlık. Bazıların- da kay... Ates te yükselir ama a7. Aradan bir iki eiin geçer, bir ku- lağm altı şiser. Kimisinde kahakm- lak böyle yalnız hir tarafta kalır. çk gn in üç gün, dört in sonra i taraftaki kul, altı da siser, en Ates haşladıktan bes gün, niha- yet sekiz gün sonra düser, tabii hi Kulağın altındaki «iş tiktiktan sekiz gün sonra kaybolur. Demek ki ateş düştükten sonra şiş iki, üc gin da- ha kalır ve iki tarafta şis olursa hastalık biraz daha fazla sürer, Sisler indikten birkac gm son- ra kabakulağın hulasmak ihtimali aanlır. Bunumla beraber hazıların- da hastahöm tohumları devam e- derek baskalarına da bulastıkları icin kabakulağa tutulanları hasta» rim basınd. yirmi gin ods- da ayırmak lâzrm gelir, Fakat böy le, zaten hafif bir hastalığa tutu- Jan çocuğu hastalığı geçtikten son- ra da sünlerre odada, hattâ evde KABAKULAK . 2232237773323 vi k 3 A A i DALGIC ALİ: A a a Yazan: Halikarnas Balıkçısı A 8332233323330 00 OOO üngerci kayıklarının onu, al tı ay sürecek olan seferle rine hazırlanmışlardı. Günün &- garmasına üç saat kala, kayıkları- na bineceklerdi. Süngercilerin © gece çoğu, biç göz yummamıştı. Evlerinde uyuyan © çocuklarının yüzlerine bakakalmışlardı. Yürek- lerinde hem ayrılışın acısı, hem de denize açılışın heyecanı vardı. Otuz, kırk kadar tayfanın en er- kencisi Ali gidip, arkadaşlarının kapısını yavaşça tıkırdattı. Sün - gerciler, yumuk yumuk uyuyan çocuklarını uyandırmamağa yay- ret ederek, onların yüzlerini öp- tüler. Kapının eşiğinden çıkarken, artık bir daha o eşiği tersine ge- çip geçmiyeceklerini bilmiyorlar- dı. Bâyuz badanalı evceğizlerine, bahçedeki mandalin ve portakal ağaçlarına, yol dönemecinden bir son bakış saldılar. Ve ağır adun- larla Ilmana vardılar, Kayıklarına bindiler. Hemen küreklere yapıştılar, A- yakta, ve göğüslerile ite ite çeki- yorlardı. o Süngerci kayıklarının keskin karineleri limanın cam gi- bi sathında beşiklenen yıldız akis- leri üzerinde kayıp açılıyordu. Ba- zan arkalarına dönüyorlardı. Gök- lerde Kutup Yıldızını aradıkları zaman onu, ne kadar kolay bulur- larsa, kendi evlerinin penceresin- de yanan kırmızı ışığı da öylece buluyorlardı. Bir an gözleri o kır- mızı noktaya takılı kalıyordu. Mi- şıl mışıl uyuyan çocukları, hayal- lerinden geçiyordu. Sonra yine gözleri, açık denizlere doğru dö- nüyordu. zaptetmek pek güç İs olduğundan kabakulağa tutulmuş çocuğu ayır- mak isi hemen daima nazari kalır. Yalnız, mektepler o kadar vakit gecmeden #ocuğu tekrar almazlar. Kabakulak. hir kulağın, iki kulağın altı sişmekle kalınca ehemmiyetsiz bir hastalıktır. Si- sen yerlerin delinerek cerahat e karması hiç görülmemiştir. Bu hastalığın tekrar gelmesi de pek nadirdir. Bir kere tutulanların *n coğu hastalığa karşı aşılanmış o- Tur. Kir cocuklardan zivade erkek cocuklara gelir. Erkek cocuk he- nüz bülüğ vasına gelmemişse ka- bakulağm baska bir marifet vap- ması pek nadir olarak görülür. Fakat hülüğ yasından sonra, hele daha büyücek delikanlılarda ka- hakulaktan “sonra vumurtalığın sisehileceği her vakit hatıra gel- melidir, Bu ibtimslin gercek olmasma karsı gelmek yani vumurtalık il tihabından korunmak icin vapıla- bilecek sev mutlaka istirnhat et- mektir, En iyisi, kabakulağın a- tesl az da olsa, saner pek hafif te olsa yatakta yatmaktır, Bıra ta- hammil edemiven, hic olmazsa, yürümekten çekimmelidir. Kaha- ktlaktan yormurtall iltihabı en ziyade yerinen o delikanlılarda 0- Tur. Ru iltihan gelirse ateş tekrar yükselir, 29, 40 dereceye kadar c- kar. Orada az çok saner da olur. İltihap dört gün sürer, ateş düser. Bir tars(taki hittikten sonra öteki tarafa dn gecerse, iki üc gün son- ra veniden ntes, veniden saner... Pnkat ates düsün te, İltihan gertikten canra is bununla bit me. Ru #Htihaba tutulanların ür te ikisinde yumurta kücülür, iki av sonra varı yarıya kalır.. Yalnız bir tarafta olunen nek te birlik e- hemmiyeti vok, fakat iki tarafta da ilihan olursa neticesi kısırlık- tir. Razısı da hadım ağası olur, sakalr ve bıyığı dökülür, şişman- hik velir. Onum icin. kabaknlağn tutulan kücük cocukları zaptetmek müm- kün olamasa hile, buna tutulan delikanlı. tabii hayatınm istikhali- ni düşünürse, yirmi gün kapalı kalarak istirahate tahammül et- melidir, < afak Akçabük dağının arka- sında, ik ucuna kalkarak, omuzundan yeryüzüne gülüm- süyordu. Bembeyaz Halikarnas - Bodrum şehri denizden doğan bir şür gibi kıyı boyunca ağardı; ve bütün güzelliğiyle ışığa uyandı. Deniz şehre ayna oldu. Geceleyin birer loşluk halinde, denizlerde hayal meyal salınan âdalar sarki denizin mavi koynundan ayrılan, ve tan ışığını ayakta selâmlıyan pembe duvaklı gelinlerdi. Bunca denizcinin göğüsleriyle itilen kü- rekler kalkıp indikçe, ışıkta ka hatlar gibi çakıyorlardı. Sağda, değirmen burnunun kilisi aklığı, solda Tavşan burnunun testi top- rağı kızıllığı, gerideki ufukta eri yordu. Uzak dağ yamaçların bütün © körpe otlarının ve çiçeklerinin Yı rüzgârı, denizin yüzünde mavi mavi sağnaklar yürütüyordu. Ba. hkçılar küreklerinin hızına, yel- kenlerininkini de kattılar. Birbir- lerine dönerek “Seferimiz uğurlu olsun, diye temehnilerde bulundu- Jar. Yelkenlerinin alt kenarlarile, provaları âralığından hep öndeki açıklığa bakıyorlardı. Kriyo bur- nunu taşıyan piruze bir ufuk, ba- zan provadan yükselip kayıkta - kilere bakıyor, bazan da İnip pro- vanın altında saklanıyordu. O za- man denizciler yalnız berrak gö Bü görüyorlardı. Bu İniş ve kalkış, provada kaynayıp, sönen apak kö- püklerin fışıldayışına, tempo tu- tuyordu; gemicilerin soluyuşları- na ve yürek çarpışlarile, düşünce- lerine vezin veriyordu. Gece hiç uyumayıp, uyuyan © çocuklarına bakakalmış olan Ali başını prova- Ya dayamış uyuyor, rüyalar gö- rüyordu. ir kaç saat sonra, Kriyo bur- mu açıklarındaki sığs, on kayığın on demiri, tepetakla dü- şen kuyruklu yıldızlar gibi işık ayaları salarak indiler, Sığın ke- narları yüz otuz, tepesi otuz ku . Jaçtı. Kayıkların dibe (saldıkları gölgelerde, dip o kadar yakın gö- züküyordu ki, küreği e bir azıcık daldırıvermekle dibe dokunulaca- Ağ sanılırdı. o Kayalar, billürdan, zümrütten, ve yakuttanmışlar gi. bi renk renk çakıyorlardı. Çökün- tü ve çatlakları aralıklarından, ne- batlar canlı mahlükat gibi oyna - yıp kımıldanıyorlardı. Küçük hayvancıklarsa, köklü ne bat ve taşmislar gibi hareketsiz duruyorlardı. Korkunç derinlikle- rin karanlıkları üzerinde uyuyan bu mavi ve yeşil havanın yüzün- de, kayıklar sanki muallaktaymış- İsr gibi salınıyorlardı. . Balıklar durup dururken, birdenbire renk- li şimşekler gibi kaçıyorlardı. Bir balık dönüverince ser bir alev dil atarak harladı sanıyordunuz, penbe yeleler, kanatlar ve kuy - ruklar yemyeşil .şeffaflıkları “yek Pazeliyorlardı, İçlerinde toparlak denecek © kadar koca göbeklileri vardı, Sanki sırtları altın zırhlar la örtülüydü. Renk renk vengecler. vagurya- lar, şeytan kuleleri, mavi pençe ler üzerinde hoplaşarak kayadan kayaya seyirtiyorlardı. Deniz yü- züne yakin deniz memeleri kayı- yordu. Kenarları leylâki şeritlile- ri, sırtları kırmızı beneklileri var- dı Açılıp kapanıyorlardı. Gölge lerinde kırmızı, ve yeşil, siyah, ve iâcivert balıklar yüzüyordu. Bu şeffaf Okübbelerin altından tel tel süzülüyordu. İlk dalan Aliydi. Zaten ber şey- de erken davranırdı. Gövdesi de- nize düşünce bir gümbürtü oldu. Denizin yüzüne şampalar gibi f- şıldıyan, ışık halkaları yayıldı. En iç halkanın o fırdolabı dolanmış âlâimisemanın bağrından sanki bir deniz ilâhi doğmuştu. Dalgıç Ali- nin berrak ve açık mavi sırça göv- desi nur halesinden kurtularak, derinledikçe leylâki bir billâr o- luyordu. Fakat birdenbire bir çığ- hk koptu. Kayıktan kayığa bora geliyor diye çığrışıldı. Hattıüstü- vadan kopup gelen bir kible ke- şişleme sayklonu Ege kıyılarına yetişmişti. * B ütün kayıklar zindan gibi bir karanlık içinde Oboca- alabanda Bodruma doğru uçuyor- lardı. Yahut oraya gittiklerini sa- niyorlardı. e Dümendekilerin pek kuvvetli, pek metin, ve pek cesur ve pek zeki olmaları lâzımdı. Bir kaç yüz fırtınayla düello etmiş bulunan ellilik Murat kaptan, A- linin kayığını idare ediyordu. Bir aralık bütün ipler, kapkara bir tünelin içinden uçan bir ekspres lokomotifinin düdüğü gibi çığlık- Yar saldılar, Murat kaptan Alinin köpeşteden devrildiğini gördü. Ötekilere den ibaret değildi yalnız. Bütün denizcilerin çoluğu, ço- cuğu limanda kayıkların dömüşü- nü bekliyorlardı. Daha o sabah, Kriyo burnuna açılarak ayrılmış olan dalgıçların o havada ancak Bodruma dönebileceklerini anla - mak işten bile değildi. Kayıklar geldiler. Alinin karısı ve iki ça - cuğu, “Daha bu sabah, kapının eşiğinden çıkarken, döne döne ar- kasına bakarak giden Ali!, diye dövüne dövüne limandan ayrıldı- lar, İnsan her yerde ölür. Dağda, taşta, harp meydanında, fakat de- nizden başka ber yerde, bir izi, bir artığı, bir nişanesi bir mezsr taşı kalır. Denizde boğulan deniz- cinin, acı bir kayıp oluşu; bir sili- nişi vardır. Senki bir gölge imiş te, denzin karanlığı içine esraren- giz bir surette dalmış, gölge için. de farkedilmez bir gölge olmuş. İnsan değil mi ya! Onu sevenler onun mezar taşının ancak hafıza- larında yaşıyan hayali olduğunu bilirler de, onu kolay kolay unu- tamazlar.. — Yeni Bir İnşa Makinesi Ankara, (Hususi: — Yakında Ap- .İkaraya, beton inşaatında ilk defa ola- rak yeni tip bir mak'ie getirilecek. tir. Bu makine 35 metre irtifa ve 200 metre bir saha üzerine beton harcı hususi tulumbaları #le çıkarabilmek. te ve işçiden büyük tasarruflar te. min etmektedir. Titaş müessesesi bu makineleri, yapmakta olduğu Güm- Tük Inhisarlar Vekâleti gibi büyük inşalar için getirtmektedir. Hava hücumlarından korunmak için şehirlerde yapılan tahaffuzhane. lerde kullanılan ve zehirli gazların geçmediği demir kapılardan memle- ketimiz için de getirilecektir, 3 Petrol bulunmıyan memleketlerde muvaffakıyetle iş gören ve kömür ya kan otobüslerden, büyük şehirlerimiz. ve bu arada Ankara, Istanbul, Ada- na ve Bursa için getirtilme meselesi tetkik edilmektedir. N ii