Türk Safosunun Hayatı ne Sö TEFRİKA No. 29 ylüyordur “Aşk Eşi Olmıyan Bir Cevher, Yakası Açılmamış Emsal, Tasviri Misal İle Bilinmez,. Bir Sırdır, Vasfı “Bu bir evdir ki, imaretleri ha- rap, emelleri nâyâp, izzetleri tah- kir, tâzimleri tasgir olan arsası, beliyyeler menzilidir. Her kim ki, cihan kâsesinden hayat şerbeti İçti, âkibet ölüm humarı görse gerektir. Her kim bostanından rahat gülü elbet diken yarası çekse Hangi ikbal ağacıdır ki, ecel bimecal etmemiştir. Hangi © bağının çiçeğidir ki, ölüm haz; onu yere düşürmemiştir? Hangi nakış vatdır ki, hâdisat tufanı için- de kaybolmuş bulu Hangi güzel yüzdür ki, çörçöp arasina karışmış olmasın?.. Nice şehriyür- ların, satıkları vardı bir gün düşüp boyunlarını anınla bağladı- Jar. Nice padişahların izzet ke: leri vardı ki, ansızın esir olduk- larında, onları kendi bellerine zin- cir eylediler. Nice bâhâdırlar olur ki, kılıçlarile gerdanları çelinir, nice #kil müdebbirler olur ki, ted- birlerile haneleri yıkılır.,, asın şını bir eline dayıyarak şehzadeyi seyre girişmişti. Onun, bu duru- munda, oyuncağını kapıp O koyu- vermiş bir çocuk neşesi vardı. Şehzadenin cezbeye tutulduğunu, heyecan ifratından şuurunu —bir an için — kaybettiğini ve onu bu hale koyan kuvvetin de, kendi gü- zelliğinden ibaret O bulunduğunu anlıyordu. Fakat, gururla karışık olan bu neşe içinde, derin derin mülâhazalar, hattâ heyecanlar da geçirmekten geri kalmıyordu. Çün- kü şehzadenin meçhul bir dille haykırdığı sözlerden © yüreğine müphem, fakat sürekli hazlar dö- külüyordu. Hissine mağlüp deli - kanlı, ayni zamanda, gözüne çok güzel görünüyordu ve bu görünüş te, yüreğine ayrı bir tat döküyor gibiydi. Onun söylediğini anlamamakla beraber, aşk mevzuundan böyle heyecanlandığını biliyordu, hattâ aşktan bahsettiğini de hissediyor- du. Çünkü vakur ve mağrur bir ğüsleri içre nefesler (o vardır ki, dem ana hemdem olmaz. Aşk, bir zahirdir ki, örtülmez. Aşk, bir sır- dır ki, açılmaz. Aşkın kimseyle kârı olmaz, Aşk aynası jengâri ol maz. Aşk, serazadeleri bende eder. Aşk, başları yüksekte duranları, elkeride eder. Aşk, efsane ve ef- sün değildir. Aşk san'atı herdun değildir. Her aşk davası eden âşık olmaz, her muhabbetten dem vuran sadık olmaz. Aşk bir kimyadır, anın madini can olur, Aşk bir cev- herdir, anın mekânı kân olur. Aşk bir zevktir, anın da başka bir dili var, Aşk, bir şevktir, anın da ây- rı ehli var. Aşk, bir coşuştur, &- nın da şeydaları var, Aşk, bir ta şıştır, anın da deryaları var. Her gönül ki, aşka hane ola: Belâ oku- na nişane (olur ve her gönül ki, muhabbete makam ola. Mihnet en- da müdam olur.,, Ve birden Bafanın yanına koş- tu, iki elini yakaladı: — Sen, sen, dedi. TAN “Dünya hali böyle (gelm gelen gider. Ecel ejderhası böyle doğmuştur: Karşısı bulduğ yer. Dünyanın lah olmaz. Yarası ilâç ile bulmaz. Dünya şarabına (gurur, seraba aldanmıya benzer. Sıhhat hoş nimet idi. Ardından dert gel mese. Yiğitlik güzel ziynet idi; Ih- tiyarlık gelip onu yıpratmasa, Yâr yaslatı hoş safa idi: Fırkati olma- sa. Mecazi aşk ta tatlıydı: Eğer zöval bulmas; ihanın yok Imiş çünkü sebat — getir, sâki meyi âbi hayatı — De hoştur hali şul meczubı aşkın — çöpe saymaz vücüdü kâinatı — temennayı hayatetme sen ey can — hayat anla hakikatte meme gp iri tiryak söyletir Bafa, reğini kat pek kuvv nasıl nasıl anladık üceler hasıl tercüme edecek- lerini kavrıyamadıkları bu raz da- ha küçülürlerken Bafa, sırmalı bir kadife yastığa yanını vermiş, ba- Oo mahrem olmaz. Osmanlı prensini, ancak o mevzu ve ancak bir güzel kadın, böyle mecnuna çevirebilirdi, Onları başka bir kuv- vetin gururdan, kayıtsızlıktan çe kip çıkarması kolay değildi. işte bu di bayıltkan bir mahlüt halinde y kâplıyan çeşitli tazyiki ile hulyalı bir an yaşarken şehizsde Mürat, her iki cüceyi Yar nina çekti, ağlar gibi görünen, fa- le onlara anlatmıya köyü ldüz: — Aşktân anlıyanların hayatı kki ettiklerini söyledim, şimdi o olgun in rna e iyi açın sal ile bilinmez. Âşıkların dili al tında sözler vardır ki, Aşk ehlinin, Benim için hüdasın. Gönül bağını lütfun rüz- güriyle mamur kıl. Çan gülizarını muhabbetin havasiyle pür nur kıl Gönül çocuğuna bakışlarınla ver- diğin dersi dalma ezber et. Can bülbülüne tattırdığın şekeri kerem eyleyip mükerrer et. Ruhumun sarhoşluğunu müdam et, Aşk ah- tını, sşk peymanını berdevam et. Vuslat camını dolu sun, dolu sun, dolu sun!, deli deli üncelerle ve tatların den bir ses- Ğ aliba tuttuğu elleri öpmek te istiyordu. Fakat bu işi yap- madı, yapamadı. Çünkü şiddetli bir titreme geçirir gibi oldu, göz- lerine garip bir bulantı, yüzüne acıklı bir, renksizlik geldi, hazin bir dermansızlık içinde belli belir- siz sallandı, sonra yere yıkıldı, ağ- zindan köpükler saçıla saçıla kıv- ranmıya, fasılalı ihtilâçlar içinde çırpınmıya başladı. Cüceler, yıldırımla vurulmuş gi- bi durdukları yerde kalıvermiş - söyliyeceğir “Aşk, eşi olmi- dudak ona gö jeeeeseeeseseearesasssasrarestasessareresessierressiseesasassaaeressetareeş ünah Bende mi? ia Yazan: Kerime Nadir Sabahleyin uyandığım buldum. miyen zaman, Şerifi ayakta Pencerenin önünde durmuş, hâlâ din- ve rüzgârla beraber y yağmura ba- karak bir şeyler mırıldanıyordu. Kahvaltımızı, ak» şamdan kalan peynirle ekmek teşkil elti. O gün ak- şama kadar öteden beriden konuştuk. Aradasırada, ev sahibi de sohbetimize karışıyordu. Fakat Şerif, bir türlü bu adamla geçinemiyor; kâh sözlerini ke- Serek, kâh fikirlerini pek saçma bulduğunu söyli- yerek, ihtiyar ermeniyi kızdırıyordu. O da, ona ok- kalı küfürlerle karşılık verdikçe, konuşmamız âde- ta, kavga şeklini alıyordu. O gece, uykumun arasında ulumıya benziyen ga- rip seslerle uyandım. Telâşla yerimden fırlayıp, ne olduğunu anlamak için etrafı dinleyince, bu sesle- rin, Şerifin yattığı yerden geldiğini farkettim. Hemen kibi çakıp, mumu yakmıştım. Sonra, uy kulu gözlerimi oğuşturarak, o tarafa baktım: Şerif oturmuş, yırtık paltoyu başma almış, ellerini başi- na vüra vura, ağlıyordu. Öfkeyle: — Şerif! Diye bağırdım. Birden yerinden sıçradı. Paltoyu başından atıp: Neden üyandın?.. Diye — Elinin köründen, dedim. Nedir, o yaptığın?.. Ne ağlayıp, duruyorsun?.. — Nasıl ağlamam?.. Bir rüya gördüm. İstenbu- İu.. Bebeği gördüm.. O, eski güzel günleri gördüm. Nasıl ağlamam Beyim?.. Nasıl ağlamam? — Hay Allah müstahakkını versin!.. Odümü pat- lattın canım!.. Oyle 'bağıra, çağıra ağlanır 117. — Ne yapayım efendiciğim?.. Kusuruma bakmal, Gürültü etmemek için de, o kadar kendimi tuttum. — Allah için!.. Eğer tutmasaydın, demek ki, bü- tün köy halkı, evin önüne toplanacaktı!.. Şerif, artık sustu. Ben de tekrar uykuya daldım; Ertesi sabah, uyandığım zaman, havanın açmış TEFRİKA No. 41 ****- olduğunu gördüm. Şerif te memnuniyetini gizliye- rdu, Hemen ermeniyi çağırıp, o gün yola çık- k istediğimizi söyledim ve eline bir kaç para si- kıştırıp, yiyecek ve tütün almasını ve bir araba te darik etmesini tenbih ettim. İyi bir tesadüf olmuştu: Beni köye getiren ara- bacı, bir iş için buraya geldiğinden, ikimizi de “Ba- gatol,, a götürecekti, Biraz sonra, hem ev sâhibi hem de, arabacıya İstedikleri paraları (o verince, cebimde (1250) rubeleden fazla para kalmadığını gördüm (İ). Şerif, benden daha fakirdi. Çünkü ermeniyle çe- kişe, çekişe ettikleri pazarlıktan sonra, avucunu göstererek ağlıyan bir sesle: — Bunlar âdeta insanı soyuyorlar.. rublem kaldı, dedi (2). Öğle yemeğinden sonra, yola çıkmıştık. Tki saatte “Bagatol,, a geldik. Istasyon civarında arabadan inerken, arabacı dedi ki: — Sizin gişeye yaklaşıp, bilet almanız tehlikeli Zira her gişenin yanında bir polis bekliyor.. rınızı verin de, ben size alayim. Ben, bü fikri pek isabetli buldum. kulağıma eğilerek: — Sakın ha, bu herife para vereyim deme! bilir, nenin nesidir?.. Alıp savuşur, dedi, Gülmekten kendimi © alamıyarak, ettim: — Sen, merak etme: Zaten biz de, gideceğiz. Bir yere savuşamaz.. Şerif, iç cebinden çıkardığı bir çıkını dikkatle çözdü. İçindeki paraları parmağiyle karıştırarak: — Acaba, ne kadar vereceğiz?.. Diye sordu, — Bilmiyorum.. Gişeden anlaşılacak!, Arabacı yanımıza sokulmuştu. — Tren yarım saat sonra gelecek, dedi, Kaçıncı mevki alacaksınu; ermeniye, Bak (730) Lâkin Şerif, » Kim- onu temin arkasından lerdi, Ne yapucaklarını bilemiyor. ler, korkudan — topreşemiyorlardı. Bafa da, endişeli bir hayret için- deydi, titriyor ve sessiz, sessiz güz yaşı döküyordu. F adenin hızla sakinleştiğini, uyur gibi bir duruma büründüğünü © görünce, yerinden kalktı, onun dudakların- daki salyaları medi sildi, ba- şını kendi dizine yatırdı, parmak- larile saçlarını taramıya ve cüce- lerle — fısıldaşır gibi — konuş- ru tiz — Zavallının sar'ası da varmış. Bira let ke rak edecek şe eyecanlanınca, uğursuz il- dini hatırlattı. Lâkin me- y değil, hafif, Biraz- dan bir şey kalmaz, güle güle kal- kar, Siz, kimseye bu gördüğünüz sahneyi söylemeyin, bana ve şeh- zadeye sadık kalın. Doğru (söylüyordu. O Muratta — babasının gece gündüz sarhoş yaşamasından olacak — sar'a ille- ti vardı. Seyrek olmakla beraber, o İlletin darbelerinden müteessir oluyordu, ıztırap çekiyordu. O gün de fazla heyecandan, yahut şahla- nan iştihasını tatmin edememek- ten, bu illet tepreşivermişti. Bü- yük bir sır olarak saklanmasına rağmen Bafaya, o cücelere — ilk tanışma #aatleri içinde — mün- keşif olmuştu. Bafa, dizine yatırdığı genç ba- şın hafif surette terlediğini, yar açık (gözlerinde hayat ve şuur lem'aları belirmeğe © başladığı sıkılmış parmakların açılmıya yüz tuttuğunu görünce, dudaklarına bir şefkat tebessümü çizdi, uya - | nacak hastanın sarsılmış idrâkini 9 tebessüm içinde yıkamıya ha- zırlandı. e Çünkü şehzadenin şu vaziyetten sıkılacığını anlıyordu, onu güler yüzle karşılayıp, üzün- tüden kurlarmak istiyordu. Doğru görüyof ve doğru sezi- yordu. Nitekim şehzade de, uya- A 1-5-939 IŞTİHASIZLIK - HAZIMSIZLIK - ŞİŞKİNLİK - BULANTI GAZ - SANCI - MİDE BOZUKLUĞU - DİL - BARSAK ATALETİ - İNKIBAZ - SIKINTI . SİNİR ve bütün mide ve barsak rahatsızlıklarına karşı HASAN MEYVA ÖZÜ Kullanını. Mide için her yemekten sonra 1 - 2 tatlı kaşığı yarım bardak su içinde ve müshil için her sabah veya gece yatarken aç karnına 1 - 2 çorba kaşı- ğı yarım bardak su içinde kö Avrupa ve bilhassa Ingiliz meyva tuzlarından daha yüksek olduğu kat ürterek içmelidir. HASAN MEYVA OZU yetle sabittir. Buna rağmen Avrupa meyva özlerinden beşmisli daha cuzdur, HASAN MEYVA OZU yalnız bir türlü olup şekersizdir ve çok köpürür Şişe apn 50 Dört misli 80 kr. nınca onun sezişindeki İsabeti is- pat etmekten geri durmadı, muz- tarip ve mahçup ellerile yüzünü kapadı, “Eyvah, eyvah!,, diye in- Jemeğe koyuldu. Hastalığının böy- le çarçabuk Bafaya mekşüf olma. sından utanıyordu. Iztırap duyu - yordu. Fakat Venedikli zeki kız, dudaklarını onun kulağına yaklaş | Pu fee sid laştırâcak bir sesle — Siz, beni sevecek, ben, sevecek! Murat, il ülen bu şifa kevserinin kaynağına dudak- ların kapamak baştan sar'amsı ihtiliçlera kapıl- mak üzereyken kız, bu sahnenin de şahidi olan cücelerden birini sıldadı: sizi ihtiyaciyle yeni | işaretle yanma çağırdı: (Devamı Var) a yüzüne bak ik. e mırıldandım; , kiniz için 70 ruble verin. Arabacıya paraları saydık. Beş dakika sonra, bi- letlerimiz alınmıştı. Ne çantam, ne bavulum vardı. Şerif te, ayni vaziyetteydi. Bekleme yerinde bir kanapeye ilişerek, yarım saatin dakikalarını says dık. Nihayet trenin sesi duyulmıya başlamıştı. Ak- şam yaklaşıyordu. Şerifin kolunu dürttüm: Senin, hüfus tezkeren var değil mi?. Var. İsmin ne?. Canım ismimi bilmiyor musun?. — O ismin değil! Yenisi!.. Ha!.. Dur bakayım. Unuttum, giti. — İşte buna diyecek yok doğrusu.. Demek sana bir memur ismini sorsa, unuttuğunu söyliyeceksin.. — Sahit,. Iyi ki, aklıma getirdin. Bir bakayım helet.. Şerit, böyle diyerek elini koynuna soktu; bir müd- det iç ceplerini aradı, taradı. Nihayet, dörde bü- külmüş, eski, pis bir nüfus tezkeresi çıkardı. Bur- nundan soluyarak: — Hay melün, nerelere de saklanmış! Diyordu. Kâğıdi alıp açtım; fukat açmamla, hayret içinde kalmam bir oldu. Zira, bu nüfus tezkeresi “Fatma Hacer,, isminde bir kadına aitti, Serifin vüzüne bakarak: — Bu ne? Dedim. Telâşsız: Ne var? Dedi. Ne olacak? Sen kadin mısın?.. Yooo!.. Öyleyse, bir kadının nüfusunu neye aldın? Anlamadım! — Canım buradaki isim Fatma Hacer. Ya bu- nun, bir kadın İsmi olduğunu anlarlarsa'ı. — Adam sen del.. Kim anlıyacak?.. Ismim öyle deyiveririm.. Ben, onu bile elime geçirinciye kadar neler çektim!.. Kadınını, erkeğini, düşünecek vak- tim var mıydı?, Bu sırada, tren geldiği için nüfus tezkeresini eli- ve tutuşturup, hemen yürüdüm. Oda, arkamdan Muhabere ve Münakal iİşleri Umum Müdürlüğünden : Mühammen bedeli 3609.56 Üç bin altı yüz dokuz lira elli altı olan 44 adet diş ve 44 adet Iç otemobillâstiklerinin 15/5/939 Pa günü saat 15 de açık eksiltmesi yapılacaktır. Eksiltme Metro handa 5 inci katta toplanan komisyahca yapılacaktır Vekâleti İstanbul Elektirik Metro ) den parasız olarak dağıtılmak Si” İsteklilerin 270,72 iki yüz yetmiş lira yetmiş'iki kuruşluk müVüene teminat ve kanuni ları ilân olunur. vesaikle mezkür gün ve sastte komisyona m İstanbul Üniversitesi A. E. P. Komisyonundan : Haseki hastanesi tedavi kliniğinde yapılacak 330538 lira keş rici tesisat işlerinin 8.5.1939 Pazartesi günü saat 15 de rektörlükte açık eksiltmesi yapılacaktır. İsteklilerin en az 3000 liralık bu gibi işler yaptığına dair İstanbul Vilâyetinden vesika almaları ve 248 liralık teminat vermeleri, ticaret odası vesikasını göstermesi lâzımdır. Liste ve şartname her gün rektörlükte görülür. "2706, geldi ve tenha bulduğumuz, üçüncü mevki vagon- lardan birine daldık. Gözlerim, hep polislerde ve memurlardaydı. Kal- bim, bir türlü müsterih olamıyordu. Biraz sonra, kampana çaldı ve tren hareket etti. Bulunduğumuz vagonda, bizden başka, okuduğu romandan Rus ol- duğunu tahmin ettiğim şişman bir madam ve keşe- de uyuklıyan, yaşlı bir erkek vardı Tren süratini arttırdığı zaman, başımı pencere tarafına çevirerek etrafı seyre daldım. Güneş al- çalmıştı. Kasaba uzakta, İnce bir sis altında kaybo- luyor ve uçsuz, bucaksız böz kırlar arasında yıldı. rım gibi yol alıyorduk. Şerife bu güzel manzarayı göstermek için, kolu- nu dürttüm: — Bak'ı. Geçtiğimiz yerlerde ne bulunmaz gü- zellikler var.. " O, başını bile çevirmeden homurdandı? — Benim memleketime hiç bir taraf benzeri Çorak arazinin güzellik neresinde? — Senin de, hiç bir şeyden anladığın yok, dedi yine uzaklara daldım. Bu aralık bir memur gö- rünmüştü. Evvelâ mâdamla, diğer yolcunun, sonra bizim biletlerimizi muayene etti. Ve diğer vagona geçti. Çok sürmeden bir istasyonda durmuşluk. Bir sürü Tatar kızı, ellerinde sepetler, bukraçlarla, süt, yumurta, tereyağ, ayran vessire satıyorlardı. Şeri- İe bir şey isteyip, istemediğini sordum. — Fena olmaz, dedi. Bir ayran içelim. Mavi gözlü bir Tatar kızının uzattığı ayranları başımıza diktik. Bu sırada şişman madam da pen cerenin önüne gelmiş ve alış verişe başlamıştı. Şerif bana, onu işaret ederek: — Şu karıya da nasıl ayran yetişecek bilme: Diye fısıldadı. (Devamı var) (1) 1917-18 senelerinde Sibirsarin «Toni Nikolavıkis raflarındaki «beyaz Ruslar baskumandanları Amiral geks im rublesini kullanıyorlardı. (25 rubl, «kapike in hiç ilibarı kalmamış (2) Gerek araba Ücretlerinin ve gerek Siğınılar evlerin kirasının #$hiş oluşu, bir esirin kaçmasını hizmet ettik