Ge OR. * YAZAN Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 24 Cüceler Vedalaştılar Karakadı İkisine de Öğüt Verdi, Yere Çömelip Onlarla Vedalaştı ve İkisini de Hareme Gönderdi Bu isticvap belki biraz daha sürecekti. Fakat oda kapısı ansı - zın açıldı, içeriye sellemehüsselâm bir harem ağası girdi, o kendine mahsus şiyveyle bir irade tebliğ etti; * — Şehzade efendimiz ferman buyuruyorlar, yeni gelen halayı > ğın oyuncaklarını istiyorlar, üce Nasuh ve Cafer ağalar da o odadaydılar. Yanyana büzülüp uyku kestiriyordular. Ka- rakadının biraz yüksek sesle “Yav- rular, uyanın!,, demesi üzerine yerlerinden sıçradılar, “Lebbeyk, Jebbeyk,, diye korsanların karşı « sına dikildiler. Karakadı, şefkatli bir baba elemiyle içini çekti. — Eh, dedi, kader yerini bulu- yor, ayrılmamız lâzım geliyor. Şimdi devletlü şehzadeden emir geldi. Hareme, Bafanın yanına gi- decek$iniz. Artık oradan ayrıl - mak yok. Bahtınız Bafanın bahtı- na, şehzadeniH de keyfine bağlı, gözünüzü dört açın, kendinizi sev» dirin, şımarıklık yapmayın, etli. ye sütlüye karışmayın. Kara Mehmet, o sırada yâvaşça Sıvışmış, ağaların yanından uzak- laşmıştı. Deli Cafer onun, harem- den gelen ağadan korktuğunu sez- di ve kaçışının farkında olmamış gibi davrandı. Ayni zamanda cü- celere yapılan öğütleri de fazla buldü: 2 Yeter kardeş, dedi, yeter. Nasuh ta, Cafer de akıllı kişiler - dir. Başlarına konan devlet kuşu- nun elbette kıymetini bilirler, alık- ık edip o kuşu kaçırmazlar. Sen boş lâfı koy da, kendilerile helâl- Taş. Cüceler de, Karakadı da samimi bir teessür içinde öpüştüler, kok- laştılar. İhtiyar korsan yere çö- melmek suretile bu musafahayı mümkün kılmıştı. Fakât deli Ca- fer onun gibi davranmadı, Mini- mini dostlarının ikisini birden ku- cağına aldı, yüzlerini ( gözlerini öptü ve kendi yüzünü de onlara öptürdü, sonra kendilerini yere bıraktı: — Haydi, dedi, uğurlar olsun. Y alnız kalınca, kaşlarını çat- mışlardı, birbirlerine küs - müşler gibi birer köşeye çekilip somurtmuşlardı. o Önlerine sofra kurulurken, yemek yenirken, hat- tü yataklar serilirken, bu şatık kaşlılık devam ediyordu. Ancak yatağa girecekleri sırada vaziyet- leri değişti, başlar yanyana geldi ve deli Cafer, arkadaşına fısılda- dı: — Başımızdan büyük bir İş gördük. Tekkesiz şeyfilere, mah - kemesiz kadılara sakalını kaptır - mış bir devletlüya kız armağan- ladık. Üstelik cüceleri de elden çi- kardık. Niçin, neden' Karakadı, derin derin pufladı: — Niçini nedeni var mı ya, Ve- medikli kıza tutulduk, aynaya ba- kınca da utandık. o Onu unulma- mak, unutabilmek için çare ara- dık, kendisini bir dahi açamıys- cağımız, içine (o bakamiyacağımız bir mezara gömmeğe karâr ver- dik. Şimdi o mezarın eşiğinde İş- lediğimiz suçun ağırlığım duyup bunalıyoruz. Fakat tahammül #e- rek! — Ya cüceler. — Onlar, kendi dileğimizle sa- ray denilen ışıklı mezara gömdü- ğümüz kızın yoluna feda “ettiği: miz kurbanlardır. Haydi, sus. Eb- kem ol!, Çıra Gibi Tutuşan Gönül! Harem halkı, — güllere, zam- paklara, karanfillere el sürmeği zül sayan, en güzel kizlara aya- ğını öptürdükten sonra lütfen ya- ağın: uzatan — Şehzade hazretle- rinin bir kadınla elele ve güle gü- le geldiğini görünce hayretten par- maklarını ısırmağa koyulmuşlar- dı. Gece yarısından sonra olsa €- ahladı, fendilerinin fazla içtiğine ve ne yaptığını bilmediğine hükmedip şu halini hoş göreceklerdi. Fakat da- ba gün batmadan orun böyle kü- çükleşmesini havsalalarına sığdı ramadıklarından şaşkın o tavuğa dönmüşlerdi, bulundukları yerde kala kahvermişlerdi. Onların, o dizi dizi ve düzüne, düzüne kızların, kadınların, harem ağalarınm idraklerini altüst eden bu hâdise ayni zamanda zavallıla- rı kıskançlık ateşine atmıştı. Şeh- zadenin güpegündüz bir kızla sar- maş dolaş oluşunu — çünkü bu za- vallılar bir erkeğin bir kadına el vermesini (sarılıp oynaşmaktan farksız görürlerdi — değil, bir ki- zin şehzadeye hâkimiyet ihsas ©- den bir durum taşımasını kışkanı- yorlardı. Harem ağaları da bu kıs- kançlıkta müşterekti. Zira şehzade- nin bütün dünya kadınlarile seviş- mesini terviç eden, hattâ gerekli bulan bu zavallılar ayni adamm tek bir kadın tarafından zebun e- dilmesine tahammül edemezlerdi ve efendilerinin ancak kendi nüfuz- ları altında yaşamasını isterlerdi. Şimdi bir kadının saadetlü şehza- deyi meclüp etmiş gibi göründü- Züne şahit oluyorlar ve için için kuduruyorlardı. Bu, ilk tahassüsler idi. Bir Jâh- za sonra duygular büsbütün mah- Jüt bir hale geldi. Çünkü şehza- de tarafından sürüklendiği halde gehsadeyi ardında olr ÜRlüŞ vanayı hissini uyandıran kızın güzelliği de sersemleşmiş, şaşılaşmış gözle- re çarptı ve yürekler bir daha 51z- Jadı. Şimdi şehzadenin küçükleş- mesile ilgilenmiyorlar, bir kızın kendilerinden üstün tutulmasına içleniyorlardı. Kâ'bına varılmaz bir güzelliğin Işığı içinde derin ve ıstıraplı bir hayret dakikası geçi- riyorlardı. Göklerde uçtuğuna inanan şeh- zade Murat bir ayak önce son men- zile ulaşmak azminde, iştiyakında idi. Kamaşmış gözler, yanık yürek- TAN ler arasından süzülüp geçiyor, Ba- fsyı da berâber uçuruyordu. Fa- nilerle münasebetli ve fanilere ih- tiyacı olduğunu ancak kendi daj- resi önünde hatırladı, sabirsızlığını hissettire hissettire duraladı, ha- layık ve köle kümelerine başını çe- virip haykırdı: — Kâhya hatun nerede! Tiz ya- nıma gelsin! Ve dairesinin esrarlı boşluğuna dalar dalmaz Bafayı belinden ya- kalamak, doymaz bir iştiha ile se- vip okşamak istedi. Şeyh Şücam odasında içine düşen ihtiras kıvıl- cımı, kızın parmaklarından sızan ateşle beslene beslene üç baş daki- ka içinde yaman bir yangına mün- kalip olmuştu ve /acıktığı yerde sofrayı kurdurmıya, susadığı yer- de pınarları akıtmıya alışkın olan genç prensin iradesi bu yangında yanıp kül olduğundan işte bu ham- leyi yapmıştı. Tanrının tek'yarattığına ina: ği kızın o eşsiz güzelliğinde temes- sül eden tad hazinesinden orada ve ayak üstü bir iki yudum almak istiyordu. O hazineyi iradesine mahküm, keyfine râm bir vaziyet- te telâkki ederek işte acele etmiş- ti. Bir ve hâttâ yarım saniye İçin- de dudaklarının — tabiat çerçeve- sine henüz girmemiş — ilâhi bir tadia mesut olacağına kani Bulu- | nuyordu. Fakat o telâkkiler ve bu kana- atler — yine bir saniye içinde — eridi, tad hazinesinin bir meyva dolabına, bir mutfak kilerine ben- zemediği anlaşıldı. Çünkü Bafa, beline dolanmak istiyen ihtiras çemberinden — bir dilim nur gi- bi — Sıyrılmış, uzaklaşmış ve üç adım ilerde dururak italyanca hay» kırmiştı: Uslu durunuz! Şehzade kırılmış bir kemer gibi iki yanında sarkıp duran kolların- da bir sızı tevehhüm ediyor, hain kızın o kalları sınf üç çözüp kaç- tığını sanıyor ve muztarip bir öf keyle Venedik dilberini süzüyor- du, Onun ne dediğini anlamış de- ğildi. Fakat durumundan kendine kolayca ram olamıyacağını ânlıyor- du. Bu halet, onun idrakine çok ay- Kula gülen Li. gezdi Fürmaş yuzun, Kanuni Süleymanın toru- nu ve onlar gibi şehinşah olmiya namzet bir şehzadeden dudağını, yanağını, hattâ hayatını esirgiye- cek bir kadın yeryüzünde — onun zu'muna göre — mevcut olamazdı. Gerçi Bafa da güzellik bakımın dan yegâne denilebilecek bir sevi- yede idi. Lâkin yine bir kodındı ve bu saraya zorla getirtildiği için de nihayet bir esir idi. Bu durumda ir dişinin, kendisine naz etmesi İ- nanilamiyacak cüretlerdendi. (Devamı Var) Hamal tarifesi pahalı Hataydan İs la gelen ve adresi biz- bulunan bi rolkuyucumuz, dün yetini anlattı: da Denizban. kin bir vapuruna bi; , İstanbula ge- Myordum. Benden eşyalarımın vapure Bakli için (10) kuruş para aldılar. Dik- kat ediyor musunuz? 10 kuruş aldılar. Buraya geldik. Eşyaları vapurdan çıkar- mak İçim, rıhitamdan O emanetçiye naklet- uygun ola. rak bir hayli para aldılar. Canakkaleye xidecektim. Bugün eşyalarımı Saadet yuruna naklettirmek k rıhtıma ve rıhtımdan vapura nakli için yine bir sürü para ödedim. Hulâma, üc vapurdan çıkarılması ve diğer vapura nakli icin tam beş lira İ harcadım. Bu. doğru mudur? Hamal ta- İ rifesinin ates pahasına çıkarılması, beni İ cok müteessir etil. Hatayda da Denizbans kın tarifesi muteber, burada da. Fakat, fark niçin? Alikadarların dikkatini celbelmenizi rica ede- Time, . Belediye cezaları Seyyar zerzevatçılık yapıyorum ve ka- zanacağım beş on kuruşla başımda bulu- sn sekiz nüfusu geçindirmiye uğrüşeyo. rum. 4 gün evvel Kumkapı mintakasından geçerken beygirimin yangın yerindeki ot. Tarı yemesinden dolayı belediye memur- lap olmi- yâcağını sordum: (Vilâyetin emridir.) ce- vabımı verdiler, Yanmda sahibi bulunan bir hayvanm yangın yerinde bitmiş otlardan biraz ye- mesi bu derece bir cezayı mucip olabi- lir mi? Ve cezadan evvel ihtarda bulun- mal denp etmez mi? Koksa belediye momurları ceza kesmek ufak fırsatlar ma kolluyorlar? ur: dikkati çekmenizi dilerim. Kumkapı Nişancası, Havuzlu Bos- tan sokağı No. 24 te Rüştü . Muallimlerin istekleri * Bir muallim arfatiyle Maarif işlerinde rördüğüm ban sksaklıktarı düzeltilrieni i —- Mektep kasketleri — talimatnamesi çıktı, Buna rağmen hâlâ talebelerin baş- larıma Kasket koyuşlarında, kasket şekli- lerinde bir yeknesaklık olmadığı gibi biir çokları da başları açık gezmektedir. orla ve lize talebelerini kasket- tefrik bile mümkün olamıyor. — Talebemizin selâm veriş tarzları ds başka başkadu 3 — İlk tahsil mecburi ve yaş haddi de 7 — 16 dir. Haihuki Evlenme Kanu- nundaki son tâdille 15 yaşındaki erkek ve İ4 yaşındaki kız çocuklar eylenebil- mektedirler. İlk tahsilde yaş haddi on ü- çe indirilmelidir, lere giden musilimlerin en evsizliktir. Köy meklep- 26 - 4 ga) OKUYUCU MEKTUPLARI aŞehirlinin Dertleri leri yapılırken yanı başında bir de mu- alim evi yapılmalıdır. 5 — Muellimlerin yıllık kadroları çok geç yapıldığı için derslerle beraber mek“ teplerde de bir nakil başlıyor. Tedrisat aksıyor. Kadro işleri mektepler açılmadan ikmal edilmelidir. © — Üç yılık kidem müddelini dol- duran ve İyi teftiş raporü elan muallim” lere terfi edecekleri en geç Mart ayı için de kendisine tebliğ ediliyor Bu maaş ter fiine Eylül iptidasında (o başlanıyorsa dn maaş farkı Tegrinlevvel iptidasında eli“ nıyor. Bununla da muallimler maaş zam- mından bir yıl kaybediyorlar. Muallim: . Şoförlerin dertleri ; Arif ÜNAL Mimi Şefimizin İ: ulu teşriflerinda halkın dertlerini dinlerken ş0förler cemi- yetinin, ifadelerini çok moksun gördük. Doğuda öyle şoför dertleri va: ii bu dertlerin tesiri altında köyünde tarlı sını, evini, şehirde dükkânı satanlar çoktur, Biz şoförler parça buhranından evvel bu derdin doğurduğu menbeları, sebepleri &rarsek daha doğru olmaz mı ki? Şoförün derdini bu dert içinde her- dert olandan sor ve dinle Doğu. Anadolunun hemen her tarafın. da çalışan şoförler, bir sınıf nakliyat ko- misyonculuğu yapan ve simsâr namını taşıyan kütlenin istismarı altindadırlar. Biribirine rakip olan bu gün uğradıkları resini ve gi esseselerden ellerindeki teminatlarını â“ let edinerek bayağı bir eksiltme şeklinde akliyat işi alır ve aldıkları işi muayyen yündeliklerle şoförlere sütarlar. Bu sim- sar kafileleri önünden şoförün İş alma- sına imkân olmadığı gibi dalma boyun “ğmeğe mecburdur. İşte derdimiz budur büyüklerimizin huzuruna afzını istirham ederiz. PİRİM *. Belediyenin cevabı! Gazetenizin 14-3-039 günlü nüdhama- da (Uzayan bir nikâh müsmelesi) bap- lıklı yazı tetkik edildi: Şikâyetçiniin eşi Same 28 K. sani 539 doğumlu olduğundan evlenme | talebile 10 - 13 - 688 tarihindeki mürsenatları eh- liyet mevcut, olmadığından kabul otun- mmamış ve 78 - 1 - 919 tarihinde kanun! yeme Aki etiğe © gün munmele- #rilerek ia üzer e ğe tihinde akitleri yapılmıştır. Bu itibarla müsmelelerinde hiçbir güne senhhür vâkl olmadığı anlaşıldığından keyfiyetin bu yolda göretenizle tavzini saygı İle rica olunur, Vall ve B. Reisi ük Mermurluğun- dan tekaüt edilen Fuat Nogay'ı seneler- denberi arıyorum Tanıyanlar varsa Ad- reşini bildirmelerini rica ederim. İnhisarlar Fen Memuru Bülent KUNT Günah e Yazan: Kerime Nadir — Demek yalan söylemiştiniz? 7“ — İnsanlar daima yalan söyliyebilirler.. E'verit ki, karşılarındakiler, bü yalanlara kanmak gafletin- de bulunmasınlar!.. — Bu kadarını tahmin edemezdim.. Zaten sizin daima doğru konuştuğunuza iman etmiştim. Ne yazık!.. Bana âct bir perişanlıkla bakan bu yaşlı gözler, karşısında, utanarak: — Beni affet!.. Dedim. — Bu kadar ıztırap çekerken sizi affetmek mi? Hayır, bayır! — Peki, maksadın nedir?.. — Sizsiz yaşıyamıyacağımı söyledikten sonra ve- receğiniz kararı beklemek!., — Demek ormandaki bahsi tekrarlıyorsun.. — Bu benim hayatımla oynıyan bir, — Devam etmel, Bir kaç gün düşünmeliyim!.. — Düşünmek için size aylar bıraktım.. — Bu müddet içinde seni pek az düşünmüş oldu- gumu saklamıyorum.. — Doğrul. Başka mühim düşünceleriniz .vardı.. Fakat sakın hâ'â bu düşüncelerin sizi bırakmadığı- nı bena söylemeyin... — Maalesef söylemek mecburiyetindeyim. Lida, bu sözüm üzerine birdenbire ayağa kalktı. Gözlerinde müthiş bir «lev parlıyordu. Beni muh- kir ve kindar bir bakışla süzdükten sonra: — Bu derece vicdansız olacağınızı hiç, ama hiç tahmin etmemiştim, dedi. Allaha ısmarladık!. Hemen yerimden fırlıyarak kolundan yakaladım. Biraz yumuşamak lüzumunu hissetmiştim: — Beni dinle, dedim. Sen derhal “Kansk,, a dön! Ben sana mektupla kararımı bildiririm... — Bu kararı ben, şimdiden tahmin ediyorum. yır!.. Zannettiğin gibi değil, Yalnız biraz arassa ende mi? TEFRİKA No. 36 ----- Boynunu büktü. Elimi avuçlarında hafifçe sika rak, çaresiz bir itaatle gülümsedi: — Zâten yapacak başka bir şey kalmadı. * Lidayı başımdan savdıktan sonra, yine kendi der- dime düştüm. Nüvide bir üçüncü mektup daha gön- dererek, bu. esrarlı sükütun mânasını anlamağa ça- ıştım. Lâkin yine cevap gelmiyordu. 'Kansk,, 8 gitmem imkânsızdı. Başka bir vasıta ile de, Nüvidden haber almağa muvaffak olamı- yordum. Fakat, iki hafta sonra, Nüvidin yazısile bir mek- tup aldım. Sevincimden çılgına dönmüştüm. He- men zarfı yırttım. Lâkin, kurşun kalemiyle yanl mış İki küçük sayfanın başına ve tarihin altına iliş- tirilmiş olan “Samara,, kelimesi beni, hayret için- de bırakmıştı. “Samara,, da Nüvidin ne işi vardı?.. Bu kadar uzak bir şehire ne zaman ve niçin gitmişti?. Büyük bir heyecan ve ıztırap (içinde mektubu okumağa başladım: 7/Mayıs/1918 Samara .! “ Halük!. Her şeyden evvel, pek geç yazdığım için beni af- fet!.. Öyle bir hercümerç içindeydim ki, değil mek- tup yazmak, konuşmak için lisanımı harekete ge- tirmek elimden gelmiyordu. ““Kansk,, tan ayrılalı, iki buçuk ay oluyor.. Buna sebep, Ali Rızanın suçlu olmayıp, boş yere itham edildiği tahakkuk etmesidir. Affa mazhar olarak, yine vazifesi başına çağırıldı. Halbuki kocam daha tamamiyle iyileşemedi.. Bunun için bir müddet havatebdili aldı. Bu müddeti seyahatte geçirmek istiyoruz. Belki bir yolunu bulursak, Rus hududun- dan çıkıp, başka Avrupa (o memleketlerine gecece- Senden uzak kalmanın acısı beni, öldürüyor Ha- lük?.. Fakat, elimden ne gelir? Sıhhatte olduğunu ve beni düşündüğünü ( bilmek, bir dereceye kadar ıztırabımı hafifletiyor. Elbette bir gün mesut ola- cağız... Sabzedelim ve zamana güvenelim. ,, Mektubun bu noktasında durdum. Gözlerim bu- Zulanmıştı. Bu derece acı bir sille yiyeceğimi hiç hatırıma getirmemiştim.. o Yoksa, bu uzaklaşmada bir kast mi vardı?.. Hiç bir şeye, hiç bir söze ina- namıyordum.. o Her harekette, her muamelede, bir yalan, bir sahtekârlık seziyordum.. Nüvid, belki kocasının sebebine uzaklara gitmiş- ti. Fakat ben, daha ziyade onun benden kaçmış ol- duğundan emindim. o Uzun düşüncelerden sonra, mektubu okumağa devam ettim: “..,. benden kont muammasının hallini istiyor- sun.. Bunu bilmiyorum; anlatamıyacağım. Seninle ileride muhakkak görüşeceğini söyliyen. yüzbaşı Piyer, vakayii, bütün tafsilâtiyle nakledeceğine söz verdi... » Yine durdum ve güldüm. Bu işte Nüvidin par- mağı olduğu muhakkaktı, Fakat ateş içinde cenke- den şu cesur yüzbaşının ölümü asla hatırına getir. miyerek, ileride benimle görüşeceğini temin etme- Nüvidin, bu husustaki gafletine çok canım sıkıl- dı ve başımı sallıyarak son satırları da okudum: “ ,,.. bu mektubu sana “Samara, dan yazdı. ğım halde, sen, onu almadan ben trenle “Mosko- va,, ya hareket etmiş olacağım. o Bundan sonraki mektuplarımı da geciktirmiyeceğimi vaadediyorum. Sakın üzülme!,, Hayatı olduğu gibi kabul etmek mecburiyetindeyiz.. Istekle hiç bir cereyan yolunu değiştirmiyor. Sen de, bu kanaate bağlan ve müs- terih yaşa! Şimdilik fazla bir şey yazamıyacağım. Güzel gözlerinden basretle öperek Allahtan sıhhat ve se lâmet dilerim.. Nüvid ; Kiğıdı büküp cebime yerleştirdikten sonra, de- rin nefeslerle göğsümü şişirerek biraz ferah bul- mak istedim. Ne mümkün!.. Sanki eiğerlerim kız- gın demirlerle dağlanıyordu. — Allahım!.. Diye inledim. Bu acılarm sonu bir gün gelmiyecek mi?.. Sonra, işlediğim suçları düşünerek, çektiklerimir az bile olduğuna inandım.. Kara bir vicdanla yaşamanın, kara toprak olmak- tan bin kat feci olduğu muhakkak ve âşikârdıl.. X im “Dauriya,, ya geleli yedi ay olmuştu. Mevsim yazdı. Uzun günler ve gecelerde, odalma başim avuçlarım arasına düşmüş, dalgın yaşıyordum. Nü- vidden bir daha ne mektup, ne de haber alabilmiş- tim. Bu kadın beni pek acı bir şekilde aldatıyordu. Bu sıralarda, önümde yeni ümit ufukları açan bir hâdise ortaya çıktı: Hasta esirlere bakmak için ka- sabaya bir İsveç Salibiahmer heyeti gelmişti. Bura- ya müracaat ederek muayenemi İstedim. Maksa- dım, bir seyahat imkânı elde etmekti, Şansım uy« gun gitti ve kısa bir muayeneden sonra, zafiyetim dolayısile İsveçe gönderilecek malülin grupuna ka- taldım.. Bu yolculuk beni, Lidadan uzaklaştıracağı için de memnundum. Zira, vaadimi tutmıyarak hâlâ, ona mektup yazmamıştım. Iki gün sonra, arkadaşlarımla vedalaştım ve bu grupla birlikte trene bindim. Hareketimiz, Avrupa hattı üzerindeydi. OYolcu- luğumuz bir hafta ârızasız geçti. Fakat, bir akşam üstü, küçük bir istasyon civarında ihtilâlcilerin ta- arruzuna uğradık. Bir alay süngülü bizi, gelip trenden indirdiler, Ne emellerle başlanan. şu seyahatin, böyle ihti- lâlin cilvesine kurban gideceği kimin aklına ge lirdi?.. Yol kesilince, “Açınsk,, garnizonuna götürüldük. Burası küçük, fakat istasyonlu ve elektriklerle ay- dınlanmış şirin bir kasabaydı. Fakat gözüm hiç bir şey görmüyordu. Mütemadi- yen, hırsımdan dişlerimi gıcırdatıyordum. “Dauriya,, dan kaçan arkadaşlar da yakalanarak “Açınsk,, a getirilmişlerdi. Onları tekrar gördüğü- me sevindim ve biraz da halimi unutarak, becerik- sizlikleriyle alay ettim. ie ,