Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
S İN ;un-w.).—:au Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 24 Cüceler Vedalaştıla'r Karakadı İkisine de Öğüt Verdi, Yere Çömelip Onlarla Vedalaştı ve İkisini de Hareme Gönderdi Bu isticvap belki biraz daha sürecekti. Fakat oda kapısı ansı « zın açıldı, içeriye sellemehüsselâm bir harem ağası girdi, — kendine mahsus şıyveyle bir irade tebliğ etti: — Şehzade efendimiz ferman buyuruyorlar, yeni gelen halayı - ğın oyuncaklarını istiyorlar, üce Nasuh ve Cafer ağalar da o odadaydılar. Yanyana büzülüp uyku kestiriyordular. Ka- rakadının bitraz yüksek sesle “Yav- rular, uyanın!, demesi üzerine yerlerinden sıçradılar, “Lebbeyk, lebbeyk,, diye korsanların karşı - sına dikildiler. Karakadı, şefkatli bir baba elemiyle içini çekti. — Eh, dedi, kader yerini bulu- yor, ayrılmamız Jlâzım — geliyor. Şimdi devletlü şehzadeden emir geldi. Hareme, Bafanın yanına gi- deceksiniz. Artık oradan ayrıl - mak yok. Bahtınız Bafanın bahtı- na, şehzadenin de keyfine bağlı, gözünüzü dört açın, kendinizi sev- dirin, şımarıklık yapmayın, etli- ye sütlüye karışmayın. Kara Mehmet, o sırada yavaşça sıvışmış, ağaların yanından uzak- laşmıştı. Deli Cafer onun, harem- den gelen ağadan korktuğunu sez- di ve kaçışının farkında olmamış gibi davrandı. Ayni zamanda cü- celere yapılan öğütleri de fazla buldu: — Yeter kardeş, dedi, yeter. Nasuh ta, Cafer de akıllı kişiler - dir. Başlarına konan devlet kuşu- nun elbette kıymetini bilirler, alık- lık edip o kuşu kaçırmazlar. Sen boş lâfı koy da, kendilerile helâl- Jaş. Cüceler de, Karakadı da samimi bir teessür içinde öpüştüler, kok- laştılar. İhtiyar korsan yere çö- melmek suretile bu musafahayı mümkün kılmıştı. Fakât deli Ca- fer onun gibi davranmadı. Mini- mini dostlarının ikisini birden ku- cağına aldı, yüzlerini gözlerini öptü ve kendi yüzünü de onlara öptürdü, sonra kendilerini yere brraktı: — Haydi, dedi, uğurlar olsun. alnız kalınca, kaşlarını çat- mışlardı, birbirlerine küs - müşler gibi birer köşeye çekilip somurtmuşlardı. — Önlerine sofra kurulurken, yemek yenirken, hat- tâ yataklar serilirken, bu çatik kaşlılık devam ediyordu. Ancak yatağa girecekleri sırada vaziyet- leri değişti, başlar yanyana geldi ve deli Cafer, arkadaşına fısılda- dı: — Başımızdan büyük bir iş gördük. Tekkesiz şeyhlere, mah - kemesiz kadılara sakalını kaptır - miş bir devletlüya kız armağan- ladık. Üstelik cüceleri de elden çı- kardık. Niçin, neden?.. ç Karakadı, derin derin — ahladı, pufladı: — Niçini nedeni var mı ya, Ve- nedikli kıza tutulduk, aynaya ba- kınca da utandık. Onu unutma- mak, unutabilmek için çare ara- dık, kendisini bir dahi açamıya- cağımız, içine — bakamıyacağımız bir mezara gömmeğe karar ver- dik. Şimdi o mezarın eşiğinde iş- lediğimiz suçun ağırlığını duyup bunalıyoruz. Fakat tahammül ge- rek! — Ya cüceler?. — Onlar, kendi dıleğımız!e Ba- fendilerinin fazla içtiğine ve ne yaptığını bilmediğine hükmedip şu halini hoş göreceklerdi. Fakat da- ha gün batmadan onün böyle kü- çükleşmesini havsalalarına sığdı- ramadıklarından şaşkın — tavuğa dönmüşlerdi, dukları yerde kala kalıvermişlerdi. Onların, o dizi dizi ve düzüne, düzüne kızların, kadınların, harem ağalarının idraklerini altüst eden bu hâdise ayni zamanda zavallıla- rı kıskançlık ateşine atmıştı. Şeh- zadenin güpegündüz bir kızla sar- maş dolaş oluşunu — çünkü bu za- vallılar bir erkeğin bir kadına el vermesini — sarılıp oynaşmaktan farksız görürlerdi — değil, bir kı- zın şehzadeye hâkimiyet ihsas e- den bir durum taşımasını kıskanı- yorlardı. Harem ağaları da bu kıs- kançlıkta müşterekti. Zira şehzade- nin bütün dünya kadınlarile seviş- mesini terviç eden, hattâ gerekli bulan bu zavallılar ayni adamın tek bu' kadm taraimdan zebun e- Yet bu TAN ler arasından süzülüp geçiyor, Ba- fayı da beraber uçuruyordu. Fa- nilerle münasebetli ve fanilere ih- tiyacı olduğunu ancak kendi dal- resi önünde hatırladı, sabırsızlığını hissettire hissettire duraladı, ha- layık ve köle kümelerine başını çe- virip haykırdı: — Kâhya hatun nerede! Tiz ya- nıma gelsin! Ve dairesinin esrarlı boşluğuna dalar dalmaz Bafayı belinden ya- kalamak, doymaz bir iştiha ile se- vip okşamak istedi. Şeyh Şücam odasında içine düşen ihtiras kıvtl- cımı, kızın parmaklarından sızan ateşle beslene beslene üç beş daki- ka içinde yaman bir yangına mün- kalip olmuştu ve acıktığı yerde sofrayı kurdurmıya, susadığı yer- de pınarları âakıtmıya alışkın olan genç prensin iradesi bu yangında yanıp kül olduğundan işte bu ham- leyi yapmıştı. Tanrının tek"yarattığına inandı- ği kızın o eşsiz güzelliğinde temes- sül eden tad hazinesinden orada ve ayak üstü bir iki yudum almak istiyordu. O hazineyi iradesine mahküm, keyfine râm bir vaziyet- te telâkki ederek işte acele etmiş- ti. Bir ve hâttâ yarım saniye için- de dudaklarının — tabiat çerçeve- sine henüz girmemiş — ilâhi bir tadla mesut olacağına kani Bulu- nuyordu. Fakat o telâkkiler ve bu kana- atler — yine bir saniye içinde — eridi, tad hazinesinin bir meyva dolabına, bir mutfak kilerine ben- zemediği anlaşıldı. Çünkü Bafa, beline dolanmak istiyen ihtiras çemberinden — bir dilim nur gi- bi — Sıyrılmış, uzaklaşmış ve üç adım ilerde durarak italyanca hay- kırmıştı: — Uslu durunuz! ve efendilerinin ancak kendi nüfuz- ları altında yaşamasını isterlerdi. Şimdi bir kadının saadetlü şehza- deyi meclüp etmiş gibi göründü- ğüne şahit oluyorlar ve için için kuduruyorlardı. K Bu, ilk tahassüsler idi. Bir lâh- za sonra duygular büsbütün mah- lüt bir hale geldi. Çünkü şehza- de tarafmdan sürüklendiği halde ray denilen ışıklı mezara gi ü- ğümüz kızın yoluna feda - ettiği- miz kurbanlardır. Haydi, sus. Eb- kem ol!. Çıra Gibi Tutuşan Gönül! Harem halkı, — güllere, zam- baklara, karanfillere el sürmeği zül sayan, en güzel kızlara aya- ğını öptürdükten sonra lütfen ya- nağını uzatan — Şehzade hazretle- rinin bir kadınla elele ve güle gü- le geldiğini görünce hayretten par- hsadeyi ardında süzüÜklüy urunaz hıssinı uyandıran kızın güzelliği de sersemleşmiş, şaşılaşmış gözle- re çarptı ve yürekler bir daha sız- ladı. Şimdi şehzadenin küçükleş- mesile ilgilenmiyorlar, bir kızın kendilerinden üstün tutulmasına içleniyorlardı. Kâ'bına varılmaz bir güzelliğin ışığı içinde derin ve ıstiraplı bir hayret dakikası geçi- riyorlardı. K Göklerde uçtuğuna inanan şeh- zade Murat bir ayak önce son men- maklarını ısırmağa koyulmuşlar- dı. Gece yarısından sonra olsa e- zile ulaşmak inde, iştiyakında idi. Kamaşmış gözler, yanık yürek- Şehzade kırılmış bir kemer gibi iki yanında sarkıp duran kolların- da bir sızı tevehhüm ediyor, hain kızın o kalları sınf iâğe çözüp kaç- tığını sanıyor ve muztarip bir öf- keyle Venedik dilberini süzüyor- du. Onun ne dediğini anlamış de- ğildi. Fakat durumundan kendine kolayca ram olamıyacağını anlıyor- du. Bu halet, onun idrakine çok - ıy- OKUYUCU MEKTUPLARI 26 - 4 - 939 — -Şehirlinin Dertleri Hamal ları"fe:ı' pahalı Hataydan İstanbula gelen ve adresi biz- de mahfuz bulunan bi rokuyucumuz, dün şu şikâyetini anlattı: «Üç parça eşya ile Hatayda Denizban. kın bir vapuruna bindim. İstanbula ge- liyordum. Benden — eşyalarımın vapura nakli için (10) kuruş para aldılar. Dik- kat ediyor musunuz? 10 kuruş aldılar. Buraya geldik. Eşyaları vapurdan çıkar- mak için, rihtimdan emanetçiye naklet- mek için —belki de tarifeye uygun ola. rak bir hayli para aldılar. Çanakkaleye gidecektim. Bugün eşyalarımı Saadet va- puruna naklettirmek icap etti. Bunların rihtiıma ve rıhtımdan vapura nakli için yine bir sürü para ödedim. Hulâsa, üç parça eşyanın bir vapurdan çıkarılması ve diğer vapura nakli için tam beş lira harcadım. Bu, doğru mudur?. Hamal ta- rifesinin ateş pahasına çıkarılması, beni çok ir etti. Hatayda da Denizt kın tarifesi muteber, burada da. Fakat, aradaki müthiş fark niçin? Alâkadarların nazarı dikkatini celbetmenizi rica ede- TİM.,, e« Belediye cezaları Seyyar zerzevatçılık yapiyorum ve ka- zanacağım beş on kuruşla başımda bulu- nan sekiz nüfusu geçindirmiye uğraşıyo- rum. 4 gün evvel Kı d leri yapılırken yanı başında bir de mu“ allim evi yapılmalıdır. 5 — Muallimlerin yıllık kadroları çok geç yapıldığı için derslerle beraber mek- teplerde de bir nakil başlıyor. Tedrisat aksıyor. Kadro işleri mektepler açılmadan ikmal edilmelidir. 6 — Üç yıllık kiıdem müddetini dol- duran ve iyi teftiş raporü alan muallim- lere terfi edecekleri en geç Mart ayı için- de kendisine tebliğ ediliyor Bu maaş ter- fiine Eylül iptidasında — başlanıyorsa dü maaş farkı Teşrinievvel iptidasında alı«- nıyor. Bununla da muallimler maaş zam- mından bir yıl kaybediyorlar. ,Muallim: — Arif ÜNAL Dd Şoförlerin dertleri : Milli Şefimizin İstanbulu — teşriflerinda halkın dertlerini dinlerken şoförler cemi- .| yetinin, ifadelerini çok noksan gördük. Doğuda öyle goför dertleri vardır ki bu dertlerin tesiri altında köyünde tarla- sını, evini, şehirde Gdükkânını satanlar çoktur. Biz şoförler parça bu!ıranından evvel bu derdin ararsak daha doğru olmaz mı ki? Şoförün derdini bu dert içinde hem« dert olandan sor ve dinle: Doğu Anadolunun hemen her tarafın« da çalışan şoförler, bir sınıf nakliyat ko- misyonculuğu yapan ve “simsar namını taşıyan kütlenin istismarı altındadırlar. geçerken beygirimin yangın yerindeki ot- ları yemesinden dolayı belediye memur- ları beş lira para cezası yazdılar. Benim müşteri ile meşgul olmamdan istifade e- derek hayvanın yangın yerindeki otlara baş uzatmasının cezayı mucip olup olmı- yacağını sordum: (Vilâyetin emridir.) ce- vabını verdiler, Yanında sahibi bulunan bir hayvanın yangın yerinde bitmiş otlardan biraz ye- mesi bu derece bir cezayı mucip olabi- lir mi? Ve cezadan evvel ihtarda bulun- mak icap etmez mi? Yoksa belediye memurları ceza kesmek için ufak fırsatlar mı kolluyorlar? Nazarı dikkati çekmenizi dilerim. K Nİ: u Bos- tan sokağı No, 24 te Rüştü e Muallimlerin istekleri : T z AUA TT Bir muallim sıfatiyle MımrifA işlerinde Kai göles bls geyeii Te ' vuzun, Kanuni Süleymanın toru- nu ve onlar gibi şehinşah olmiya namzet bir şehzadeden dudağını, yanağını, hattâ hayatını esirgiye- cek bir kadın yeryüzünde — onun zu'muna göre — mevcut olamazdı. Gerçi Bafa da güzellik bakımın- dan yegâne denilebilecek bir sevi- yede idi. Lâkin yine bir kodındı ve bu saraya zorla getirtildiği için de nihayet bir esir idi. Bu durumda bir dişinin, kendisine naz etmesi i- nanılamıyacak cüreilerdendi. (Devamı Var) Senden uzak kalmanın acısı beni. öldürüyor Ha- lük!.. ve beni düşündüğünü Fakat, elimden ne gelir?.. HÜ T rakip olan bu simsarlar her- gün uğradıkları resmİ ve gayri resmi mü- esseselerden ellerindeki teminatlarını â« let edinerek bayağı bir eksiltme şeklinde nakliyat işi alır ve aldıkları işi muayyen yüzdeliklerle şoförlere satarlar. Bu sim- sar kafileleri önünden şoförün iş alma- sına imkân olmadığı gibi daima boyun eğmeğe mecburdur. İşte derdimiz budür büyüklerimizin huzuruna arzını istirham ederiz. PİRİM & Belediyenin cevabı! Gazetenizin 14-3-939 günlü nüshasın- da (Uzayan bir nikâh muamelesi) baş- hıklı yazı tetkik edildi: Şikâyetçinin eşi Saime 28 K. sani 339 20 - 12 - 938 tarihindeki müracaatları eh- liyet meycut olmadığından kabul olun- mamış ve 28 - 1 - 939 tarihinde kanuni yaşını ikmial ettiğinden 0 gün muamele- YEZRİZ KasTüamın yen Aarenm Hal sı.ı—m ) l — Mektep İ li İ çıktı. Buna rağmen hâlâ talebelerin baş- larına kasket koyuşlarında, kasket şekil- lerinde bir yek klık lmadığı — gibi tirilerek üzerine & - rihinde akitleri yapılmıştır. Bu mbarh muamelelerimie hiçblr güna hhür vâki ol Hınd bir çokları da başiarı açık ' gezmektedir- leri, İlk, orta ve lise talebelerini kasket- leriyle tefrik bile mümkün olamıyor, 2 — Talebemizin selâm veriş tarzları da başka başkadır. 38 — İlk tahsil mecburi ve yaş haddi keyfiyetin bu yolda gazetenizle tavzihi saygı ile rica olunur. Vali ve B. Relsi Gaip aranıyor : de 7 — 16 dır. Halbuki Evl Kanu- nundaki son tâdille 15 yaşındaki erkek ve 14 yaşındaki kız çocuklar evlenebil- mektedirler, İlk tahsilde yaş haddi on ü- çe indirilmelidir. 4 — Köylere giden muallimlerin en Sıhhatte olduğunu bilmek, bir dereceye kadar büyük sıkıntısı evsizliktir. Köy mektep- Sürt inhisarlar gümrük Memurluğun: dan tekaüt edilen Fuat Nogay'ı seneler- denberi arıyorum Tanıyanlar varsa Ad- resini bildirmelerini rica ederim. İnhisarlar Fen Memuru Bülent KUNT gün gelmiyecek mi?.. Sonra, işlediğim suçları düşünerek, çektiklerimir “az bile olduğuna inandım.. tee0e.. Yazan: Kerime Nadir — Demek yalan söylemiştiniz?.. — n — İnsanlar daima yalan söyliyebilirler.. Elverir ki, karşılarındakiler, bu yalanlara kanmak gafletin- de bulunmasınlar!.. — Bu kadarını tehmin edemezdim.. Zaten sizin daima doğru £ ştuğ iman etmiştim.. Ne yazık!.. Bana acı bir perişanlıkla bakan bu yaşlı gözler, karşısında, utanarak: — Beni affet!.. Dedim. öniyi — Bu kadar »ztırap çekerken sizi affetmek mi?.. Hayır, hayır!.. — Peki, maksadın nedir?.. ? — Sizsiz yaşıyamıyacağımı söyledikten sonra ve- teceğiniz kararı beklemek!.. — Demek ormandaki bahsi tekrarlıyorsun.. — Bu benim hayatımla oynıyan bir..... — Devam etme!.. Bir kaç gün düşünmeliyim!.. — Düşünmek için size aylar bıraktım.. — Bu müddet içinde seni pek az düşünmüş oldu- gümu saklamıyorum., — Doğru!.. Başka mühim düşünceleriniz vardı.. Fakat sakın hâ'â bu duşuncelerin sizi bırakmadığı- nı bana söylemeyin... — Maalesef söylemek mecburiyetindeyim.? Lida, bu sözüm üzerine birdenbire ayağa kalktı. Gözlerinde müthiş bir alev parlıyordu. Beni muh- kir ve kindar bir bakışla süzdükten sonra: — Bu derece vicdansız olacağınızı hiç, ama hiç tahmin etmemiştim, dedi. Allaha ısmarladık!... Hemen yerimden fırlıyarak kolundan yakaladım. Biraz yumuşamak lüzumunu hissetmiştim: — Beni dinle, dedim. Sen derhal “Kansk,, a dön!» Ben sana mektupla kararımı bildiririm... — Buü kararı ben, şimdiden tahmin ediyorum.? Hayır!.. Zannettiğin gibi değil Yalnız biraz Günah Bende mi? TEFRİKA No. 36 ------? - Boynunu büktü. Elimi avuçlarında hafifçe ııka-l tak, çaresiz bir itaatle gülümsedi: — Zaten yapacak başka bir şey kalmadı. * Lidayı başımdan savdıktan sonra, yine kendi der- dime düştüm, Nüvide bir üçüncü mektup daha gön- dererek, bu.esrarlı sükütun mânasını anlamağa ça- lıştım. Lâkin yine cevap gelmiyordu.. “Kansk,, a gitmem imkânsızdı. Başka bir vasıta ile de, Nüvidden haber almağa muvaffak olamı- yordum.. Fakat, iki hafta sonra, Nüvidin yazısile bir mek- tup aldım. Sevincimden çılgına dönmüştüm. He- men zarfı yırttım. Lâkin, kurşun kalemiyle yazıl- mış iki küçük sayfanın başına ve tarihin altına iliş- tirilmiş olan “Samara,, kelimesi beni, hayret için- de bırakmıştı. “Samara,, da Nüvidin ne işi vardı?.. Bu kadar uzak bir şehire ne zaman ve niçin gitmişti?.. Büyük bir heyecan ve ıztırap içinde mektubu okumağa başladım: 7/Mayıs/1918 Samara .| “ Halük!.. Her şeyden evvel, pek geç yazdığım için beni af- fet!.. Öyle bir hercümerç içindeydim ki, değil mek- tup y k, £ şmak için li harekete ge- tirmek elimden gelmiyordu. “Kansk,, tan ayrılalı, iki buçuk ay oluyor.. Buna sebep, Ali Rızanın suçlu olmayıp, boş yere itham edildiği tahakkuk etmesidir. Affa mazhar olarak, yine vazifesi başına çağırıldı. Halbuki kocam daha tamamiyle iyileşemedi.. Bunun için bir müddet havatebdili aldı. Bu müddeti seyahatte geçirmek “istiyoruz.. Belki bir yolunu bulursak, Rus hududun- dan çıkıp, başka Avrupa — memleketlerine gecece- ıztırabımı hafifletiyor.. Elbette bir gün mesut ola- cağız... Sabredelim ve zamana güvenelim.. ,, Mektubun bu noktasında durdum. Gözlerim bu- ğulanmıştı. Bu derece acı bir sille yiyeceğimi hiç hatırıma getirmemiştim.. Yoksa, bu uzaklaşmada bir kast mi vardı?.. Hiç bir şeye, hiç bir söze ina- namıyordum.. —Her harekette, her lede, bir Kara bir vicdanla yaşamanın, kara toprak olmak- tan bin kat feci olduğu muhakkak ve âşikârdı!., * ..- “Dauriya,, ya geleli yedi ay olmuştu. Mevsim yazdı. Uzun günler ve gecelerde, daima başım avuçlarım arasına düşmüş, dalgın yaşıyordum. Nü- —- | yalan, bir sahtekârlık seziyordum.. Nüvid, belki kocusmm sebebine uzaklnrn gitmiş- ti Fakat ben, daha ziy onun b kaçmış ol- duğundan emindim. — Uzun düşüncelerden soru'a. mektubu okumağa devam ettim: # ,,, benden kont hallini istiyo: sun.. Bunu bilmiyorum; anlatamıyacağım. Seninl ileride muhakkak görüşeceğini söyliyen, yüzbaşı Piyer, vakayii, bütün tafsilâtiyle nakledeceğine söz verdi... ,, Yine durdum ve güldüm.. Bu işte Nüvidin par- mağı olduğu muhakkaktı. Fakat ateş içinde cenke- den şu cesur yüzbaşının ölümü asla hatırına getir- miyerek, ileride benimle görüşeceğini temin etme- si gülünçtü. Nüvidin, bu husustaki gafletine çok canım sıkıl- dı ve başımı sallıyarak son satırları da okudum: * , ... bu mektubu sana “Sa » dan yazdı- ğım halde, sen, onu almadan ben trenle “Mosko- va,, yâ hareket etmiş olacağım. — Bundan sonraki mektuplarımı da geciktirmiyeceğimi vaadediyorum. Sakın üzülme!.. Hayatı olduğu gibi kabul etmek mecburiyetindeyiz.. İstekle hiç bir cereyan yolunu değiştirmiyor.. Sen de, bu kanaate bağları ve müs- terih yaşa!.. Şimdilik fazla bir şey yazamıyacağım.. Güzel gözlerinden hasretle öperek Allahtan. sıhhat ve se- lâmet dilerim.. Nüvid ,, Kâğıdı büküp cebime yerleştirdikten sonra, de- rin nefeslerle göğsümü şişirerek biuz ferah bul- mak istedim. Ne mü Sanki kız- gin demırlerle dağlanıyordu. m!.. Diye inledim, Bu acılarım sonu bir ——— ——— idden bir daha ne mektup, ne de haber alabilmiş- tim. Bu kadın beni pek acı bir şekilde aldatıyordu. Bu sıralarda, önümde yeni ümit ufukları açan bir hâdise ortaya çıktı: Hasta esirlere bakmak için ka- sabaya bir İsveç Salibiahmer heyeti gelmişti. Bura- ya müracaat ederek muayenemi istedim. Maksa- dım, bir seyahat imkânı elde etmekti. Şansım uy4 gun gitti ve kısa bir muayeneden sonra, zafiyetim dolayısile İsveçe gönderilecek malülin grupuna ka- tıldım.. Bu yolculuk beni, uzaklaştıracağı için de memnundum. Zira, vaadimi tutmıyarak hâlâ, ona mektup yazmamıştım. İki gün sonra, arkadaşlarımla vedalaştım ve bu grupla birlikte trene bindim. Hareketimiz, Avrupa hattı üzerindeydi. Yolcu- luğumuz bir Hafta' ârızasız geçti. Fakat, bir akşam üstü, küçük bir istasyon Cİvarında ihtilâlcilerin ta- Lidad arruzuna uğradık. Bir alay ıüngulü bizi, gelıp trenden indirdiler. Ne llerle b hatin, böyle ihti- lâlin cilvesine kurban zldeceği kimin aklına ge- lirdi?.. Yol kesilince, “Aı;msk, garnizonuna gotürulduk. Burası küçük, fakat istasyonlu ve elektriklerle ay- dınlanmış şirin bir kasabaydı. Fakat gözüm hiç bir şey görmüyordu. Mütemadi- yen, hırsımdan dişlerimi gıcırdatıyordum. “Dauriya,, dan kaçan arkadaşlar da yakalanarak “Açınsk,, a getirilmişlerdi. Onları tekrar gördüğü- ıneıevmdmvebinzdıhahmıunutank,becerik sizlikleriyle alay etüm. y.-» ehi «i