Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
| ERR AM M 'I'okî' bir müddet Yozgat, Çorum, J*kdag’ Amasya, Zile, Yenihan, İş; Madeni, Boğazlıyan hava- yfee boğ bulunmuş, asilerle günler- VE“muştuk. Muhtelif çarpış- "'üerd Savaşlarda tepelediğimiz h"?vaneın ele geçirdiğimiz silâh ve Olan mfrla, (2800) nefere baliğ uştur Üfrezemiz kâmilen atlı ol- | A"hk Mmüfrezelikten kurtul - | Muş, ikinci küvvei seyyare Vdat İ almıştık. Merkezimiz Yoz- Hköy e üzere, kasaba kasaba, baş kOy dolaşıyor, şurada burada tuk 'an asilerle uğraşıyor - Bu İbin em_âda kumandanımız İbra- Hiki .. Yi Ankaradan çağırttılar. BN Sonra da bütün kuyyeti - Tağa, Tediler, İbrâhim Bey, Anka- hıümkf'e’diği hareket — emrine, bi n olan süratle yürüyüş ve kayâîleWel Ankaraya erişmek “eıup da ilâve etmişti. İki gün- Bibi PEndık ve iki günde de uçar | Boînkmya vardık. Tihin € Yine isyan etmiş, Vahdet- Yite İ u“'mğı şeriat kâsesinden n ehir içmişti. Ankaraya gel- Süğ y Bün bindiğimiz tren bir V bir gecede bizi Sarıköy is- b'i_. yü“_’_laumdirdi. Dört günlük İrgi TÜyüş te Mudurnu'ya eriş- G%dekumandan İbrahim Bey, han Na Ve Bolu havalisinde bulu- “ziım Beyle temas ve muha- k“w sonra, Bolu dağında iki îe.ık“ birleşti. Kumandanlar müş- l*y,“ bir hareket ve tenkil plâni Tn ğ:lm Dü plâma gürc, Nü - Ün n ” kuvvetleri Bolu dağın - ak , IİYeeek, o havaliyi tarıya- Düle anın sıklet merkezi olan kumç Üzerine yürüyecekti. Bizim ki Alîi Seferiye de, Bolu dağında- Kaş, Za asilerini tepelemek için, Yip (Tham istikametinden ilerle- bu ç “Yak) köyüne gelecektik ve Na Tetle bu Havalideki - asileri, te , Bey kuvvyetleri ile birlik- înı%a Sember içine alacak, düş - | Dü,e&â’: darbe vurduktan sonra | H%k birleşecektik. kğhın €te — geçtik. Biz 'Tavak,, im, BSeldik. Bu suretle asileri Zu'eh Vaziyette bulunduğumu- lç,,thyerduk. Nâzım Bey kuvvet- bekli TMüsademeye girişmelerini Yorduk. İntizarımız boşa çık- jveqm:bmıar. Nâzım Bey kuv- e karşı aldıkları cephenin biza "e sarktığımızı hissedince, Yan , Mmüşlerdi. Hemen başlı - heqc:ı““ademe asilerin aleyhine Iki IE"l!ui.ştı'. liya, “*Faftan bir ateş seli gibi iler- küvvetlerimiz karşısında A- Rmm&rl Yine dağılmışlar, küçük üağhq halinde, her vakitki gibi çekilmişlerdi. Dü%yi yine ele geçirmiştik. & _A_'HEI' tarafından — evvelce “tılan ilip — Düzce hapishanesine a p, Bolu mütasarrıf ve jandar- z &8k danı, Bolu ve Düzce ah- Ve Ç” Teislerile on yedi zabit Güyi, Ça Uru kurtardıktan sonra, qu*f temizliğe girişmiştik. ila ŞÜN yer yer geziyor, kafile dÜ ğ topluyor ve isyanın kökü- Cej Ç Yorduk. Yanımdaki Düz - *Mal, Resul ve arkadaşı bek yatda beslediğimiz muhab - he'fı itimadımıza liyakatlerini, ’“rıal;sattan istifade ile gösteri - Müp © Bu üç istiklâl âşıkı genç, küraâzemize ansızın — yapılması Tühg, Atirılan bir baskını, zama- han mhaber vermek ve baskıncı- Bibi akabil bir hareketle olduğu dlm.u " Beçirtmek fırsatını kazan- İşin d bize. . ğîmiz &sıl garip tarafı, esir etti - h“—h i U müfrezede, Cemalin ba- İj € amcaları ve Resulün de ““dayî;î' ile kardeşleri bulunma- ki taraf ta birbirlerine kı- yasıya kurşun atıyorlar, öl- düresiye kılıç sallıyorlardı. Bunlardan altmış kişi kadarını zulmetten kurtarmıştık, nura ka- vuşturmuş ve içimize karıştırmış- tık. Kendi yanıma — aldığım bu adamlar Milli Mücadelenin sonu- na kadar benimle beraber çalış - mak suretile mertliklerini, milli emellere bağlılıklarını gerçekten göstermişlerdi. Artık Düzcede yapılacak iş kal- mamıştı. Hendek asilerine yük - lenmek üzere yola çıkmıştık, Ib- rahim ağa köyüne — giriyorduk. Karşımıza, “Lüfren,, köyünün ile- ri gelenlerinden gürcü hoca na - mında biri çıktı. Hendek ve Lüf- ren'liler namına tedip kuvvetleri kumandanı ile görüşmek dileğin- de bulundu. Bu gözleri sürmeli hoca ile görüşmek, yapacağı tek - lifleri tetkik etmek vazifesini ku- mandanımız İbrahim Bey, muavi- ni Vasfi Beyle bana vermişti. Ken- disine âdeta bir elçi süsü vermek, biraz da nazlı ve müstağni görün- mek istiyen bu, başı mangal gö- beği kadar büyük şeriat ve salta- nat siyasetçisinin teklifelerini ağ- zına tıkamış, pabuçlarını koltuğu- na vermiş ve çevirmiştik. Hendek- lilerin, vaktiyle rahmetli Mahmut Beye yaptıkları gibi bizim de ba- şımıza bir Abaza külâhı geçirme- lerinden şüphelenmiştik doğrusu. leri harekete devam ettik. Kumandanımız — İbrahim Bey top ve makinelilerle beraber şoseden ilerliyor. O sırada kuv - vetlerimize iltihak eden Sarı Efe (Jandarma yüzbaşısı Edip) soldan Lüfren'in Bıçkıdere mevkiine, ben de Hacı Vasfi Beyle beraber ve iki yüz atlı ile sağdan yürüyor- duk. Biz Soğuksu denilen yere gel - miştik. Bu esnada Lüfren köyü is- tikametinden şiddetli bir çatırdı koptu. Dört nal yürüyüşle müsa- deme yerine eriştik. Biraz ileri - mizde mevzi aldıklarını gördüğü- müz asiler köye giren İbrahim Be- yin üzerine şiddetli bir ateş aç - mışlardı. İbrahim Bey de muka - belede gecikmemiş, top ve maki- neli tüfeklerini ateşe sokmuştu. Bulunduğu vadinin iki yanların- dan ateş yiyen, kuvvetini — ikiye ayırmak — mecburiyetinde kalan İbrahim Beyi bu vaziyetten kur- tarmak için, hemen önümüzdeki asilerin üzerine atıldık, Müsademe, bayağı bir boğuş - ma şeklini almıştı. Savletimizin şiddeti karşısında asiler afalla - mıştı. Tüfeklerini atıp kollarını kaldıranların, kaçmak — ümidiyle dereye doğru saldıranların ve biz- de milliyetçiyiz, kıymayın canımı- za diye bağıranların had ve hesa- bı yoktu. Teslim olanlar arasında, çehre ve kıyafetlerile, dikkatimizi üzerlerine çeken otuz yedi rum ve ermeni çetecisinin bulunması, bi- zi fena halde hırslandırmıştı. İs- tanbuldaki düşmanlar tarafından silâhlandırılıp gönderildiğini an - ladığımız — bu habisleri, hemen oracıkta kurşuna dizmiştik. u müsademede, — Lüfren'in solundaki sırtlara taarruz eden müfrezelerimizden birine ku- mandan eden “Hüseyin Kaptan,, 1 kaybetmiştik. Gerçekten bir arslan kadar ce- sur olan bu arkadaşımız Koçanalı idi. Eskişehirde bulunduğumuz sı- rada müfrezeye gönüllü — olarak katılmıştı. Gösterdiği yararlık ve fedakârlıkla, pek çabuk göze çarp- mış, müfreze kumandanı olmuştu. O günkü muharebede de bir çok harikalar yaratmış, tek başına yirmi asi ile uğraşmak ve bir kıs- mını yere serip kalanlarına kol kaldırtmak gibi yavuzluklarla ne yaman bir adam olduğunu asilere bile tanıtmıştı. Kumandanımız İb- rahim Bey, harp sonunda bu kah- raman — şehidimize, şanına lâyık bir mezar yaptırmak gibi bir kadir bilirlik göstermiş ve bıraktığı ye- timlerine babalık etmişti. Bu acı kayıp bizi çok hırçınlaş- tırmıştı. Lüfren köyünün yalnız â- silerini değil, cami ile mektepten gayri, üç yüzü geçen binalarını bi- le yok etmiştik. Ertesi gün o hırs ve hışımla Hen- değe doğru yürüyorduk. Halbuki Hendek, yirmi dördüncü firkanın bir alayı tarafından bir gün evvel işgal edilmiş. Hendekliler, bizim lerde de göstereceğimizi sanarak, TAN BULGAR SADIK Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: 115 -Boluda Yine Isyan Çıkmıştı | OZgat Havalisindeki Müfrezemiz Süratle Buraya Y_e"şmîş ve Âsileri Çilyavrusu Gibi Dağıtmıştı Trakyada Su ve Elektrik Edirne (TAN) — Trakyanın her tarafında elektrik ve su ihtiyaçları yer yer temin olunmaktadır. Kırklareli ve Ezine elektrik tesi- satının yapılması ihale olunmuştur. Babaeski elektrik tesisatı eksiltme- ye konulmuş, Vize elektrik projesi Nafıa Vekâletince tasdik edilmiştir. Vizede elektrik borç alınarak, Ba - baeskide mevcut varidatla yapıla - caktır. Keşanda bir kaç aya kadar elek- triğe kavuşulacaktır. Çorlunun elek- triği ve suyu için belediyeler ban- kasından şimdilik 70 bin lira alın- mıştır. Saray, iyi suya kavuşmak üzere- dir. Lüleburgaz su şebekesi için pa- ra temin olunmuştur. “Pınarhisar ve Kaynarca köyleri- ne sudan elektrik istihsali için tet - kiklerde bulunulmaktadır. Hendeği işgal eden alayın kuman- danı binbaşı Dayı Mesut Beye baş vurmuşlar. Tekrar aman dilemişler. Köylerinin harap edilmekten kur- Lüfren köyünde gösterdiğimiz faz- la şiddeti Hendek civarındaki köy- tarılmasını rica etmişler. (Devamı var) HEKİMİN öÖĞÜTLER İ VEREM EDEBİYATI Yüce edibimiz Aka Gündüz ge- çen pazar günü çıkan yazısında, bir verem edebiyatı yaratmak lü- zumunu o güzel üslübile izah et- tikten sonra bunun hakkında be- nim fikrimi de soruyor. O kadar yüksekten gelen bir iltifata karşı teşekkür borcumu eda edebilmek üzere bizim Lokman Hekimden rica ettim, bir gün için yerini ba- na bıraktı. Üstadın ileri sürdüğü fikre tak- dir ile hayran olmamak kabil de- ğildir. Birkaç gün oluyor, yine bu gazetede, pek sayın Bayan Şükü- fe Nihal de yazmıştı: Japonyada hükümet hastanelerinin tedavi ettikleri hastaların birkaç misline hususi cemiyetlerin hastaneleri bakarlarmış. Bizim memleketimizde de ha- yir sahiplari | hi 5 Na herkes karınca, kaderince bir şey verirse, veremli hastalardan bir kısmı daha kendilerine hemen bi- rer yatak bulurlar. Zaten hayır sahiplerinin yardımlarını kabul e- decek olan teşkilât ta hazır bulu- nuyor. Veremle Mücadele Cemi- yeti şimdikinden daha ziyade va- ridat bulunca faydalı hizmetleri- ni elbette arttıracaktır. Veremle ücadele disp leri de, arada sırada gazetelerde teşekkür ede- rek ilân ettikleri gibi birkaç fıçı balık yağından başka türlü yar- dımlar gördükçe et ve yumurta bulamıyan fakir hastalar elbette daha ziyade istifade edeceklerdir. " Üstadın yaratmak istediği verem edebiyatı propagandasının da halk arasında merhamet ve şefkat his- lerini heyecana getireceğinde süp- he yoktur. Bu zamanda, makul ve yolunda prop başa- ramıyacağı İş tasavvur olunamaz. Ancak bu propagandanm, his- sedilecek derecede ve devamlı bir muvaffakiyet elde edebilmesi !'çîn Yazan: Galip ATAÇ yerlerdeki paralı hastanelere gön- derebilmek üzere bütçesinde dai- ma bir fasıl bulunduruyor. Bizim de her türlü iyiliği dev- letten beklediğimizi hepimiz bi- Tiriz. Onun için bir hastaya acıdı- ğımiz vakit ilk hatırımıza gelen şey dev'et hastanesini düşünmek olduğu gibi, bulundukları yerlerde fakir hastaları da tedavi ettirmek üzere kurulmuş olan belediyeler- den bile bazıları hastalarınm eline “efkârı — fukaradan” — olduğunu “mübeyyin” bir kâğıt vererek hâ- lâ eski imparatorluk merkezine gönderirler.: Eski karakterlerimizden birço- ğu değiştiği gibi, hastaya muave- net işini devletten beklemek ka- rakterlerimizin de değişebileceği rrl ih. P. K K | hunu da başarabileceğine İmanrm var- dır. Yalnız, eski medeniyetimizin neticesi ve asırlardanberi kökles- miş olan bu karakteri değiştirmek biraz güç ve uzun olacağını sanı- yorum. Bununla beraber tahmi- nimde aldandığımı görebilsem pek sevineceğimi temin ederim. Bir taraftan da, bu karakteri- mizi değiştirmeğe lüzum olup ol- mfdığı düşünülecek bir şeydir. Çünkü Avrupanın garp tarafların- da hayır cemiyetleri bol ve bele- diyelerinin hastaneleri mük l olan memleketlerin birçoğunda şimdiki fikirlere göre, hastalara yardım artık merhamet ve şefkat işi değildir. Herkes hasta olma- dan önce, sağlığındayken, hir gün ya kendisinin yahut ailesinden bi- rinin hastalanabileceğini düşüne- rek ona göre hazırlıklı bulunmağa mecburdur. Çalışanlar için bu hazırlığı gör- mek pek kolaydır. Bazı memleket- lerde çalışanların hergihikü ka- zançlarından bir miktarını devlet alır, hastaneler idaresine devamlı variıdat temin eder. Calışan adam pek uzun sürmesi lâzım ol sanıyorum. Şimdiye kadar yapı- lan tecrühelere hbakılırsa, bizde böyle şefkat yardımı hisleri pek az inkişaf etmiştir. Bunu, tabiidir ki, kimseyi ayıplamak üzere söy- lemiyorum, biz dediğim vakit ken- dimi de bu kütlenin içinde görü- yorum. Pek çoklarımızda bulunan karakterin bir cihetini göstermek istiyorum. Bir yerde fakir bir ve- remli hasta bulunduğunu duyun- ca ona acıyanlar pek çok çıkar, bazıları hastavı bedava bir hasta- neye yatırabilmek için hatırı sa- yılır zatlara müracaat eder. Fakat konu komşu arasında ayda birer, ikisşer lira toplryarak onu ucuz bir hastaneye yatırmak pek az kimse- lerin hatırına gelir. Belki medeniyet farkı. Avrupa- nım garp memleketlerinde mede- niyeti burjuvalar yaptığı İçin şe- hirlerde halk birçok işlerini ken- di kendilerine görmeğe alışmış- lar, halkın kendi kendine yapa- madığmı da belediyeler tamamla- mış. Onun için oralarda fakir has- talara bakmak üzere hayır cemi- yetleri kurulmusı her belediye de büsbütün kimsesiz hastalar için ya hastane kurmuş, yahut başka da disi yahut ailesind biri hastalanınca hastanede hazır ya- tağımı bulur. Bazı memleketlerde de bu işi loncalar, yahut sigorta şirketleri görürler. Netice ayni yola çıkar. Memleketin nüfusuna göre yüzde on nishette hasta ya- tağr daima hazır bulunur. Bu iki yoldan birini tercih etmek te, ta- biil, her memlekette devletin tut- tuğu siyaset tarzına bağlıdır. Calışabilenlerin hastalıkta İhti- yaçları temin edilince, hiç çalışa- mıyanlar zaten az kalır. Onlar da hastaneye yatmrya mecbur olacak hale gelmeden gene o hali düşü- nerek önceden bir vesika alırlar, bu vesika ellerinde bulundukça memleketin her hangi bir tarafın- da hasta olunca kendilerine bir yatak bulurlar. Tedavi masrafını da vesikayı veren belediye yahut hayır cemiyeti öder. Verem edebiyatı varatarak mer- hamet ve şefkat hislerini heyeca- na getirmekle, herkesi sağlığın- dayken hasta olabileceğini düşü- nüp ona göre hazırlıklı bulunma- ğa teşvik etmek yollarından han- gisinin daha emniyetli muvaffa- kiyet vereceğini üstadın takdirine bırakırım. L A p < M Yazan: F fkeli bir müşteri bir avukat yazıhanesini, tabanını güm güm diye vura vura arşınlamakta- dır: Müşteri — Hayır Arthur ayrıl- mak lâzım. Artık dayanamıyorum. Avukat — Beni dinle Nirace. Müşteri — Dinlemem vesselâm. Ne seni, ne de kimseyi. Artık canı. ma tak, dedi. Karımla ben yolların ayrılış yerine geldik. Avukat — Peki ayrılış için ona isnat edeceğin bir şey.. Bir şikâye- tin yok demek isterim. Müşteri — Şikâyet edecek bir şey.. şey.. sey. Avukat — Evet ortada bir şey yok, Huyu, soyu sana uygun. Ev ka dınlığı tamam. Yalnız kıskandırı- yormuş, öyle mi? Müşteri — Hayır kıskanmıyo- rum. Öyle bir hisse alçalsam, o his- si mazur gösterecek bin bir sebebi tedarik etti ya, Ben ondan ayrıl- mak istiyorum. Sen ayrılamıyaca- ğımı iddia edip duruyorsun. Avukat — Öyle ya ona karşı bir isnatta bulunamıyorsun. Yalnız boş lâflar söylüyorsun. Müşteri — Yani lâfların kâfi de- recede fena olmadığını iddia edi- yorsun ha? Avukat — (Sabrı tükenerek) A- man ne istersen yap! Şikâyetın ne? Müşteri — Sana ne? Avukat — Bana mı ne? Bu sabah karını buraya çağıracağım. Ondan ayrılacağını kadına söyliyeceğim. Pek iyi. Bir sebep göstermiyecek Müşteri — Sana şu kadarını söy- liyeyim ki, benden başka hiçbir a- Avukat — Lâf! Bu söylediklerin para etmez. Ne oldu, ne bitti onu söyle! Bir an için arkadaşın oldu- ğumu unut. O oturduğun koltukta şimdiye kadar tümen tümen koca- lar oturdu. Senin bana söyliyeceği- ni kimbilir kaç kere dinlemişimdir. Açıkça anlat yahu! Karısile geçi- nemiyen dünyada bir sen mi var- sın? Müşteri — Bahis koşarım, benim gibisini şimdiye kadar duymamış- sındır. Avukat — Sen anlattıktan sonra hüküm veririm. Müşteri — Eh, bana bak öyley- se! Hiç duyulmuş mudur ki, bir er- keğin karısı, karşısına çıka koysun da ona: “— Yaratılış bana erkekleri ken- dime şakkadak âşık etmek dehasını verdi. Bu dehamı kullanmamak gü nahtır,, desin? Avukat — Sen varsın a. Sana a- bayı cayır cayır yaktırıp dursun. Müşteri — İyi ama onu zaten yaptı. Bana ama da güzel ve hoş oldu, dedi ve beni o kadar kemale erdirdi ki, başkalarını da kemale erdirmek istiyor. “Bu çocuk yetiştir menin en güzel yoludur,, diyor. Güya bu kabiliyette olan kadınlar çocuklar için mektep açmalı imiş- ler. Çünkü usta oluyorlarmış. On- dan dolayı kendi çocuklarına iha- net edip başkalarının çocukları pe- şine düşmeli imişler. İşte bundan dolayı erkekleri kemale erdirmek dehasına malik olan kadınlar on- BERNARD ShaW / | T şaı TÜ T £ P e Dd İ — S SS A NS ları düzüne düzüne kemale erdir. meli imişler. Sen buna ne dersir a hazret? Avukat — (Duraklar): Belki bu sözlerde bir hakikat vardır. Dur bakalım acele etme. Müşteri— Ne vardır? Avukat — Yan! mantıkan! Mü- nasip bir hareket değil, malümı fa: kat mantıkan doğru. Acaba bu söz- ğı;ine mantıki cevap ne olabilir Müşteri — Hah karımın da söy:- lediği işte bu.. Avukat — Pekey, sen ne cevap veriyorsun? Müşteri — Söylediklerine mü: nasip cevabın ancak (kendinden u- tan yahu!) demek olduğunu söy- ledim. . Avukat — Utanıyor mu? Müşteri — Yoo!. Avukat — Artık seni sevmiyor mu? Müşteri — Seviyor.. İdman olsun diye üstümde meşkettiğini söylü- yor. Fakat yavaş yavaş artık ben- den bıktığını hayatında yeni bir alâka olması lâzım geldiğini ilâve ediyor. Bu naneye ne buyurursunu: efe..mm? Avukat — Bana ne soruyorsun, onu müdafaa eden bir söz söyledim mi? Müşteri — Beni müdafaa eden biricik bir söz söyledin mi? Avukat— Ko ki ayrıldın.Bu sefe) onu kontrol edemiyeceksin, iş so- nunda talâka varacak. Müşteri — Hele şu söylediğin lâfa bak. Sanki şimdi kontrol ede- biliyor muyum ki? (İçeriye kâtip girer.) Kâtip — Bir kadın sizi görmek istiyor. (Heyecanla) Aman size rica ederim. Bir belâya uğramışsa onu kurtarmak için elinizden geleni ya- pın. Eğer ona bir şey iftira edildiy- se, sakın ha inanmayın. Ben masu- miyeti uğrula hayatımı bahse ko- yarım. Avukat — (Şaşalar): Doğrusu Mister Gruppy (kendine gelerek) kadının adı ne? Kâtip — Yüzüne bakarken adını sormsın! unuttum. Avukat — Bu noksanı lütfen ik- mal eder misiniz? Kâtip — Adını utanmadan nasıl sorayım? Ona tecavüz gibi olur. Fakat zannederim ki.. Ümit ederim ki.. Belki beni affeder. (Dışarı çı- kar.) Müşteri — (Ortada hop hop hop- laya hoplaya) tam o! Yaptığı halt- tan tanıdım! Karım be yahu! Tâ kendisi. Şu genç cavlak kafalının üzerine meşketmiştir. — Vatandaş : —— Cümhuriyet Halk Parti- si Türk milletinin Kültür hususiyetini muhafaza et - meyi ve Türk milletini mu- sır milletler seviyesine çı - karmayı yüksek hedef bilir. Vatandaş: Reyini kullanma- yı ihmal etme. Çünkü verece- tini kuracaksın!. ğin reyle milletin siyasi kudre-