Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: 102 . Sandalla Salacağa Geçiyordum Tam Ayakapı Önünde Bir Kolcu Sandalı Kayığımızdaki Bir Denk Tütünle Beraber Bizi Yakaladı ve Götürdü İka rdeşinin milli hareketlere ka- K9ldığı bahanesile elektrik fabrik; (sındaki işinden çıkarıldığını söyli- iYen amele Bekirin, muhatabına (8m ve elem saçan şikâyetlerini İdinliye dinliye Ayakkabı önlerine /#eldik. Tam o esnaria, reji fabrika- ilârinın bulunduğu istikametten, ü- yerimize doğru gelen iki çifte bir (sandal, hırçın bir nara ile yolumu- i7u kesti. Sandala başlık ettiği du- (Tumundan ve kurumundan anlaşı- lan adamın, hepimizi ayrı ayrı sü- /7en gözleri, sandalemın geri tara- | Onda bulunan yeşil boyalı, dört ya- 17: ve kapağı renkli tenekelerle kap- i» sandığa takıldı, kaldı ve niha- Yet açtı. İçinde ne çıksa beğenir (niz? Tıka basa istif edilmiş paket i paket kaçak tütün! İşin garibi, biz i Yolculardan hiçbiri sandığa sahip İ sikmiyor, sandaleı da kimin olduğu- ju bilmiyor, i Tabii memur efendi kızdı. San- 4'UĞ sandalına, bizi de yedeğine al- ik fabrikaya doğru sürüklemiye İ şladı. On dakika sonra reji idars- sinin bir isti botu içinde, idarenin Muhafaza mü olduğunu anla- İğumez sinirli bir zatın karsem” İlik. Sandığın saslbi burada da an- laşılmaymen müdür bey, pek hak- ı “larak kızdı ve İstimbotun baş Hrafında bulunan alamlarına doğ TU baktı ve bağırdı: i, Gel Ahmet Efendi. Bu adam- 1 Unkapanı polis merkezine tes- “m et, Unkapanı merkezi sözü, beni kur Finla vurulmuş gibi sarsmış ser- oraya > PN Jilöme boyun eğmek demekti; Çün- /i. Hürriyet ve İtilâğin gayretli © (© başılarindan. iesaletlerin zorlu i asıslarından meşhur sakallı ( - İNİ merkez memuru idi orada Hiç İ ji katli gözünden tabi İ tünhesiz, beni görünce rime kelepreyi takacak, polis müdürüne i yakalı bir caka satacak, işgalcile- İf€ de güzel bir hulüs çakacaktı, | Yüzümün sararması, vöeudümün Ş#allanması müdür İlyas Beyin dik- i, kaçmamıştı. zaman sonra maiyetinde “alışmak şerefini de kazandığım bu li Ü ve sözü doğru, millet ve mem- eket dostu adam, derhal vaziyeti- çi kavradı. Beni kolumdan tutarak Stimbotun kamaraşma indirdi, Mu- hatapları üzerinde kuvvetli bir te- ““İP birakan mavi gözlerini, manya- i İizma eder gibi gözlerime dikti ve: — Doğru söyle, dedi. Bü tütün- İer senin rai? — Hayır, — Bana yalan söylüyorsun gitt Beliyor. — Ben ömrümde yalan söylemiş dam değilim İlyas Bey. >— O halde ne için surardın, sar- »ldin? İlyas Beyi şahsen © tanımazdım. Fakat çok namuslu, doğru, millet Ve memleketini seven bir adam ol- İuğunu işitmiştim. Vaziyetimi a- 4Sıkça ve erkekçe anlatmağı daha “Ygun buldum. Önüme bakarak: — Benim yerimde ve bu vaziyet- e, dedim, Siz de olsanız sararırdı. ir h. Mavi gözlerini açtı. Meraklı bir tavirla; — Ben mi? dedi Neden, söyl bakayım, Artık maskemi yüzümden atmış, Kendimi hakiki hüviyetimle İlyas © tanıtmıştım. Zavallı adam düsbütün sinirlenmişti. Yanakları Ürperiyor, sağ kolu sıçrar gibi sey- Tiyordu, Tanelerini biribirile çarpiş | Sirdığı tesbihine bakıyor, tekrar tek Tar; ,— Ya.. demek Sadık baba sen- İ SİN öyle mi? iyor, düşünüyordu. İN en de, hükim karsısıma karar ,,, Pekliyen bir suçsuz sabir. dile, İlyas beyin yüzüne bakıyor, 4 *sreddüt içinde, intizarın bitün Reji Muhafaza Müdürü İlyas Bey acılıklarını tadıyordum. Nihayet İlyas bey başını kaldırdı. Yüzüme daha dikkatli baktı, baktı. ve: — Şimdi , dedi. Nereye gitmek istiyorsan söyle. Göndereyim seni. Yirmi beş dakika sonra, bu temiz kalpli adamın hazırlattığı küçük bir motörbot beni Salacak ile Ha- rem iskeleleri arasındaki sahile çı- karmıştı, Selâmeti bulmuş, Üskü- dara kavuşmuşlum artık. İbsani- ye, Çiçekçi kahvesi yolile, taharri memuru Ahmet Hamdi efendinin Tunus bağında Karacaahmet polis noktası karşısındaki evine de s0- kulmuştum. Yakasım bir türlü e- limden kurtaramıyan bu fedakâr genç beni görünce şaşırmış, sevin- şti. Boynuma — Bir haftadır Yavuz Fehmi a- rıyor seni. Bu akşam yine gelecek Hepimizi merak ve endişeye dü- şürdün. Bulunduğun yeri bana ol- sun bildirmek yok mu a babacığım. Demiş, vaziyet hakkında taze ha- berler vermişti. gece karşılaştığımız Yavuz Fehmi ile, ayrılık acıları ile yanan iki hasretli gibi tekrar tekrar öpüşüp koklaştıktan sonra yarenli- ğe başladık. Karakol cemiyeti ba- na yeni bir vazife vermiş Zeytin- burnu fabrikasındaki cephane ve silâhların Karamürsele taşınması işine beni memur etmiş. Yavuz bu nu bana müjdeledikten sonra: — Yarın her halde İstanbula iner, Nuruosmaniyede kapslı firin <addesindeki evinde, göz hekimi “sat Paşa ile görüşürsün. Vazife nakkındaki talimatı o verecek sana. Demiş, Karacaahmet kabristanı- am korkunç karâanlıklarına dalıp gitmişti. Sırtımdaki hamal elbisesi ne İs- tanbula geçmeğe, ne de Esat Paşa ile görüşmeğe müsaltti: Hele çok- tanberi su yüzü görmiyen vücudü- me, affedersiniz, yiğit böcekleri üşmüş, kaşımmaktan uyuzlara dön- dürmüştü. Evde yıkanıp temizlen- dim. Hele göze pek çarptığı için hiç te hoşuma gitmeyen ve böcek yuvası haline gelen hamal elbise- lerini üzerimden attım. Görüşmek üzere çağırttıiğım İmrahor imamı Ali Riza hocanin eski cübbe ve şal- varını üzerine, yeşil sarıklı rengi ağarmış fesizi başına geçirdim. Belime tardığım şal kuşağın ara- sına tabancılarımı, bombalarımı yerleştirdim o Aynanın karşısında kısalttığım çâyah sakalımla, ufak, tefek bir b caya benzettim kendi- mi, Os temiz çamaşırla, temiz bir yatak çinde rahatça ge- çirdim. Sabahleyin, sol gözümü $i- yah bir krep ile bağladım ve Tu- nus bağından tramvaya atladım. Haydarpaşa vapurile İstanbula geç- tim. Esat aPşanın yanına bir saat bek- İeyerek bir hasta gibi girdim ve karşısındaki sandalyeye geçtim. E- lindeki âletlerini silmekle meşgul olan paşa, yüzüme bakmadığı için tabii, beni birden tanıyamadı. Ve: — Nen var, söyle bakalım hoca efendi. Dedi ve gözlerini bana çevirdi. Ayni zamanda çığlığı da bastı: — Vay Sadıkcığım. Bizi merak- tan çatlattın uyol İltifatiyle boynuma sarıldı. Esat Paşanın hekimlik işi durmuş, bek- liyen hastalar birer bahane ile sa- vulmuştu. Milletine, memleketine karşı beslediği sevgi ve saygı ile gerçekten bir vatan severlik tim- sali olan muhterem paşa, karakol cemiyetinin gizli teşebblis ve faa- İiyetlerinden bahse koynlmuştu. Gözleri yaşararak Or, yur. dun kurtulacağını müjdeliyordu. Saatlerce uzayan görüşmeden son- ra, yeni vazifeme ait direktifleri aldım. Süblime okan ellerini kok- liya koklıya öperek ayrıldım. Ps- sanın, beraberce çalışmamızı söy- İediği ve adresini verdiği, Zeytin burnu fabrikası müdür muavini kaymakam Ali Riza bey ile görüş- mek üzere Samatyanın yolunu tut- tum. (Devamı var) TAN BULMACA Dünkü bulmacamızın halledilmiş şekli 123466 1689 19 A BUGÜNKÜ BULMACA 1234567189 10 ı mm : un * 5 6 > : YUKARDAN AŞAĞI ve SOLDAN SAĞA: 1 — Evde bulunur © Bir müzik tâbiri, 3 — Bir zamir © Bir zamir © Göcler- mek, 8 — Bir nota © Ot biçer © renk. 4 — Bir sesli harf © Bir zamir g Kö- pek g İfa etmek. 5 — Büyük © Şair. 6 — Vakti bildirir g Eksiksiz. 7 — Bir çalı © Atın yediği © Bir harf g Bir seslishart, 8 — İle © Müezzinin okuduğu g Ka- sapta bulunur. 9 — Bir zamir © İnsan © Bir harf © Bir sesli hart 10 — Vüki © Ecdat, © Büyük barsakta müzmin hasta- lığı söylemek istiyorum. Erkek- lerde, çocuklarda bile olduğu var- sa da en ziyade Bayanlarda, hem de yirmi ile kırk vaş arasında, yani kadmlığın en hararetli ve en tatlı olması lâzım gelen devrin de görüldüğünden haylice can sr- kar. Bereket versin ki pek te teh- bir şey değildir, yâlnız, cok p verir ve uzunca sürdüğü için, zâten bozuk olan sinirleri pek yorar. Hekimler eskiden ona anteroka- Nt derlerdi ve adı simdikinden pek çok sık işitilirdi. Röntgen ışik- ları karmların arasından geç meğe basladığındanberi ona ben- ziyen baska hastalıklar daha iyi ayırt edildiğinden simdi osadere kolit derler ve adı daha az işitilir. Bu iztıranlı hastalığı meydana er karan sebepler daha iyi belli ol- dukça belki adı büshütün batacak ve baska hastalıklara hağlanacak- tır. Fakat o zamai kalit hastalığından korunmak İçin onu tanımak lâzımdır. Alimetlerinin ilki değilse de en sıkıntılı olanı karında sancılardır. Bayanlarda en ziyade o muavven günlerde meydana cıktığı için ka- dınlık âletleri tarafından geliyor sanılır. Halbuki o günlerden bas- ka bir zamanda müshil ilâcı İçin- ce sanciların gene pevda olmasi © taraftan değil, barsaklardan gel- diğini gösterir. Sancı pek şiddetli olur, karın asağıya doğru çekili. yormuş burkuluyormus gibi olur. Bazılarnda da sadece bir burun- tu. İlk alâmeti inatcı İnkıhazdır. hem de devamlı. Günlerce sürer. Sonra birdenbire ishal, Çıkan maddelerin arasında deri parça ları gibi şeyler, bir de yumurta akı gibi beyazlık görülünce has- a alâmetleri tamam demek- Fakat, bunların yanında daha birçok alâmetler: Bazılarında ateş olur, yüz çekilir, sanemın siddeti apandisit hastalığını bile hatıra getirir... Mide bozuk, dil"paslı, ne- Tes fona kokulu, iştah karısık, ye- mek üstüne mideden gazler çi- kar... Kimisinde basur memeleri... Karaciğer düşük, idrar az, biraz da albümünli, Bazılarında kadınlık âletlerinde iltihap, yahut onların birinde car pıklık olduğundan o zaman şiddetli sancı oradan mı, yoksa büyük mı geliyor, diye zihin daha sivade karısın, EK GÜTLERİ EN ZİYADE BAYANLARDA... Yürek çarpıntısı kadınlığın biç- bir hastalığında eksik olmaz. Ki misinde göğüs Üzerinde ağrılar, boğazda ağrılar. En sonra da si- nirlerin zayıflığı: Yorgunluk, haş dönmesi, uykusuzluk, iradesizlik ve bunun neticesi olarak kavgacı. lık. Ev kadını bu hastalığa tutu- Tunca bütün ailenin rahatı kacar, Hormon isleri tetkik edildikçe bu hastalığın hermen çıkaran gud- delerde bozuklukla o münasebeti bulunduğu da meydana çıkmakta” dır. Zaten erkeklerden ve cocuk- lardan ziyade kadmlarda bulun- ması da bunu gösterir. Bu hasta- hığa tutulan Bayanlarda yumurta- lığın ifrazı bozulduğundan muay- yen günlerde rahatsızlık olur. Bundan başka tirolt guddesi de ya fazla yahut eksik, hormon erkara- rak bozukluğunu gösterir. Elbette hatırınızda kalmistir ki kadm va- murtalığından baska tiroit gudde- si de kadınlık hassalarını veren guddedir. Hastalık gelince tedavisini de perhizini de hekim tayin edecek fir. Bu hastalık içini hekim hulun- mıyan yerler için bir sev sövleme- ğe lüzum voktur, ci ykü kalit has- talığı hemen dalma büyücek se birlerde, sinirli lerin kadınla. rmda bulunur, rda da hekim bulunmıyacağı hatıra gelemez. Hekimi görünceye kadar kendi kendine almacak tedbir (o verhize dikkat etmektir; Bu hastalıkta süt, yoğurt ivi gelmez. Yağsız etler hi- Te, sancılar şiddetli olunca, deku- sebzelerle - onlar da sade suya ve iyle pişmiş olmak sartile « unlu ler, kuru seb- zeler ve pirinç kalır, bunlar da püre seklinde. Yağlı yemekler cok dokunur. Sekerle, pişmis yemisle- rin dokunmasına bir sebep yok- tar. Hastalık bir kere gelip | gectik- ten sonra tekrar geleceği icin, da- ha mühimmi onun tekrarlamasın- dan korunmak zmdir. Bu da en ziyade sinirleri kuvvetlice bulun- durmak üzere, yorulmaktan, üzül. mekten sukınmakla olur, Mide ve karın hastalıklarının hepsinde ol- . duğu gibi gerek beden istirahati, gerek fikir istirahati bu hastalığm tedavisi icin de, ondan korunmak telin de esastır, Hik su ile devamlı duş vapmak sinirleri heyecana ge- trmeden teskin edeceğinden bu hastalığm tekrarmdan korunma- ya çok faydalı olur. > jem za m b HIKAYE . #eteettteetit0eee : YANLIŞLIKLA Yazan : endini bildi bileli, Mister Brooker, Demokrasi demiş, ve başka dememişti. Bütün dik - katini, #hükümetin yaptığı, et - tği şeyler üzerine teksif et. mişti. Hele halkın hürriyetine kıl kadar bir tecavüz görsün, ondaki saldırış, ateşine kıyas, kardif kö- mürü ılık kalırdı. Ne var ki, son seneler zarfında dikkatini yalnız milli işlere has - retmeyip, diktatörlüklere de çe « virmişti. Arada Sırada gazetelere mektuplar göndererek, diktatör - lüklere karşı ağzından baklayı çi- karmıştı. Diş dünyayı o kadar fa- sılasız bir dikkatle gözetliyordu ki, kendi evinde sinsi sinsi bir to- taliter hükümetinin o kurulmakta olduğunu farkedemiyordu. Artık girdiği çıktığı saatler s- kı fıkı kontrol ediliyor. Hattâ ka- rısı Misis Brooker akşamcı viski- sini menedecek kadar ileri vardı. Mister Brooker eski Klaptoncular klübünün âzasındandı; ve her se- ne Klaptoncuların verdikleri yıl- dönümü ziyafetine İştirak etmez- se olamazdı. Zaten eve emirle gi- riyor, emirle çıkıyordu. Bir de zi- yafetten olursa, kendine, şahsi hürriyet namına bir şey bırakıl mamış olacaktı. Ziyalette hoş beş ediliyor, gö - nüllere revnak verilmek üzere üç beş kadeh çekiştiriliyordu. Böylece sabahın saat birinde evine dönen Mister Brooker elektrik düğmesi- ni kapı tokmağı, dolap kulpunu elektrik düğmesi sanacak kadar ufak tefek olagan yanlışlıklar ya- Piyordu. İşte o senenin yıldönümüne eri- şince, ve ziyafet santi de ahesle aheste yanaşınca, Mister Brooker yine kapı yolunu tuttu. Fakat Mi- sis Brooker, önüne dikilip olmaz deyince, ihtiyarın doğrusu tepesi attı. Hakkı da vardı. OKala kala bir Klaptoncular ziyafeti kalmış - tı, Artık o da mı çok görülüyor - du a canım? İşte bu biricik sefer, Mister Brooker, kırk sene evvel, bir delinkanlı iken ne ateşli bir adam olmuş olduğunu, Misis Broo ker'i cayır cayır yakarak, ona his- settirdi. Yumdu gözünü ve açtı ağzını, demedik bırakmadı. Kapı- yı güm diye vurarak sokağa sav- ruldu, çıktı. eri dönerken ama, Misis Brooker'i © uyandırmamak için merdivenden dört ayak üze - rine yürüdü. Ne var ki, iki ayak- la, çifte bir gürültü yerine, dört ayakla iki çifte bir gürültü yap - mış oldu. Neyse hödisesiz olarak yukarı katı buldu. Ve orada talih ona o kadar yardım etti ki, ilk el uzatışta, kapı tokmağı avu - cuna kendiliğinden geliverdi. So- yunma, yatma ise, tıpkı yağdan kıl çekermiş gibi, patırdısız, gü - rültüsüz oldu.Mister Brookerin gün görmüş geçirmiş, bacaklarını sım- cak yorganların altına koyuver- mesiyle derince bir uykuya dal - ması bir oldu. Fakat işte asıl ondan sonrası, hiç te hoş olmadı. Yatak tahtars- valk gibi çalkanıyordu. Arada siniri tutup ta göbek at- mağa kalkışıyordu. Martin Armstrong > Pak ai Mister Brooker yatağın yatış - masını bekledi. Sonra yavaş ya - vaş kalktı. Tıpkı bir kelebeğin çi- çeğe konuşundaki hafiflik ve gü- rültüsüztükle, karanlıkta sürahi - nin sapını buldu.. Bir bardak dol durdu, içti. Bir daha doldurdu. Bir ve bir daha içti. Oh şu su ne tatlı şeydi, insanın içi cehennem de olsa söndürürdü. Bu iş bittikten sonra, (o Mister Brooker karyolaya doğru yolunu tuttu, Fakat birdenbire aynalı dolap dönüş yerinden kalkıp bir ona doğru, bir de geriye doğru sallanmağa koyunlmasın miı?. Mister Brooker geriledi. Eline karyolanın parmaklığı geçti Bu sefer de demir canlandı. Ve onu tutmakta olan Mister Brooker'i yandan yana sendeletti, Her halde büyük hâdiseler olu- yördu. Netameli cinlerin ruhu ev eşyasına mı geçmişti de, onları yerli yerlerinde dururken zivana- dan çıkarmıştı, Mister Brooker, olmakta olan bu büyük hâdiselere rağmen ara- da, bir oyun bozan gürültü çık- madığına şükretti. Hattâ ilk gü - rültü kapısının sert sert çalına - rak karısının dik bir sesle “Wil - İred. Orada mısın? Çabuk kapıyı aç, diye bağırması oldu. ister Brooker. “Geliyorum, diye cevap vererek tutmak ta olduğu karyola © parmaklığını bıraktı. Ve birdenbire fısıltılı bir otu - ruşla yavaşçacık yere oturdu. Ka- rısına kapıyı açmakta gecikmekle gösterdiği metanetin matlüp te - #iri oldu. Karısı kapısının önün - den çekilip, kendi odasına girdi. Mister Brooker kapının kapan- dığını duydu. Harekete gelmiş o- Tan eşyanın durulması için onlara vakit verilmeliydi. Mister Brooker de öyle yaptı. Dolaba baktı. Dolap biraz sonra kaya parçası gibi yerinde duru - yordu. Bunun üzerine yatağına girip yine derin bir uykuya dal - dı. Ertesi sabah baharda açmış bir papatya gibi terü taze olarak ya- taktan kalktı, alm serindi. Bir gün evvelki hâdiselerin hepsini birer birer hatırlıyordu. Hiç gü - rültü yapmamıştı. Karımnı görün- ce, karısı "Dün gece nasıldın? Se- nin bir aralık uyanık olduğunu duydum. Nen vardı?,, dedi. Brooker: — Ne olacak hiç bir şeyim yok- tu. Misis Brooker elindeki gezeteyi kocasının eline tutuşturdu. Gazetenin ilk sayfasında büyük puntolu hurufatla: “Dün sabahın birinde, birer dak'ka fasıla dört kere zelzele olmuştur. diye yazıyordu. Karısı öfkeyle kıpkırmızı olmuş karşısına dikilmişti. “Dün o ka dar sarhoştün ki, zelzeleyi duy - msdın. Ben zelzelenin kuvvetli ol- duğunu görünce, İçerde kapana yakalanmış fare gibi kalmıyasın diye sana kapıyı açık bulundur - manı söylemiştim. dedi. ile