Değirmenciyi Eşeğin Sırtına Attım Ormanın Sıklık Bir Yerinde Görüşüp Konuşmamız Neticesinde Anlaşmış, A sdaşlarımın kimler oldu- ğunu mu sordunuz sayin 0- kuyucularım? Evet hem tarihi, here de şerefli adamlardır. Çünkü, ki- misi milli emellerimizin tahalkü- kuna kadar canla ve başla çalış - mak mertliğini göstermekten, ki- misi de bu uğurda canlarını bile vermekten çekinmiyen yurt sever erlerdir onlar, Birer birer tanıttı- rayım size, Hasan Kardeşko, Bebekli Rüş - tü, Tayyip, Hacı Süleyman, Bulgur Yolu Mevlüt Pehlivan, Halim Pasa çiftliği korucusu İslâm, Çekme- köylü Veli, Salih ve Haydar, Şile nin Hiciz köyünden Ali, Erzincanlı Şakir, İmam Nuri, Alemdağı Löz köyünden Tahir, Ömerli korucusu Yaşar, Muratlı köyünden Gül Ah- medin korucusu Karanfil, Korne korucusu Osman, Bü on alti arkadaştan Bebekli Rüştüye Beylerbeyinde Burhaniye mahallesinde kira ile tutturdu- Zum arabacı Hüseyin ağanın evi- »İ kendimize sığınak, Ömerli ka- Zasına bağlı (Muratlı) köyünü de merkez edindim ve harekete ge;- tim. Siz de tasdik edersiniz ki, bu yo- Ja düşenler, dağda bayırda gözen- ler taşı toprak ve ot yaprak ye - mezler? Gerçi. muhafazalarını üz€- rime aldığım İslâm köylerinin mi- satirsever halkı, bize bir evlât gi- bi bakmaktan, varlarını yoklarını önümüzde saçıp konuklamaktan çe- kinip sakınmıyorlardı. Fakat bu bana çok ağır geliyor, pek yakı- sıksız görünüyordu. Boğazımızı doyurmakla beraber zaruri musrai- larımızı da karşılamak ve hele ev- lerimizde bir lokma bekliyen yav- Tucukları da aç bırakmamak lâzım- dı. Tabii bütün bunlar da para k le olacak şeylerdi. Eh, bu parayı da ormanda dükkân, yollarda # Vuç açıp kazanacak değildim ya... Elbette varlıklı nankörlerden bi- Tine yanaşacak, elinden üç beş ko- Paracaktım. Ömerli civarında, Sırapınar kö- i Yünde Gırgırm değirmeni de nilmekle tanınan büyük değirme- Bi işleten iki Ermeni kardeşi, pa- Ta İşinde ilk hışmıma uğrıyanlar oldu. Bu adamlar, sağ oldukları ve YA 0 zamandan hakiki vatanda” ede katıldıkları işin isimle- , öylemiyeceğim, Çok zengin oldukları halde civar inen « dara mi ediyor hattâ öğü- ra ç< Üzere getirilen buğdayla” ârpa, çavdar karıştırmak gibi, Ta hünerler gösteriyorlar- rülen di 'ğL, civarında ara sıra gö kö üşman zabitlerine güvenerek öylüye kafa da tutuyorlardı. El altından gönderdiğim haberleri bu ahbarlar alaylı gülüşmeler, kor - Kunç tehditlerle karşılamak gibi tedbirsizlik, li yi Yargı zliklerden de çekinmiyor (Öeinlerde biraz fazlaca pa- ra lâzımdı. Çünkü, Mu- Fatlı köyündeki adamım Gül Ah - bö Ağaya, Şile kazasına bağlı “girmen çayırı köylerinin âşarı- Pi aldırtıyordum, o Ahmedin âşar yültezimliği, bizim o havalide si- âhımızla serbestçe gezip dolaş TMâmizi temin etmek bakımından k him için çok mühimdi. Ömerli #zazından, Aşar kolcusu olduğu- a dair birer vesika almak, on- an Sonra istediğim gibi etrafa tır Pan atmak arzusunda idim. Bu ve sikaların bize verilmesinde büyük Yardımını gördüğüm kaza mal mü- dürü Baha Beye şuracıkta teşek- kür. borcumu ödemeyi bir vazife bilirim, Bir akşam vakti idi. Güneş, he- e Yeşillere bürünen ağaçların apracıklarını öpe ö) iyordu. Ağaçlardaki kuşlar, ei Hasan Kardeşko kanat çırparak çekilen güneşi u- gurluyorlardı. Bahar çiçekleri de mis kokularını saçarak güneşe doğru baş eğiyorlardı. Biz de sin- diğimiz bir fundalıkta, bu levba- yı zevkle seyrediyor, ortalığın ka- rarmasını bekliyorduk. Güneş batmış. ortalık kararmış- tı. Arkadaşlarım değirmeni çevre- lemiş, filintalarını verdiğim he- deflere çevirmişlerdi. Değirmen - eilerle misafirleri de, miş gibi ko- kan hanımellerinin kubbelediği ge- niş bir çardağın altında, büyük bir Yüks lambasından dökülen ışıkla - rın yaldızladığı mükellef bir içki sofrasını sarmışları o yosmalarına sarılmışlar, gramolon dinliyerek zevke dalmışlardı. Ne tuhaf bir to- sadüf ki, misafirlerden biri de bir İtalyan zabiti idi. Süzgün gözleri- ni kucağındaki. genç, korpe dilbe- rin gülyüzüne dikmiş italyanca neşideler okuyordu. Kiyamadım keyiflerini bozmıya. Yanaşmalar- dan birini yanıma çağırdım. Gü - ler bir yüz gösterdim ve tatlı bir dille de: — Evlât, dedim. İki dakika için çorbacılardan birini görmek, bir i- ki söz söylemek istiyorum. elerinimin sakladığı silâhla- rımi, kiyafetimi göremiyen, kim olduğumu anlanıyan yanaş - ma dediğimi yapmış, çorbacılardan birini bana yaklaştırmıştı. Zavallı adamcağız, içkinin verdiği cesa - retle mi, yoksa biraz saflığından mi nedir, tatlı dilime inanmış, bü - kük duran boynuma kanmış ve benimle değirmenden on beş, yir- mi metre uzaklaşmıştı. Söylediğim yalanları dinliyerek ardımdan ge- liyordu. Birden pelerinimi attım, flintamı uzattım ve: — Çorbacı, dedim. Kendimi ta- nıtayım. Bendeniz Sadık baba. Sa- kin bağırıp çağırmıya kalkışıp mi- safirlerinin zevkini, keyfini boz- ma. Bin şu eşeğe de düş önüme ba- kayım. Adamcağız şaşırmış, ağaca bağ- lı duran semerli merkebe sarılır gibi abanmıştı. Bacağını kaldır - mak şöyle dursun, kımıldanacak hali kalmamıştı. Başını ağaç se - mere dayamış. Dönmüş gibi dim- dik kalmıştı. Hemen sucakladım. Eşeğin üzerine attım. İkisini de ö- nüme kattım. İki saat sonra, or. nın sığlık bir yerinde etrafı fun dalıklarla kaplı bir Day k Dizdize, yüzyüze oturuyor, Si tatlı yarenlik ediyorduk. Gös- terdiğim hürmet (dilinin bağını gözmüştü. Dileğimin azlığı karşi- sında eömertliği tutmuştu. Gülüyor ve: ” A kardeş, diyordu. Bin lira i- çin bu kadar külfete ne hacet. Ha- ber gönderseydin hemen verir - dim. Ben de gülüyor, vaziyetin tatlı- laştırdığı muhatabımın sözlerini medik. Hemen uzlaşmış, uyuşmuş- tuk. Yanımda geçen misafirliğinin üçüncü günü istediğimiz paraları, Bin Liraya Uyuşmuştuk Bebekli Rüştü önüme sermişti. Değirmenine pek yakın bir mesafeye kadar uğurla - dığım muhatabımdan ayrılırken: — Çorbacı, rica ederim hor gör- | me bizi. Bugünden sonra dostlu - | ğumuza inan. Köylülere de mer - hametli davran. Yalnız ağzını sıki tutmağı sakın unutma. Şu xadar- cık söyliyeyim ki, can vermek pa- za vermek kadar kolay değildir. Hadi hoşça kal, Demiş, elini sıkarak çekilmiştim. Bu adamcağız bana karşı verdiği sözü geçerken tutmuş, aramızda geçen bu maceradan hattâ bu gü- ne kadar, kimseye bahsetmemiştir. Bu bin lira bir iısım ihtiyaçla- rımızı karşılamış, bizi “biraz fe -» rahlatmıstı. Fakat teskilitımı. iste- diğim şekilde genişletmek için da- ha bir miktar paraya lüzum vardı. Meselâ, bize ve civardaki Türk köy ve köylülerine karşı civar Rum BULMACA Dünkü bulmacamızın halledilmiş şekli 23 4567186919 BUGÜNKÜ BULMACA 123 4 5 6 1 6 9 10 YUKARDAN AŞAĞI ve SOLDAN SAĞA: 1 — Tavuğun altına konur © Bir renk. 2 — Ekmek yapılır g Yemekten 6- mir © Denizde bulunur. 3 — Bir harf © İnardırmak © Atın küçüğü, 4 — Hib e Bir mezhep © Bir harf. $ — Avrupada bir hehir © Gölge © Bir hece. 6 — Bir harf g Sevdalı © İçilir dan- sedilir, 7 — Bir hayvan © Memleket, yet © Yayılan haber 8 — Ced © Garrte dağıtır. 9 — Bir muharririmizin ilk adı © Kay- bolan © Bir sesli harf, 10 — Bir vilâyetimiz. g Mert, erkek. ——— lerinin ve bilhassa düşman takip müfrezelerinin hareketleri, fasav- vur ve niyetleri hakkmda malümat getirecek ve çetemin hareketlerini vilâ- düşmanlarımızdan gizlemek, on - ları vereceğim direktifler dahilin- de izlemek, icabında aldatarak baş- ka istikametlere çevirmek gibi iş ler görecek elemanlar e- dinmek mecburiyetinde idim. Ta- bii bunlar da benim kara göz ve kaşlarım için çalışmaz, para İster- köylerinin, düşmanlar tarafından teşkil edilen Rum ve Ermeni çete- BULANTI VE Çirkin bir bahis, bu bahsin yazi- sı bile İnsana rahatsızlık verir ama, mide işlerinden söz açılmea onu u- nutmak kabil değildir. Bu da mide ağrıları kadar çoktur.» Bir taraftan da, Insan bu bahiste ne kadar titiz olsa annesinin kar- nındayken, şimdi adını bile işitmek İstemediği şeye sebep olduğunu dü şününce... Sonra da annesi yahnt babası olacağı çocuğun gene ayni seye sebep olabileceğini hatırına getirdikçe bu bahiste o kadar titiz olamıyac: çok öğrenmenin lüzumlu olduğu- nu teslim eder... Bunun sonrası bazan öncesi ol- yin hastalıkların alâmetidir. Fakat çocuklarda böyle olsa da mutlaka merak edilecek derecede erek yediği birşeyd. zehirlendiği vakit gelen bulana olunca, kimisinde aç ge lir: Alkoliklerde olduğu gibi, ge be bayanlarda da aç karnına gel- diği çok olursa da o zaman sebebi lerdi. (Devamı var) SONRASI... Yemeklerden sonra gelince, ne vakit geldiğine dikkat ederek sa- atini hekime haber vermelidir: Yemekten İki saat sonta —mi- de ekşisinin fazlalığından, mide iltihabından bir de ülserden olur. Yemekten dört saat sonra —mi- denin pek tenbel olmasından, bü- yümesinden, bir de kanserden o- labilir. — Yemekten beş altı saat sonra gelirse, midenin pek büyü- müş olmasını, yahut yerinden düşmüş olmasını bir de ülseri ha- tıra getirir... Nereden gelirse gelsin, bulantı olunca —sonrası olsa da, olmasa da— hemen yatağa girerek İstira- hat etmek pek iyj olur. Bazıların- da bu kadarı bile rahatsızlığı ge- çirir: Tam bir sakinlik. Bir de perhiz: İş hafif olursa, ilkin saatte, iki saatte bir defa ka- şık kaşık sulu bir gıda, süt, ayran, soğuk et suyu, buzlu yahut içtik- va sonra ağzın İçerisine bir parça UZ. Kesilmezse büsbütün perhiz, hiç ra yapmak şartiyle, Sabah akşam . defa bir litre suya yedi gram tüz koyarak onun dörtte birini <ı- 04020000004000090000000000060089 4000000040000000400009 alan Enginin kulağı dibin- den bir müjdeci geçti. Dal dığı kitaptan şaşkın bir halde kal kan gözleri, odanın içinde vızıldı. yarak dolaşan böceğin arkasından bir müddet baktı. (Hayırdır inşal- lah) diye söylendi. Tekrar kitaba eğilecek oldu, fakat zihni böcekle meşgul oluyordu. Nasıl girmişti? Bir daha etrafına bakındı. Kapı sı- kı sıkı kapalı, pencerelerin hiç biri âçık değildi. Müjdeci, dolaşıyor, dolaşıyordu. O yalnızlığı severdi. Bu eski aj. le yadigâr: köşkte oturuyor, gün- lerce odasına kapanıp kitapları ile meşgul oluyordu. Engin loş bir yer- de çalışmıya bayılırdı. Onun için hem yatak, hem de yazı odası o- lan köşesinin perdeleri inikti, Senelerdir insanlardan uzak, tam manasile bu etrafı çamlık, de- nize bakan köşkünde, şairane bir ömür sürüyordu. Otüzuna yakla - şan bir yaşı, uzun denmiyecek bir boyu geniş göğsü ve omuzları ile bu gövdenin üstünde bir hayli yü- künü almış başı vardı Memleketin beş senedir tanın » mış bir şalriydi. Kendisini en çok #ençler, oluyor, şiirlerini kapısı « yorlardı. Onun bu ınsanlardan w- zak hayatı, bir çok dedikodulara sebep oluyor, türlü türlü tefsirle. re uğruyordu. Şehrs pek az inerdi. Haftada bir kere adamını gönde- rir, postadan mektup ve gazetele- Tini, yeni neşriyatı aldırtrdı. İr gün bin zahmetle köşke kabul olunan bir gazeteci, ona, niçin insanlardan uzak kaldı- Hını sordu. O, siyah saçlarını ka- rıştırarak, sevimli yüzünü kaplı « yan tebessümle gazeteciye: — Yamılıyorsunuz, dedi, Benim kadar insanlara yakım. onlarla meş- gul olan var mıdır? Şiirlerimi ken- dim için yazar, herkes için neşre- derim. Yine herkes beni okur, se- ver, benimle meşgul olur. Şimdi söyleyin bundan başka daha nasıl bir yakınlık ararsınız, dedi. Sahilden evine doğru gurubu seyrettikten sonra, ağır ağır çam ve yeni yeşeren çimen kokuları i- çinde yürürken, komşu köşkün pen cerelerini açılmış gördü. Engin, kış yaz burada oturduğu için yazm kendisine böyle komşu gelirdi. Parmaklığın önünden geçerken genç bir kız, kendisini selâmladı:. “Size komsu geldik üstat, saygı değer şair” dedi. Engin, kızın iltifatına candan mu kabele etti. Kalbi heyecanlandı. Bu ufak, tefek, esmerce, : muntazam kaşlı, inci gibi dişli, kız onu şaşırt- mıştı. Engini ne münekkitlerinin yazıları, ne gazetelerin taltifi bu kadar heyecana düşürmemiş, se - vindirmemişti. Onun için işte müj deci böceğe müteşekkirdi. senenin sonbaharında bir rekor kırıldı. Memlekette hiç bir yazıcıya, hıç bir şafre nasip olmıyan bir rekor.. Sedat Enginin: “Yaz Rüzgârı” isimli bir kitabı on binlerce basıldı. Nice büyük yazı- cılar ayağına kadar gelip Engini tebrik ettiler, Gazeteler sütun sü- tun yazılar yazdı Münekkitler sa- dece “çok güzel, demekten beşka bir şey (söyliyemediler. A- lay alay genç kızlar, Sedadın yo- lunu kestiler. Sedat Engin güzel komşusuna bütün yaz devam eden bir dost ar- kadaş oldu. Kır gezintilerinde gön- lünü kaptırmıştı. Nihayet son ki- tabmın kazandığı muvaffakıyet 244000040000400004000000000000000500808000008098000009 sırrını yalnız ona borçluydu. İlha- mını ondan bu beraber geçen neşe dolu bahar, omür kadar uzun yaz- dan almıştı. Bir sonbahar gezintisinde oturduk» ları kuru yapraklar üzerinde bu- nu Engin sevgilisinin ellerini ö- perek söylemiş, genç kız göz yaş ları, dökmüştü. Şaire: “Bunu tah- min etmiştim, fihamını benden al- dın, sarsılmaz bir şöhret sahibi ol dun. Herkesin gönlünü kazandın, bu kuvveti benden aldığını söylü- yorsun, Buna mukabil hediyemi isterim, dedi.” Genç şair, istediğin hediye ol- sun, dedi, sevgilisini öperek uzak- laştı. Ertesi gün sevgilisine güzel bir kâğıda yazılmış nefis bir şiir sundu. Genç kız okudu, okudu. En- gine teşekkür etti, dedi ki: “Ne lü- zumu vardı yüce şair Yaz Füzgi rını sen benim için, bana yazma dın mı? İstediğim hediye bu ka- dar uzun değil, söyliyeceğin iki ke- lime maddi bir şey." Genç şair uzaklaştı: Anladım, Genç kızlar küçük mad- di hediyelerden hoşlanır. Genç kız yordu. Beni model gibi kullamı- guky kanamadan pe seamless. Hakikaten sevseydi hediyesi iki kelime ile hakikat olmaz mıydı? rtesi gün Engin genç kıza bir kolye hediye etti. Mavi şeffaf boncuklar genç kızın az eş- mer tenine öyle yakıştı ki... Şair “İşte hediyem” dedi. Genç kız te şekkür etti. Engin sevgilisini mem- nun edememişti. Bunu anlıyordu. Acaba ne yapmalıydı? Sonbahar geçiyordu. Komşuları gidecekti, Se- dat üzülüyor, üzülüyordu. Evlen- mek teklif etse. Korkuyordu. Kom şuları çok zengindi, ya kızlarını vermezlerse. Şair bu üzüntülerle çalkandı. çalkandı. Nihayet haline bir ümitsizlik, durgunluk geldi. Sonbaharın bulutlu semasına ko- yulaşan deniz sularına bakarak ge- zintiye çıktı. Sahile kadar indi, İ- ki kayanm arasına oturdu, “derin, d ceye dalmış, Engin enginle- ri süzüyordu ki, birden arkasında bir kahkaha koptu, döndü baktı, i- lerde bir kayanm üstünde sevgi- Misi genç bir adamla oturuyor, şık dam ona bir şeyler anlatıyor, genç kiz onun göğsüne dayanıyordu. Bir aralık şık bay cebinden bir ku- tu çıkardı. Elmas bir gerdanlığı şairin sevgilisine takmak istedi. Genç kızın boynunda Enginin he- diye ettiği boncuk verdı. Kız kok yeyi çıkardr. Taşın üzerine koydu. Bay gerdanlığı taktı. Elinas şairin gözünü aldı. Elele gülerek atlıya- rak, taşlardan uzaklaştılar. Genç şair hafif bir baygınlık gezirdi. Dalgın gözleri yarı kapalı oturdu. ğu yerden kalktı, Taşların arasın. da yürümiye başladı. Bu sırada a- yağma bir şey takıldı Sevgilisine hediye ettiği kolye denize düstü. O gece kuvvetli gökgürültüleri ile bir yağmur yağıyordu. Koca şair küçük lâmbasını yakmış Yaz Rüzgârı isimli eserini gölgede bi- rakacak yeni bir eser yazıyordu. Loş odasının sessizliğini gideren gökgürültülerine kulek vererek düşünceye” daldığı sırada. yanma tavandaki tahta aralığından hafif- ce ses çıkaran bir şey düstü. Yerde iri bir karınca, ö kuru bir müjdeciyi sürükliyey diye uğraşıyordu. Şair Sedat Pn- ginin gözlerinden iri yaş taneleri dökülmiye başladı.