Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
* Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: Çocuklar Endişe,Merakla Sordular: 'î"âün Geçtikçe Eriyor ve Süzülüyorsun, Yoksa Bize Dildirmek İstemediğin Bir Tehlike mi Var ?., bu Kaç, Palde kaptan, dedi. Seni düşüçdür Öncelten, derin derin ki induşe“ şey nedir?.. Madem h::zıîte bir zorluk yoktur. Her şey mek dir. Yurdumuza şerefle dön- ati Bukadderdir, — düşünmemek mekd l.seV"”“ek ve bizi sevindir - ki eazım“ değil mi?.. Görüyoruz ge’ctgikce gündüz düşünüyor, gün * “ÇE eriyor ve süzülüyorsun. Oksa bize bildirmek istemediğin T tehlike mi varE zuÇOCUkıar haklıydılar. Hiç te ar- ye:tmed'ğim halde onları da, yok tıme, Merak içinde kıvrandırmış- Yülü Çiİmi kemiren derdi açma - Stim onlara. Gülümsedim ve: ke Ç Hayır, dedim. Hiç bir tehli- B Yok, yüreğiniz Tahat olsu_n. €Ni böyle düşündüren, farketti - Siniz gibi eriten başka bir dert. Anlata,... Ş İkisi birden sözümü kestiler: — Ne derdi kaptan?.. —— Anlatacağım. Görüyorsunuz ki fabrika gece, gündüz hiç dur - Madan çalışıyor. Umumi tatil o - lan pazar günü de tezgâhlara .hlç kimse bırakılmıyor. Bunun için fabrikayı pazardan gayri bir gün de atmak mecburiyetinde kala - Cağız. Açıkçası fabrika ile bir - likte bir çok cana da kıyacağız. Bu suçsuz insanlara acıyorum ÇO- cuklar. Bütün düşündüğüm, fab - rikanın kalacak enkazını İnsan kaniyle boyamamaktır. Gerçi, acı- dığım bu adamların çoğu da bize, memleketimize düşmandır, buna büyük iyi- kardeşçe Ççan cemiyetin SUÇSUZ adşmlm dı çok. işçiler arasında. Bilmem ki, he yapsak?.. Muhataplarım da kaygılanmış- lar, acı düşüncelere dalm Bu sözlerimin karşısında hiç um- mazdım da, Hüseyin çavuş ben"- den de katı yürekli, komitacı dü- şünceli bir yaratık imiş meğer. Gözlerini kırpıştırarak — yüzüme baktı ve: — Kaptan, dedi. Bu kadar ince düşünmeğe lüzum var mı ya?.. Biz kömitaya verdiğimiz sekiz bin al tın ile, bu uğurda ölecek adam larının kanı bedellerini ödedik sa- Yyıyorum kendimizi. Eğer varsa bü tün günahı benim boynuma olsun. Hem işi bu bakımdan düşünme. Her gün, muhtelif cephelerde bin lerce adam ölüyor, öldürülüyor. Bir bombayı savuran ve savurtan, bir topu ateşliyen ve ateşleten eh lerin sahipleri, savurdukları ve Sa- vurttukları bombaların, ateşlefiik- leri ve ateşlettikleri topların in - sanlık üzerinde yapacağı zararları bilmiyorlar mı sanki?.. bombaların, atılan topların tesir - lerini dürbinlerle gözleyip, gaze - telerde okuyup sevinmiyorlar mi sanki?.. İnsanların birbirlerine aç kurtlar gibi saldırdıkları, bir çır * pida yüzlerce adam oğlunu yer - lere sermeyi mübah saydıkları ve bu toplu cinayetleri - yapanların Bgöğüslerine iftihar — madalyaları taktıkları bir zamanda İ Mmefhumu vız gelir bana doğrusu. Hem yaratanın acımadığı bu kü- duruk ve gözü dönük insanlara âa- cıyacak biz mi kaldık. Beni din - lersen bırak bu ters düşünceleri Bu kalabalığa, bu ağırlığa köhne küre dayanamıyacak artık. Biraz temizlik lâzım. H üsey'n çavuş ta düşünceleri- mi yersiz bulmakta, Mu.smî faya pes dedirtecek sebepler ileri sürmüştü. Arkadaşlarımın ma - neviyatlarını yerinde bulmakta pek hoşlanmıştım. Hoş sözlerle gö - nüllerini almış, ümitlerini arttır- Miştım. Fabrikada işe başladığımızın on yedinci günüydü. Pavyonlnınl_l ay- rı ayrı doküz yerine gömdiığü_m“l dinamit ve ekrazit kalıp ve ŞİŞE * lerini elektrik telleri ile birbirine , kucak a - — bağlamış, telin ucunu da fabrika - 'dan uzakça bir kuytuluğa kadar uzatmıştım. Bu işleri ne kadar kor ku ve heyecan içinde başardığı - mızı ne ben söyliyeyim, ne de siz dinleyiniz sayın okuyucularım. İşimizin en güç kısmını bitirmiş- tik. Telin ucunu ateşleme maki - nesine bağlamak ve bu tesisata e- lektrik cereyanı verdikten sonra makinenin düğmesine — basmakla aylardanberi, özled ğimiz muvaf - fakıyetli neticeye kavuşacaktık ar tık. Bunları da yapmak güç olma- dı tabil. O günü hiç unutamam. Bir cumartesi günü öğleden sonra idi. Fabrika paydos düdü - ğünü çalmıştı. Bütün işçiler idare binası önünde toplanmışlardı. Haf talığını alanlar akın akın gidiyor - lardı. Saat dördü beş geçiyordu. Tesadüfün tersliğine bakınız ki, binlerce amele de hâlâ fabrikanın büyük avlusunda, pavyonlar ara - sında, muhasebe dairesi önünde ve toplu gruplar halinde duru - yor, geziniyorlardı. Bir kısmı da birbirleri ile şakalaşıyor, koşu - şuyorlardı. Usule göre, dördü on beş dakika geçe fabrika civarında kimselerin kalmaması, dış kapıla- rın da kapanması lâzımdı. Ateş - leme makinesini yerleştirdiğim 0- yuğun ağzında, saatim elimde ge - çen dakikaları sayıyor, işçilerin da Bilmasını sabırsızlıkla bekliyor - dum. Çünkü on dakika sonra fab - rikadaki elektrik cereyanı kesile- :k ve teşebbüsümüz geri kalacak Petersburg'tan kaçmak için tığımız hazırlıklar, masraflar bo- şuna gidecekti. aat dördü on bir dakika ge- çiyordu. Artık beklemek imkânı kalmamıştı. Ne yazık ki, kader, hiç te işleri olmadığı hal - de fabrika civarında kalan binler- ce işçiyi ecelin kanlı pençesine tes lim etmek kahpeliğini gösteriyor- du işte. Komita, daha gündüîde? uçurduğu bir haberle tam dördü on beş geçerek yapılacak bir-top- lantıya davet suretile bütün men- suplarını bu tehlikeden kurtarmış- tı. Ateşleme makinesinin başında Hüseyin çavuş bulunuyor, verece- ğim ateş emrini bekliyordu. Mus- tafa da yüz metre kadar sağımız- dan geçen elektrik telinden ateş - leme makinesine cereyan almak işaret gözlüyordu. - i';iğiı' baş işareti, Mustafaya, telı bağlatmış Hüseyin çavuşa da bir dakika üzerine ayar ettiğim man- dalı çevirl:mişti. Bulunduğun_ıuz kovuktan hızla çıkmış, bir dakika içinde koşarak ne kadar ayrılmak kabilse, ayrılmıştık. ört tarafımızda hırçın ve kor D kunç akisler yapan l_ıir güm bürtü ve yerleri dehşetli bir zel - zele kuvvetiyle sallıyan bir sar - Göğe doğru yükselen sıntı oldu. duman ile alevler kara bir ::aysı:ndl neler, neler uçuşuyordu vi ku; örseniz diyorum sayın Okuyu- e a ne de ar- amma ne ben, z kendi marifet eseri - iz olan bu kanlı ve kara duman- Hâdiseden yedi dakika sonra Pe- tersburg istasyonunun belslsmik salonunda, taliin bize nasip ettiği âkıbeti bekliyorduk. Kormta,r b;î M“ko"dnki şubesm;farinofski a- dında bir avukat kst.mıştı Bu a vukatın elinde bulunan düzme ve- sikalara Bgöre, biz Moskovadı.lşi l;ukuk mnhkemesi.nde bakılan Enr miras davasına şahit olarak goh; ürülüyorduk. Yine komita, bu Tabni d g'uemıdabizimavu- cularım kadaşlarım, ek üzere, ken îîbkpolislebnpıp madamı salonda Ve zır bulundurmuştu. Bu hazırlık - lara nazaran gerçi, her hangi bir tehlike ile karşılaşmamız ihtimali azdı. Fakat, işlediğimiz büyük su- çun, pek tabii olarak, bizde uyan- dırdığı endişe ve korkuyu yapı - lan bu hazırlıklar hiç te gideremi- yordu. Üçümüz de oturduğumuz yerde titreşiyorduk, B eşte kalkması icap eden Mos kova treninin hareketi, hü- kümetin emriyle yarım saat ge - ciktirilmişti. Trene binecek yol - cuların birer birer gözden geçiri- leceği ağızdan ağıza söyleniyor - du. Yanımızdaki kardeş yardım - cılar da, bizim durumumuzun sağ- lamlığı hakkında kuvvetli bir ka- naat vardı. Sağımda oturan avu - kat (Marinofski) gülüyordu. Ku - lağıma fısıldıyordu: — Hiç korkmayınız Türk kar- deş. Elimdeki resmi vesikalar, Çar lık polisini hakkınızda hiç tered- düt ve şüpheye düşürmiyecek ka- dar kuvvetli bulunmaktadır. Yal - nız üçünüz de (Tiflis) li ve erme- ni olduğunuzu unutmayınız. Senin ismin Kigork Semerçiyef, Hüseyin çavuşun Manok Aslanof, Musta - fanın da Diran Kazanciyeftir. Rus ça bilmiyorsunuz. Kontrol esnasın da tercümanlığı tabii ben yapa - cağım. Seyahat vesikalarınız ben- dedir. (Devamı var) leme dedikodu mevzuu lâ- zım... Uzun kış gecelerinde, erkekler kendi aralarında kahve- de veya klüpte toplandıkları za- man bu küçük şehrin kadınları da vakit geçirmek için el işleri- ni alarak konu komşu bir araya geliyor, kâh oyunlar oynanıyor, kâh iş işleniyor, fakat daha ziyade tat- h tatlı konuşularak dedikodu ya - pıliyordu. Fakat, her dedikodu mevzuu olan kimse veyahut şey, birkaç ay ağızdan ağıza çalkalanıp çiğ - nendikten sonra modası geçtiği İ- çin bir taraf birakıldığı halde, vak'anın üstünden seneler geçmiş olmasına rağmen, zavallı Ferdane- ciğin başına gelen büyük felâket her gün daha ateşli bir mevzu ha- line gelerek en tatlı ve heyetanlı bir dedikodu gibi bir düziye tek- rar ediliyordu. | Hâdisenin aslı şu idi: Açıkgöz bir İstanbul çocuğu, Ferdanenin cihaz parası olarak biriktirdiği se- kiz yüz lirasını, işletip nemalan - dırmak maksadile elinden alıp git miş ve bir daha görünmemişti. Haricen alelâde bir dolandır- cılık gibi görünen bu vak'a, ağız- dan ağıza nakledildikçe dallanıp budaklanmış, büsbütün gülünç bir şekle girmişti. — Tazenin başına gelenleri duydunuz mu? Adam kızla evle- * neceğim diyerek anasını da kendi- sini de aldatmış, evlerine girip çık mış ve nihayet bir gece. ana ve kı- zın kollarını, bacaklarını sımsıkı bağlayıp ağızlarına bırer paçavra Yazan : ÖĞÜT LER i: Soğukta Karin Bozulur mu? Karın bozulması, İshal, daha zi- yade sıcak mevsim ve sıcak mem- leket rahatsızlıklaırındandır. Fa- kat kışın soğuktan da karnın bo- zulduğu, ishal geldiği olur. Zaten İki mevsimde de ishalin sebebi birdir: Hararetin birdenbire de- gişmesile soğuk Aalmak... Yazın muhitin harareti birdenbire de- ğişmese bile insan kendisi çok ter- li iken soğuk su içer, kendisinin hararetini değiştirir, ishale tutu- lur... Kışım soğuk sü içmese bile çok ısınmış bir odadan soğuk yere çıkar, yahut devamlı bir soğuğa karşı elbisesi kâfi gelmez, gene soğuk alır ve İshale tutulur. Gündüz toprakla çok oynıyan- lar, yahut geceleri toprağa yakın alt katta yatanlar soğuk mevsim- de daha çabuk ishale tutulurlar... Bazılarında - toprakla hiç meşgul olmadıkları, geceleyin de alt kat- larda yatmadıkları halde - kışın sık sık iİshale tutulmağa hususi bir istidat bulunur. Belki barsak- larının bir tarafında, yahut peri- tonlarında veya lenfa bezlerinde, her vakit belli olmiyan ve yalnız soğuktan müteessir olarak — mey- dana çıkan bir iltihaptan dolayı... Kış mevsiminde olsun, yazın ol- sun, soğuk alma neticesile meyda- na çıkan ishalin sebebi gene mik- roplardır, fakat dışıı:dan gelen yeni mikroplar değil, karnımızda zaten bulunan mikroplar: Merak- h hekimlerin araştırmalarına ve yaptıkları hesaplara göre — yalnız büyük barsakta 240 türlü ve hep- sinde birden 128 milyon mikrop wardır. Bunlar normal zamanlar- da zararsız kalırlar ve bizimle hoş geçinirler. Fakat hava değişip te insan soğuk alınca her vakit za- rarsız kalan bu mikroplar barsak- larda iltihaba sebep olurlar ve İs- hal yaparlar. Bereket versin ki, her vakit za- rarlı olan başka mikrop İşe karış- mayınca, yalnız bunların sebep ol- dukları İshal tehlikeli olmaz. Yir- mi dört saatte üç, beş defa İshal, biraz karm ağrısı, biraz halsizlik. Hepsi üç beş günde geçer. Bazı- sında hararet derecesi biraz yük- selir, o da kış mevsiminde sık sık ishale tutulmağa istidadı bul ve zaten karınlarında gizli kalmış bir iltihan bulunanlarda, SŞu kadar - ki kış R S” ler yemekten ve bakırla zehirlen- mekten gelen ishaller kış mevsi- minde de olabilir, onun için kışın ,meydana çıkan ishalin — mutlaka soğuktan geldiğini düşünerek baş- ka bir sebep aranmamak doğru ol- maz. Başka hiçbir sebep buluna- mazsa ve soğuk algınlığı varsa o vakit ishalin soğuktan geldiğine hükmolunabilir. Soğuktan gelen ishale karşı ya- pılacak ilk tedbir hemen yatağa girip istirahat etmektir. Ateş yük- selince zaten böyle yapmak zaru- ri olur. Bir taraftan ishalin verdi- ği halsizlik, bir taraftan da ateşin sebep olacağı baş dönmesi bir a- raya gelince insan gezemez. Fakat ateş olmayınmca İstirahat etmeği ihmal edenler #«ktur. O zaman halsizlik artar, hem de İshal ça- buk geçmez, devam eder gider. Onun için ateş varsa da yoksu da halsizlik geçinceye kadar yatmak faydalı olur. Bazılarında ishal olunca, bar- sakları temzilemek fikrile müseh hil ilâç içmeğe temayül vardır! Hekim muayenesi olmadan kendi kendine ishal ilâcı içmek daima ihtiyatsızca bir harekettir. İshal varken müshil içmek tehlikeli 0- lur. Normal halde barsaklardaki zehirler içeriye geçmezken müs- hil içince onların, hattâ mikrop- ların içeriye geçmesine ihtimal a- çılır, Rahatsızlık yalnız sıkı bir per- hizle geçirilir. İlk günü sadece kıty namış su, yahut pek hafif çay. İ- kinci günü ishal hafiflememiş ö- lursa gene öyle. İshal biraz hafif- leyince sade suya pirinç çorbası yahut sebze çorbası... Daha sonra da süt içmekten, yumurta, balık, et ve taneli sebzelerden sakınma- lıdır. Sabahleyin çay yahut sade suda kakao veyahut koyuca bir un çorbası, biraz kızarmış ekmek- le, Onda çay yahut sade suya pi- rinç çorbası, Öğleyin et suyuna pi- rinç çorbası yahut bir püre, Makar na, patates haşlaması, reçel, biraz kızarmış ekmek. İkindi vakti çay yahut sade suya kakao. Akşam yemeği öğle yemeği gibi. İshal ge- çinceye kadar böyle. Sonra yavaş yavaş her vakitki yemeklere alı- şılır, Karın ağrısı olursa sıcak* su-ile meydana çıkan İshal mutlaka so- ğguktan gelmiş demek değildir. qınmıızlıktııı, dokunan yemek- , yahut keten tohumu la- pası. Karm üzerine bir fanilâ sar- mak hem İshale karşı, hem ağrı- lara karşı faydalı olur. CİHAZ PARASI Muazzez Tahsin IERKAHD tıkadıktan sonra Ferdanenin cihaz sandığını kırarak sekiz yüz lirası- vi alıp kaçmış. — Ana, kız polise müracaat et- memişler mi? e — Nasıl ederler kardeş, herif azılı çeteci. Acımadan ikisinin de kanlarına girer. — Vah, vah... Tevekkeli ikisi- anin de günden güne renkleri sol- muyor. — Az şey mi ayol? Kızcağız za- ten ahım şahım bir şeyler değil, parasız da kalınca kimseler ona el sürmüyor. Birkaç sene sonra kız kurusu olup evlerde çürüyecek... — Gururun hasmı Cenabı Al- lahtır yavrum; onlardaki o kibir ve gürur ne idi? Kimse ile görü - şüp konuşmak istemezlerdi. — Yok, haksızlık etme anne; pekâlâ herkesle konuşuyorlardı a- ma ne de olsa kendileri İstanbul- dan gelmiş, bilgili insanlar; hoer - kesle icli dıslı olacak değillerdi ya! asan Bey; yedi sene evvel, İç-Anadolunun bu şehrine baytar müdürü olarak gelmiş ve bir yıl sonra da, vefat etmişti. İstanbulda uzak akrabaların - dan başka kimseleri ve bir bağlan tıları olmıyan bu ana ve kız da, aile reislerinin ölümünden sonra tekrar İstanbula avdet edecek yer- de, ufak tekaüt maaşlarile burada kalmağı tercih etmişler ve Hasan Beyin bankadaki beş-yüz lirasile bir ev alarak buraya yerleşmiş - lerdi. Ferdane oldukça görgülü ve iyi tahsil görmüş bir genç kızdı. Yeni muhitine, güçlükle de olsa, alışma ğa muvaffak olmuş ve kendi ya - şındaki memur kızlarile ve hattâ yerlilerden birçoklarile münasebet tesis ederek kendisine bir muhit yapmağa muvaffak olmuştu. Fa- kat onun yapamadığı şey, bu ye - ni muhitinden kendisine bir koca seçmekti. İşte bu yüzden, ayağına gelen bütün kısmetleri tepiyor ve görgüsüz bir adamla evlenmekten- se ömrü oldukça bir yuvadan mah- rum kalmayı tercih ediyordu. O- nun bu kararını, kendilerine kar- şı gösterilen bir kibir ve gurur gi- bi kabul eden memleket eşrafı ve memur aileleri yavaş yavaş bü ana ve kızdan yüz çevirmeğe, on- lara"karşı gösterdikleri samimi « yeti geri almağa başlamışlardı. İşte tam bu sırada, şehirde mü- him bir hâdise olmuştu: Büyük milli bankalardan biri burada bir şube açmış ve Ferdane de, ilk ka dın memur olarak, bu bankaya girmeğe muvaffak olmuştu. Bu hâ- dise, kadınlarını daha ziyade ev hayatına alıştırmış olan ve mem- leketteki inkılâba rağmen — hâlâ dışarıda çalıştırmıyan bu şehirde bir bomba gibi patlamış ve yine Ferdanenin şahsı etrafında birçok dedikodular yapılmağa başlamıştı. Fakat Ferdane memnun ve mesuttu. Yeni atıldığı hayat onun yalnız ve maksatsız günlerini dol- duruyor, ayni zamanda zayıf büt çelerini genişleterek evlerine re- fah getiriyordu. Aradan bir sene geçtikten sonra bu saadetin yolu büsbütün daha güneşlendi ve par- ladı: Bankanın muhasebe müdürü ile genç kız sevişmeğe başlamış -« lar ve bu aşklarını resmi bir su- rette bağlayıp evlenmeğe karar vermişlerdi. Osman Bey artık, bir nişanlı sıfatile eve girip çıkıyor, geceleri istikbale ait projelerle su gibi hafif geçiyordu. Şehirde de, o vakte kadar de dikodu yaparak Ferdane ile alay eden ağızlar artık susmuş, kendi- lerine başka bir mevzu aramağa başlamışlardı. Lâkin vak'alar bir- birini takiben o kadar çabuk ge - lip geçti ki, birkaç ay gözlerini kızdan ayıran halk, bu defa, bir daha peşini bırakmamak üzere yi- ne ona döndü. F erdanenin nişanlısı İstanbu : la becayiş olmuş ve gider « ken, az zamanda zengin olarak av det etmek ve Ferdane ile evlen < mek vadile genç kızın cihazı için biriktirdiği sekiz yüz lirasını da beraber götürmüştü. Küçük bir şehir için bu ne fevkalâde bir hâ- dise! Mesele o kadar büyümüştü ki bir gün banka müdürü bile bı- nunla alâkadar olmak mecburiye- tinde kalmıştı. — Ortalıktaki bu dedikodula- rın aslı nedir Ferdane hanım? —- sade bir şey - efendim! Osmanla ben nişanlıyız. ötedenberi ticarete pek hevesli ol- duğunu biliyorsunuz. Kendi ser <—— mayesine benim ufak sermayemi de ilâve ederek İstanbulda bazı iş- ler göreceğini söyledi. Ben de pa- ramı kendisine emanet ettim. — Ya sizi aldatır, bir daha gel- mez veyahut paranızı işletemiye- rek elinizde kalan bu ufak serma- yenizi de yok ederse... Bunu nasıl düşünmediniz? — Düşündüm efendim; fakat Osn H dln vasdii” Mütlak bir gün geleceğini ve paramı da, fâiziyle olmasa bile, bana iade e- deceğini biliyorum. Hakikaten Ferdanenin Osma- na karşı, derin sevgisi kadar'sar- sılmıyacak bir itimadı vardı ve o- nun bir gün geleceğine emindi. Fakat insan kalbi ne de olsa ves- veseli ve evhamlı oluyor! Bir se- ve; geçtiği halde ondan, vakit va - kit gelen kisa mektuplardan baş- ka bir haber çıkmadığını görün- ce, parası için değil, sevgisi için korkmağa başlamış ve sağlam bir duvarın bir köşesinde açılan ufak bir çatlak gibi, içini hafif bir sızı kaplamıştı. Aradan bir sene daha geçmiş, mektuplar daha seyrekleşmiş ve yine Osman görünmemişti. Üçün- cü senenin sonunda da etrafında- ki dedikoduların ve annesinin ümit- sizliğinin tesiri altında kalan za- * vallı kız; son emellerinin de yıkıl- makta olduğunu anlıyarak kendi- sini bütün duygusu ve düşüncesi ile beraber, acısının derinliğine b- rakmıştı. Ş ehirdeki dedikodu ve İstih - za, tahammül edilemiyecek bir hale gelmiş, Ferdane hanım sokağa çıkmağa, kimse ile görüş- meğe cesaret edemiyerek bütün gününü evinde geçirmeğe başla - mıştı. Bu dedikodular gitgide çir- kin bir şekil alıyor, Ferdanenin namusuna dokunacak binbir türlü sözler söylenmeğe, o sokaktan ge- çerken, kulaktan kulağa fısıltılar, yan bakışlar, işaretler seçilmeğe başlıyordu. Bir gün genç kız, bankadaki (Lütfen sayfayı çeviriniz)