Ps Dil Encümeni, | lügat, terim, akademi, teori bahsi değil! Canınız sıkılmasın! Bize eski - den öğrettik « leri arapça ile irapça konu - şulan memle - ketlerdeki Hi - san farkından ve iyi dil'bil - memenin tu- baflıklarından bahsedecec e im. Lübnanda bir ev tutmuştum, bh de yerli hizmetçi.. Canımın “çıl- bır,, istediği bir gün kadıncağızı karşıma aldım. Yumurtaya “beyza, denildiğin' bilirdim. Galip Dedenin: (Yek beyre ve sadhezar dava) sından dolayı bunu öğrenmiştim ya. — Beydan beyze, dedir, aşere beyzel Afal afal yüzüme bakıyordu. Neden sonra kelimeyi benim telâf- fuzumla tekrar ettiz — Beyze! Beyzel Anlamıyordu. Bir yer de mi oku Muştum, biri mi nakletmişti, batı Tuna geldi: Seyyahın biri yumurtayı anla- yınca hemen yere çökmüş, bir, ki çırpınmış, “gd gıd gıdak! Gıd Bit gidak!,,. Bu suretle istediğini Eetirtimiş. Fakat ben düşündüm: Ya bunu tavuk anlar, tavuk geti- Firse? Onun için hem çökmeli, hem &xdaklamalı, hem de elimi altıma gö türüp yerden bir şey alır gibi yap alı, o aldığım şeyi de, gösterdik ten sonra ayrıca bir kenara koy - mak taklidini de ustalıkla becer - meli... Yahut sahana, güya, kırma- hı: Çiti çit! Bir sürü palyaçoluklar! Odada benden ve ondan başka kimse olmamakla beraber utan - dım. İnsan ecnebi diyarlarda mil- İiyetine karşı pek hassas oluyor, soytarılık haysiyetime uymadı. Da ha ciddi bir şekil buldum: Yanim- da bir Larousse lügati vardı, yu - murta kelimesini aradım, belki re” miyle anlatırdım. Aksi gibi karşıma bir yumur « ta maktaiyle alafr, talk Ski, e İkisinde de yumurtayı hatırla - tacak ufacık bir benzeyiş yok. Ba- Tİ çocuğun oyuncakları arasında, hani içiçe, renk renk, tahtadan yu murtalar vardır, onlardan olsa. Hess yumurtayı anlattik di - yelim; sıra yoğurda gelin - £e ne yapacaktım? Eski edöbiyatta kebaba sit çok mısralar, kebap teş bihli pek âşı - kane gazeller bulunur oda yoğurtlu ke - baptan hiç bah sedilmemiştir. Şiirde kebap, aksi gibi, yo » ğurtlu yani be yaz değildir de hep kandır. “pürhun,, dur — Hocam sen herkese nasihat verir e Surursun... Bilhassa kadınların faydalı Hatıraları Dil Bahsi Refik Süt kelimesini bilsem, belki yo Zurdu anlatmanın yolunu bulmuş olurdum. Nefi, Nâbi, Nedim, Ruhi! Bağ - dadi, Vasıf Enduruni, Hersekli A- rif beye kadar zihnimden geçti - ler. Divanlarından gazeller okuya rak... Süte rast gelmedim. İnek gibi böğüreyim mi? Me - me İşaretleri mi yapayım? Kadı - nın göğsüne mi başımı koyayım? Hepsi münasebetsiz şeyler! “Edebiyatı cedide, o cilere de kızmağa başladım: Arap, Acem di inde ne kullanılmaz, ne lüzum - suz, ne süslü kelimeler almışlardı da sütü ihmal etmişlerdi! O sıra - da hatırıma bir hikâye geldi, gü- Tümsedim: Alexandr Duma, Alman İsviç - resinde bir lokantaya girmiş, ca - mı mantar İstemiş, garsonu çağır « mış, masanın üstüne kocaman bir mantar resmi çizmiş. Bakmış, gal sonun gözlerinde anladığını anla- tan bir parlaklık. Koşarak gitmiş, biraz sonra dönmüş: Elinde bir şem siyeyle! Onun için resme, bilhassa res- samlığıma da güvenemem Hem süt ile yoğurt resmi yapmak değil be nim, değme ressamın bile kârı de Bil! Haydi tabağı çizdik, içine sü- tü ve yoğurdu nasıl köyacaksın? Bunlar da kâğıt gibi beyaz.. Mbir sade yumurta ve yoğurt Ja da bitmez, sarmsak ister, Soğanın arapçasını önceden bi Mrdim, güva tuhs* olan bir uydur “ — Basal! demiş. Nefer, memleketin tembel oldu ğunu biliyor ya, buna: — Bash Al! Manasını vermiş, tezgüha bas - mış, soğanlar yuvarlanmış, ilâ... O gün çılbır yiyemedim; fakat akşama fransızca bilen bir papaza mürâcaatle çılbıra lâzım gelen nes neleri öğrendim: Meğerse ( bizim Beyze diye okuduğumuz kelimeye Bayda ve cemine Baydat, süte Le- 'ben, yoğurda Leben zebadi, sarm- sağa Tum demekliğim lizımmış. On gün sonra Halebe gitmiştim. Otel garsonundan süt istemek ica- hatti; malümatıma güvenerek: — Leben! Dedim, Gitti ve bir tabak yo - Kurtla geldi. Kızdım: işlerle meşgul olmalarını, hayırlı şeylet için toplantılar yapmalarını tavsiye eder sin... Yazan , . Mele bir kadın evinin işini bi- tirmeden sokağa çıkmamalı.., Halid — Leben! Leben! Ben bu kelimeyi tekrarladıkça garson yoğurt tabağını gözüme $0- kuyordu. Nihayet mesele anlaşıl - dı: O havalide yalnız yoğurda Le- ben derlermiş, südün adi: — Halibi İmiş. Halep adı da, akıllarınca oradan gelirmiş. Onlar bana bunu anlatırlar - ken içimden diyordum ki: — Şu Halib kelimesi kulağı - ma pek de yabancı gelmiyor. Sık sık kullandığımız buna benzeyen bir kelime olacak ama neydi? Birden hatırladım: Muhallebi! Muhallebici denilen bir İstan - bul çocuğunun bu kelimeyi unu - tur gibi olması affedilir şaşkınlık- lardan değildir, Fakat dilini bilme diği, yahut bilirim sandığı yerde meramını anlatamayan bir adamın aklı başında kalmıyor ki... eselâ, yukardaki cümlemin başında kullandığım “fa - kat,, m da bir garabeti vardır: A- rapçada bu odatın büsbütün başka manada kulla- nıldığını nere. den o bilece - ğim? Bir ber- »er dükkânı lev Zİ yasına Trastla- dım : “Lissey- yidat fakat... *Fakat,, ile biten bir Ocümle.. Tercüme ettim: Kadınlara fakat! 4 Er di Ki akan “ra; ihtiyarlar, , un lar, bunlar da girebilir, gibi cüm- leyi tamamlayacak bazı sözler lâ zim değil mi? Değilmiş. Arapçada “fakat,, bizdekinden büsbütün başka manaya gelirmiş, “Yalnız, katiyyen,, demekmiş. Fa- kat, bu “fakat,, yerine arapçada ay ni manaya geldiğine hükmettiği - miz “Katiyyen,, i söylesem ve yaz sam kimse anlamazmış, belki de ters anlarmış! Beyrutta dolaştığım ilk gün - lerden birinde, ayakkabı (satılan bir mağaza camında şu levhayı ©- kudum: Kendirci. Kendir de nedir? Kenevir kendir de nilen ve ip yepmağa yarayan otun elyafiyle ayakkabının ne münase- beti olabilir? Hem arapçada bu el yafn bakalım kendir denilir mi? Sanırım, denilmez: Fakat sondaki “ci,, ne oluyor? O, muhakkak, türk çe? Dilimizi bilen bir tanıdığa rast - gelince “Kendirci,, yazılı dükkân lardan birini işaret ederek dedim ki: Şu yazıyı okusana! TAN Şu Garip Dünya: 20 inci Asrın Ehramı Amerikalı siya - silerden B. Barvey 20 inci asrın ba - Ci şından beri gayet büyük © granitten bir ehram inşa et- tirmekteymiş, Bu ohramın murabba şeklinde olan ka- idesinin bir dılı 12 metredir, Bu bü - yük granit ehramın içerisi eski Mi- sır mezarları gibi boş olacak ve ha - riçle temas 500 metre uzunluğunda tünellerle temin edilecektir. Ehramın içerisinde harici hiçbir tesirin nüfuz edemiyeceği bir şekilde lacak sandıklarda 20 inci asrın bütün kitapları muhafaza edlecektir. * Kocasının Yüzünü 8 Senede İki Ay Görebilen Kadın Avustralyalı k& şif Herbert Vil- kins karsı Le - di Vilkins dün - yanın eh münze- z vi yaşıyan insa - nıdır. Çünkü ka - dın, kocasının mü temadiyen tetkik seyahatlerine çık - masından dolayı evde yalnız kalmak- ta ve kocasının bu uzun seyahatler. den sağ salim eve dönmesini bekle - mektedir. Evleneli 8 sene olduğu hal de kocası, evinde karısının yanında | ürük dişlerin vücutdaki zararlı tesirleri muhteliftir. Bunları yu karki tabloda takip edebilirsiniz: i yi Bir çürük diş dimağa tesir eder, deliliğe sebep olur. Gözleri bozabi- lir, kulağı sağır edebilir, Burunda tahrişe sebep olur. j Hançerede iltihap yapar. Çürük dişten yutulan irin apanfisiti pat- ancak iki ay kalabilmiştir. Ledi Vil- latır, Barsaklarda ülseri, pazılarda ağrılar ve mafsallarda da (aririte'e kins, gazetecilere bulunduğu beya -! sebep olur. natında artık yalnız yaşamağa | ta - hammülü kalmadığını ve bundan #onra kocasile beraber seyahat ede- ceğini söylemiştir. ——— Baktı: — Senin anlayacağın, dedi, Kunduracı! dilem şaştım, hem öfkelemdim: « — Kunduracı böyle mi yazı - ır, dedim, “kef,, yerine “kaf,, is temez mi? “vav,, istemez mi? Güldü: — Bura arapçasında “kaf,, var sa da okunmaz; ecnebi asıjdan ke- Mmelerde bu harfin okunması lâ - zım gelince “kef, kullanırız. — Allah Allah! “Kamer, de “kaf,, yok mu? Bunu siz kamer di ye söylemez misiniz? — Hayır, ona “Amer,, deriz. İşte Arapça öğrenemediğimin binbir sebebinden bir kaçı! Zaten hem Avrupada, hem şark ta dikkat ettim, ecnebi konuşma « sini Türk kadar güzel sezen, yan- lışları içinde anlayan millet yok. Bir yabancı lisanımızı ne kadar fe na, bozuk, acayip. hatalı telâffuz etse biz yine ne demek istediğini idrak ederiz. Halbuki bir garph ve şarklı ee nebi, ufak bir şive Hatası ile söyle diğimiz kelime karşısında, ne ka- dar kafasını yorsa, yine içinden çı kamaz; afal afal, bön bön yüzü - müze bakar, kalır. Uzun seyahatlerim neticesinde vasıl olduğum kanaat şudur: Lep demeden leblebiyi anlayan tek millet biziz! utbol oynarken, insan, vücudünün her tarafını © korumak, kelle mak mecburiyetindedir. Amerikalılar, futbol © oyuncuları için, şimdi de şöyle bir kıyafet tasavvur etmişler. Fakat, bu elbise ile koşmak | güç olacak diye şimdi daha hafif bir kıvafet düsünüvorlarmis. Bakalım ortaya ne çıkaracaklar? 4 ( İktibas Hakkı Mahfuzdur ) Yapan: SALİH « « . Dedikodu yapmamalı, kimseyi Nasrettin Hoca — Sana kim söylemiş çekiştirmemeli dersin ama, şu senin ha- (o İse yanlış söylemiş... Hatuncağızım eğer tuna bir söz geçiremediğini, ber gün kom © gezen bir kadın olsaydı, bizim eve de şu komşu dolaştığını söylüyorlar buna ne © uğrardıl.. diyelim?