Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: , TA N ii e .eraaaeaemaeaaaeeeasekekeeeeeeei, Padişahın Seyahatı Başlamıştı Fakat Bizim Gospodinler Nedense Seyahat Esnasında | Gördükleri Nevazişe Bile Sinirleniyorlardı cü 1320 ya, mayısının yirmi üçün- Bükü, Padişah Rumeli seyaha- mak üzere İstanbuldan srettin) zırhlısı ile uhtar Paşalarla Dahiliye n& Halil, Başmabeyinci Lütfi Si Vİ, Başkâtip Halit Ziya beyler âver Hurşit Paşa bulunu * Ben de sivil arkadaşlarım- Padişahın muhafızları arasında unuyordum. Diğer büyük, Kü” “ük harp gemilerile Gülcemal ve- Puru da maiyette bulunuyorlardı İstanbuldan hareketimizin erte vahı, Kalelerin sesli, sarsıntı- mları grasında Çanakkaleye : k. Padişah karaya çıktı, birez hükümet danesinde dinlendi. hal- kın, ötkerin, memurların alkışla TI ârasında Barbarosa döndü. 25- May:s akşamı da Selâniğe ulaştık. “tesi sabah Padişah ile beraber karaya çıktık, Üskübü, Priştineyi, Manastırı dolaşarak haziranm on- birine günü Selânikten ayrıldık, üçüncü günü de İstanbula dön- dük, Rumelideki haristiyan unsur - İarile islâm unsurlar arasında bir kardeşlik kurmak için İttihat terakki cer edilen bu kaldı bu ve rafından tertip ülte, Padişahın şehirlerle yoluna tün kasaba ve köyler ge- gündüzlü hep donandı. Padi- şah aer şehir ve kasaba da vilâyet, kaza Başmabları, ask mebuslar, yetleri, lar, mcemürlar, belediyeci- ler, fırkacılar, hocalar, şeyhler, pa pazlar, tnektepliler ve konsoloslar taraflarından alkışlarla karşılan» dı, uğurlandı, Müdü Kale pa- dişahlarını girmek için caddelere, yollara yığıldı Fakat bizim gospo- dinler, kiryeler izbelerine tıkıldı. Kâlınan, uğranılan yerlerde, padişah ve millet hazinesi tarafın- dan, camilere mekteplere, hasta- zelere, eytamhanelere , kiliselere, medreselere, fakirlere ve hatta bo- rç için hapis yatanların alacaklı- larına ve kan davacıların barış- tarılmalarını harcanmak için din, mezeh farkı ayırd edilmeksizin tekler dolusu altınlar saçildi. Bü- tün müslümun halk sevinç ve te- şekkür yaşları döktü. Fakat bizim gospodinler, kiryeler dudak bük - tü. Üsküpte, en namlı âsi Arnavut ele ve çete başıları birer birer pa- dişah huzuruna geldiler, af ve a- man dilediler. Müslüman halk sevindiler. Fa - kat bizim gospodinler, kiryeler bu hale gülüverdiler. Padişah Köprülüde (Dimçe) #- dında bir Bulgar çocuğunu kucak- ladı, Üsküpte, de bir çoklarını ok- şadı, erkek çocuklara bir kaç lira kız çocuklara da birer elmas iğne verdi ve kardeş gibi geçininiz, bir birinizi seviniz, ben sizin de baba- nuzım, dedi. Müslüman halk yaşa diye bağırdı, fakat bizim gospo - dinler, kiryeler çocuklarına da- rildi. Usküpte, Sadrazam Hakkı Pa şa sevgili yurdun ilerlemesi, yük- selmesi için İİ Hırıstiyan bü- unsurların barişmaları, birleş- meleri lâzım geldiği hakkında g ten o tesirli bir” nutuk verdi, Müslüman halk boyun bük- tü, yurtdaşlarına el sundu. Fakat bizim Gospodinler, kiryeler surat tün etti, göz yurdu Sözün kısacası, © zaman Ya - a emekler ve mesraflar, ısız irslar ve elmaslar, fetler ve konferanslar pılan burc saçılan sayi verilen Zİ casına yapılan sarılıp kucaklaşma. * ibi geldi, sp koklaşmalar gil ME hep te boşa giti HALA ir ve yanarım. İstanbulda gazeteler, seyabati a hanenin Rumuelideki unsurlar üze- rinde yaptığı tesirleri hayra yorup heyırlı neticelerini halka müjdeler- lerken, Bulgaristan gazeteleri, Ma- kedonya komitasının sergerdeleri gafletimize, safiyetimize gülüyor, Trakya, Makedonyada yaktıkları dostluk ateşini. nefes almadan üfle- yor ve körüklüyorlardı. vaziyetin düzelmesinden, aradaki gerginliğin gevşemesinden ümidlerini kesen ittihad ve tarak- kinin üç büyük başı, Talât, Enver ve Cemiâli baş başa vermişler, be- ni sürükliyecekleri kanlı serüvenin ana hatlarını, sınurlarını çizmiş lerdi. Talât Paşanm konağındaki son toplantılarına beni de çağır- mışlar,arslarıma almışlar ve ağir- lamışlardı. O gün son kararlar ve- rilmiş, hareket günüm de belli edil mişti. Ellerini öperek vedalaşır - ken Talât bey pasaporlarımla yüz altın, Enver ile Cemâl Paşalar da kâra saplı birer hancerle birer ta- banca vermişler, bol bol da mu - valfakiyetime dua etmişlerdi. Ara- mizin geçen son ve kısa sözleri şu- racıkts söylemeden yola çıkamıya- cağım sayın okuyucularım hoş gö- rün bunu. Enver Paşa, tantyanlarm hiç te hatırlarındar çıkaramıyaca- İı o malüm Paşaca sert tavrı ile — Sadık bey, Feragat ve fedakâr bğinı milli unutturmıyacağız. buna emin olabilirsin. gözün ar- kanda kalmasın. Ölsen de, dön sen de çoluk çocuğunu kadir bi. Tr mill ağrına basaeaktır. Sana muvaffakiyetli bir dönüş te- menai ederim, Dedi. Helecandan ttriyen . mi bag “e settiğim elisrt fe sikti. Kizaran ve yaşaran gözlerini de önüne eğdi. Cemâl Pasa da, nemli gözlerini gözlerime dikdi. Sağ elimi tutup dudaklarma kaldırdı. Ağlıyan bir sesle: — Şuelini verde tazim ve takdis ile öpeyim Sadık. Bu el ya- rının tarihinde şanlı ve canlı bir sahife yaratacsk, şerefli sahibi de başımızda zinetli bir taç gibi taşı- nacak, Ne mutlu sana. o Tarihte kazanacağın büyük ve ebedi nâma imreniyorum, Seni şimdiden teb « rik ediyorunu Sadık. Sana ve mik lete ulu tanndan muvaffakiyet dilerim. Dedi ve göz yaşlariyle ıslattı ğı elimi gerçekten öptü. Talât Bey de, her vakitki ba- bacanlığı, alçak gönüllülüğü İle: — Sadık, söz kalmadı bana. Yal nız dua edeceğim sana. Cenabı Hak yüreğine cesaret, bileğine kuv vet versin. Şerefle, muva/fakiyet- le ve sağlık, selâmetle dönersin in şallah. Dedi, titreyen dudaklarile göz- lerimden, alnımdan öptü. Yasi söz sırası bana gelmişti. Yaşlı gözlerimi muhatapla- rımın solük yüzlerinde gezdiri - yor, yutkunuyordum. Gösterdikle- Ti içten saygı, sevgi, hele âciz, li- yakatsiz şahsiyetime, İsraf ederce- sine takıp ekledikleri sonsuz, yük sek şeref ve kıymet karşısında u- tancımdan sıkılmış, tıkanmiştim. Dudaklarım kıpırdıyor, fakat ağ zımdan söz değil, ses çıkıyordu. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Hiç bir şey söylemeden sokağa fırladım. İstanbuldan ayrılacağımı bütün eş dosttan, hattâ hisımlarımdan bile gizlemiştim. Ayrılışımı da kim seye sezdirmemek ( düşüncesiyle, herkes gibi yolcu salonundan geç meyi, vapura da nomal bir yolcu gibi girmeyi pek uygun bulmamış tım. Bütün hazırlığımız bitmiş, pa saportlarımızın deniz polisindeki kayıt işi de daha sabahtan tamam. lanmıştı. Yolcu yolunda gerek, de- dik, yol ve iş arkadaşım Vasil Popofla beraber Sirkeciden bir sandala atladık. Bizi Köstenceye götürecek Ru - manya bandıralı “Pirençina Mar- ya,, vapuru Galata rıhtımında bulu uyordu. Vapura yaklaştığımız za man, talihin bu işte bize bağışlar dığı ilk ve yerinde'bir tesadüfü i- le karşılaştık ve bunu büyük bir uğur saydık. VW een deniz tarafındaki borda kapağının aralık bu- lunduğunu görmüştük. Durulur mu hiç? Hemen sevinç le yanaştık. Bir dakika içinde iki arkadaş, kapağın aralığından yi- lan gibi sürünüp süzülerek, içeri- ye kapağı attık. Gideceğimiz o memleketlerin ve polislerinin telâşa, endişeye düş - melerini, bizi beklemek, karşıla. mak gibi ağır zahmet ve sıkıntı. lara girmelerini istemediğimiz i- çin, vapur acentasına gidip isim- lerimizi, kimler olduğumuzu bil - dirmek suretile kamara tutmak - tan çekinmiştik. Birer güverte bi- leti edinmiştik. Vapura girer girmez, alt güver- tede loş ve kuytu bir yer | bulup sokulduk. Bu izbede tam üç saat havasızlıktan, sıcaktan avcı zagar ları gibi karşılıklı soluduk dur - duk. Av hareket zamanının yak laştığını bildiren çanların birbiri ardına çalındığını işitmiş, biraz sonra da vapurumuzun sert sarsıntılarla rıhtımdan — açıldığını hissetmiştik, Her zamanki gibi şeh Ti selâmlamak için çalınan cana- var düdükleri de bize selâmet ve serbestlik müjd. Ust güverteye çı N İBugünlerde muvakkat kabul muame İli bir çay' zi İrektörlüğünün memleket gençliğine İtahmil ettiği vatan hizmeti hakkında Malatyada İmar Çalışmaları İlerliyor Malatya — İmar plânının fatbiki- ne başlanılmış ve 220 parça bina is- timlâk edilmiştir. Bu sayede vücude gelen büyük meydanın etrafına şim- diden yirmi modern bina yapılmıştır. | İçme suyu tesisatı bitirilmiştir. lesi yapılacaktır. Yeniden 100 yataklı bir hastane yapılmaktadır. 250 bin liraya bir hü- kümet konağı yaptırılmaktadır. Dört sene evvel 47 bin lira olan belediye bütçesi, 147 bin liraya yük- selmiştir. Muğlada Spor Çalışmaları Muğla, (TAN) — Beden terbiyesi heyetinin bu gece halkevi salonunda 300 “gencin iştirakiyle verdiği müzik | feti vesilesiyle başkan Vali R. Güreli, beden terbiyesi di - bir konferans vermiştir. Bunu mü - teakip davetli gençler, sporun muh - telif şubelerine yazılmışlardır. Muğla spor klübü gençleri arasın- da faal sporcu adedi üç yüze baliğ ol muştur. Bu teşebbüs mülhak kazala- ra teşmil edilmek üzere - mektuplar yazılmıştır. Vilâyette halkın spora olân alâkası | günden güne artmaktadır. ri vi Bir Vatandaş Hergün Aç Soyadını Almak İstedi İzmir — Bir vatandaş, nüfus dai- resine müracaatla “Her gün aç,, s0- yadını almıştır. Salâhiyettar makam lar, uygunsuz gördükleri bu soyadı- nın değiştirilmesi için muameleye te vessül etmişlerdir. TAN — İstanbulda bu soyadını al- mış olan bir adamı hatırlıyoruz. Silifkede Zeytin Mahsulü İyi Silifke (TAN) — Bu sene köyleri İmizde zeytin mahsulü pek iyidir. Köylüler yeniden bir kaç yağ ma- kinesi tedarik etmişler, daha iyi zey tinyağı çıkarmağa başlamışlardır. Tüne O pek sivrelmiş, incelmiş, gözü ve duyuşu vardı. Ay- na ile denizin dibine bır baktı m idi. Değil ahtapotun kendisi, fa- kat kumların, çakılia, rın duruşundan, ahtapotun nere - den geçtiğini, nereye gizlendiğini anlardı. Denizle, tozla, güne: rulmuş derin çizgili yüzünü, rüzgâra tutmasın, sanki rüzgâr bü tün sirin: kulağına fısıldamış 0- Tardu. 4 Bir gün bana “kırlangıçlar alçak uçuyorlar, bu kurak'deram ede - cek,, dedi. Kendisine ola- cak?,, diye bön bön baktım. Ha- vada duyulur duyulmaz bir i oldu. Bir serçe yavrusunun çalılar arasından bir kere "cık", etmesi gibi Ahtapotçu Ahmet başımı hız- la kaldırdı. Bana “haydi çabuk sa- vaşalım!,, dedi luyoruz , de dim. O “bu üç oldu, Sami dın yine benim kuyudan su çal- yor. Üç kova aldı. Hler halde çıki- rığı buradan duyacağım! bilir. İs seydi parmuğına yağ sür yağardı. O zaman ben duy olurdum. Mağrur kadın! Bu ku - Bu sene zeytinyağı hem bol, hem ziyan enin ” len bir çok tâcirler, vağ almağa baş- Jamışlardır. rakta gelip su istemiye utanıyor, KM iğne” dan yorsun ya?) demesidir. Zaval'inın çocukları var. Uzaklaşalım da ka- dın rahat rahet istediği kadar su alsın., dedi. Uzaklaştık. Adam ne- redeyse akşam üzeri vadilerde yü rüyen gölgelerin yürüyüşünü ku- lnğile duyacaktı. ir gün kayıkta idik. Durdu- ğu yerde bakışları uzar gi- AYAKTA GELEN ALBÜMİN Çocuklarda —böbreklerinde bel- Hi başlı bir hastalık olmadan—. İd- rarda albümin çıktığı çok görü- Yür, Bir kere, yeni doğan çocuklar- dan bir çoğu —büsbütün normal oldukları halde— ilk günlerinde aİbümin çıkarırlar, Dördüncü, be- sinel gün albümin kaybolur. Daha sonra ateşli hastalıklar, <ocuklarm — böbreklerinde iltihi hâsıl etmeden, İdrarda albümin çıkmasına sebep olurlar. Difteriye tutulan çocukların yüzde altmi- sı aİbümin çıkarır. Ateşli hastalık» larda da albümin birkaç gün sü- rer ve ateş düşünce o da kaybo- Tur. Çocuk büyüdükçe, ehemmiyet- K bir hastalığa tutulmadan, yene albümin çıkarır, Kimisi yorulduk- tan sonra, bir şeye öfkelendiği va kit yalniz bir iki saat içinde idrar ettiği vakit onda albümin bulunur, Kimisi de yemek yedikten sonrn... Bazısında öğleden sonra saat hir- albümin'çıkmıya başlar, akşam beşte kesilir, Bunlar böbreklerin hasta el duğuna delâlet etmezler, Barısında yıllarca devam ettiği halde böhrek- lerde hiç bir - hastalık meydana çıkmaz. Yalnız, idrardan albümin çıkması devam ettikçe çocuğu za yıflatır ve göğsünde hastalığa yol açar. Onun İçin, böbrekleri cihe- tinden merak etmiye lüzum olma makla beraber, çocuğun idrarında böyle, yorgunluktan sow'a, ve- mekten sonra yahut hiç sebepsir Eİbi vakit vakit albümin bulunum- ca gene, tabii, tedavi ettirmeli İdrarda albümin çıkmasının hü- yücek çocuklarda görülen birar ga rip bir şekli vardır: Yalnız giin- düz ve çocuk ayakta İken çıkar. Sabahleyin çocuk yataktan kal- kmea on dakfka, yarım saat, niha- yet bir saat sonra başlar. Bir kaç saat içinde gitiktçe artar, sonra a- zalarak gece çocuk yattıktan son- ra en son bir saat içinde kesi Fakat çocuk sabahleyin kalktık. tan bir kaç saat sonra yatırılırsa gene kaybolur... Çocuk ayakta kal- dıkça, gezindikçe albümin çıktığı halde idrarı azalır, gece yatınca hem albiimin kalmaz, hem de İl rar artar. Bu türlüsü de bir böbrek basta- hığı alâmeti değildir. Fakat çoru- Run büsbütün sağlam olduğuna da delâlet etmez. En ziyade, çabuk uzayan. kolla- rı ve bacakları İnce ve uzun. bö- nizleri renksiz, göğüsleri dar, a: kalarında biraz okanburlarmı çi karan ray'f, narin çocuklarda gö- rülür. Böyle çocuklar cahuk ta vo- rulurlar, vücutlarının ötesinde he- risinde ağrı duyarlar, uykuları İn- tizamsız olur, baslar “döner, axi. cık yorulunca nefesleri daralır, Vücuten olduğu gibi Ekiree de tenhel oldıklarından. hu halin'za- yıflıktan ileri geldiğini hilmiven hocaları onları sevmezler, dersle- rini hazırlamadıkları icin svakta tutarak ceza t ederler. O vi. kit albümin a artar, hazısına siddetli has ağrısı da gelir, daha zi. yade tenbel olur. Albümin çıkmasının bu türlüsü de bir kac yıl rlevam ettikten son- ra kaybolur, Böbreklerde İltihaha istidat vermez. Atesli hastahi da artmadığı gihi, cocuk hastalan- dığı vakit yattığı için, yattığı ka- dar meydana çıkmaz. Bununla beraber onu kendi ha- Vine birakmak ta şüphesiz doğru olmaz. Böbreklerde hiç bir hast ik bulunmamakla beraber hergün durmadan albümin çıkması coen- ğun beslenme muvazenesini hozar, rayıf düşer ve ber türlü hastalığa karsı mukavetini kırar. karsı mukavemetini kırar, dıkları zamanlarda da, arada sira- da analiz ettirerek albümin çıkar dığı anlaşılınca hekime tedavi et- #irmek HMtiyatlı bir hareket olur. bi oldu. “Hey Yanisad adaları!, dedi. “Nerden netey dedim. Bana harıl harıl bir şeyler an- Mattı. Anlattıkları hatırımda de ğil, fakat şunu anladım ki, rizgâr bu adamın yüzüne #erin serin es- tiği zaman, sağnak, geçliği göklerin uzaklıklarını, mavilerini oksadığı kıyıların, delgaların seslerini, ko- kularını hep bu adama getiriyor. Öyle ki o rüzgüri teneffüs etmek, bu adam için seyahat etmek de - mek oluyor. Bu seyahat dolavısile gönlünün çevresi ber hududun ötelerine enginleyordu. Bir gün, bir senede iki pul ya- pıştıracağı zaman mal müdürü ona: “Bre yontulmamış sy! İki pulun mecidiye sığacak ka cap ettiğini bilmiyor musun? Sana nasıl insan deriz, bre herif!,, diye çıkişısıştı. Ahmet süküt etmişti. Ama nasıl bir süküt? Sanki “nal müdürünün gözleri önünden soluvermişti. İn- celmiş, incelmiş de mal müdürünü kimsesiz bir süküt içinde, &endi söylediği sözlerle yüzyüze bıra - kivermişti. N: var ki, senenin her 'Ikba- harına doğru, Ahmet yal - nız olarak kayığına biner, ne yapa- cağını, ne etti, kimseye söyle. meden ortadan kaybolurdu. Her- kös merak ederdi. Kurnazlar fis. kos ederler, on bir ayın bereket ni çarçur eden bereketli ramazan ayına maküsen, Ahmedin bir ay ka çakçılıkla on bir ayın geçim'ni te- min ettiğini söylerlerdi Kuşların âlemi ışık ve şarkı â- lemidir. Hepsi güneşle yaşar ve gü neşi arar. Bir çoğu güneş huzmele- rini kanatlarına takımırlar. Işığı iç- lerine alarak onu şarkıya çevirir. “ler, Güneşi şafakleyin — şarkıları. le karşılarlar. Öğleyin şarkılarile, Ahmet Halikarnas Balıkçısı ei âmlarlar, akşamleyin şarkılari- le teşyi ederler. Mecaz teşbih değil kile patlar. Her ş bir türküdür, ma rde uçan bir şarkı ve ışık peşmde ölü gurbetten gurbete, memle- kete uçan bir şar E sevdikleri yer güneşin, ve portakal ağacının cenüp Anadolusudur. Portakal limon çi- çekleri açar ve kokularının tütsü- sünü, kuşların şarkılarına dolaya dolaya mavilere verir. Her yılın ilkbaharında Bingazi- deki Derneden yirmi mil mesafede ler Girit adasına göçerler. Giritte Sidero burnundan kalkarlar ve a- dalar denizinin bir adasından öte- kine uça uça Anadoluya gelirler, Kiklad adalarını arkada bıraktık - tan sonra en büyük merhaleleri İ- karyen denizini aşarak, Asya Spo- ıyla noktalanmış olan 8- #ye varmaktı. Bütün Yunan âhları, ya Afrodit gibi bu deniz- nuşlar, yahut bu denizler- upa ve Anadoluya geçmiş lara. Kyalar da AYDI, yolu takip ©... Leyleklere refakat eden ispinoz, saka gibi küçük kuşlar, yorulduk- ça, her ne kadar Teyleklerin üzeri- ne konuyorlar idi ise de fazla yor- gun olanları gece karanlığında göz leri karararak denize düşüp boğu- Yuyorlardı. Kuşların ilk rastgeldik- leri yer Spordlarm gayri omes- kün, ve seyrüsefere geçidi olmıyan issiz ada serpintilerinden ibaretti. Oraya vardıktan sonra kuşların A- nndoluya geçişi kolay olurdu. ir gün kahvede oturuyorduk. Poyraz Hasan, kafayı tütsü- lemişti, Dili çözülmüştü, Kahvede» kiler Ahtapot Ahmetten bahsedi- yorlardı. Poyraz Hasan: “Ahme » din nereye gittiğini ben size anla- #wereyim,, dedi. Yutkundu, “Sakın ha söylediği- mi ona yetiştirmeyin, sıkılır, uta- mr. Hem bende utanırım. Bir gece benim gület ile Kibrıstan ge- Uyordum. Aksi bir rüzgâr esti, Ben de Kanaldan çıkıp Misirosun altın daki o ıssız adaların arasına düş- tüm. Ay ışığı vardı. Ara sıra ha- vadan sağnak sağnak kuş cıyıltıla- rı ve kanat şakırtıları geliyordu. Yıldızlar kıpraşırken dile gel- miş sanıyordum. Denize ve güver- teye baktım. Denizin ve kayığın apak yelkenlerinin üzerinden, uçan kuş kanatlarının gölgeleri çırpı narak geçiyordu. Bir de adalara baktım. Bilirsiniz ya orada kim- secikler y r, Halbuki adalar, bir donanma varmış gibi ışıldıyorlardı. Adalarda, altmış koca deniz feneri yanıyordu. İn cinin bu top attığı yerde, bu cünbüş ne oluyor dememize kalmadı, provamızdan bir gormina ötede hir kayık gör- dük. Yelkenlerini sarm iyon » ları söndürmüş, nız direkte gar- diyaprovasi çakıyordu. Rağırdık, çağırdık, ses veren yok. Hemen fit. kayı indirip küreklere de ne görelim? Ahmedin Tirhan - dil. Ama ne ol çarmıhlarda, aplil: küpeştede, bastonda kuslar! konmuşlar. Biribirlerine hos gel- din! Safa bulduk! Merhaba filân derecesinde cıvıldaşıp duruyorlar- dı. Ahmet de dalmıs uykuya. Bat- (Lâtfen savfayı çeviriniz)