21 Ocak 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

W KA'N e Yakın Tari LGAR SADIK hin En Esrarlı Çehresı: 66 Padişahın Seyahatı Başlamıştı Fakat Bizim Gospodinler Nedense Seyahat Esnasında Gördükleri Nevazişe Bile Sinirleniyorlardı tine baf a Bun; tanbuldan <Baı—ba,ş Hian a E a î; ile ha"eketos Hayrettşn) e ığı dra- zam H etmişti. Maiyetinde "ah üt Vlakkı' Bahriye nazırı Mah - Y alil, Başmabeyinci Lütfi Si- v'e"“— Başkâtip Halit Ziya beyler yOrdaşyâver Hurşit Paşa bulunu a İ P“—_Ben de sivil arkaduşlal'l:;' adişahın muhafızları arasında Ulunuyordum. Diğer büyük, kü- Çük harp gemilerile Gülcemal va- Püru da maiyette bulunuyorlardı. İstanbuldan hareketimizin erte- Sİ sabahı, Kalelerin sesli, sarsıntı- ll selâmları erasında Çanakkaleye Vardık. Padişah karaya çıktı, biraz hükümet dawresinde dinlendi. hal- kim, askerin. memurların alkışla- TI arasında Barbarosa döndü. 25- ayıs akşamı da Selâniğe ulaştık. ©€rtesi sabah Padişah ile beraber karaya çıktık. Üskübü, Priştineyi, anastırı dolaşarak haziranın on- birinci günü Selânikten ayrıldık, 9nüçüncü günü de İstanbula dön- dük, Rumelideki hıristiyan unsur - rile islâm unsurlar arasında bir kardeşlik kurmak için İttihat ve terakki cemiyeti tarafından tertip edilen bu seyahatte, Padişahın Kaldığı, ugraaığı şehirlerle yoluna düşen bütün kasaba ve köyler ge- celi, gündüzlü hep donandı. Padi- şah ner şehir ve kasaba da vilâyet, kaza Başmanları, askeri heyetleri, mebuslar, memurlar, belediyeci- ler, fırkfıcılar, hocalar, şeyhler, pa pazlar, mektepliler ve konsoloslar taraflarından dı, uğurlandı. dişahlarını girmek için caddelere, yollara yığıldı Fakat bizim gospo- gdinler, kiryeler izbelerine tıkıldı. Kalınan, —uğranılan yerlerde, padişah ve millet hazinesi tarafın- dan, camilere mekteplere, hasta- nelere, eytamhanelere , kiliselere, medreselere, fakirlere ve hatta bo- rç için hapis yatanların alacaklı- larına ve kan davacrlarının barış- tırılmalarını harcanmak için din, mezeh farkı ayırd edilmeksizin e- tekler dolusu altınlar saçildi. Bü- tün müslüman halk sevinç ve te- şekkür yaşları döktü. Fakat bizim gospodinler, kiryeler dudak bük - tü. Üsküpte, en namlı âsi Arnavut ele ve çete başıları birer birer pa- dişah huzuruna geldiler, af ve a- man dilediler. Müslüman halk sevindiler. Fa - kat bizim gospodinler, kiryeler bu hale gülüverdiler. Padişah Köprülüde (Dimçe) a- dında bir Bulgar çocuğunu kucak- ladı, Üsküpte, de bir çoklarını ok- şadı, erkek çocuklara bir kaç lira kız 'çocuklara da birer elmas iğne verdi ve kardeş gibi geçininiz, bir birinizi seviniz, ben sizin de baba- nızım, dedi. Müslüman halk yaşa diye bağırdı, fakat bizim gospo - dinler, kiryeler çocuklarına da- rıldı. Üsküpte, Sadrazam Hakkı Pa- şa sevgili yurdun ilerlemesi, yük- selmesi için İslâm, Hırıstiyan bü- tün unsurların barışmaları, birleş- meleri ,lâzım geldiği_ l;nkkında gerçekten tesirli — bir nutfık verdi, Müslüman halk boyun bük- tü yurtdaşlanml el s_undu. Fakat Bitimm Gospodinler, kiryeler surat etti,göz yumdu. Sözün kısacası, o zaman ya - emekler ve mesraflar, sız liralar ve elmaslar, :îf:âî: Szîş;fetlet “ve k?nîeran.ılar da inkılâbın ilk günlerinde çılgın- sarılıp kucaklaşma- casına yapılan a x MT laşmalar gibi geldi, lar, öpüşüp koklaşm itti. Hâlâ geçti ve hep te boşa B? acır ve yanarım. Ttonbulda gazeteler, seyahati şa pılan bunca hanenin Rumelideki unsurlar üze- rinde yaptığı tesirleri hayra yorup heyırlı neticelerini halka müjdeler- lerken, Bulgaristan gazeteleri, Ma- kedonya komitasının sergerdeleri gafletimize, safiyetimize gülüyor, Trakya, Makedonyada yaktıkları dostluk ateşini. nefes almadan üfle- yor ve körüklüyorlardı. Artık vaziyetin düzelmesinden, aradaki gerginliğin gevşemesinden ümidlerini kesen ittihad ve tarak- kinin üç büyük başı, Talât, Enver ve Cemâli baş başa vermişler, be- ni sürükliyecekleri kanlı serüvenin ana hatlarını, sınırlarını çizmiş- lerdi. Talât Paşanın konağındaki son toplantılarına beni de çağır- mışlar,aralarına almışlar ve ağır- lamışlardı. O gün son kararlar ve- rilmiş, hareket günüm de belli edil mişti. Ellerini öperek vedalaşır - ken Talât bey pasaporlarımla yüz altın. Enver ile Cemâl Paşalar da kara saplı birer hançerle birer ta- banca vermişler, bol bol da mu - vaffakiyetime dua etmişlerdi. Ara- mızda geçen son ve kısa sözleri şu- racıkta söylemeden yola çıkamıya- cağım sayın ckuyucularım hoş gö- rün bunu. Enver Paşa, tantyanların hiç te hatırlarından çıkaramıyaca- ği o malüm Paşaca sert tavrı ile; — Sadık bey. Feragat ve fedakâr lığını millete unutturmıyacağız. buna emin olabilirsin. gözün ar- kanda kalmasın. Ölsen de, dön- sen de çoluk çocuğunu kadir bi- lir milletimiz bağrına basacaktır. Sana muvaffakiyetli bir dönüş te- menni ederim, Dedi. Helecandan titriyen elle - birr Frürt Eiy gee d ge YG yi K W Ti M yaşaran gözlerini de önüne eğdi. Cemâl Pasa da, nemli gözlerini gözlerime dikdi. Sağ elimi tutup dudaklarına kaldırdı. Ağlıyan bir sesle: — Şu elini ver de tazim ve takdis ile öpeyim Sadık. Bu el ya- rının tarihinde şanlı ve canlı bir sahife yaratacak, şerefli sahibi de başımızda zinetli bir taç gibi taşı- nacak. Ne mutlu sana. Tarihte kazanacağın büyük ve ebedi nâma imreniyorum, Seni şimdiden teb - rik ediyorum Sadık. Sana ve mil- lete ulu tanrıdan muvaffakiyet dilerim. Dedi ve göz yaşlariyle ıslattı- ğı elimi gerçekten öptü. Talât Bey de, her vakitki ba- bacanlığı, alçak gönüllülüğü ile: — Sadık, söz kalmadı bana. Yal nız dua edeceğim sana, Cenabı Hak yüreğine cesaret, bileğine kuv vet versin. Şerefle, muvalffakıyet- le ve sağlık, selâmetle dö in in Bizi Köstenceye götürecek Ru - manya bandıralı “Pirençina Mar- ya,, vapuru Galata rıhtımında bulu nuyordu. Vapura yaklaştığımız za man, talihin bu işte bize- bağışla- dığı ilk ve yerinde bir tesadüfü i- le karşılaştık ve bunu büyük bir uğur saydık. Vapurun deniz — tarafındaki borda kapağının aralık bu- lunduğunu görmüştük. Durulur mu hiç? Hemen sevinç le yanaştık. Bir dakika içinde iki arkadaş, kapağın aralığından .ye lan gibi sürünüp süzülerek, içeri- ye kapağı attık. t Gideceğimiz — memleketlerin ve polislerinin telâşa, endişeye düş - melerini, bizi beklemek, karşıla- mak gibi ağır zahmet ve sıkıntı- lara girmelerini istemediğimiz i- çin, vapur acentasına gidip isim- lerimizi, kimler olduğumuzu bil - dirmek suretile kamara tutmak - tan çekinmiştik. Birer güverte bi- leti edinmiştik. Vapura girer girmez, alt güver- tede loş ve kuytu bir yer bulup sokulduk. Bu izbede tam üç saat havasızlıktan, sıcaktan avcı zagar ları gibi karşılıklı soluduk dur - duk. Aartık hareket zamanının yak laştığını bildiren çanların birbiri ardına çalındığını işitmiş, biraz sonra da vapurumuzun sert sarsıntılarla rıhtımdan açıldığını hissetmiştik. Her zamanki gibi şeh ri selâmlamak için çalınan cana- var düdükleri de bize selâmet ve serbestlik müjdecisi olmuştu. Üst yor, ağır ağır yol veriyordu. (Di var) Malatyada İmar Çalışmaları İlerliyor Malatya — İmar plânının tatbiki- ne başlanılmış ve 220 parça bina is- timlâk edilmiştir. Bu sayede vücude gelen büyük meydanın etrafına şim- diden yirmi modern bina yapılmıştır. İçme suyu tesisatı bitirilmiştir. Buğgünlerde muvakkat kabul muame lesi yapılacaktır. Yeniden 100 yataklı/bir hastane iyapılmaktadır. 250 bin liraya bir hü- kümet konağı yaptırılmaktadır. Dört sene evvel 47 bin lira olan belediye bütçesi, 147 bin liraya yük- selmiştir. Muğlada Spor Çalışmaları Muğla, (TAN) — Beden terbiyesi heyetinin bu gece halkevi salonunda 300 gencin iştirakiyle verdiği müzik li bir çay ziyafeti vesilesiyle başkan Vali R. Güreli, beden terbiyesi di - rektörlüğünün memleket - gençliğine tahmil ettiği vatan hizmeti hakkında bir: konferans vermiştir. Bunu mü - teakip davetli gençler, sporun muh - telif şubelerine yazılmışlardır. * Muğla spor'klübü gençleri arasın- da faal sporcu adedi üç yüze baliğ ol muştur. Bu teşebbüs mülhak kazala- ra teşmil edilmek üzere- mektuplar yazılmıştır. Vilâyette halkın spora olan alâkası günden güne artmaktadır. Bir Vatandaş Herîiin Aç Soyadını Almak İstedi İzmir — Bir vatandaş, nüfus dai- resine müracaatla “Her gün aç,, so- yadını almıştır. Salâhiyettar makam lar, uygunsuz gördükleri bu soyadı- nın değiştirilmesi için müuameleye te vessül etmişlerdir. TAN — İstanbulda bu soyadını al- mış olan bir adamı hatırlıyoruz. Silifkede Zeytin Mahsulü İyi Silifke (TAN) — Bu sene köyleri- mizde zeytin mahsulü pek iyidir. tinyağı çıkarmağa başlamışlardır. Köylüler yeniden bir kaç yağ ma- kinesi tedarik etmişler, daha iyi zey Tün tssrassaaaaaa Yazan : Onun pek- sivrelmiş, incelmiş, gözü ve duyuşu vardı. Ay- na ile denizin dibine bır baktı mı idi, Değil ahtapotun kendisi. fa- kat kumların, çakıliarın, yosunla- rın duruşundan, ahtapotun nere - den geçtiğini, nereye gizlendiğini anlardı. Denizle, tozla, güneşle kav rulmuş derin çizgili yüzünü, bir rüzgâra tutmasın, sanki rüzgâr bü tün sırrını kulağına fısıldamış o- lurdu. Bir gün bana “kırlangıçlar alçak uçuyorlar, bu kurak devam ede - cek,, dedi. Kendisine “peki ne ola- cak?,, diye bön bön baktım. Ha- vada duyulur duyulmaz bir “çıt!,, oldu. Bir serçe yavrusunun çalılar arasından bir kere “cık',, etmesi gibi Ahtapotçu Ahmet başını hız- la kaldırdı. Bana “haydi çabuk sa- vuşalım!,, dedi. “Ne oluyoruz ,, de- dim. O “bu üç oldu, Samiye ka- dın yine benim kuyudan su çalı- yor. Üç kova aldı. Her halde çıkı- rığı buradan duyacağımı bilir. İste- seydi parmağına yağ sürer çıkırığı yağlardı. O zaman ben duymamış olurdum. Mağrur kadın! Bu ku - (â5 LOKMA AYAKTA GELEN ALBÜMİN HEK LERİ N l İMİN Çocuklarda —böbreklerinde bel- H başlı bir hastalık olmadan—- id- ırıı'ılı albümin çıktığı çok görü- lür. Bir kere, yeni doğan çocuklar- dan bir çoğu —büsbütün normal oldukları halde— ilk günlerinde albümin çıkarırlar. Dördüncü, be- şinci gün albümin kaybolur. Daha sonra ateşli hastalıklar, çocukların — böbreklerinde iltihap hâsıl etmeden, idrarda albümin çıkmasına sebep olurlar. Difteriye tutulan çocukların yüzde altmı- şallah. Dedi, titreyen dudaklarile göz- lerimden, alnımdan öptü. abii söz sırası bana gelmişti. Yaşlı gözlerimi muhatapla- rımın soluk yüzlerinde gezdiri - yor, yutkunuyordum. Gösterdikle- ri içten saygı, sevgi, hele âciz, li- yakatsiz şahsiyetime, israf ederce. sine takıp ekledikleri , yük Tn D Atoğli hastalıl larda da albümin birkaç gün sü- ırer ve ateş düşünce o da kaybo- ur. Çocuk büyüdükçe, ehemmiyet- H bir hastalığa tutulmadan, gene albümin çıkarır. Kimisi yorulduk- tan sonra, bir şeye öfkelendiği va- kit yalnız bir iki saat içinde idrar ettiği vakit onda albümin bulunur, Kimisi de yemek yedikten sonra... Bazısında öğleden sonra saat hir- sek şeref ve kıymet karşısında u- tancımdan sıkılmış, tıkanmıştım. Dudaklarım kıpirdıyor, fakat ağ zımdan söz değil, ses çıkıyordu. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Hiç bir şey söylemeden sokağa fırladım. İstanbuldan ayrılacağımı bütün eş dosttan, hattâ hısımlarımdan bile gizlemiştim. Ayrılışımı da kim seye sezdi k — düşü iyle, de albümin'çıkmıya başlar, akşam beşte kesilir. Bunlar böbreklerin hasta ;ol— duğuna delâlet etmezler. B d ik gece çocuk yattıktan son- ra en son bir saat içinde kesilir. Fakat çocuk sabahleyin kalktık- tan bir kaç saat sonra yatırılırsa gene kaybolur... Çocuk ayakta kal- dıkça, gezindikçe albümin çıktığı halde iİdrarı Aazalır, gece yatınca hem albümin kalmaz, hem de id- rar artar. Bu türlüsü de bir böbrek hasta- lhığı alâmeti değildir. Fakat cocu- büsbütük yağlaii eldağana da delâlet etmez. En ziyade, çabuk uzayan. kolla- rı ve bacakları İnce ve uzun, be- nizleri renksiz, göğüsleri dar, ar- kalarında biraz kanburlarını çı- karan zay-f, narin çocuklarda gö- rülür. Böyle çocuklar cabuk ta yo- rulurlar, vücutlarının ötesinde be- risinde ağrı duyarlar, uykuları İn- tizamsız olur, basları * döner, azı- cik yorul Hületi Üsenkei Vücutca olduğu gibi fikirce de tenhel olduklarından, hu halin za- yıflıktan ileri geldiğini bilmiven bekeJaki ÇA AA ai “Bu sene zeytinyağı hem bol, hem ir çok tâcirler. vait almala baş- rakta gelip su istemiye utanıyor, çocukları var. Uzaklaşalım da ka- dın rahat rahat istediği kadar su alsın,, dedi. Uzaklaştık. Adam ne- redeyse akşam üzeri vadilerde yü rüyen gölgelerin yürüyüşünü ku- lağile duyacaktı. ir gün kayıkta idik. Durdu- ğu yerde bakışları uzar gi- bi oldu. “Hey Yanisad adaları!,, dedi. “Nerden neteye?,, dedim. Bana harıl harıi bir şeyler an- dattı. Anlattıkları hatırımda de- ğil, fakat şunu anladım ki, rüzgâr bu adamın yüzüne serin serin es- tiği zaman, sağnak, geçtiği göklerin uzaklıklarını, mavilerini, oksadığı kıyıların, dalgaların seslerini. ko- kularını hep bu adama getiriyor. Öyle ki o rüzgârı teneffüs etmek, bu adam için seyahat etmek de - mek oluyor. Bu seyahat dolavısile gönlünün çevresi her hududun ötelerine enginleyordu. Bir gün, bir senede iki pul ya- pıştıracağı zaman mal müdürü ona: “Bre yontulmamış ayı! İki pulun ara yerine bir mecidiye sığacak ka dar aralık brrakılması icap ettiğini bilmiyor musun? Sana nasıl insan. deriz, bre herif!,, diye çıkışmıştı. Ahmet süküt etmişti. Ama nasıl bir süküt? Sanki “nal müdürünün gözleri önünden soluvermişti. İn- celmiş, incelmiş de mal müdürünü 1 onları sev , rini hazırlamadıkları icin avakta tutarak ceza tertip ederler. O va- kit albümin daha artar, hazısına şiddetli bas ağrısı da gelir, daha zi- yıllarca devam ettiği halde böbrek- lerde hiç bir - hastalık meydana çıkmaz. Yalnız, idrardan albümin çıkması devam ettikçe çocuğu za- yıflatır ve göğsünde hastalığa yol açar, Onun için, böbrekleri cihe- den merak etmiye lüzum olma- makla berab SYT Ço d böyLle. yorgunluktan — sow”a, ye- herkes gibi yolcu sal dan geç meyi, vapura da nomal bir yolcu gibi girmeyi pek uygun bulmamış tım. Bütün hazırlığımız bitmiş, pa saportlarımızın deniz polisindeki kayıt işi de daha sabahtan tamam lanmıştı. Yolcu yolunda gerek, de- dik, yol ve iş arkadaşım Vasil Popofla beraber Sirkeciden bir sandala atladık. sonra yahut hiç sebepsiz gibi vakit vakit albümin bulunun- :l:r gene, tabii, tedavi ettirmeli- İdrarda albümin çıkmasının bü- yücek çocuklarda görülen biraz ga rip bir şekli vardır: Yalnız gün- düz ve çocuk ayakta İken çıkar. Sabahleyin çocuk yataktan kal- yade tenbel olur. Albümin çıkmasının bu türlüsü de bir kac yıl devam ettikten son- ra kaybolur. Böbreklerde iltibaha istidat vermez. Atesli hastalıklar- da artmadığı gibi, cocuk hastalan- dığı vakit yattığı İçin, yattığı ka- dar meydana çıkmaz, - Bununla beraber onu kendi ha- Hne bırakmak ta şüphesiz doğru olmaz. Böbreklerde hiç bir hasta- l:k' bulunmamakla beraber hergün dan albümin çıkır çocu- ğun beslenme muvazenesini bozar, zayıf düşer ve her türlü hastalığa karşı mukavetini kırar. karsı mukavemetini kırar, dıkları zamanlarda da, arada sıra- da analiz ettirerek albümin çıkar- dığı anlaşılınca hekime tedavi et- 'tirmek ihtiyatlı bir hareket olur. ki iz bir süküt içinde, kendi söylediği sözlerle yüzyüze bıra - kıvermişti. e var ki, senenin her ilkba- harına doğru, Ahmet yal - nız olarak kayığına biner, ne yapa- cağını, ne ettiğini kimseye söyle- meden ortadan kaybolurdu. Her- kes merak ederdi. Kurnazlar fis- kos ederler, on bir ayın bereketi- ni çarçur eden bereketli ramazan ayına maküsen, Ahmedin bir ay ka çakçılıkla on bir ayın geçim'ni te- min ettiğini söylerlerdi. Kuşların âlemi ışık ve şarkı â- lemidir. Hepsi güneşle yaşar ve gü neşi arar. Bir çoğu güneş huzmele- rini kanatlarına takınırlar. Işığı iç- lerine alarak onu şarkıya çevirir- vler. Güneşi şafakleyin — şarkıları- le karşılarlar. Öğleyin şarkılarile, ' A hmef" Halikarnas Balıkçısı yorsun yat) demesidir. Zavaltinmı AA selâmlarlar, akşamleyin şarkılari- le teşyi ederler. Mecaz teşbih değil bu! Yürekleri şarkile patlar. Her yeri kanatlanmış bir türküdür, ma vi hürriyetlerde uçan bir şarkı. Güneş ve ışık peşinde ölünciye kadar, gurbetten gurbete, memle- ketlerden memlekete uçan bir şar- kı. En sevdikleri yer güneşin, ve portakal ağacının cenup Anadolusudur. Portakal limon çi- çekleri açar ve kokularının tütsü- sunu kuşların şarkılarına dolaya dolaya mavilere verir. Her yılın ilkbaharında Bingazi- deki Derneden yirmi mil mesafede olan Resihilâl burnundan leylek- ler Girit adasına göçerler. Giritte Sidero burnundan kalkarlar ve a- dalar denizinin bir adasından öte- kine uça uça Anadoluya gelirler. Kiklad adalarını arkada bıraktık - tan sonra en büyük merhaleleri İ- karyen denizini aşarak, Asya Spo- rad adalarıyla noktalanmış olan a- sıl Egeye varmaktı. Bütün Yunan ilâhları, ya Afrodit gibi bu deniz- den doğmuşlar, yahut bu denizler- den Avrüupa ve Anadoluya geçmiş Leyleklere refakat eden ispinoz, - saka gibi küçük kuşlar, yorulduk- ça, her ne kadar leyleklerin üzeri- ne konuyorlar idi ise de fazla yor- gun olanları gece karanlığında göz leri karararak denize düşüp boğu- luyorlardı. Kuşların ilk rastgeldik- leri yer Spordların gayri — mes - kün, ve seyrüsefere geçidi olmıyan ıssız ada serpintilerinden ibaretti. Oraya vardıktan sonra kuşların A- nadoluya geçişi kolay olurdu. ir gün kahvede oturuyorduk. Poyraz Hasan, kafayı tütsü- lemişti. Dili çözülmüştü. Kahvede- kiler Ahtapot Ahmetten bahsedi- yorlardı. Poyraz Hasan: “Ahme - din nereye gittiğini ben size anla- tıvereyim,, dedi. Yutkundu. “Sakın ha söylediği- mi ona yetiştirmeyin, sıkılır, uta- nır. Hem ben de utanıtım. Bir gece benim gület ile Kıbrıstan ge- liyordum. Aksi bir rüzgâr esti. Ben de Kanaldan çıkıp Misirosun altın daki o ıssız adaların arasına düş- tüm. Ay ışığı vardı. Ara sıra ha- vadan sağnak sağnak kuş cıvıltıla- rı ve kanat şakırtıları geliyordu. Yıldızlar kıpraşırken — dile — gel- miş sanıyordum. Denize ve güver- teye baktım. Denizin ve kavığın apak yelkenlerinin üzerinden, uçan kuş kanatlarının gölgeleri çırpı- narak geçiyordu. Bir de adalara baktım. Bilirsiniz ya orada kim- secikler yoktur. Halbuki adalar, bir donanma varmış gibi ışıldıyorlardı. Adalarda, elli, altmış koca deniz feneri yanıyordu. İn cinin bu top attığı yerde, bu cünbüş ne oluyor dememize kalmadı, provamızdan bir gomina ötede bir kayık gör- dük. Yelkenlerini sarmış, Silyon - ları söndürmüş, yalnız direkte gar- diyaprovası çakıyordu. Bağırdık, çağırdık, ses veren yok. Hemen fli- kayı indirip küreklere asıldık. Bir de ne görelim? Ahmedin Tishan - dili. Ama ne olmuş! Serenlerde, çarmıhlarda, aplilerde, güvertee, küpeştede, bastonda kuşlar! Hep konmuşlar. Biribirlerine hos gel- din! Safa bulduk! Merhaba filân derecesinde cıvıldaşıp duruyorlar- dı. Ahmet de dalmıs uykuya. Bat- (Lütfen sayfayı çeviriniz)

Bu sayıdan diğer sayfalar: