21 Ocak 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

21 Ocak 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TAN Gündelik Gazete —— TAN'ın hedefi: Haber de, fikirde o herşeyde temiz, dürüst, samimi olmak, o kariin gezetesi olmıya çalışmaktır. ABONE BEDELİ Türkiye Ecnebi 1400 Kr, 1 Sene (2800 Kr. 750 , GAy (1500 » 400 , 3Ay 800 » 150 , 1Ar 300 » Milletleraram posta ittibadına dahi olmıyan memleketler için ebone bedeli müddet sırasiyle 30, 16. 9. 3,5 Jiradır. Abone bedeli peşindir: Adres değişirmek 25 (kuruştur. Cevap için mektuplar 10 karuş- hak pul tihvesi lazımdır. pm Aİ İ GUNUN MESELELERİ İ e kamenesananaman amana? Ziraat Kurumunun Teşebbüsleri getsnbaln ötedenberi muallAk - ta kalan mühim meseleleri b ver birer eiddi şekilde ele alınıyor, ve esaslı bir hal yoluna girmek üz€- re bulunuyor. Bu meselelerden biri et meselesi- dir, İstanbulun et işini Ziraat Kuru” son ele almıştır. Evvelki gün ve dün Zirat Vekilinin İstanbulda yaptığı tetkiklerden süt meselesinin de Zira- at kurumuna üzere ol - aruz, e bir devlet mües - sesesi olduğu, atkasında Ziraat Ve - kâleti bulunduğu işin bu teşebbüsle. rin muvaffakıyetle meticeleneceğini, ve İstanbulun iki büyük derdinin e » saslı bir tarzda halledileceğini uma- biliriz. Fakat... Evet, şu nokta üzerinde biraz du- talrm, ve bu teşebbüsün muvaffak - yetle neticelenmesi rm gelen #e3ki-- konuşalını, Gerek et, gerek süt. meseleleri 7 sömiise kendir muhtelif teşebbüs ler yaptldı. Et meselesinde SAN ve hükümet 500 bin liralık . kârlığa dn katlanmağa razı oldu. Fa- kat bu para çarçur oldu ve et mese - tesi bir adım İleri gidemedi. Süt meselesi de öyledir, Muhittin Üstündağ zamanında bu omeşelenin de halli için muhtelif teşebbüsler ya- pıldiş muhtelif şekiller tecrübe edil « Hi. Pakat hiç biri müsbet ntice ver- medi, Ve hugünkü iptidai şekil de - vam etti gitti, Bu muvaffakıyetsizliklerin en mü him sebehi, milesses o menfaatlerin gösterdiği mukavemet, ve bu muka. vemetin evvelden hesap edilerek ona göre tedbir alınmamış olmasıdır. Gerek süt, gerek et İşinde, bu ten para kazanun, zengin olan kimse- ler vardır. Bunlar bugünkü kârlr iş- lerinin bozulmasına taraftar olatınz. iar. Kendi menfaatlerine zarar vere. cek her teşebbüsü akim bırakmak &- çin de ellerinde kâfi derecede servet vardır. Fazla olarak bu işlerin bütün ince ve hiyleli taraflarını da gayet i- yi bilirler. Sabotajla, hiyle ile, para ije yapılan bütün teşebhisleri aka - mete uğratır ve yine vaziyetteki hâ. lerini idame ederler. ık için hilkâme 4 ucuzlatmak İÇİ tin yardı. Bu defa Ziraat Kuru yg gibi, teferruat - lesiB sından başlamak, ve #v. ei program yanar Mi, celce çizi” 1 pa doğru olur, hir, sek Eğer Zir aya e «imiş ve işe bir e iii Mar aşlayarık bütün eski kül halinde“, kaldırmız olsaydı, teşkilât a Dena bugün mese! miz ziemieli we. haşlamak, meveit bir safhası? # bir teşkilât ©* Falih Rıfkı Ilk Dil Münakaşasının FP si Rıfkı Atayın, dilimi ze istikrar kazandırâ « cak bir tasfiyenin lüzumün * dan bahsetmesi, bütün münev verleri düşündüren bir mese- le haline girdi: Evvelki denberi bu mesele, gazete sü“ tunlarını adeta istilâ etti, B“ vaziyet eski bir münakaşa yı batırlamamıza vesile ol « du: Birinci Dil kurultayının yedin ci gününde geçen bu şiddetli mü - nakaşaya Hüseyin Cahit Yalçının sözleri sebebiyet vermişti, 1932 yı ında, Atatürkün de hazır bulun- duğu Kurultay toplantısmda söz alan Hüseyin Cahit, dil hareketleri etrafndeki fikirlerini şu cümleler. le hülâsa etmişti: “— Son yirmi beş sene içinde, gittikçe kuvvet bulan sade lisan ce rTeyam, bügün arapça ve acemce terkipleri dilimizden şey yapmıya da lüzum yoktur. Çün kü zaten kendiliğiz kuvvetli ve tabiidir ki koca bir aka demi olsa, ve aksini temin için uğ raşsa bile muvaffak olamaz. Yaban er kelimelere gelince, işte şimdi en çok dedikodu uyandıran nokta- ya temas etmiş oluyoruz. Burada ifratlar ve tefritlerle kar şılaşıyoruz. Bir tarafta Türk kö - künden gelmemiş bütün kelimeleri dilimizden söküp atmak ister gibi bir cereyan var ki, ortaya koyduğu yazı nümuneleri kimini ürkütüyor, kimini istihzeya sevkediyor. Bu ifrata mukabil öte tarafta da bir korku görüyoruz ki; lisana yeni bir türkçe kelime girince, sanki bir fe Miket vukua gelmiş gibi, “lisan mah voluyor!,, diye, deruni bir feryat koparıyor. Bu çarpışmu karşısında, niçin böyle oluyor diye teessüf ef- mekten ziyade memnuniyet duy - mâk icap eder fikrindeyim. Hayat sahası, amel ve aksülâmel sahasi - Telde fr ve gayri tabii ham 2 ilerlemek nl ğ Fear ela dı. Her yeniliği bir felâket ç muhafazakârlarm ire bu iki vetin bir muhassalasi Yağd er z Yer Bu muhassala, dildeki tokğ mülün kuvvet ve istik il > teriyor. Türkçede, bu tetik 25” ei uykuya dalmaktan in mülritlerin kam, i tacız. Yolumuşu ili örne lara karşı da, muhafazakârların yz kavemetleri, kıymetli bir gitar, vii irmi boş sene evvel kullan. dığımız bir çok ara aB- acemce kelimelere, bügün hiç ih. tiyaç hissetmiyoruz. O kelimeler. aaa a kurumu, kuvvetli bir|işi bu teşebbüsün muvaffak olma çıkmış, et işini ta | nı istemeyenlerin eline bırukmak de. satış dükkânları. | mektir. Süt meselesinde de vaziyet hu - dur. Kurum sütü kendi vesait ve teş kilâtı ile istihsal edip evlere kadar kendisi dağıtacak, ve mevcut sistemi bir günde ortadan kaldıracak şekilde hazırlığını tamamlamadıkça ortaya görmeğe kalkmak, | çıkmamalıdır. Ali Canip Hasan Âli Kısa Bir Tarihi Yazan NACİ SADULLAH dilden, ne bir akademi kararı ile çıkarıldılar, ne de ceza kanununun mahsus bir maddesiyle: Bu netice- yi, Tisanm tabii seyri temin »ın tabii seyri, birbrine girişik nine #Pİ eressidir, Bu â- uler arasında arzumuza uygun gelmiyenler olabilir. Fakat unut - mayaltm ki, bunlar da hürmete şa yandırlar, cü, Ayi hissimiz değildir: İçtimai bir mü - essese olan dil, tem demokrat bir varıfla ekswriyetin zimni o kabul ve kararı daresinde yoluna devam eder! Halbuki simdi, her o muharrir, kendisine göre bir ıstılah manzu mesi yapıyor, muhtelif muharrir - ler ayni mefhumu muhtelif wi - lahlarla İfade ediyorlar: Adetâ ay- rı dillerle konuşuyoruz ki, bu bir “anarşi,, dir. Yazı dilinden yabancı kelimele- ri atarak yerlerine öz türkçe keli- meler koymak vazifesini hiç bir heyet deruhte edemez. Çünkü sö - sünü dinletmesine imkân yoktur: Bu iş tamamen şahsidir. Daha doğ- rusu gayri şahsldir: Dilin tabi sey rinin neticesi olarak husule göle - cektir. Bir akademi, yazi ve konuş ma'dilinin dalma arkasmdan yürür yeniliklere akgdemi öpayak ola - maz. O, dilde ancak nâztm ve mü- hafazakâr bir kuvvettiri,, çi in, Hüseyin Cahldin sözle O ilk cevabı, şimdiki Mü- arif vekilimiz Hasan Âli Yücel ver iy Ahi, sözlerini bitirirken, Hüseyin Canide şu #üalleri tevcih ediyordu: e Eğer bir dil, kendi kendine olan bir şey olsaydı, dilin mimarisi olan edebiyat, ilim, fikir işleri, hep kendi kendine olan bir mevcudi - yet olsaydı. (Kavgalarım) Kitabını dolduran makaleler niçin yazılır - dı? Kendinden daha geri fikirli ad dettiği adamlara edebiyatı cedide- nin kılıcını çekmiş muhasimi niçin hücum ederdi? Eğer Hüseyin Ca - hit insan iradesinin müessir oldu - uha İnanmamiş ise, niçin bu yazı arr yazmışlardır? Efendiler. Dil, ber tabil mevcu m tesir kabul eder. pi , tabi mevcudiyetlerde ol- talk Edir Dil de şahsi orzularâ yoruz Oyuncak değildir. Görü iz ki burada elektrik <P - rug aniyor. Biz onların ışığı ile bulabiliyoruz, btebirimiz göre - el ekirik kanunları kağ - <vvel, bu kuvvet bizi ak bize müfit olmak ye- şeklinde bizi öldürü »“ tiyle değiL yordu, evimizi delik deşik ediyor du. Nasıl oldu da biz, bu. kuvveti esir edebildik. ve ampulün içerisi- ne sokabildik? | Ra bulmak, ve o ka- nunlar vasıtasıyle o tabii kuvvetleri esir etmek suretiyle o- na müessir olalım, yoksa arzumu - za onu ölelitlak tabi kılmak süre- kat Ikincisi, onun kadar mühim, onun kadar canlı ve onun kadar müessir bir şeydir; İnsan iradesi”, O gün, Hüseyin Cahide hücum eden ilk hatip Ali Canipti, Ali Ca. hip, Hüseyin Cahidin fikirlerini ten kit ederken: “— Efendiler, diyordu, (tabit te- kâmül) kelimesi, edebiyat cedide lisanında tekerleme şeklini almiş - tır.. Efendim meselâ, şapka İnki - lâbı olmadan, fesin tekâmülünü dü şünseydik bu olur muydu? Fesin keharlarından, filiz salvermesini mi bekliyecektik? İnkılâbımız ol - madan, bunu nasıl inkişaf ettire « bilirdik? * Ali Canibin sözlerini, daha şid - detli hücumler takip etmişti: Fazıl Ahmet gibi cerbezeli, Dr. Şükrü gi bi ateşli, Sadri Ertem gibi kuvvet- li, bay “Namdar,, gibi meçhul, Sa- mih Relat gibi meşhur hatipler, Hü seyin Cahidın fikirlerini, ince nük- telerle, parlak buluşlarla hirpalar maya, çürütmiye çalışmışlardı. ama Namdar namındaki zat diyordu ki: “— Hüseyin Cahit, ve onun gi bi bir takım (insanlar, dai- ma (yavaş yavaş) derler. Fakat iç- lerinde imanın tammesini duyan insanlar da vardır ki: “Duramıyo- ruz. Attlacağız!,, derler; Biz onlar- danız Durmuyoruz. Yavaş yavaş gidemiyeceğiz!,, B» hatiplerin daha neler söy- lediklerini, Hüseyin Cahi « din hepsine birden verdiği şu ce - vapları okuyarak anlamak daha ko laydir? “— Dil, insanlar arasında konuş maya yarar derler. Ben ötedenberi, insanların birbirlerine anlaşama - dıklarma kanilm. Bugün bu kana atim burada pek açık surette te « eyyüt etmiş oluyor: Çünkü ayni dil le konuştuğumuz halde, görüyo « rum ki, bütün bütün başka tarafla ra gidiyoruz. Söylediklerime iti « raz etmek İçin, burada söz almak zahmetini ihtiyar eden Hasan Âli beyefendi, pek güzel mütalealarda bulundular, Onlarm bir © yazılmış nüshasıni elde etmiş olsaydım, al- Fazıl Ahmet tma ben de imzamı atardım, Yalnız. Hasan Ali beyefendi zannettiler ki- ihtimal âcele okuduğum için an - layamadılar - insan iradesi bah - | sini ben inkâr ettim. Hayır. Bunu inkâr etmek, hiç bir şey görmemek, dünyada hiç bir şey okumamak de mektir. İnsan iradesi de #millerden biri- dir. Okuduğum muhtırada bunu a- şikâr bir surette, insan iradesinin Tisan âmillerinden biri olduğunu söyledim: “Lisanın tekâmül âmil - lerinden birisi de, insan iradesi - dir!,, dedim. Yine muhtıramda 0- şikâr olarak söylediğim ve asıl ü- zerinde ısrar ettiğim nokta şudur: Tabil kuvvet karşısında, beşeri mü cadele için bir had vardır Bunu geçmek bazı sun! vasıtalarla kabili tatbiktir. Fakat içtimai işlerde ve bilhassa lisan hakkında varid değil dir. “Akademiler açılmasın, elimi- zi bağlayıp bekleyelim, hiç bir şey yapmayalım demiyorum. Lisanın tekâmülünde biz de bir âmil ola- Yazan: Sabiha Zekeriya Sertel alışma lüzumundan ve kırtasiyeci * kle müleadeleden bahsetmi: besiz bu hususta almması ii tedbirlere de baş vurmuştur. Kıfkı Atay Ulusta yazdığı bir makale Kırtasiyecilikle Mücadele elâl Bayur hükümeti daha iş- başına geldiği gün rası Şüp- icap eden Falih de, bu rasyonel çalışmanın, devlet da irelerine de teşmilini istiyor, İş sabip lerini devlet dairelerine baş vurmak- tan, hattâ mahkemelere düşmekten en çok kotkutan, işlerin sürünceme- de kalması, kırtasiyecilik yüzünden bir işin süratle değil, yavaş yavaş ii bir türlü bitnemesidir. Kırtasi» yecilik için şaheser iki hikâye bili » OrUNU 7” Bunlardan bir tanesi geçenlerde mahkemelerde tam yüz senede biten bir dava idi. Yüz sene. Düşününüz büyük dedenin açtığı davayı ancak torunlurı bitirmek taliine mazhar olü orlar. İkincisi de şadtr. o Anadoludaki küçük kasabalardan birinde: çalışan işgüzar bir kaymakam, belediyeye alt bir binayı yıktırırken, altından ta rihi bir hamam çikmiş. Bu hamamın tamamiyle meydana çıkarılması için bütçesinde tahsisat yokmuş. Derhal tabi oldüğu merkeze yazmış, bu hu - susta teikikat yapmak üzere bir ko- misyonun İzamımı İstemiş. Mesul © - lan makam kendisine telgtafla ce - vap vermiş: “Mevzuu bahis hamamın bir yed - diemine tevdien irsali.,, Kayınakam bu telgrafı almea ne yapmış, gülmüş mü, hicahından saç - larmı yolmuş mu, yoksa hiddetinden ateş mi püskürmüş, ne yapmış bilmi- yorum, Fakat mesele sonra anlaşıl - mış, mesul makam, elindeki mevcut İ nizamaamede. tarhi eserlerin bir yed diemine tevdi edilerek kendisine gön derilmesi yazılı olduğu için,.bu tel » grafı çekmiş, Kırtasiyeciliğin belki bundan da- biliriz Fakat yapacağımız şey mah duttur: le, hiç bir tur! A ti Canip beye gelince, şahsrm dan bahsetmek en menfur bir şey olmakla beraber maalesef, itirazlarının biraz insafsızca olduğu nu göstermek zarureti, beni şah - sımdan bahss mecbur etmiştir. Ali Canip bey, benden oBahsederken: “Kendisi de bu hakikati anlamış, yazdığı kavait kitabında, maalesef lisana arabi ve farisiden kaideler a- Undığını söylemiş, fakat © burada kalmış ve daha ileriye gitmemiş - tir!,, dediler, Bundan yirmi beş sene evvel, en müthiş bir saltanat idaresi bu mem lekette hüküm sürerken ve Divan Edebiyatı denilen edebiyat revaç - ta bulunurken, mekteplerde oku - tulmak üzere yapılan sarf ve na - hiylarde, arabi, farist terkiplerin mümkün olduğu kadar kullanılma noktada ihtilâfımız yok ce değil, arapça, ve farisiden mü - Tekkep olduğunu ve imkân nisbetin de banlarm kullanılmamasını söy ledim. Bunun böyle olmadığını id dia eden varsa, ayağa külkem!? Fazıl Ahmet beye geçiyorum: Çoktanberi tatlı yarılarını okumak tan mahrum olduğumuz bu zarif ve nüktedan muharriri dinlemek zevki, bizler için edebi bir ziyafet teşkil etti. Bu itibarla, kendilerine pek minhettarım. Fakat İlmi haki. katlerin, elddi bahislerin bir Ziya. feti edebiyle nükte ve zarafetle halledileceği kanaatinde olmadığım için, bu bahisleri dinlemekle bera. ber, doğrusu biraz zayıf gördüm. Bu zarafetler, nükteler arssın - da bazı bahislere de temas ittiler ki, delâlet ettikleri manalarda bi. raz zebunkeşlik kokusu le Biraber, bunu da alm vaz > yolda gelmesi kabilin tel ederek meskü; e * geçiyo. Dr. Şükrü beyefendinin mefhum mutlaka almmayacaktır demesin deki maksadını iyi anlayamadığı - mi İtiraf ederim, geti Etem beyefendinin gü - zel nutuklarında da, maksa. dı daha ziyade sezemedim. Mek - sat, beliğ sözler, felsefi müteleg - İfariyle değil, ha güzel hikâyeleri de vardır. Fakat bundan çi ei p 3 het etmek isteyen bir makinedir. Ni- #amnameler, idare disiplinini temin için yazılır, Fakat havaleden havale- ye nakledilen, işin gayı iş çıkar- mak değil, iş yapıyor görünmektir. İ Kırtasiyeciliğin devlet dairelerin den kaldırılması, modern bir mesai sisteminin kabulü, Osmanlılığın bi - 76 yadigâr bıraktığı bir çalışma siste mini ortadan kaldıracak, bize asrm sürat ve müessiriyet kaidelerine ken dimizi intibak ettirmek İmkânları verecektir. Halkın arasında bu söz tenmill haline gelmiştir “Allah insa- m: devlet kapısma düşürmesin... Bu devlete karşı ne kütü bir itimatsızlık ifade eder. Bilâkis devlet kapısı, her derdimize deva veren, her haksızlığı düzelten, her müşküle çare gösteren €n güveneceğimiz kapıdır... Kırtasi » yeciliğin kalkması, bize bu kapıyı ardına kadar oçacaklır. masını, ve Osmanhcanm halis türk | lar arasında erimiş gibi geliyor. A- cele gitmek #cabadermiş de, ben muhalefet ediyormuşum. Oratda ilmi, müşahhas bir teklif olsaydı, onun Üzerinde münakaşa ir) dik, hakikat dâha iyi miydin - kardı. Yoksa böyle, nazari bir ih - tilâf tevehhüm ederek, açık kapı - ları zorlamak kabilinden bir takım hücumlarda bulunmak; biç bir fay da temin etinez! İsmini zaptedemediğim, felsefe muallimine gelince, sözlerinden öy le anlaşılıyor ki, bendenizi, bu ye- Ni hareketlerin, ilerlemenin aleyh- tari gibi göstermek istiyorlar. Hal buki, lâkırdı arasında, fos değiştiği zaman eza duyduğunu İtiraf eden bir felsefe mualliminin şimdi, ben den ziyade stlama taraftarı görün- mesi biraz gülünç oluyor.!,, ütün bunları hatırlayınca, an B aşılıyor ki, Falih Rifkımm şimdi ortaya attığı fikri, bundan yedi sene evvel, müdafaa eden üs- tal Hüseyin Cahit Yalçındır. Ve baş ia Maarif Vekiliniiz olduğu halde, bir çok münevverlerimizin bugün kendisiyle hemen hemen tama - men hemlikir bulunduklarına ba“ kilırsa, zaman ve hâdiseler Hüse » yin Cahidin iddialarını haklı çıkar miştir, e A a . elindeki kâğıtla resm

Bu sayıdan diğer sayfalar: