1-1-1939 Sırtımdaki Elbise Iğreti Gibi Idi Şehre İner İnmez Karşıma Bir Yahudi Çıkmıştı, Bunu Uğursuzluk Saydım ve Bir Tokat asret kavuşturan denilen şi mendüfer, taşıdığı ismin tam tersine (özlediğim topraklardan, gevdiğim İnsanlardan bütün hızıyla ayıra, Uzaklaştıra nihayet Sirkeci istasyonuna ulaştırmışlı beni. Inanir musınız?.. İstesyona indi- ğım vakit arkamda iğreti gibi du- ran baş komiser elbisesi ile; mer- hametli, hayır sever insanların bayramlarda giydiriverdikleri ök- süz çocukların hali vardı bende, Tıpkı onlar gibi boynu bükük, gön lü yıkık, onlar gibi çekingen, sa- kıngandım. Herkesin yüzüne bak- maktan bir suçlu gibi çekiniyor, yüzüme bakılmasından da bir ço- cuk gibi ürküyor, ürperiyordum. Hele bir esirlik damgası gibi, göğ- sümde sallanan nişan bana o ka- dar ağır geliyordu ki, her adımım- da vücudümün biraz daha öne doğru eğildiğini anlıyor, utarcım- dan ayaklarım dolaşıp yere kapa- nacağımı sanıyordum. Başka giye. ceğim olsaydı hemen iki vagon â- rasında elbisemi değiştirecektim. Ne yazık ki, yoktu. Yavaşça göğ- sümdeki nişanı çıkandım, eehime attım. Kenar kenar * yürüyerek, yoleulardan ibilet toplanılan par. maklıklı dar kepiya yaklaştım. 'Tam o esnada sol açığımdan iler- İiyen bir adam karşıma dikildi. Gözümden kaçmıyan bir hayret ve dikkatle yüzüme bektıktan son ra kaşlarını çattı. Dik bir ses, ko- yu, yayık bir yahudi şivesile sor- du: Baksana. Nereden geliyorsun sen?.. Çıkar bakalım kâğıdını. Şehre ilk ayak basarken bir ba- rirgin İle karşılaşmak, konuşmak hiç hoşuma gitmemişti benim.. De dem İnce kaptanın bana miras bi- alkan im Fıkra şuydu: *.. Bir yolun başlangıcında ve- ya bitiğinde yılana, kadına rast Jarsan, uğur getirir karşına, kork- ma yürü yolüna. Tavşanla, bazir- günla karşılaşırsan yümsuzluk ge- #irir başıma, dön sağma... Bu sö- zün doğruluğundan mı, yoksa de- demin dalma tesirleri altında bu- lunduğumdan mı, nedir bilmem?.. Bu gibi tesadüflerde hep dedemin dediklerinin çıkması bu sözlerin doğruluğuna bende sarsılmaz, si- linmez bir inanç hasıl etmişti. gün de yüzyüze geldiğim bu o bazirgân başıma gelecek bir uğursuzluğun kara haberelsi gibi gelmişti bana. Dedemin öğüdünü hatırlayınca, yumsuzluktan sakın- mak için hemen sağa döndüm, £0- Junda sıra ile bir kaç oda bulunan koridora saptım. Ikinci adımımı atmağa vakit kalmadan o adam, bir karaltı gibi yine geçti önüme. Çalımlı bir eda ile: — Sans, dedi. Rumeliden gelip te caka satmayı öğretirim şimdi ben.Seni gidi hirbo seni. Dedemin dediği işte yine çık- mıştı. Duramadım artık. Hızla kal- kan sağ elim bu kendini bilmezin suratına kuvvetle indi. Ikincisi de bir pestil gibi onu yere serdi. Bes dakika sonra istasyon komiseri güler yüzle yanıma gelmiş, bas- mım İle aramıza girip, birbirimizi tanıyamamaktan dolayı hasıl olan anlaşamamazlığı gidermişti. Gider mişti amma yanıma kattığı iki po- İlsle bir suçlu gibi beni kapalı bir arabaya koyarak zaptıye nezareti” ne de göndermişti. Içinde neler yazılı olduğunu bilemediğim !# tasyon komiserinin jurnah ile bir kaç odaya girip çıktıktan sonra, nöbetçi yaveri binbaşı Hacı Rama zan beyle beraber Nazır paşanın odasına girdik. efik paşa bent görür görmez Ş le yerinden fırladı, ku cakladı, slnımdan öptü. Ve: — Oooo safa geldin Sadık. Dedi. Selânik valisi bir kaç güne kadar hareket edeceğini, son yaptığın hiz metlerini yazmıştı bana. Yaralan- dığını da evvelce duymuştum. Geç- miş olsun evlâdım, E.. Ne vakit geldin, bugün mü?. Nazır paşanın âciz şahsıma kar- Şi gösterdiği bu büyük iltifat kar- şısında yaver şaşırdı kaldı. Elinde- ki jurnala bakarak yutkunmaya başladı. Yaverinin — duraksadığını gören zaptiye nazırı ona da; — Ramazan. Dedi. Tanıyor mu- sun Mehmet Sadık beyi?.. Rüme - lide çetelerle yaptığı muvaffaki- yetli musademelerdefi dolayı bai - Attım a radei seniye serkomiserliğe tayin ve beşinci Mecidi nişanı ile taltif buyrulmuştu hani. Yaverin şaşkınlığı geçmişti. Bana karşı muamelesi de hemen değiş - mişti, Yüzüme bakarak gülümse - di, Nazır paşaya doğru ilerledi, Ve: Sadık yeni ge- len bir kapı yoldaşı ibi değil, Sir- keci istasyon kimiserliğinin bir jur nalile, suçlu olarak geldi. No tw- haf bir tesadüf. Dedi, hakkımda yazılan jur - hözretleri, Paşa elendi, daireye, vazifesin nalı okuyuverdi, (Devamı var) TAN PEK ACELECİ BİR GENÇ... Çengelköyünden mektup gönde- ren, henüz on dokuz yaşında, bir gencin yazdığını okusanız © ma hem acr, hem gülersiniz. Bu genç, kekeme sözünü gali- ba üstüne kondrmak istemiyor da, dilinde tutukluk bulunduğundan şikâyet ediyor: — Iseyi bitirinciye kadar ne çok skıntı çektiğimi bilmezsiniz. Diye yazıyor. Eziyet çektiğini bilemediğim tahil olmakla bera - ber, pek iyi tahmin edebilirim. Cünkü ben de lisede iken - o za- man İiselere idadi derlerdi - ke- keme bir arkadaşım vardı. Haşa- rı arkadaşlarımızın alaylarından çektiği, o zamanki hocaların elle- rinden cektiğinin yanında pek kü- çük kalırdı. Hocaların kimisi o- nun kekeme olduğuna inanmazlar, dersini anlatamadığı, hele ezbere okuyacağı seyleri söyliyemedii vakit, ancak İnsaflı arkadaşların sahitlikleri üzerine ceza k - tan vazgeçerlerdi. Fakat daha bü- yük sıkıntı yeren hocalar arkada- Sımızm kölemeliğini o gecirmek maksadile ilâç sağlık verenlerdi. O zaman ertan mektenlerde rum- arapça dersleri de hulundu. ğu icin, rumca hocası eski Yunan hatibi Demosten kekemeliğini ge- cirmek icin ağzına çakıl taslari dol durarık söz söylermiş, dive bizim zavallı arkadasın ağzıma da. deniz kenarından tonlavıp getirdiği ça kal ta: 1 doldururdu. Arança hocası da kekemeliği secirmek £ cin, meshur Arap sairi Asmai'nin, havvanların seslerini taklit ederek tertip ettiği vakvakiyve kasidesini okumak, bire bir geleceğini söy. Tiverek - hir dema İsitmekle ezber. İiyenlerin bile öğrenemedikleri o kasideyi zavallıya ezberletmiye ca- İrsırdı, Resim hocası da - kekeme- Wğin resimle hic münasebeti olma- dığı balde - arkadasımıza dilinin altımı kestirmesini söyler dururdu. Simdiki hocaların arasında öyle, üzerlerine düsmiyen islere karışan lar bulunmadığı şüphesizdir. O- nun için bu gencin şikâyet ettiği sıkıntı, o zamandaki kekemelerin çektikleri sıkıntınm yanında hiç hiç gibi kalır. Zaten sıkıntı dediği şev de, bir mevzu yzerine konu- sulurken kendi fikirlerini - kar - sssmdakileri sıkmamak için - en kısa ifadelerle anlatmıya çalışma- ca sıdır, Halbuki şikâyet ettiği şey ke- kemeliğin verdiği bir fazilettir. Fi kirlerini en kısa fadelerle anlat - mak aklı baslarında olanlardan hepsinin istedikleri, fnkat pek a- zınm muvaffak olabildiği bir sey değil midir? Kekelemek buna mu- vaffak olmayı temin ederse ne ymflu kekeme olanlara! Vâkıa bu iyiliğin de bir sıkıntısı olur: Fikirlerini urun ifadelerle anlatan revezelerin sözlerini din- Temek... O zaman da kekeme. olan kendi üstünlüğünü düşünerek hem kekeme olduğuna memnun olur, hem de gevezeleri kekeme olama- dıklarından dolayı mazur görür. Bu, dili tutuk gence, büyüyünce bu hal geçer, derlermiş. İste en doğru «öz hudur. Fakat acele et memek lâztm. On dokuz yasına gelmek * hiç olmazsa kekemelik bakımından - büyümek değildir. Bu bakımdan kaç yasında büyü - müs sayılacağı öneci hilinemez- se de, her halde, vaşı ilerledikce kekemeliği azalarak - arada Sira- da vine artacak. fakat daha sonra - büsbütün gececek değilse de - pek hafif kalacaktır. O zamana kadar da kekemele- rin arasmda meshur adamlar bu- Tunduğunu düstlnerek kendi ken - disini teselli edehilir. Rahmetli Ab- dürrahman Şeref Bey hocamız ke- keme olduğu halde pek ini lerdi ve zamanında kendisi ziyade sevdirmiş olan hoca e idi, Avrupa üniversitelerinde kekeme olmakla beraber derslerinde mu- vaffak olmus. kendilerini sevdir - mis profesörler vardır. Fakat, bilirsiniz ki, meshur ke- kemelerden en büyüğü Musa pey- gamberdir. Kekemeliğinden dola - Yı yanına kardesini tereiiman ola- rak »lmrya mechur olduu halde, kendisini o kadar sevdirmiş ki, aradan o kadar asırlar seçtiği hal de burünkü İsrail oğulları bazı yerlerden kovulmıya razı oluyor lar da o büytik kemeys tâbi ol - maktan vazgecmiyorlar, Kekemelik insanm kendisini sev dirmesine mâni değildir. Bu genç okuyucumuz da kendisini sevdir. miye çalışırsa, söylerken müna - kaşa çıkarmaktan sakınır, öfke - lenmez, öfkelenmeyince, sözünde aceleci olmayınca da kekelemek kendi kendine azalır, TAN'da Kimler Yazıyor (Başı 9 uncuda) olduğu kadar, radyoyu dinlemek te de ihtisas sahibidir. Onun ağzı, radyoda milli davalarımızı müda- faaya hizmet etmektedir. Onun eli, canlı bir fabrika gibi durmadan eser imal eyler. Siyasi makslelerini okuyanlar bilirler ki, Ömer Rızanın burnu da, hüdiselerin kokusunu vrikulg- rından evvel duymakta derin bir meleke sahibidir. Fakat Ömer Rızanın sade elle- ri, gözleri, ağzı, burnu değil, ku- lakları bile boş durmaz. Ve o her gece, Tan radyosunun başında, çi- çek derleyen usta bir bahçıvan mabharetile, dünyanın en taze ha- vadislerini toplar: Yani 0, canlı bir Paramount makinesi gibi düm- yanın eli, ağzı, burnu, gözü ve ku- Tağıdır! Refik Halid Karakayış S akım akianma, ma inanma kan “Kirpinin dedikle. ri, “İstanbulun iç yüzü,, okumak zevkini her dimağa aşılayabilecek kıratta eserlerdir kanı ndeyim. Yakında: “Sakın işitme, görme, söyleme!,, adında bir eser çıkara - cağını umabileceğimiz “Sakın al - dabma, inanma, kanmal,, müellifi, kalemin gözlerdeki cazibesini art. tıran bir lezzetle okulmakta olan bahtiyardır. Dinlenmiş ve daha olgunlaşmış eserleri, bir kaç dile tercüme edil. mekle mükâfatlanmış bulunmak « tadır. Mestedici bir eksir gibi akan pü- rüzsüz ve ahenkli uslübu ile Refik Halit, en garazkür münekkitlerin bile dil uzatamadıkları eserler ya- ratmığtır. Bugün ortada, Refik (Halidin “Aydede,, kürsüsünden verdiği mi zah derslerinden istifade ederek şöhret yapmış şahsiyetler bile mev cuttur. Mizah sahasındaki! dolgun eser- lerile, fıkraları ile, romanları İle, ve bilhassa “Memleket hikâyeleri, ile Refik Halit, edebi şahsiyetine inkâr olunmaz bir kıymet Reşat Nuri Güntekin E” az beğendiği eserile en çok şöhret kazanmış olan ro- mancımız Reşat Nuri'dir samrım. Çalı Kuşu'nun çok okunduğunu görmek, onu şüphesiz memnun et- mektedir. Fakat bu memnuniyet Reşat Nuri'ye umulduğu derecede geniş bir iftihar duyurmamakta. dır. Çünkü kirk altısına basan To- mancımızın başı, yaşındari bile ol gun bulunmaktadır. İzmirde “Fröres,, lerde okumuş, sonra edebiyat şubesinden mozun olmuş bulunan Reşat Nuri, Fran- sız dilini bütün inceliklerile bilen sayılı münevverlerimizdendir. Za- ten bu sayededir ki, kütüphaleri- miz, tercüme eserlerin en kiymet- lilerini de Reşat Nuri'nin keale- minden kazanmıştır. Reşat Nuri- nin eserlerinde Anadolunun en u- zak köşelerini, en essiz hususiyet- Terini bulmak mümkündür. Çün- kü maarif umumi müfettişliği ve- zifesi Reşat Nuri'ye memleketi germek, görmek, tanımak, anla. mak fırsatını bol bol kazandırmış- tır. Hisli ve çok ince çok derin görüşlü romancımız, bu seynhat- lerinde, teftiş ve tetkik vazifeleri. | ni ayni zamanda başarmıştır. Örnek edinilebilecek bir âile Tei- si,bir koca, bir evlât olan Reşat Nurinin dudağından eksildiğini hiç görmiyeceğiniz sigarası, hiç sönmiyen derin bir istikza ocağı- nın İnce, narin bacası gibi durma- dan tüter). Hâdiselerin mizahım yapmakta da üstad olan romancımızın dili, dinliyenler için ne kadar tatlıysa, dolananlar için o kadar acıdır". Sabiha Zekeriya Sertel alışan kadının erkekleşmiyece ğini de, kadınların fikir kavga Jarnda erkekleri yaya bırakabile- ceklerini de, cesaret ve metarelin kadınlara en çık tuvaletlerden fazla yaraşacağını da isbat etmiş olan Sabiha Zekeriya Sertel her yazıcıyı İmrendirebilecek kadar bol mazhariyete sahiptir. Kolum- biya üniversitesinden vaktile al- miş bulunduğu diploma, vüksek bir halde bulunan Refik Halidin | 3 Avrupana 140 kuruşluk Meyva Tularına mukabil 440 - 2560-5110 kır İştikasızlık - Hazımsızlık - Şişkinlik - Bulantı - Gaz * Sancı - Mide bozukluğu - Dil - Barsak ataleti - Inkıbaz - Sirılik & Safra - Karaciğer .- Sıkıntı” Sinir - lorlamak ve bütün mide ve barsak rahatsızlıklarına karşı HASAN MEYVA .ÖZÜ Kullanınız Mide için her yemekten sonra 1-2 tatlı kaşığı yarım bardak su müshil için her sabah ve; ere yatarken aç karnına 1 yarım bardak su içinde köpürterek içmelidir. HASAN Mi meyvalardan ve meyvaların özlerinden yapılmış bir harika si Avrupa ve bilhassa İngiliz meyva tuzlarından dahs yüksek oldı yetle sabittir. Buna rağmen Avrupa meyva özle cuzdur. HAŞAN MEYVA ÖZÜ köpürür. inden beş misli gi yalnız bir türlü olup şekersizdir ve ROMATİZMA, LUMBAGO ARKA - BEL . piz KALÇA AĞRILARI ve SİYATIK'. kal Yalnız 2 ÇARE VARDI | . BURSA ve YALOVA KAPLICALARI Diz BİR TÜP kültürünün en cık vesikasıdır. 1897 de doğmu bulunduğuna inansbilmek için 997 tane şahit «dinlemek bile kâftleğildir. İnsan Sabiha Zekeriyayt bakınca ina- nır ki, gençliğe seslerin tecavi- zünden korunmak kudretini ka- zandıran en mües$ gıda “fikir” dir, Sabiha Zekeriyun fikraları, derin ve olgun bİr ültürün, ince bir hassasiyetle Süenmiş şekli. dir: Onun kalemindi çıkan satır- lar üzerinde dolaş gözler ek - MERHEMİ seriya, hem yaşarır, hem ac“ İçtimaiyatın edebiyatını «n ği ce bir meharetle yapmak tafij Sabiha Zekeriyanın elindeki je leme nasip olmustur. İlk bakışta Sabiha Zekeri ie soyadı arasında büyük bir £ zat var gibi görülür: Çünkü Sahil ha Zekeriyarın küçük ellerisiği sert sıfatı hiç te uygun görünmez! Fakat bazı tenkitlerine bakılınesi 6 ellerin sertliğine İnanmamaı mümkün olamaz!