TAN Gündelik Gazete ig AN'ın hedefi #iklede, he: olmak, olmıya çalışmaktır. BEDELİ Ecnebi 200 Kr, 1600 Kr, 3Ay 890 Kr, 1Ay mo Er, i posta İttihadına Gahil ok Jeketler için 30, 16, 9, 3,8 lira eli peşindir. Adres değiş- Haberde, temiz, dürüm, samimi gazetesi ABONE 1 Sene SAy GUNUN MESELELERİ Orta Avrupada atbuat Hürriyeti (Yazan: M. ZEKERİYA) Orta Avrupa ve Balkan memleket- lerini dolaşarak şehrimize gelen bir| #enebi muhabiri bize o memleketler-| deki matbuatın acıklı halini anlattı. İtalyada, Yunanistanda, Komanya- da, Bulgaristanda, Yuşoslavyada, A-| Vusturya ve Almanyada matbuatın dili yoktur. Bu memleketlerde mat- bunt hürriyeti unutulmuş gibidir. Mmisinde tahıdan evvel sansür usulü tatbik olunur. Bazılarında yalnız bü- kümetin verdiği tebliğ Halk, hâdiseleri yalnır tüyle görür. Hakikati öğrenip anla Masına imkân yoktur. Çünkü haki- katler tahrif edilmekte, hâdiselerin hakiki manzarası halka aksetmemek- tedir, Bu ecnebi muhabire yöre meselâ: Alman matbuatı eski İngiliz Hari- tiye Nazırı Edenin. İngilterede Al Manyaya karşı harp istiyen bir halk **bhesinin lideri olduğu için istifa et- tiğini yazmıştır. Yine Alman matbuatına göre, Çe koslavakyadaki Almanlar imha edi mektedir. ine Alman matbustına göre, Al Manya, Japonya ve İtalya, inhilâl bulmakta olan demokrasilerin dün- | yayı bolşevizmin eline vermesine mâ- olmak için birleşmişlerdir. yanın eme memleketi. Al yadır. Halkın yüzde doksanı bu- Künkü rejime taraftardır. Bize bu misalleri anlatan senebi | Muhabir, Türkiye matbuatının bu ka-| İ hayatlardan ve hakikatleri tahrif Mecburiyetinden âzâde bulunduğunu “ğrenince, Türk rejimi hakkındaki ikdirini söylemekten kendini alama- N neşrolünur hükümetin gö Türk rejimi, ne hakikati tahrif et- "iye, ne de matbuata gem vurme Ya Yüzüm ve ihtiyaç görmemiştir. V. #mokrasilerde turan sebeplerden biri de bu olmuş. tup. * Avusturyadan Kovulanlar Hakkında sen gün *yadan kovulan büyük ilim adam- dan bazılarma kupılarımızı aça > miyız? ba sütunda Avus- e bir sual sormuştum. iri bir ilim hizmetkâr:| sile bir okuyucudan mektup al Diyor kiz e ilim adârilârma kapılarımızı | Macaksak itina edelim ki, çalışmıya Kötekleri bu aziz topraklardaki i- görmelerinin kapıcısından tu- istan ve doçentine kadar Knl bu memleket çocukla- An seçsinler ve kendilerini yalnız Memleketin milli kültürüne vak: Naige kadar yüksek karakterli in- p“r olsunlar, ikaz, yapılan tecrübenin verdi- iç izi yanlış neticelerden doğmuş ol- Börek, Fakat biz, davet edilebi- İli Profesör ve ilim adamlarının Yeye bir radyoloji enstitüsü ka- | Ayy. iran Dessaur veya dünyanın bey İçpvilel filozoflarından biri sayılan My Haeh ayarında beynelmilel şöh- du, * olmasını istemiştik. Bu derece a seliniş insanların karakterlerin. İN Tüphe etmiye ise hakkımız olma- tektir, kilde ki, ben yalmız bir mlitalen 0- yek ortaya böyle bir fikir atmak My İm, Yoksa hir iddia olarak deği Uy > hükümet böyle bir fikrin tat NÜ biliyetini görürse, yapılan tee- e, “den, alınan derslerden istila- mekte kusur etmez. t Kurtarılmaları lâzımdır. | Türkiyenin itibarını | O nümde arapça, farsça ve türkçe birkaç düzüne tarih kitabı var. Tarih bir ilim halinde tedvin edilmeden evvel bir tarihçi- nin yirminci asır gazetecisinden farkh olma h tarihçi hiç bir sell ve mevzu göze düklerini ve duyduklarını tahlil ve süzgeçinden geçitmeksizin ı gibi yazardı. Bu bakı eski tarih kitaplarının sa yetelerin müteferrik haber sütün- larına çok benzerdi. Elime İbni Kıt #nin Kitab-ül-Fari'sini alı Bir sayfa açtım. Tarihçi, darda bulunması lâzimgelen vasıf- ları sayarken onun bir kumandan- da bulunması lâzımgelen evsafı ha- iz olmasını ileri sürüyor ve Türk kumandanlarını da örnek olarak gösteriyor, diyor ki “Bazı Türk hakimleri askeri ku- mandanlarda on hayvan hasleti bu- lunması lâzım geldiğini söylüyor- lar: Arslan cüreti, domuz hamlesi, til ki sürat ve hilesi, köpek sabrı - ya- ralara tahammül için -, kurt kapı cılığı, turna gözcülüğü, boros se- hası, tavuk şefkati, karga çekin- genliği, To'ri dayanıklığı, To'ri Ho- rasanda bulunan, meşakkate, uzun yolculuğa çok mütehammil bir hay vandır. (1)” B ir başka yaprak çeviriyo- rum, Şu tercüme ettiğim sa- tırları okuyoruz : “Bilgi hükümdarın süsüdür. Bu halean Saha mirela ların tarih ve eskilerin hal tercü- melerini öğrenmelerini istemezler» di, Bu gibi kitapların hükümdar- lara; vezirlerin istemediklerini öğ- retmiş olacağından korkarlardı. Bir gün halife FLMüktefi Billah vezirinden eğlenmek ve vakit ge- çirmek için bir kitap istemişti. Ve» zir; naibine halifeye sunmak için böyle bir kitap bulmasını emretti, Naip vezire bir tarih kit ti. Bu kitapta esk n vezirlere ve vezirlerin hüküm darlara karşı olan durumlarını ve ifelerİni, hükümdar hazinesinin nasıl zenginleştirileceğini gösteren birçok şeyler vardı. Vezir kitaba Baibe çıkıştı: ahi dedi, sen benim &- mansız bir düşmanımmışsın da ben bilmiyormuşum. Ben Halifeyi eğ- lendirecek ve benim ve başkaları- nın işlerile uğraşmasına mâni Ola- cak bir kitap istedim. Halbuki bu kitapta vezirlerin hükümdarlara karşı olan vazifelerini tayin eden, yurdun nasıl imar edileceğini, ra: iyyenin nasıl refaha ereceğini, bir yurdun ne gibi şartlar altında çö- | keceğini ve batacağını gösteren ma lümat vardır. Naip halifeyi şehvete ve şaraba teşvik eden şiirlerle ve oyalayıcı masallarla dolu beşka bir kitap ge- tirdi. Hükümdara onu sundular oy Makbâl Fi Halil Huyul adlı yazma bir kita- bi açıyorum. Müellif Türklerin iyi bir atta aradıkları vasıfları sayıyor ve Türklere göre mükemmel bir at ta; evvelinde (Y) harfi olan 27 vi mi bulunmalı ve atın üç yeri gü- zel kadına, üç yeri deveye, üç ye- ri gergedana ve üç yeri de katıra benzemelidir. diyor. Evvelinde (Y) bulunan yirmi ye di vasıf şunlardır yüksek, yoğün bilekli, yumuşak tüylü, yastık karınlı, yumru tırnak lı, yancıklı, yağız, yufka derili, yay boyunlu, yürekli, yatağı geniş, yi- yen, yelesi İnce ve uzun, yedilgen, yoş, yatgın, yedi yaşlı, yü- zü güzel, yapılı, yırtmaçlı, yicancı, yırtılmış, İyi bir at güzellikte, saçı ince ve yüze uzun olmakta, yancıkları, kalçala- rı geniş olmakta kirpikleri uzun, kıç ve dik olmakta deveye, kısa ve yoğun, kar kuyruk yatağı gedana, kulakları yruğu kamçı gibi, tırnağı sert olmaktı tıra benzemelidir M” (lif Arap, Türkmen ve & lay S5: larının evsafım tayin ederken de “Arap kadına, boynu, izur ika ı söylüyor a âlâsı oldur ki başı kuru ola, kalem kulaklı oli burun delikleri büyü uzun ola 1 boyunlu olup yavuz bakışlı ola, yürüdükte iki adımının arası altı zürra ola, ve soyu iki taraftan malüm ve mazbut kmen kavlince atın âlâsı ol- dur ki: Anda evveli “Y” li yedi nesne mevcut ola; Yassı ola, yan- cikli ola, yalı ola, yiyegen ola, yedeğen ola, yelezen ola, yaşağan olup çöl her yanına dege. Bazı hay yal kavlince atın âlâsı-çekiç başlı a, depedenden kulaklı ola, kalkan göğüslü, dibek karınlı ola, dal sağ- rıhı ola gözlü ola, öküz lekli ola, katır tırnaklı ola, ardı, ö- nü, ortası çok satanı açık ola. Şehirlerde ve alay olan mahal lerde kibara yarar atın âlâsı oldur elma bi- YOLMAN Çoğumuz olduğumuzdan fazla gö - rünmek hevesindeyiz. Bu bize zevk İverir, fakat muvaffakıyetsizliğimizin ve bedbaht olmamızın en büyük se - beplerinden biri de budur. Pireyi deve yapmak temayülü bir- çoklarımızı yalana, hayal sukutuna, fenalığa sürükler. Başkalarını kus - kanmak fiil haline gelmedikçe nah değildir. Fakat başkalarını kıs- kanıp ta kendimizi de dev aynasında görmiye veya göstermiye başlarsak İ bu iddin bizi öldürebilir, Çünkü bu boş iddia ruhumuzda kıskançlık to - humlarının nemi eder. Olduğumuz gibi görünmemek ha- yatımızı zehirler, dostluklarımızı bo- zar, insanlığımızı unutturur. anmasına yardım itmak ihtiyacından doğar, Bu se- le zengin, fakir herkes olduğun - dan başka türlü görünmiye çalışır. Hepimiz içinde yaşadığımız, rahat ve mesut muhiti terkederek bilmediği- imiz, tanımadığımız. fakat üzendiği - KMUVAFFAK Xx, Olduğu Gibi Görünmiyen Adam mö-| Bu züppelik insanım kendi hak -| kında etrafında takdirkâr bir bava| IN SIRRI* miz muhitin insanı olmak isteriz. O vakit bu yabancı şahsiyet derhal si- İrıtir, gülünç vaziyete düşeriz. Kendinizi bir tetkik edi: tini Kıyafe haricin gördüğü yaşayışınızla benliğiniz arasında nekadar büyük fark göreceksiniz. Belki siz değil, ekserimiz böyleyiz. Hele bu olduğundan başka türlü gö- rünmek ihtiyacı kadınlarda daha faz- ladır. Cebinde beş kuruşu, evinde yi- yeceği olmıyan bir kadını en zengin kadınlar gibi görünmek hevesinden İ alıkoymak mümkün değildi Hakiki benlik ile, dışarıya gösteri- len benlik arasındaki bu fark, sahte elmasla taklidi arasındaki farka ben- zer. Elmasın sahteliği meydana çıkın» ca nasıl kıymeti kalmazsa, sahte insa- nın da tesiri çabuk zail olur. Olduğunuz gibi görününüz. Benliği | mizi bu sahtekârlikten kurtararak| hayatı olduğu gibi görmek sandet ve muvaffakıyetimize mâni.olan en bü- yük engeli ortadan kaldırmak demek tir. Psikoloğ ki öküz başlı, hazan enseli, çatal sağrılı, yere yakın yassı, sürçmez, kakmaz, üstü çok, göğsü çok, eşki- ni çok, cebe yorgalı, siniri tamam, kemikli ola.” İne İbni Kifti'den alıyorum: “Halife Yezid bin Mus- viye çılgın bir at meraklısı idi. Kö- peklerine altından dokunmuş çul- lar giydirir ve zümrütle süslü tas- malar takardı. Her köpeğin hizme ı sis etmişti, Umur ullah ibnf Ziyad Kü- » haksız olarak 400 bin dinar almıştı. Bu adam va- liyi şikâyet etmek için Şamın yo- lunu tuttu, Şama girerken Halife- nin avlanmak için payitahttan çık tığını öğrendi. İçeriye girmedi. Şeh rin önünde çadırını kurdu, yol yor gunluğunu çıkarıyordu. Sıcak bir gündü. Çadırına boynunda mücev- heratla süslü sltın tasma, sırtında altınla dokunmuş çul bulunan bir köpek girdi. Köpek yorgunluktan ve susuzluktan bitkin bir hale gel- miş. Küfeli bunun hükümdara âit ol duğunu ve çölde yolunu şaşırarak buraya düştüğünü tahmin etti. Hayvana su verdi. Biraz sonra atı kendisinden, kendisi attan daha güzel ve yakışıklı bir gencin çadı- rına doğru geldiğini gördü. Süva- rinin elbisesinden bunun hüküm- dar Yezit olduğunu tahminde ge- kmedi. Süvari Küfeliye selim verdi ve köpeğini sordu. Küleli Ha İifenin üzengisine koşarak: — Evet hükümdarım dedi. Kö- pek burada, çadırın içindedir. Su içti, şimdi dinleniyor... Yezit attan indi, çadırın içindeki köpeğe baktı. Kendi köpeği idi. İ- pinden tuttu. Çekerken Küfeli der dini anlattı. Yezit hokka kalem ge tirtti, Ziyad oğluna bir mektup yazdı ve: — Bu adamın paralarını derhal İ geri ver, dedi. Küfeli Şam girme- den Küfeye döndü ve sarı altınla- rina kavuştu. (3) Kitab - Gi - Fari, Sayfa; 51 Ayni kitap, Sayfa: 5 Avni a () e Bizde Doktorluk N İlerliyor mu? Yazan: SABİHA ZEKERİYA Tıbbiyeliler bayramı münasebetil yazdığım yazıya karşılık, bir doktor tarafından gönderildiği anlaşılan im- zasız hir mektup aldım. Hasbihal şek linde yazılan bu mektubu şöylece hüi- İâsa edebilirim: “Tıbbiye mektebi w- zunca hayatında pek çok doktorlar yetiştirdi. Fakat bunlar arasından tıp âlemine yeni keşifler ilâve eden var mı? Tıbbiye bir asırlık hayatında Türk doktorlarını yabancı lisana müf tehir olmaksızın, malümatlarını unut mıyacak kadar olsun bir tababet kü- tüphanesi vücuda getirdi mi? Bir #- sır evvel garp tababeti, Türk tabube- #inden pek ilerde değildi. Fakat ora- larda metotla çalışmak. ilme, fenne yarıyacak keşiflerde bulunmak ihti yacı uyanmıştı. O zaman Türkiye çok doktorlarını garbe gönderdi, bir asır zarfında ne getirdiler? O bir m- sır zarfında garp, Pastörler, Kochlar, daha neler yetiştirdi. Yine o bir asır zarfında, oralarda teşhis tedavi fenni sahasında harikalar vücuda ge- örildi. İlim âşıkları insaniyeti tehdit eden dertlere çare bulmak, Afrikada ve İçeçe sineğinin tabribatını, Brezilya- da sarı hümmayı, Hindistanda, Hindi Çini de kolera, veba, yılan zehirlerini mağlüp etmek için gittiler. Tehlikeler geçirdiler, içlerinden birçoğu öldü, ve nihayet buldular. Bizde malaryalı mıntakalara gön- derilecek doktor bulmakta güçlük çe- kiyorlar, Eskiden bizde tababetin ol- sun, diğer fenlerin olsun inhitatına se bep olarak istibdat hükümetlerini gös terirlerdi. Şimdi hükümet çırpınıp duruyor. irfan adamı yetiştireceğim diyor, şimdi vazife gençlere düştü. İşin asıl acı tarafı burada. Yeni mo- miyetlerin, fenne icat esası « im bulunduğu, ve ilim tradis- yonundan, başka bir şeyin hâkim bü- Tunmuyacağı bir tıp lâzım... Uzun mektubun hülâsası budur. Ye üştrdiği adalar, beynelmilel tıp â- midir? Hayır, Fakat bu noksanı tıb- biye mektebinde aramak doğru de - ğildir. Bir cemiyette içtimai terakki, o cemiyetin bünyesile ahenkli bir şe- kilde yürür, İktsadi sahada, ilim, medeniyet, kültür sahasında geri ka- lan bir memlekette tek bir ilim şube- İsi ileri bir tekâmül göstermez. Tür- kiye, yalnız İstibdat idareleri yüzün- den değil, birçok istilâ harplerinden sonra zayif düşmesi, garbin yarim bir müstemlekesi haline gelmesi yü- zünden, geri kalmış bir memlekettir. Hiçbir müstemleke ve yarım müstem leke, garp âlemile yarış edecek yük- sek bir kültür ve medeniyet seviyesi- ne varmamıştır. Ne tıp sahasındı ilim, ne sanat sahasında dahi yetiş memişsek, bunun sebebini, bir kül o- larak içtimai terakki ve tekâmülde geri kalmamızda aramak lâzım. Tıbbiyenin zengin bir kütüphanesi var mıdır? Bilmiyorum. İyi bir kütüp hunesi yoksa şüphesiz bu bir noksan- dır. Fakat tıbbiyenin zengin bir kü- tüphanesi olsa dahi, hiçbir doktor, beynelmilel âlemdeki yeni keşifleri, yeni cereyanları takip için ecnebi bir lisana iftikar göstermekten uzak ka- lamaz. Bence asıl mesele doktorlar 0- kuyorlar mı? Sunal budur. Okuyan, dünyayı takip eden bir doktor, bu ih- tiyacını ecnebi reşriyatı takibile de tatmin edebilir, Tıbbiye mektebi, dok torları ecnebi lixanına muhtaç etmiye cek bir kütüphaneye değil, bütün ee- nebi lisanlardaki neşriyata sahip bir kütüphaneye malik olmalıdır, dersek daha doğru olur. Bir doktorun lisan bilmemesini. bir mazeret olarak ka bul edemeyiz. Gençler, Afrikaya tetkikat ve & harriyat için bugün gidecek değiller» dir.'Tıp bizde daha taharriyat devresi ne gelmemiştir. Anadoluya sıtma mü- ne İ in l <adelesine gitmediklerini zannetmi- İ yorum. Eğer bu iddia doğru ise, tıbbiye me zunlarını mecburi bir hizmete tâbi tutarak göndermek elbetteki doğrü olur. Yukarda da söyledi gibi, eğer bizde doktorluk ilerlemiyor, tetkik ve taharriyat sahasına girmiyor. bü- yük adamlar yetiştiremiyorsa da. m İseleyi dar bir tıbbiye mektebi saha sında değil, içtimai terakki ve tekâ mül sahasında mütalea etmek lâzım, (Lâtfen sayfam ceviriniz)