22 Mart 1938 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— 22 -3 - 938 —— TAN Gündelik Gazete — FAN'ın hedefi!: Haberde, fikirde, her- eyde temiz, dürüet, samimi! olmak, tarlin — gazetesi — olmiya çalışmaktır. ABONE BEDELİ Türkiye Ecnebi M00 Kr, 1 Sene 2800 Kr, 750 .Kr, 6 Ay 1500 Kr, 400 Kr, 8 Ay 800 Kr, 150 Kr, 1 AY 800 Kr, Milletlerarası posta ittihadına dahil ol- Mıyan memleketler için 30, 16, 9, 83,5 lira tir. Abone bedeli peşindir: Adres değiş- firmek 25 kuruştur. Cevap için mektup — lara 10 kuruşluk pul ilâvesi lâ .! GÜNÜN MESELELERİ İ Drta Avrupada Matbuat Hürriyeti (Yazan: M. ZEKERİYA) Orta Avrüpa ve Balkan memleket- lerini dolaşarak şehrimize gelen bir tenebi muhabiri bize o memleketler- deki matbuatın acıklı halini anlattı. İtalyada, Yunanistanda, Romanya- da, Bulgaristanda, Yugoslavyada, A- Vusturya ve Almanyada matbuatın dili yoktur. Bu memleketlerde mat- buat hürriyeti unatulmuş gibidir. Ki- Misinde tabıdan evvel sansür usulü tatbik olunur. Bazılarında yalnız hü- kümetin verdiği tebliğler neşrolunur. Halk, hâdiseleri yalnız hükümetin gö tüyle görür. Hakikati öğrenip anla- Masına imkân yoktur. Çünkü haki- katler tahrif edilmekte, hâdiselerin hakiki manzarası halka aksetmemek- fedir. Bu ecnebi muhabire göre meselâ: Alman matbuatı eski İngiliz Hari- tiye Nazırı Edenin . İngilterede Al- Manyaya karşı harp istiyen bir halk tephesinin lideri olduğu için istifa et- tiğini yazmıştır. Yine Alman matbuatına göre, Çe- ıÖllı'ıvıkyıı'laki Almanlar imha edil- Mektedir. Kurtarılmaları lâzımdır. Yine Alman matbuatına göre, Al- Manya, Japonya ve İtalya, inhilâl bulmakta olan demokrasilerin dün- ayı bolşevizmin eline vermesine mâ- olmak için birleşmişlerdir. yanın> . demokrat memleketi Al- " yadır. Halkın yüzde doksanı bu- | Sünkü rejime taraftardır. Bize bu İleri Muhabir, Türkiye matbuatının bu ka- hayatlardan ve hakikatleri tahrif _.'Ğtburiyetinden âzâde bulunduğunu enince, Türk rejimi hakkındaki kdirini söylemekten kendini alama- Bi Türk rejimi, ne hakikati tahrif et- ” 'Ve, ne de matbuata gem vurmı- & lüzüum ve ihtiyaç görmemiştir. Ve Mokrasilerde Türkiyenin itibarını t“:l'an sebeplerden biri de bu olmuş- Jat bi * | AWs'l'ıırycıdıııı ı(tivıılcınlcır qukında !.:îeçen gün bu sütunda Ayvus- kı:d“ kovulan büyük ilim adam- az dan bazılarına kapılarımızı aça- Mıyız? diye bir sual sormuştum. Ğ:iverıiteden bir ilim hizmetkârı "*lı ile bir okuyucudan mektup al- Te Diyor ki: 'a ilim adamlarına kapılarımızı f _ı.“ ak itina edelim ki, çalışmıya k kleri bu aziz topraklardaki i- Müesseselerinin kapıcısından tu- | da asistan ve doçentine kadar N::lınnı bu memleket çocukla- seçsinler ve kendilerini yalnız Memleketin milli kültürüne vak- N.:k kadar yüksek karakterli in- “ıı olsunlar.,, hhıu:ız, yapılan tecrübenin verdi- 1 yanlış neticelerden doğmuş ol- Serektir, Fakat biz, davet edilebi- Profesör ve ilim adaml Ö nümde arapça, farsça ve türkçe birkaç düzüne tarih kitabı var, Tarih bir ilim halinde tedvin edilmeden evvel bir tarihçi- nin yirminci asır gazetecisinden farklı olmadığını söylemiştim. Eski tarihçi hiç bir münasebet, sıra, te- selsil ve mevzu gözetmiyerek gör- düklerini ve duyduklarını tahlil ve tenkit süzgeçinden geçitmeksizin olduğu gibi yazardı. Bu bakımdan eski tarih kitaplarının sayfaları ga- zetelerin müteferrik haber sütun- larına çok benzerdi. Elime İbni Kıf ti'nin Kitab-ül-Fari'sini alıyorum. Bir sayfa açtım. Tarihçi, hüküm- darda bulunması lâzımgelen vasıf- ları sayarken onun bir kumandan- da bulunması lâzımgelen evsafı ha- iz olmasını ileri sürüyor ve Türk kumandanlarını da örnek olarak gösteriyor, diyor ki: “Bazı Türk hakimleri askeri ku- mandanlarda on hayvan hasleti bu- lunması lâzım geldiğini söylüyor- lar: Arslan cüreti. domuz hamlesi, til ki sürat ve hilesi, köpek sabrı - ya- ralara tahammül için -, kurt kapı- cılığı, turna gözcülüğü, horos se- hası, tavuk şefkati, karga çekin- genliği, To'ri dayanıklığı. To'ri Ho- rasanda bulunan, meşakkate, uzun yolculuğa çok mütehammil bir hay vandır. (1)” B ir başka yaprak çeviriyo- rüm, Şu tercüme ettiğim sa- tırları okuyoruz : “Bilgi hükümdarın süsüdür. Bu şite ana holtan Ashı ivada rant- ların tarih ve eskilerin hal tercü- melerini öğrenmelerini istemezler- di. Bu gibi kitapların hükümdar- lara; vezirlerin istemediklerini öğ- retmiş olacağından korkarlardı. Bir gün halife El-Müktefi Billah vezirinden eğlenmek ve vakit ge- çirmek için bir kitap istemişti. Ve- zir; naibine halifeye sunmak için böyle bir kitap bulmasını emretti. Naip vezire bir tarih kitabı getir- mişti. Bu kitapta eski hükümdar- ların vezirlere ve vezirlerin hüküm darlara karşı olan durumlarını ve vazifelerini, hükümdar hazinesinin nasıl zenginleştirileceğini gösteren birçok şeyler vardı. Vezir kitaba göz atınca naibe çıkıştı: — Vallahi dedi, sen benim â- bir düşmanı şsın da ben bilmiyormuşum. Ben Halifeyi eğ- lendirecek ve benim ve başkaları- nın işlerile uğraşmasına mâni ola- cak bir kitap istedim. Halbuki bu kitapta vezirlerin hükümdarlara karşı olan vazifelerini tayin eden, yurdun nasıl imar edileceğini, ra- iyyenin nasıl refaha ereceğini, bir yurdun ne gibi şartlar altında çö- keceğini ve batacağını gösteren ma lümat vardır. Naip halifeyi şehvete ve şaraba teşvik eden şiirlerle ve oyalayıcı masallarla dolu başka bir kitap ge- tirdi. Hükümdara onu sundular (2)r K itab-ün-Makbül Fi Hal-il- Huyul adlı yazma bir kita- bı açıyorum. Müellif Türklerin iyi bir atta aradıkları vasıfları sayıyor ve Türklere göre mükemmel bir at ta; evvelinde (Y) harfi olan 27 va- q"ye bir radyoloji enstitüsü ka- ran Dessaur veya dünyanın bey Kh:el filozoflarından biri sayılan dttal sıf bul li ve atın üç yeri gü- zel kadına, üç yeri deveye, üç ye- ri gergedana ve üç yeri de katıra benzemelidir. diyor. Evvelinde (Y) bulunan yirmi ye di vasıf şunlardır: Yörügen, yükrük, yiyegen, yassı, yüksek, yoğün bilekli, y şak TARİHTEN SAY uzun olmakta, yancıkları, kalçala- rı geniş olmakta kadına, boynu, kirpikleri uzun, kıç sinirleri yoğun ve dik olmakta deveye, bilekleri kısa ve yoğun, karnının altı yassı, kuyruk yatağı geniş olmakta ger- gedana, kulakları uzun, kuyruğu kamçı gibi, tırnağı sert olmakta ka tıra benzemelidir. Müellif Arap, Türkmen ve a- lay atlarının evsafını tayin ederken de aynen şunları söylüyor: “Arap kavlince atın âlâsı oldur ki başı kuru ola, kalem kulaklı ola, burun delikleri büyük ola, boynu uzun ola, yani dal boyunlu ola, kar nı ziyade geniş ola, ceylân gözlü Eski Gazeteler olup yavuz bakışlı ola, yürüdükte iki adımının arası altı zürra ola, ve soyu iki taraftan malüm ve mazbut ola. Türkmen kavlince atın âlâsı ol- dur ki;: Anda evveli “Y” li yedi nesne mevcut ola: Yassı ola, yan- cıklı ola, yalılı ola, yiyegen ola, yedeğen ola, yelegen ola, yaşağan olup çöl her yanına dege. Bazı hay yal kavlince atın âlâsıçekiç başlı ola, depedenden kulaklı ola, kalkan göğüslü, dibek karınlı ola, dal sağ- rılı ola, elma gözlü ola, öküz bi- lekli ola, katır tırnaklı ola, ardı, ö- nü, ortası çok satanı açık ola. Şehirlerde ve alay olan mahal- lerde kibara yarar atın âlâsı oldur XMUVAFFAK Wkx, YOLMA LMANIN SIRRI: — —— Olduğu Gibi Görünmiyen Adam Çoğumuz olduğumuzdan fazla gö - rünmek hevesindeyiz. Bu bize zevk verir, fakat muvaffakıyetsizliğimizin ve bedbaht olmamızın en büyük se - beplerinden biri de budur. Pireyi deve yapmak temayülü bir- çoklarımızı yalana, hayal sukutuna, fenalığa sürükler. Başkalarını kıs - kanmak fiil haline gelmedikçe gü- nah değildir. Fakat başkalarını kıs- miz muhitin insanı olmak isteriz. O vakit bu yabancı şahsiyet derhal sı- rıtır, gülünç vaziyete düşeriz. Kendinizi bir tetkik ediniz. Kıyafe tinizle, haricin gördüğü yaşayışınızla hakiki benliğiniz arasında nekadar büyük fark göreceksiniz. Belki siz değil, ekserimiz böyleyiz. Hele bu olduğundan başka türlü gö- rü k ihtiyacı kadınlarda daha faz- kanıp ta kendimizi de dev ay d görmiye veya göstermiye başlarsak, bu iddia bizi öldürebilir. Çünkü bu boş iddia ruhumuzda kıskançlık to - ladır. Cebinde beş kuruşu, evinde yi- yeceği olmıyan bir kadını en zengin kadınlar gibi görünmek hevesinden alıkoymak mümkün değildir. daki farka ben- yardım| Hakiki benlik ile, dışarıya gösteri- eder. len benlik arasındaki bu fark, sahte Olduğ gibi görü k ha-|el la taklidi yatımızı zehirler, dostluklarımızı bo- | zer. Elmasın sahteliği meydana çıkın- zar, İ hğ unutturur. tüylü, yastık karınlı, yumru tırnak VA ı.“ ach ayarında beynelmilel şöh- * ol istemiştik. Bu d h İmiş insanların karakterlerin- 4 , üphe etmiye ise hakkımız olma- tir. kı“ ki, ben yalnız bir o- Ortaya böyle bir fikir atmak bhç ” Yoksa bir iddia olarak değil, h Siz hükümet böyle bir fikrin tat .“'İe iliyetini görürse, yapılan tec- en, alınan derslerden istifa- te kusur etmez. h, yancıklı, yağız, yufka derili, yay boyunlu, yürekli, yatağı geniş, yi- yen, yelesi ince ve uzun, yedilgen, yoş. yatgın, yüzgeç, yedi yaşlı, yü- zü güzel, yapılı, yırtmaçlı, yicancı, yırtılmış. Bu züppelik insanın kendi hak - kında etrafında takdirkâr bir hava yaratmak ihtiyacından doğar. Bu se- beple zengin, fakir herkes olduğun - dan başka türlü görünmiye çalışır. Hepimiz içinde yaşad rahat ve İyi bir at güzellikte, saçı ince ve mesut muhiti terkederek bilmediği- miz, tanımadığımız, fakat üzendiği - ca nasıl kıymeti kalmazsa, sahte insa- nın da tesiri çabuk zail olur. Olduğunuz gibi görününüz. Benliği mizi bu sahtekârlıktan kurtararak hayatı olduğu gibi görmek saadet ve muvaffakıyetimize mâni,olan en bü- yük engeli ortadan kaldırmak demek tir. Psikoloğ ki öküz başlı, hazan enseli, çatal sağrılı, yere yakın yassı, sürçmez, kakmaz, üstü çok, göğsü çok, eşki- ni çok, cebe yorgalı, siniri tamam, kemikli ola.” ine İbni Kıfti'den alıyorum: “Halife Yezid bin Mua- viye çılgın bir at meraklısı idi. Kö- peklerine altından dokunmuş çul- lar giydirir ve zümrütle süslü tas- malar takardı. Her köpeğin hizme tine bir adam tahsis etmişti. Umu- mi vali Übeydullah ibni Ziyad Kü- fede bir tüccardan bhaksız olarak 400 bin dinar almıştı. Bu adam va- liyi şikâyet etmek için Şamın yo- lunu tuttu. Şama girerken Halife- nin avlanmak için payitahttan çık tığını öğrendi. İçeriye girmedi. Şeh rin önünde çadırını kurdu, yol yor gunluğunu çıkarıyordu. Sıcak bir gündü, Çadırına boynunda mücev- heratla süslü altın tasma, sırtında altınla dokunmuş çul bulunan bir köpek girdi. Köpek yorgunluktan ve susuzluktan bitkin bir hale gel- miş. Küfeli bunun hükümdara ait ol duğunu ve çölde yolunu şaşırarak buraya düştüğünü tahmin etti. Hayvana su verdi. Biraz sonra atı kendisinden, kendisi attan daha güzel ve yakışıklı bir gencin çadı- rına doğru geldiğini gördü. Süva- rinin elbisesinden bunun hüküm- dar Yezit olduğunu tahminde ge- cikmedi. Süvari Küfeliye selâm verdi ve köpeğini sordu. Küfeli Ha lifenin üzengisine koşarak: — Evet hükümdarım dedi. Kö- pek burada, çadırın içindedir. Su içti, şimdi dinleniyor... Yezit attan indi, çadırın içindeki köpeğe baktı. Kendi köpeği idi. İ- pinden tuttu. Çekerken Küfeli der dini anlattı. Yezit hokka kalem ge tirtti. Ziyad oğluna bir mektup yazdı ve: — Büu adamın paralarını derhal geri ver, dedi. Küfeli Şama girme- den Küfeye döndü ve sarı altınla- rına kavuştu. (3)” (1) Kitab - ül - Fari, Sayfa: 51 (2) Ayni kitap. Sayfa: 5 (81 Avni kitan. Savfa: dü Bizde Dokiorlulî— aSi İlerliyor mu? Yazan: SABİHA ZEKERİYA Tıbbiyeliler bayramı münasebetile yazdığım yazıya karşılık, bir doktor tarafından gönderildiği anlaşılan im- zasız bir mektup aldım. Hasbihal şek linde yazılan bu mektubu şöylece hü- lâsa edebilirim: “Tıbbiye mektebi u- zunca hayatında pek çok doktorlar yetiştirdi. Fakat bunlar arasından tıp âlemine yeni keşifler ilâve eden var mı? Tıbbiye bir asırlık hayatında Türk doktorlarını yabancı lisana müf tehir olmaksızın, malümatlarını unut mıyacak kadar olsun bir tababet kü- tüphanesi vücuda getirdi mi? Bir a- sır evvel garp tababeti, Türk tababe- tinden pek ilerde değildi. Fakat ora- larda metotla çalışmak, ilme, fenne yarıyacak keşiflerde bulunmak ihti- yacı uyanmıştı. O zaman Türkiye bir çok doktorlarını garbe gönderdi, bir asır zarfında ne getirdiler? O bir a- sır zarfında garp. Pastörler, Kochlar, daha neler yetiştirdi. Yine o bir asır zarfında, oralarda teşhis ve tedavi fenni sahasında harikalar vücuda ge- tirildi. İlim âşıkları insaniyeti tehdit eden dertlere çare bulmak, Afrikada çeçe sineğinin tahribatını, Brezilya- da sarı hümmayı, Hindistanda, Hindi Çini de kolera, veba, yılan zehirlerini mağlüp etmek için gittiler. 'Tehlikeler geçirdiler, içlerinden birçoğu öldü, ve nihayet buldular. Bizde malaryalı mıntakalara gön- derilecek doktor bulmakta güçlük çe- kiyorlar. Eskiden bizde tababetin ol- sun, diğer fenlerin olsun inhitatına se bep olarak istibdat hükümetlerini gös terirlerdi. Şimdi hükümet çırpınıp duruyor, irfan adamı yetiştireceğim diyor, şimdi vazife gençlere düştü. İşin asıl acı tarafı burada. Yeni mo- dern zihniyetlerin, fenne icat esası « nın hâkim bulunduğu, ve ilim tradis- yonundan başka bir şeyin hâkim bu- lunmıyacafa bir tıp lâzım... 6 Uzun mektubun hülâsası budur. Ye tiştirdiği adamlar, beynelmilel tap â- İ Hsiz g ge. gğ K A ai KD midir? Hayır., Fakat bu Bohımîıîı— biye mektebinde aramak doğru de - ğildir. Bir cemiyette içtimat terakki, o cemiyetin bünyesile ahenkli bir şe- kilde yürür. İktısadi sahada, ilim, medeniyet, kültür sahasında geri ka- lan bir memlekette tek bir ilim şube- si ileri bir tekâmül göstermez. Tür- kiye, yalnız istibdat idareleri yüzün- den değil, birçok istilâ harplerinden sonra zayif düşmesi, garbin yarım bir mü lekesi haline gelmesi yü- ünden, geri kalmış bir lekettir. Hiçbir müstemleke ve yarım müst! leke, garp âlemile yarış edecek yük- sek bir kültür ve medeniyet seviyesi- ne v ştır. Ne tıp sah da, ne ilim, ne sanat sahasında dahi yetiştir- işsek, b bebini, bir kül o- larak içtimat terakki ve tekâmülde geri kalmamızda aramak lâzım. Tıbbiyenin zengin bir kütüphanesi var mıdır? Bilmiyorum. İyi bir kütüp h i yoksa şüphesiz bu bir nok dır. Fakat tıbbiyenin zengin bir kü- tüphanesi olsa dahi, hiçbir doktor, beynelmilel âlemdeki yeni keşifleri, yeni cereyanları takip için ecnebi bir lisana iftikar göstermekten uzak ka- lamaz. Bence asıl mesele doktorlar o- kuyorlar mı? Sual budur. Okuyan, dünyayı takip eden bir doktor, bu ih- tiyacını ecnebi neşriyatı takibile de tatmin edebilir. Tıbbiye mektebi, dok torları ecnebi lisanına muhtaç etmiye cek bir kütüphaneye değil, bütün ec- nebi lisanlardaki neşriyata sahip bir kütüphaneye malik olmalıdır, dersek daha doğru olur. Bir doktorun lisan bilmemesini, bir mazeret olarak ka - bul edemeyiz. Gençler, Afrikaya tetkikat ve ta- harriyat için bugün gidecek değiller- dir, Tıp bizde daha taharriyat devresi ne gelmemiştir. Anadoluya sıtma mü- cadelesine gitmediklerini zannetmi- yorum, Eğer bu iddia doğru ise, tıbbiye me l buri bir hizmete tâhi tutarak göndermek elbetteki doğrü olur. Yukarda da söylediğim gibi, eğer bizde doktorluk ilerlemiyor, tetkik ve taharriyat sahasına girmiyor. bü- yük adamlar yetiştiremiyorsa da, me seleyi dar bir tıbbiye mektebi saha- sında değil, içtimai terakki ve tekâ- mül sahasında mütalea etmek lâzım, (Lütfen sayfayı ceviriniz)

Bu sayıdan diğer sayfalar: