25 Kasım 1937 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

25 Kasım 1937 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

sama 25.10.937 IAN Gündelik Gazete Wp BAŞMUHARRIRI Ahmet Emin YALMAN TAN'ın hedefi: Haberde, fi- kirde, her şeyde temiz, dü- rüst, samimi olmak, kariin gazetesi olmıya çalışmaktır. amm j GUNUN MESELELERİ Bir Yeni Demokrasi Bulgaristan 1984 denberi politik bir kriz geçirmektedir. O günlerde dağıtılan parlâmentonun yerine bu- gine kadar hiçbir şey konmamış, fa- kat otoriter rejim taslağından bekle- Den milli ahenk bir türlü teessüs ede- mediği ve görüş ihtilâfları için için devam ettiği için, millet ve devlet ya- pılarının tabii ve sağlam durmalarını temin edecek en iyi çarenin gene “de- mokrasi,, olacağı anlaşılmıştır. Öyle ki, Bulgaristan, yeni bir ka nunla yeni seçimlerine ve yeni par lâmento hayatıma hazırlanıyor. Bizce, yeni seçim kamınunun bü yük bir hususiyeti yoktur. Yalnız mebus olacak adamm hiç olmazsa “rüşdiye,, tahsili görmüş olması li Zım geldiğine dair bir kayıt vardır ki, buna da Mir gazetesi şu tarzda itiraz «diyor: “Bir parlâmentodu yüksek tahsil görmüş âzanm çokluğu o mem leket seviyesini gösterirse de, hiç tah sil görmemiş ve fakat hayatın türlü safhalarında yetişmiş nice kimseler vardır ki, bunlar, birçok yüksek tah- sililerden daha dürüst, daha faydalı ve hattâ daha bilgilidir.,, Gerçekten, büyük demokrasilerin hiçbirisinde, mebus için herhangi bir tahsil kay- dı yoktur. Mebus demek zaten, malü- matı ve politik tecrübesi ile kendini seçen binlerce insana emniyet, itimat e hürmet telkin eden adam demek- tir. Bir rüşdiye şehadetnamesinin yahut herhangi bir diplomanın daha büyük bir kıymet vesikası teşkil ede- ceğine hikmetmek, hatasma, belli- başlı demokrasilerin hiçbirisi şimdi- ye kadar düşmemiştir. Diüğai Seçili hasılı susiyeti de, seçecek kadınlarm “izdi- vaç,, İmtihanmdan geçmiş bulunma. larmı, yani ya evli ya dul yahut bo- şanmış olmalarını şart koşmasıdır. Kanunda, yalniz çocuk doğurmuş o- lan kadınlar seçime iştirak edebilir, denseydi, anlardık. OÇiimkü fizyolog- lara göre kadınım dimağ nahiyesi da hi, ama olduktan sonra tam inkişaf haddini bulur. Fakat izdivaç, neden bir olgunluk kriteryonu teşkil etsin? Öyle izdivaçlar vardır li, erkekte ve kadmda, düşümce ve muhakeme ka- biliyetini söndürecek kadar menfi ne- ticeler verirler. Maamafih, yeni Bul gar seçim kanunu, işte bu ild oriji- mal yeniliği getirmiş bulunuyor. Burhan BELGE MA AN, Okuyucu , mektupları ç rr Tamir Görmemiş Bir Sokak Beşiktaşta oturan Ethem isimli hir okuyucumuz yazıyor: Muradiye, Nişantaşı ve Valde çeş - Mesini Beşiktaşa bağlıyan biricik 80- kak olan Şenlikdede mahallesinin Hat tat Tarsin sokağı 20 senedenberi ta- mir yüzü görmemiştir. Bilhassa yağ- Murlu havalarda berbat, geçilmez bir hal almaktadır. Bu yolun tamiri için, benden bu “İvar halkı müteaddit defalar alâka- dar makamlara müracaat ve şikâyet te bulunmuşlardır. Fakat, hiçbir ne- tice çıkmamıştır. Belediyenin nazarı dikkatine koymasını rica ederi Romen Başvekilinin Bir Nutku Bikreş, 24 (TAN) — Başvekil Ta- €skonun son nutku, bütün mem- lekette alâka ile karşılanmıştır. Ta #0, bü nutkunda Romanyanm ih siyaseti ve komşularile iş birli. de bulunmak arzusunu kati bir şe| ya le anlatmış ve garp hudutlarmda 2 tahkimatm hem memleket tı, afaasma, hem de sülhe hizmet et K2İNİ söylemiştir. Memleketin her ta. laç plan tahkimat işleri için yardım. ŞÖHRETL Gorürdü? azmi Ziya'yı 318 de ta- nımıştım, Yani, tam otuz altr yıl evvel, Mevsim soribahardr. Terte- miz giyinmiş kişizade tavırlı, kumral ve 'gümrah saçlı, gü- leryüzlü bir delikanlı, Küçük- sunun sararmış ağaçları altın- da resim yapıyordu. O zaman ben de bu işe bevesliydim. Be- nim de koltuğumun altında küçük bir boya kutusu vardı. Ben de (Tabiat) tan ilham di- leğine çıkmıştım. — Kolay gelsin efendim. Çalış- manizi takip edebilir miyim? Mü. sande eder misiniz? Diyerek yanına sokuldum. Başı. nı kaldırdı, Okşıyan bir nazarla yüzüme baktr, msiyerek> — “Nakkaşlığımı mazur görür- seniz.,, dedi ve işine devam etti. Tatlı bir sesi vardı. Çelebi bir te- vazu içinde temkinli bir vakar sez, miştim. İhtirazla yanıbaşma -çö- malelim Was Mi di, tamamen İşinin cazibesine ka- pılmıştı. Dikkat ediyordum, çök te miz ve seri bir çalışma tarzı vardı. Sert fırçalar uzunca parmaklarının arasında bir kuş tüyü yumuşaklığı va hafifliğile dolaşıyordu. (Palet) biraz kirlenince hemen bıçakla ka sıyor, temiz bir bezle ovalıyordu. Bu yüzden kullandığı renkler temiz ve parlak görünmekteydiler, (Sti). de Corot (Koro) mektebini hatır. latan ştar vardı, Tabiatin halis ren gine biraz (Şiir) katıyordu. Çok geçmeden hoş bir (etüt) meydana çikti. Beş on adım geri çekilerek bir manzaraya, bir kendi eserine, kıyasçı nazarlarla bakmıya başla. dı. Ben de onu taklit etmiştim. İstat Nazmi Ziya neticeden mem mun görünmüyordu. Teşvik olsün diye bende hâsıl olar kanaati söy lemiştim; / — Çok güzel oldu. Tebrik ede - rim, — “Hayır efendim, olmadı. Hiç memnun değilim.,, diye kırık ve neşesiz bir sesle mukabele etti. A. ramızdaki ihtilâfı izah için: “İş o şekilde değil ki.. ! Bu manzarada umumi bir tezat var, Renklerde, mânada, felsefe de... ? Biran sustu. İdrakimden şüphe- lenmekten ziyade kendi meramı - nin tavazzuh etmesini aradığı bes- belli bir ahenkle ilâve etti: — “Bakınız; ağaçlar şu sicak renkleri denizle ne kuvvetli bir te- zat teşkil ediyor. Sonra, denizde ebediyetinden emin bir hayat ne- sesi var, Ağaçlarda İse ölümün ş0- ameti bariz. Ben bu ağaçlarda de- nizin ölmez varlığına bakarak ken di hallerine, fâniliklerine ağlıyan bir hüzün sezmiştim. Meramim, © hüznü; tabintin büyük bir haksız- lığını izah etmekti. Olmadı. İfs - dem sönük ve bayağı kaldı. Yarm yine gelmeliyim. Bir dahs yapma - layım bu resmi. “O gün kendisinden (ayrıldığım saman bu izahı harfi harfine ka- fama yerleştirmiye çalışmıştım. İtiraf ederim ki, o güne kadar “© mahiler ki, derya içredir... hi- kiyesi gibi, ben de, resim yapiyor- dum amma, yaptığım şeyden mak- süt nedir? Bilmiyordum. “Hoca, MESLAK hiçbiri işin bu can Doktasını bana izah etmemişler, edememişlerdi. Çünkü bugünkü kanaatime göre de (ressam) değil, (nakkaş) tılar, İşte bu milkemmel İzah İle beni ilk defa tenvir eden 0, 18-20 yaşın daki delikanlr ressam Nazmi Ziya idi. o günden sonra Nazmi Ziya. yı kendime göre bir tüstat bilerek takip ettim, Sık sık bula. tuk. Kırlarda dolaştık. tetanbulun köğe bucakta gizlenen güzel man - zaralarını aradık. Görünüşte harap, mânada mamur en izbe bir köşe 0- nu en şuh bir ka. gh eazibesile bü. yülerdi. Oradan p ayrilamazdı. Dü. Y günür,tetkik eder yıpramaz bir he- | vesle çalışmıya başlardı. Eserlerin. den memnun kaldığı günleri pek az hatırlarım, En muvaffak bir (e- tüt) bile onu nadiren memnun e- derdi. O memnuniyet te çok sür. mezdi: — “Bu küçük şeyler de insanı doyurmuyor kil; diye şikâyet & derdi. Neşesi sisleniverirdi. Onur için bütün gaye gönlünde girdibat- lar dolaştıran coşkun hisleri; ka - fasmı zorliyan felsefi ve bedit fi- kirleri vuzuh ile anlatabilecek kö- caman bir tuval boyamaktı. Munhasıran bu gayeye ulaşabil- mek için ressamlıkta keld. Ben meslek değiştirdim. Görmüş ve an- lamıştım ki, (resim) hem çok zor, hem çok nankör bir sanattir. Hu- susile o tarihte (resim) memleke- timizde (küiftir) ile de tevemdi. Yani (resim) küfür, (ressam), (kâfir) sayılmaktaydılar. Pek çok kişiler kibrit kutularındaki resimlerin bi- le gözlerini oyup kafalarını kopar- madıkça ceplerinde taşımazlardı. Nazmi Ziya ile mahalle aralarında Tesim yaparken hanım ninelerin, molla efendilerin: “— Boyunları kopsun inşallah. Hep çektiklerimiz bu kâfirlerin yü- zünden! Ne günah bilirler. Ne Ak lahtan korkarlar. , Tarzında tumturaklı güfatlarma mazhar olmuştuk. Etrafımızda hal ka çeviren mahalle çocuklarımın muhtelif sarakalarına, muziplikler tine uğramıştık, B“ bu telâkki, bu rağbet karşısında ressamlığa nasil devam edebilirdim Unutmayınız ki, Pessamlar da nihayet (insan)dır- lar. Onların da ekmek parasını dü- sündüren cebbar mideleri; ikbali, refahı müdrik kabiliyetleri vardır. Bu sanat ise hem paraya; hem böl Ve ayni zamanda sefil kaygulardan Vüreste serazat zamana muhtaç- tr. İnce bir kafa emeği; drims arttırılacak bol göz nurile meydana sıkan bir eserin de müşterisi değil, ancak tümen tümen düşmaninri vardı. Bu masalın daha çok acı tâ rafları var; Iyi bir fikre bedel kötü Yüz bin telkinle zehirlenen zavallı halkm bu masum taassubunun tezyif ve tahkir eden bir seviye mensuplar daha vardı ki, bunlar, ikbaloe, re İahça memleketin en bahtiyariarı idi. Kılıca, frenge; kafaca, münev- vere benzerlerdi. Evlerinde birktç resim bulundurmayı, dalma fırsat düşürüp (Rembrand'dan, Vandyi” bam Tank ela. üni mararamaaran iie 4 Resim üstadı merhum Nazmi Ziya'nın, $ kendi eliyle, kendi fırçasile çizdiği k bizzat kendi portresi * İnrrenerrsernrasenasasl den, Musset'den bahsetmeyi sevi » yelerinin şiarı iktizasından ad- dederlerdi. Hattâ ressamlara, mu- #ikişinaslara mesleki ve bedii isti- kametler vermek isterlerdi. Fakat resim satm almak bahsine gelince, en vakurları bile: —Cidden şu tablonu pek beğendim. Bizim ekolün bir şedövrü sayıla- bilir. Çok hoş. Bana ver de galo- büma asayın!,, derler, tabakanız- dan bir crgara ister gibi, koskoca bir tabloyu bedava istemekten utan mazlardı. Uste pazarlık; — Çerçevesiz kabul etmem ha! Diye bir de kafa tutarlardı. Zuum larınca kıymet, sanatkârm hünerin- de değil, kendi salonlarında idi. A. çıkça söyliyeyim ki, halkın masum tanssubundan ziyade bu densizlerin küstahlıklarından ürkmtiştiüm. Bu yalçına tırmanmak kolay mıydı? — Benden pas! dedim, Nâzmi Ziya âdets içlendi; —“ Yazık ediyorsun. Bu kadar yoldan dönülmez, Şahikaya varmak, şehinşah olmaktan gok şerefiidir. , dedi ve o kaypak yalçma sarıldı Ben meslekten ayrridım, fakat ar. kudaşlığımız devam etti. Paris gibi insan foyalarını sarçabuk meyda. na Çıkaran aşifte bir beldede bu". luştuk. Safasından, cefasından Çöy- niler tattık. Ne para, ne İçki, ne kadın davalarında densizliğini, ve. fasızlığını görmedim. Hiçbir gün kendisinden gocupmadım; hiçbir sebeple incinmedim. Her ne zamir karşı karşıya gelsek, yüzünde ilk günün saflığı; ilk günün samimili. gi belirirdi. Hâsılı bütün mânssile özbeöz bir efendiydi, S” olarak onu kendi açtığı sergide görmüştüm. Otuz altı yıl evvelki odasile beni karşıla» dı: “— Bu sergiyi Açtım ama iyi mi yaptım ? Fena mr? Bilmiyorum halde memnun değilim Diyerek koluma girdi, Eserlerini birer birer gözden geçirdik. Sonra, yanyana iki iskemleye yerleştik. O susuyor, reyimi bekliyordu. Ben ;. gik itibarile daha müsait bulduğum © zaviyeden © resimleri süzüyordum. — Gitgide | hayre. tim derinleşiyordu. O Koskoca salonu dolduran yüzlerce eseri na- sil yapmış? Bu muvaffak azmi han. gi cömert ve fedakâr kaynaktan aj. mıştı? “— Yahu, sen ne müthiş çalış. mısem be kardeşim. Bu ne coşkun himm öyle de “— Pöhpöhü bırak Allah aşkı. na,, diye lâfımı kesti, “Yalnız fik- rini » Resimleri nasıl buluyorsun?,, Bu söz, bana ilk tanıştığımız nü ve o günkü resmi hatırlattı. Hâ- İ& o tereddüt, hâlâ o kanastsizlik devam ediyordu. Şaşkım sağkm yü. , Fakat kendi ne kadar değişmiş O tarihte kumral ve gümrah saçlarla örtülü baş, gimdi cascavlaktı. O şen gözler, yorgun ve derin bir gölgeliğe çekilmişler. di. O pürüzsüz ebru ebru 'yanak- lar solmuşlar, pörsümüşler, kat - ni çene kemiklerinde bile ıyarak yanlara sarkmış- Yardı. İçim sızladı. Bu üç yöz eserin neve mal ok unu anladım. Fikir. lerimi daha hürmetkâr bir kılığa sokabilmek için vakit kazanmak İstiyerek mukabil bir sual sordum: — Benden evvel görenler nasıl buldular? Kaç tuval satabildin? “-— Hiç kimse alâkadar olmadı. Hattâ gazeteci dostlar bile, Satış bahsine gelince, onu hic sorma, Bir cok adam geldi, gitti, Bazıları da lütfen tebrik ettiler ama tek bir pos tal olsun alan bulunmadı. Rağbet hâlâ p eski, bildiğin rağbet. en cevap verdim: B — Amma yaptın ha! Bak şurada (Satılmış) etiketli bir tab- lon var, Yüzünde tebessiime benzer, fakat maalen bambaşka mânada bir gölge gezindi: “— Evet!,, dedi, “fakat, on sene evvel sattığım bir tablodur 0!. Teş- hir için sahibinden istedim. Allah razı olsun, muhafaza etmiş; ver » memezlik etmedi. Ve sustu, Bir zaman düşündü. Taptaze kuvvet alan dinç bir sesle ilâve etti: *“— Bu cihet umurumda değil. Henüz her şeye tahammül edebile- cek haldeyim. Benim anlamak iste- diğim şey; tabintile ne kadar yakla- sabilmişim bu kadar emekle.,, İçimde müşfik bir nine ruhu ge- zindi, “ — Haş bahçesinde dolaşıyor- Sun; dedim. Hiç merak etme. Yal nis sergiyi fena tertip etmişsin. Evvelâ duvarların rengi kötü. Re- simleri öldürüyor, bu körolası renk, Sonra bütün eserlerini bir araya topladığma göre geçirdiğin istihale devirlerini gösterecek tarz. da tasnif ederek asmalıydın. Ya. zik, kendine hıyanet etmişsin. Bu karışıklık tekâmül derecelerini giz- liyor, Hattâ seciyede iğtişaş veh - mini veriyor İnsana.,, söyle Ke kendine yaptığı meazip- liği bir anda kavradı, Bir iki resmin yerlerini değiştirdik. Ren ZİYA GÖKALP İHTİFALI Eminönü Halkevi Ziya Gükalpin ö- lümünün yıldönümü münasebetile bir ihtifal tertip etti, Türk memleketin ilim ve İrfanma hizmet — denlere karşı gösterdiği kudirsinasiık gençlere, yalnız ilim adamlarına hür. meti telkin etmesi itibarile değil, ilme hürmeti öğretmesi itibarile de çok yerinde bir teşebbüstür, o Ziya Gökalp, bugünkü gençliğe iz. min zevk ve heyecanmı vermiştir. Og dan ışık alanlar, beliki bügün onunla 8yni fikrin, ayni düşünüşün İ değillerdir. Fikirler, cemiyetlerin iy. kişaf seyirlerine, zamanım ihtiyaçla. rma, cemiyet bünyelerinin tekâmllü. ne göre sekil alır, Ziya Gökalp muay. yen bir devrin, muayyen bir zamanın mürşidi idi. O günkü cemiyetin ihti. yaşlarını, kendi ilmi sistemine göre | formülle etmiş, o devrin inkişaf sey. rinde bunları programlaştırmışta, € Buçünkü inkılâp, Ziya Gökalpin birçok fikirlerini tahakkuk etlirmek- le kalmıyarak, birçokları arkada bi rakmaştır. Süratli bir tekâmül geçi. ren bir cemiyetin, yeni ihtiyaçlara gö re kanunlarını keşfetmesi, yeni sise temler yaratması, karşısında, muay« yen bir devir için kabul edilen fikir. lerin eskimesi, kıymetini kaybetme. si gayet tabiidir, Ziya Gökalp bugü. nü sezmiştir. Fakat bugün, Ziya Gös kalpin fikirlerinden çok ileriye gite miştir, Türk gençliğinin ilim tarihinde hiz met edenlere, cemiyetin tekâmil sey. rinde rol oymıyanlara karşı duyduğu bu minnet, ilim adamlarma ve ilme karşı duyduğu şükran ve verdiği kıy meti ifade eder ki, ilmi, fikri seven. ler için bu çok sevindirici bir şeydir, Bugün dünü siler, fakat her yarm, düne ve bugüne basarak ilerler, | Sabiha Zekeriya “— A birader hangisini - mürsün ? Ekmek parasını mı Bet . geve parasını mı? Pek perişan bir kafa ile yaptım ben bu işi.. Neyse, ol du bir kere,Maksadım sadece dereo mi anlamaktı. Onu da anladım, Ba. #ılarına göre milli renklerden mah: rummuş âsarım. Sen nasıl Buluyor. sun. Görüyorsun ya, hocamın sö zünden hiç ayrılmadım. Daima ha, kikate baktım. Gerçi empresyoniz. me, romantizme, hattâ sembolizme saptığım tüvallerde var amma, Mih, rabım daima güneş. Kitabım, dal. ma tabiat oldu.,, — Alnımda beynimi sızlatan biy çember perçinlendi. “Takdir ve iş. tirada hasis olanlar, tenkit ve mi. ahezede de amma o cömertmişler, Maşallah), diye düşündüm, Cang mı sıkan nadan çemberi gevşetmek için (Hezil) den şifa umdum: “— Tuhaf şey, dedim. Tabif man. zaralarda milli renkler hangileriy. mig acaba? Sakın bu efendiler, re. simlere yazma örnekleri diye bak- masmlar? Benim bildiğim husust renkler, ancak yazmalarda, yazma, cilarda bulunur.,, diye güldüm, Ker dim de hata etmemek için derhal yolumu değiştirdim, “— Tenkidi iyi anladın mr? “Mi li renk, ten maksut ne imiş? Eğer »kullandığın renklere tariz ine, ku- lak verme. Çünkü saçmadır. Sen manzara ressamısın. Manzaranın millyeti tabiattir. Tabiatte başka bir milletin rengi bulunmaz. Senin kullandığın renklere gelince, res” sam gözü ile bu renkler iklimimizi; tam kendi öz renkleridir. Yok (mil. li renk) ten maksut, üslüpta “milli bir ştar,, İse münekkidin maksadı. ni aziz, fakat muahezesini haksız bulurum. Çünkü, bu şrar noksanı. ğı yalnız sende değil, hepimizde, hattâ içtima varlığımız umumi hüviyetinde var. Aşağı yukarı bir, bir buçuk asırdır milli şiarımızı di. diklemekle meşgulüz. Her şeyimiz. de batı milletlerinin muhteif renk. lerinden kötü kötü bulaşıklıklaş var. Bu vicik vicik boya, hakika. ten hoş bir sey değil. Bibet bizim resimlerimizde, İngilizlerin, Fran. sızların, İtalyanlarm, Çinlilerin, Ja. ponlarm eserlerinde gördüğümü bi milli bi vie

Bu sayıdan diğer sayfalar: