“ Anadoludaki âbideleri Bir Fransız âliminin araştırmaları MZ e Bi Büyük bir âbide... K i 2 lardanberi Abidei ia de Türk Türk toprağı üzerind dehasile kurulmuş nice este- tik ve mimari bedianın bize resmini, hayatını, plânını ve dünkü bugünkü simalarını österiyor. ii Albert Gabriel'in (Ana doludaki Türk âbideleri) ün- vanını taşıyan eserinden bah setmek istiyoruz. Vaktile Üniversitemizde Arkeoloji müderrisliği eden Mösyö A. Gabriyel Türkiyenin bir dostu ve memleketimizdeki mimari bedialar hakkında belki otuz senedenberi yorul maz araştırmalarile dünya ilim âleminde temeyyüz et miş mühim bir âlimdir. Teşekküre şayan bir hâdisedir ki, Türkiye Cümhuriyetinin Kükür Ba e kanlığı bu kıymettar eserin değerini daha iptidadan takdir ile onun mun- tazaman intişarını kendi himayesi al- tina almıştır. Yakında üçüncü m neşredilecek olan (Anadoludaki Tür Abideleri) nin şimdiye kadar fevka- Jüde resimler, fotoğrafiler, plânlar ” krokiler ile dolu bulunan ilk İki cil, bize bugün sevgill ye a yüksek değerde bir abideler per olduğunu tamamile göstermiştir. ellif, kitabınm mukaddimesinde de iği veçhile bu kıymettar li ozi nalyak için hemen Anadolunun en unutul- caklarında uzun müddet im e çalışmaları danasında — emirler ve yazıları hakkındaki ihti - sasları malüm olan en tanmmış ilim adamlarının refakatinden, mütalca - sından istifade etmiştir. İnsan Albert Gabriel'in enfes bir surette basılmış olan bu vakarlı ve zengin kitabının cazip sayfalarını çevirirken İstan - buldan başlıyarak Kütahya, Afyon - karahisar, Akşehir, Konya, Kara - man, Niğde, Aksaray, Sultanhanı, Nevgehir, Kayseri, Ankarada ve, on dan sonra da Sıvas, Tokat, Niksar, Amasya, Adana, Silifke ve salrede gerçekten bedii ve mimari bir arkeolo yor. Neşredilmiş olan ji seyahati yapıyor. N vesikalarla resimlerin ve plânlarla jinal ve ciddi Krokilerin en çoğu orijinal bir ihtimamla vücude getirilmiş nefi- selerdir. z Albert Gabriel ikinci cildin ei: kaddimesinde Türkiye Cümhuriyeti- nin eski ve değerli eserlerimizi ara” ma ve muhafaza etme hususunda N büyük hassasiyet gösterdiğin: fi 3 #ayede kendisinin büyük kolaylıkla: la yardımlar görerek tetki > latya, Urfa, Harput, Diyarbekir Mardin ve Bitlis vilâyetlerine de te$- mil ettiğini büyük bir şükranla an - Yatıyor. Hattâ memleketimizin bu mmtakaları hakkımda hazırıamış ol duğu etütlerin yakında neşrelileceği- ni söylüyor ki bunu İni ve bedi bir müjde telâkki ediyoruz. Profesör Gabriel eseri hakkında Türk mahafilinin gösterdiği rağbet de hususi bir muhabbet ,asaasiyetle bahsetmektedir. a umuzun bu nazik beyanatı. kten sonra kendisine isteriz. Yurdumuzu ş ve tetkik etmiş olan zat Türkün dost - samimi ve vefa - eseri hemen bütün ve Alim dosti na teşekkür etti sunu söylemek bu kadar sevmi! öyle kıymetli bir il vlap görmeye elbette bir- çok vesile bulmuştu. rl e umuz hakkında temiz dYEYİA tebbülerle* yücude Şar 5 ş için matbua- çek bir sevgi duygusu ile DAT ceğinde hiç şüphe etMEsi. | ann bu milli vezifeyi yaymak istiy ön safında bulunmakla bir memnu - Biyet duyar . katını Ma- | Y9 Türk öm Albert Gabriel AVA ADASI CIVARINDAKİ DENiZ KAZASI NASIL OLDU? bandıralı n «der - olanda. inin Cavil adasi civa birdenbire batarak (yolcu ve ma balıklara yem olduklarmı il havadisi olarak vermiştik. A msterdamdan bildirildiğine göre, fa ladan kurtulabilmiş olan geminin k Akkerman hâdise hakkımda tedir: şunları söylemektedir " — Facianm sebebini &)'an bilmi « “Hakikaten bu faclanın sebebi epi huldür. Şimdiye kadar sinen bütün malümat havanın çok güzel ve 1 kin olduğunu göstermektedir. NA nin içindeki yükler fena mi yüklen- mişti? Gemi bir kayaya m çarptı? Burası meçhuldür. Malüm olan yegâne şey, 30 kisi- nin öldüğü, 68 kişinin deniz tayyaro-| leri ve &6 kişinin de kaza mahalline yetişen Malezyalı balıkçılar tarafın-| İdan kurtarıldığıdır. İ Paris - Soir gazetesi, kazadan kur tujmuş ve balıkçılar tarafından ka- yığa almarak Surabaya'ya getiril -| ş Avrupalı bir yolcu İle telefonla | i göruşmuştur. — Yolcu tacıayı şöyle anlatıyor: KAZA ÇOK ANİ OLDU — Eer gey yolunda gider gibi gö” Hünürken, gemi birdenbire durdu ve kapaklandı. Denize ancak bir tek sandal indirmiye vakit bulunabilmiş- ti. Gece elbiselerimle kendimi deni « zin ortasında, haykıran ve dişleri ke- netlenmiş bir sürü inşan arasında bul dum. Facia o kadar ani olmustu ki birçok kimseler, tahlisiye simitlerini bile takamamışlardı. Esasen yolcu. ların çoğu yataklarında idi, Sabahın saat ikisiydi ve yarı çıplak vaziyette denize dökülmüşlerdi. Gemi kaplanı, | gemi alabura olana kadar kumanda mevkiinde kaldı,. Artık vaziyet bü » tün dehşetini göster iyordü. Karanlık a eree köpekbalığı arasın- aym tutunacak bir tahta par- çası arıyorlardı. Gemi gömülürken Kaptan Akkerman da denize dahmış- İt, Fakat biraz sonra denizin dalga- ları üstüne çıkabildi. Bütün kuvvetile yüzerek, bazı yolcuları, sağlamca bir tahta parçasının yanına götürü r ve oraya tutuşturuyordu. z Etrafımızı, denizin üstüne pis bir koku saçan makine yağları bürümüş ti, Bu esnada, gemi batmadan ev - vel verebildiği! bir “cap kurtaran k mu?" işaretini almış olan deniz 1 releri geldiler. Denize konarak, ela sandalları ile tahlisiye içine | başindılar. Biraz sonra e ei balıkçılar geldi. Btrafımızı sarmış ıklarmı ürkütmek için İlan köpekbal denize vurarak bizleri kürekleri ile mi başladılar. Bü eşle mahlüklar, üzerimize saldırmak in dalgaların yağ tabakaların da li kn bekliyorlardı. Surabays * ya geldiğimiz zaman dilim tutulmu$” | tu. Karaya çıkınca, ayaklarımın a; tında toprağı hissedince, yeniden vi rümesini öğrenmem lâzimgeldiğin! anladım. Bu hem çok tatlı, hem de müthiş bir his idi. Bu yolcu, gemi kaptanmın kahra- manlığını anlatıyor. (Tayyare ve balıkçı kayıkları kazadan ancak dört saat sonra gelebilmiş, ve şafak SÖK“ meden yolcuları görememişlerdi”. Kaptan Akkerman üç saat içinde kalanları bir araya toplıyabi'miş w kendi belindeki tahlisiye simidini Şi“ TA Bir Benzeyiş Yüzünden Bir Kadın Az Kalsın Katil Oluyordu irkaç sene evvel Pa - riste ölen sakit İran şahı Kaçar Ahmedin Paris - te bulunan yeğeni Prens Fa- ridüssaltana'nın başına çok garip ve hayli gülünç biriş gelmiştir. Bir vodvil mevzuu olabilecek kadar tuhaf olan bu rmacera hakkında Paris gazetelerinde şunları oku - duk: Prens Feridüssaltana, evvelki sa- bah, Parisin Kleber sokağındaki pa- Jaslarından birisinde sakin sakin uyu. yordu. Telefon çaldı ve kapıcı, prense, bir kadının kendisini görmek ist söyledi ve biraz sonra da içeriye sa- rışın, ufaktefek bir kadın saldırdı ve haykırmaya başladı; — Alçak herif. Hain, yalancı. Ni- hayet elimdesin. Prens şaşırarak geriledi ve bir | İ i l l ' Bir sahtekârliğa kurban yitmeke! ten güç kurtulan eski İran * Prensi Ferit pencerenin yanma geldi. O aralık, yüzüne güneş te vurmuştu. Bu sefer kadın: — A... dedi, sen değilsi Ve yaklaşarak onun gözlerini mu- ayeneye başladı. — Hayır. Hayır. Sensin!, Fakat kadın yine tereddüt ediyor” ui: j — Bununla beraber sen değilsin. Sen, sen değilsin! Kad, tekrar dikkatle baktı. İsefer kat'i kararını vermişti: — Evet, dedi, sen, sensin, Artik tanıdım. Ve cebinden bir tabanca çıkararak prense çevirdi. Fakat kapıcı derhal üzerine atlıyarak kadının elinden ta- bancayı aldı, ve dışarı çıkardı. Prens de, koltuğuna yıkılarak: — Or, diye mırıldandı, 0... Yine O Hâdisenin içyüzü Prens, hâdiseyi şöyle anlat jor- 1927 de, Tahranda iken, bir gür, #92“ disine gönderilen ve Kanadada çıkan bir gazete parçasmda, kendisinin Hiİ- da Palmer isimli bir kadınla Tor-nt9 şehrinde evlendiğine dair bir havadis okumuştu. Üstelik, gazetede resimi ri de vardı, bu sahte prens ona fe“ kalâde benziyordu. Prens, gazeteye bir tekzip gönüe”” di. Bir müddet sonra da bir İngiliz kadını ile evlendi ve bundan Uç 8Y evvel, andan ayrılarak, artık bu kö, dınım kendi ismini taşıyamıyacağına dair gazetelere ilân verdi. /'Daily Sketch,, gazetesinin muhar-| rirlerinden biri bu ilânı okuyunca, sıl prensin vaktile yaptığı otekribi hatırladı, o tarihik gazeteyi buldu Ve prens olduğunu yazdı. | Pariste bulunan Prens Ferit, bu ha | vadisi okuyunca Londraya gitti, asıl prensin kendi olduğunu bin müskü- lâtla ve dostu olan Ağahanm şehade- tile ispat etti ve gazete aleyhine bir dava açtı. Bu arada, Dail Sketch'in bu yazıyı neşreden nüshası Kanadaya Eifmis, sahte prens ile evlenmiş olan, Hilda 'Palmer'in eline geçmişti. Sahte prens, dansözün paralarmı yedikten sonra çoktan kaçmıştı. di Bu kararak, yavrusunu kucağında tü * tan bir kadına vermiştir. Dansöz hemen vapura (atlıyarak Parise geldi, ve asıl prensi. fevka'âde Bebekte bek, malüm a, koydur. Bu koyun Amavutköyü Lâra- fına (Büyük Bebek), Rumelihisa- rı cihetine de (Küçük Bebek) der- Tere Eski adları başka imiş. İlkininki (Cici Bebek), ikincisinin de (Ka ka Bebek) miş... Cici denilmesi, oldukça poyraza ve gün doğrusuna karşılığından ve nefes almabilmesinden. Kakaya sebep te oranın, dağlar ve yamaç- lar arasına sıkışmasından; ön riiz- gür havalarda bile sıcaktan dilaltr çıkrılmasından; azıcık ta yağmur tutturdu mu, ortalığın söle kapıl- mâsmdan, Koyun tam ortasındaki bahçe- nin yerinde, vaktile bir kasır var- mış. Üçüncü Ahmedin damadı ve sağrazamı meşhur Nevşehirli Tb- rahim Paşa, bunu tamir ettirmiş; süslemiş, püslemiş; (Hümayun â- bat) ismini koymuş. Bebek camisinin asıl adı da ay- gidir: Hümayun Abat camisi, zun seneler, Valde Paşa is- U miyle anılan, Misir Hidivi Abbas Hilminin annesi Eminanı- min yalısı, Bebek bahçesile omuz omuzayd. Şimdiki arduaz damlı, az çok mo- dern sitilli, boz renkli yalı, sonra- dan yapılma, 25 — 30 senelik bir binadır. Evvelki atik tarz, basık çatılı, sık pencereli bina, bir vakit- ler sadrazam Âli Paşanınmış. 1867 deki Girit ayaklanmasını yatıştırmıya giderken, paşanın bü tün hazırlıkları bu yalıda yaptığı, icabında harp ve darpta lâzım ge- leceği için, askerlikten anlar kim- geleri buraya celbettiği, talia, dümdar, kalıp mevmepe. meysere, kat ön, kes yol gibi o devrin asker» lik; tabirlerini, hattâ süngü ve kı- uç talimlerini de burada öğrendiği sayidir. u yalı, sonra Hidiv Tevfik Paşaya ve ondan da karı- sına intikal etmiş. Tevfik Paşa, 192 de ölüyor. Hanımı, aşağı yu- karı, taze dul kalıyor. Zamanm hüsnü âniyle meşburelerinden ve koza kelebeği gibi kaşlı, gözlü, Yalnız statü gibi güzellerden de değil; ayni zamanda kadın kadın- cik, eteği belinde, namazında niya- zında, hattâ müteassıp ve horüz- dan kaçanlardan, Öbür Mısırlı prensesler gibi zevk ehliliği, derya- dilliği, aisfrangalığı yok; Yalnız bir kusuru varsa o da ku- laklarmın ağırca işitmesi. Bilhassa bu sebeple yanından ayırmadığı bir baskalfası varmış ki onu, dürter, ku- lağına fıslar, idare edermiş... Onlar gibi, yaz sıcakları başla ymnca Kahireden basıp Ostende, Trouville sahilleri, Karisbad, Vichy Kaplıcalarını, kişm da Nice'i, Mon- © Yalının bugünkü manzarası müşabehetten dolayı sahtesi zanne- derek öldürmeye teşebbüs etti, Şimdi, dângöz, el'an ve günde beş . on kere ona telefon ediyor, Prens; — Fakat, diyor, sizinle ben değilim. Kadın ısrar ediyor: — Hayır, diyor, eminim ki sensin. Yüzünü değiştirdin amma. gözlerini #isnen Eski konaklar bize neler anlatıyor ? 7 aa Yalının eski te - Carloyu filân boylaması yok. Kör değneğini bellemiş gibi Hı- direllez girer girmez haydi Istan. bul, Bebekteki yalı; Kasım da ya- naşir yanaşmaz yallah Misır.. Sonra, suyı buna dokunur ta- kımdan olmadığı, Osman oğulları. nin ve kızlarmın hepsine duacı, bil. hassa Abdülhamitle arası hoş ol. duğu için Bebekteki yalısında ra. hata emniyette, İstanbula ayak atarken Yıldız. dan gönderilen mabeyinci beyler yaverlerle karşılanır. Giderken ayni uğurlanır... Bayram müayedelerin. de, tepesinde pırlantalı, yakutlu, zümrütlü armai Osmani, göğsünde birinel rütbe Şefkat nişaniyle ih beyazlı hamail kürdelesi, Sultan- lar ve kadm efendilerle atbaşı be» raber saçağa varır. Hünkâr tra fından: — Estağturullah!.. Eetağfurul lah!.. Kelimelerile ve omuzdan tu- e kaldırmak suretiyle ihya edi- ir, Ramüzanin 15“ideki Hırkai ge- miadıhdaki Sürre alaylarına icabet ederse yine inabeyinciler ve yaverler vasıtasile gayet pönpöhlü iltifatı seniyeyi kazanır. Biraz namizaçlığı, o Mısırlıların hekimi ve Lokmanı zaman, Zemba- ko Paşadan etrafa aksetse derhal yalısina sertabibi şehriyari Man- royeni Paşa, o bunadıktan — sunra da Hamidiye Etfal hastanesi baş- doktoru Ibrahim Paşa, ikinci dok- toru Süleyman Nuri Bey iyadetine koşturulur, O dokuz Ağustos etilâz do- nanmalarında, Boğaziçin- de herkesi alt eden, şimdiki tabirle rekoru kıran, hiç şüphesiz ki Valde Paşa idi, Her seneki şenliği geçmişlerden üstün. Vakitten on, on iki gin ev- stosun haftasında emri ve- rir, kâhyaların: hazırlıklara başla» tırmış, Keresteleri biribirine © çatacak, bağdadileri üstlerine çakacax dül gerlerin orada işi yok... Aynalı do- lap, lâvabo, komodin yapan tav. 1Şimdi Mısır Sefaretidir.? tanıdım. Prens Ferit, kendisinin kendisi ol. duğunu bir türlü ispat edemediği için, şimdi, odasından dışarı çıkamıyor. O kadar sinirli ki, bazan kend! de ken. dinden şüphe ediyor ve diyor ki: — Amerikaya gitmediğime emi- nim. Bu itibarla benim ben olduğum muhakkaktır manzarası şanlar' (*) peyleniyor. Ardı kesil. miyen arabalar, bir konak yavrusu yapılacak kadar tahtayı Bebeğe ta- şıyor. Tavşanlar kolları sıvıyor... Hababam testere, hababam rende, hababam zımpara kâğıdı ve haba- bam ilâ... j Yalmın rıhtımında boylu boyun» ca uzatılan tahtahavale, sundurma değil; enikonu oya... Aralarında ka Pi yerleri; kapı yerlerinde lâal ka- difeden perdeler; perdelerde ara» besk işlemeler, sırma saçaklar; Abdülhamldin ilk harfleri olan A ve H markaları, Havalenin üstü elvan kandiller ve karpuz fenerler le pıtrak; bir ışıklı mozayık. Koruda beş altı kulaç eninde (Padişahım çok yaşa) Tâvhası; Os- mani ve Mecidi nişanlarınm tim- salleri... Kiyıdan 40, 50 adım sçık- ta dubelar, Içleri ağızlarına kadar havat fişeği, çarkıfelek, dahme, püskürme, çanak mehtabi ile dolu. Yak bire yak, sabaha kadar biter tükenir gibi değil. Daha ötede (Elmahruse) ve yav rusu (Safailbahir) yatları, (E- mahruse), Hidiv Ismail Paşadan bergüzar. Sultan Azizin (Sultani- ye) vapuru hümayununa taş gi karan, davlumbazları Yenicaminin yan kubbelerile, içinde Çirağan sa» rayı ile yarışan, çifte sarı bacalı, #icır gicir siyaha boyalı, koskoca bir kallâvi, Güvertesindeki boru fe#li, arşm suratlı, beyaz elbiseli muzikacılar, durmadan Hamidiye marşını gür- letiyorlar, Kaç kere tekrâr? Belki alının bahçesinde (İncesaz. lar, orkestralar... Kara ta- rafında eflâke ser çekmiş duvarlar ve kapılar kapalı. Deniz tarafında- ki daracık rıhtımın önü sandallar- la ve üstü insanlarla hıncahınç.. Fakat yanaşabilirsen yanaş. Çiğ- nenmeden, ezilmeden, böğür ka. burga biribirine geçmeden çimle- nebilirgen çimlen. O kadar çok şenlik fişeği yakı lırdı ki civardaki yalılarm, köşk. lerin damlarmda, bahçelerinde bek liyen bekliyene.. Maazallahı Toalğ bir havai fişeği düşüp yangın çıkı. vermesin korkusu. Konu komşu- dan üç buçuk atan atana... Velde Paşunm sahil saray; ra çatının Üstünde mniyette; zi. ir adet yangın tulumbası ve çakı Ebi beş on omuz daş alesta... B u donanma gecesinden evvel, Bebekte oturan çok kimselerin ev. lerine, bahçelerine para ile bekçi ve gözcü koyduklarını çok işittim. O zamanlar, Hidivi Mısır dum Paşanm adı sanr hiç e maz, kendi de görülmezdi. Çunuk. ludaki kâşanesi de daha me, larda yoktu. dane Sermet Muhtar ALUS Ni in anin (a) Tavşan, tyumlu ka dar İpince ma İrangoz demek pince ea