Çöcüklar kampta terbiyevi | oyunlar oynar TAN Kızıltoprak mektepliler kampi Gürbüz çocuk, bol güneş ve temiz havada yetisir Kısıltopraktaki ükmektepler kampındaki çocuklarımız denizde eğleniyorla: Geniş bir bahçe... Ortada büyük bir ağaç, öyle bir ağaç ki tıpkı çok evlâth ve evlâtlarınm hepsini kucak- lamak istiyen bir anne gibi ko geniş geniş açmış ve bu gölgenin #i- ta ilk okullar talebe kampmın bt- | tün çocukları sığınmış. Güneşten ba kırlaşmış kol ve bacaklı gürbüz ço- cuklar. Ben onlarm arasından geçerek kamp müdürünü görmek İstediğimi söylüyorum ve kendisine ismimle £i- yaretimin sebebini anlatıyorum. O beni bir dakika sonra müdürün kar- şısma çıkarıyor. Biraz sonra beni büyük bir misa firperverlikle karşılayan Müdür Et- hem Tel bana kamp hakkında istediğim malimatı sabır ve nezaket le veriyor: — Kampımız bir temmuzda açıl dı. Ağustos sonunda kapanacak. Çö- cuklarımızın hepsi ücretlidir, Hali vakti yerinde olanlar için ebeveyn- leri fakirler için de Çocukları Ko- rumâ ve Kızılay yardım kasaları ay- da 15 lira tediye ederk — Kız çocuklarınız mı, yoksa er- kök çocuklarınız mi daha fazla? — Üçte iki erkek, üçte bir nisbe- tinde kızımız var. — Ya fakir tâlebeniz nekadar? — Yüz otuz talebenin ellisi fakir- dir. — Bu kamp hayatından iyi neti - celer elde ettiniz mi? -- Evet, buraya gelen çocukları: buzın hepsi İyi gıda, bol, temiz hava, güneş ve istirahatle adamakıllı tow- ladılar. Meselâ buraya gelen fakir çocuklar mekteplerinin en zayıf ve &n bakmaz cocuklarırırlar, Bize bas kımsızlar iinde en bakımsızını seçe- rek buraya yolladılar. Şimdi hepsi iyileşti. Ethem Tel,.haklı bir iftihar ve haklı bir memnuniyetle ilâve &di- yor: — İçlerinde altı kilo alanlar bile oldu... Görüyor musunuz? Ne güzel. şey bu. Sonra büyük bir teessüfle: Maalesef, diyor, fakir talebele- timiz evlerine döndükleri zaman bu #ikleti kaybedecekler ve burada alış tıklarını bulamadıkları için hem de mahzun olacaklar, O sirada yanımıza gelmiş olan Kamp doktoru Hamdi Uzman: — Fer halde, diyor, burada bulu- nuşları ve hiç olmazsa senede iki ay olsun böyle yaşamaları önlarm sih- hali bakımından imübim bir kazanç sün için kendilerinin 2 ay olsun hayat tarsı geçirmeleri çok Ethem Tel anlatmakta devam edi. yor: - Programımız pek muntazam « dır. Çocuklarımız sabahları saat ye- temiz yikanırlar ve temizlik muaye neleri yapılır. Sekizde artık bine te- mizliği ile uğraşılıyor ve kahvaltı 6- yorlar, Kahvaltıdan sonra doktor müsyehesi var, Sonra denize gidiyo- ruz. Yirmi dakika denizde kaliyor » lar. Fakat kumda güneşte bulunuş- darı on ikiye kadar sürüyor. On ikide buraya geliyoruz ve işte sizin şimdi gördüğünüz gibi yarıma kadar ye mek bekliyorlar. Yemekten sonra iki saat yatıp istirahat ediyorlar. -— Açik havada mı? -- Hayır. Fakat buna hacet yok. Köşk çok penoereli, içine kâfi mik- İtarda hâva ve güneş giriyor. Yatâk- hanelerinde o yatıyorlar. o Uykudan sonra onlara mütalea Var. İkindi kahvaltısı, ondan sonra da onları çok yormıyacak ve ancak doktorun müsaadesine (göre oyunlar. Sonra aksam yemeği; akşam yemeğinden sonra radyoda müzik dinliyorlar. İ Sonra uyuyorlar. Onları sinemaya, büyük tenezzühlere götürdük. Bura- ya da eğlensinler diye bazan Kara- gör ve kukla getirttik. halinde dide uykudan kalkarlar, Sekize kadar | için de terbiyevi bir istifade var et. Her iki taraf için de is tifade var. Bizim yetim yâtimek - teplerinden gelmiş on çocuğumuz var. Onlar anne, baba ve aile tani- madıkları i yalnız mektepte öğ- renilenleri biliyorlardı. Fakat aile - nin ne olduğunu anlamıyorlardı. Halbuki burada öbür çocukları 3iy Pete gelen ebeveyn! görüyorlar. İn « sanlık târaflari yeni yeni intiba alı yor ve bilhassa aile içinde yetişmiş çocuklardan yetim oldukları için çok büyük şefkat görüyorlar. Bu şefkati öğrenmiş oluyotlar. Öteki çocuklara gelince, onlar da, onları gördükçe hayatı öğrenmiş bulunuyorlar. Fa - kirler oturup kalkmasını, yiyip işme- sini, ötekiler de merhameti ve İnsan lığı öğreniyorlar, Bu ara odaya iri yeşil gözleri ze-! kâ dolu, gürbüz bir kız çocuğu giri- yor, doktor: — İşte, diyor, kampımızın şişman lama kahramanlarından biri. Tam dört buçuk kilo kazandı burada.. Gel bayuna #elâm ver bakayım. Güneşten yanmış sıhhatli elini ba- na üzetiyor! — Senin ismin nedir? diye soru- yorum. — Meziyet. — Kaç yaşındasın? — On yaşındayım. — Annen, baban neredeler? — Benimi eninem, babam yok. Bir dedem var. Göztepede onun yanında yaşıyorum. ' 5 Deden ne iş yapar? — Sütçüdür. — Buradaki hayatından memnun musun? — Çok memnunum, Nasıl mem < nun olmam, Zayıf bir çocuktum. Bu- radaki muntazam hayatla sıhhatli oldum. — Kamp hayatının en çok hesini — Bu kamplarda fakir ve gengin | seviyorsun? göcüklarinm böyle daimi bir temas; oluslarından her iki taraf | tzamını sonra da deniz saatlerini | tini bekliyorlardı. — Her şeyini. Fakat en fazla in- N Sigorta rezaleti | Sigorta rezaleti |Dahiliye vekâleti izahat istedi ; oÜnyon Sigorta şirketinde yapılan i dolandırıcılık tahkikatı devam et- : mektedir, Tetkiki bitirilen üç dosya- Jin bu akşam müddelumumiliğe tev- , dil muhtemeldir. Üçüncü Asliye mah- kemesi tarafından hakkında tevkif karari verilen doktor Asafın bulun « (duğu yeri ailesi de bilmediğini söy- ilemektedir. İsimleri gizli tutulan ve l ölmüş gibi gösterilerek şirketteki si- 'gorta paralari alınan birçok kimseler / ifade verdikleri sırada meseleye ken- idi isimlerinin karışmış ve ölü göstes| rilerek sigorta bedellerinin alınmış ols masndan haberleri bulunmadığını | sövlemişlerdir. Bu arada Onnik şebekesinin bin li- ta sigortalı olan bir adamı ölü gös- tererek ve pigorta parasmı aldıktan | sonra sahibine ancak 250 lira verdik- | teri tesbit edilmiştir. Dahiliye Vekâleti sahtekârlık işile yakmdan meşguldür, Öğrendiğimize yöre, Vekâlet alâkadarlardan tahki- katm seyri etrafmda izahat istemis- * Vaziyet. bugün biraz daha ihki- saf edecektir. Haziran ve temmuzda yapılan binalar Haziran ayı içinde İstanbulda 75 €x, 28 apartman, 4 dükkân ve mağa- z&, temmuz ayında ise 62 ev,3a- pürtman, 5 dükkân ve mağaza iki de *wir bina yapılmıştır. ——— Eskiden yüzmek bilmezdim, şimdi yüzmesini de öğrendim. Bahçedeyiz... Küçük kızlar bir hal ka şeklinde oturmuşlar, ve halkanm İortasında bir göcük yemek beklerken l arkadaşlarının sabırsızlığını gider - "mek için kazaska oynuyor. Bu sira- da yanıma bir başka küçük geliyor. Eskiden de tanıdığım kilçük Masu - ime: — Burada mısın Masume, dini sikiyorum. Evet, yeni geldim efendim, di- yor. Baştanberi bulunmadığıma çük teessiif eğivorüm. “Burası hem sih- hat için iyi, hem de böyle bir parça bizi evden ayırdığı ve bize yeni bir hayat verdiği içlu iyi. Burada bir kare intizam: öğrendim, Akşam üst- leri okuyoruz, okumamı İlerlettim müdürümüz çok iyi bir insan, Bura- daki çoculuürdan baz fakörlerine | kundura alı, ösvap, çamaşır yaptır- | dı. Onu gördüm. İnsanların İnsanla- ra İyilik yapabileceğini öğrendim. ' Burada bütün çocuklar kardeş gibi- yiz. Fevkalâde iyi geçiniyoruz. He - pimiz biribirimizi seviyoruz. Ayrıl. İ stmiz pek güç olacak. Bugiin sinema İçin para topluyorum. o Bizim para mız yetişmezse müdür bey üstüne ekliyor. Müdür Etem Tel'in nazikâne dave- !tinl kabul ettik. Çocuklarla beraber sofraya oturduk. Mükemmel bir| liste: Evvelâ nefis bir biber dolma- si, sonra yine çok lezzetli bir tepsi böreği ve en sonra da kavuh yiyo « ruz. Çocuklarla beraber masa; turan veya yanlarında dolaşan öğ- retmenler en müşfik anneler gibi hepsinin tabağına ayrı ayrı bakiyor. lar. Yiyip yemediklerini kontrol edi- yorlar. Çocukların hepsi maşallah pek iştahlı. Benim tabağımda be takmak mezaketsizliğinde bulundu - gum kocaman porsiyonları kolaylık. ila bitiriyorlar, Bunların içletinde ev İlerinde refahı olanlar tabii pek çok- tur, fakat aralarında et yilzü görme- miş fakir halk çocukları da bulunu: | yor. Ama halk çocuğunda öyle bir terbiye ve öyle bir asalet var ki bu yüz otuz Çocuğun içinde acaba hü- susi hayatında hangisi açlık ve yok- suzluk çekmiş, yemek yiyişinden bel- li olmuyor. Hepsinde yemeğe alış - kın olanlarin tabil hali var, Küçüklerin en sevmedikleri saat bu uyku saati olacak. Bunun bir âdet olduğunu bildikleri halde hemen hepsi yemekten kalkınca: “Şimdi ya- tacak miyiz?” diye müdürş soruyor. lar ve evet covabını alarak somür- tuyorlar. Biraz sonra yatakhaneleri gezdi- ğimiz zaman bütün çocukların içinde yalniz ikisinin uyuduğunu gördüm. Diğerleri yalandan gözlerini yunu- yorlar ve uyuyormuş gibi sahte sah te pozlar alıyorlardı. Hiç şiiphesiz ki, hepsi heyecan içerisinde sinema saa- diye No. 24 Yazan: MITHAT CEMAL Işi haftanın günlerine sığmıyordu, Cumalara — “Bu çilli gibisini görmedim ben. Ömründe ağzına bir filcan kahve komadı desem caiz. Sabah © Uyandı Mı, Uzun uzun öksürür, pencereden bol bol tükürürdü; haykırırdı sonra: “Bir sütlü kahve!,, Sütlü kahve gelirdi; Yarısı su, yarısı rakı bir kocaman bardak! Tek yudumda yuvarlardı bunu... Sonra bir, bir daha! Hak ©- yun üçtü!. Fakat uykudan kalkarken ne ters ti, ne lânetti bu Çilli!... Bereket bu 3 “UÜ kahveye!,. Bunlari içti mi. kurtlarının iricelerini du sağa bir kuzu! Artık değme key- fine! Hani vur arkasından esnesi- ne, al ağzindan lokmasıni!,, Hanın metdiven başında, vel, diye ses duyuyorum sandı. Durdu, dışarsını dinledi. Yanılmıştı. — Ama çilli işinde gürültü sevmez- di. Sese sinirlenirdi çok, Heleodada karyolalar gicirdadi mı yüzüne sıfatı söylenmiş gibi öfkeden kudururdu. Bir gece, unutmam hiç, Çillinin evine bir yaşlı herifle bir genç geldi. £ öğrendik ya, ikisi de Sultanideymiğ, biri mubassıt, biri talebe. İkisi de mektepte beraber o kovulmuşlar.. Neyse. Orası bize lâzım değil. Fakat encin adı neydi bakayım, senin Hi- dayet Beyinin de hususi kâtibi imiş. Neydi adı, neydi? buldum, Macit! Ha yir, tevbe, Sacit! Mubassir kadın İs- tememişti, Boş bir odada uyuyordu. Çilli yalnız Sacidebir- kadm verdi. Fakat bu Sacit ne kadar Olsa toy. Karyolada başladı gürültü. o Zaten “Çilli,, “kiskançtı 6!. Bu Saöidin gok yakışıklı olduğuna kızmıştı. Karyola gürültüsü başlayınca Çilli büsbütün fonalaşt, Rakı şişesini uzaktan ağıma boşalttı. Belindeki sakiz kuşağından pirinç çekeceğini çekti, ucuyla basi di duvara vürmaya: “Ulan, sana Çi Yerpeymir gibi Kart verdik "peksimet | yer gibi ne patırdı bu? senin Sacit Bey kizsin da odadan fır layıp Çillinin üstüne yürüsün. Çilli kımıldamadı. Sacit şaşırdı, atacağı tokat elinde kaldı. Durdu. Fakat Çilli bu! Kafası kışınca dayak atmadan durur mu hiç? Sacidi çenesinden duvara dayadı. Ağzına yumruğunu tıka - dı, Cebinden çantasını çekti, Bir de ne baksın? Çantada on paralar yok. Olanı biteni yalnız yırtık iki tramvay bileti!.. Ben çaktım: Çillinin hoşuna “bir kah- gitmişti bu! Alayla: “Para almadan bırakmam seni!,, dedi. Sacit sıkıldı, korktu, mırıldandı: Parayı o mubas- sır dediğim adar verecekmiş, Çilli güldü; “hadi neyse... Bü gece benim misafirim ol. Sabaha kadar bedava | eğlen!,, dedi. Macideyi uyandırdı, Sa- citle bir odaya kilitledi. Amma tuhaftır bu dünya, Bu da- yaktan sonra Çilli Mahmut Sacit bey le olsun sana bir dost! Günahı söyl yenlerin boynuna; meşrutiyetten #on ra bu Sacit Beye “Çilli, arada para filân da vermiş. İkisi birleştiler. O mubaasır dediğim adamı kovdular, Adam ikide bir gelir, Çilliye çatar, dayak yer giderdi. Kahveci sustu. Önüne baktı. — Ah Bey, dedi; bir gede Çili Mahmudu bir “mano,, işinden kara- kola götürdüler, Mahmut kapının a nahtarını bana verdi, “bu gecelik evı sen geviriver,, dedi. Bu Macide karısı o gece beni de günaha sokmasın mı? Hem de gebeymiş kaltak, Bunu önce- deh söylesene a Hınzire!.. Benim gibi din! bütün adama bu 6- yun oynanır mı? Tam üç yıl üç aylar orucu tutturdu bana karı! Kahvesinin lâfı yalandı; üç aylar orucunun hatırı işin uydurulmuş bir yalan! Fakat Aksaraylıların gözünde Macide o kadar fahişeydi ki öldükten sonra bile ona bu iftira yakışıyordu. Adnan martavala inandı. Bir ölü kadar beyazdı. Han kahvecisinin ye. şil dişlerini, kalın bıyıklarını Ma -| cidenin dudaklarından kendi ağzına doluyor sandı. Midesi bulandı. Bir « denbire farkında oldu: K hveci hafiften sar» hoştu. Herif, her sabah gibi bu sa « bah ta kete denen kuru puaçasın! yes miş, rakısını içmişti. Puaçanm sırlar yağı İle rakinın İspirtosu birleşerek ağzımdan kızgın bir koku Adnanm ba- İster misin, | taşıyordu şna kömür gibi çarpıyordu. Teneff #ü vapurlardaki ikinci mevki koku yordu Kahveci: - Fakat Hacı Mahmut doğru şa hitlik edeceğine mahkemede Kur'anı Kerime el basar, yemin ederken has tim indiriyor sandım Bey! Dedi. Boyuna Hacı Mahmudu am Jatacaktı, Adnan: - Bana bir kahve getir! Dedi, Herifin arkasmdan pencere * leri ağtı. dökerdi, olur- | içi Kalpaklı misafir Adnan memnun: Şahitler “yalan,J mahkemede katiyyeti riyaziyya (ile söylediler; katil Ahmet yüzde doksat asılacak. Yarın Cumartesi. Davanın sön gü- nü. Adnan Bozdoğan kemerindeki ke nakta dosyasile başbaşa. Yarın igin davanm edebiyatını has sırlıyor: Yazı masasındaki kâğıtlar» ei işaretler; işareti, Adnan, maiye namına size sorarım reis beye fendi,, diyeceği yerdi . “1. işareti, “efkârı umumiye iki dus dağmızdaki adalete sabırsızlıkla ba» kiyor,., diyeceği kısımdı. işareti de kudurmuş sesle haykıracağı 80n satırdı; idam isti yen İbüre. Sigarasını, işarellere bakarak, des rin, kalm üç çizgiyle kanma çekti, Düşündü: Kim der Kİ, bu-işaretler « den bir darağacı çıkacak! Ressim gibi, heykeltraş gibi, şair gibi sevin- di; Boya yarm”tabloydu: taş yarın heykeldi; mürekkep yarın kitaptı; bu notlarda yarın darağacı Idi. Süheylâ odaya öfkeyle girdi: — Fakat bu kadarı fazla! Dedi, Kocasının fazla çalıştığına surat ederek masudan kâğıtları söy- lene söylene topladı: — Hadi diyelim ki kendine merha» Lin yok... Bari bize aci Adnan! Salimin doğması o kadar yakındı ki Süheylâ “bize,, diyordu. “İkisi de memnundu; çocuğunu, Süheylâ, şim diden doğmuş, katili, Adnan, şimdi- den asılmış farzediyordular. Fakat Adnan bu anda başka türlü de bahti- yardı; karısının öfkesinde mes'ut- tu: Kocasının işi haftanın günlerine sığmıyordu; Cumala taşıyordu; İşte Süheylâ buna kızıyordu! Yazhanesis ni açtığı gündenberi çantasında tek dava ile &ve gelemiyen Adnan şimdi sevinirken birdenbire yasıhanesinden başka bir şeyi hatırladı; sarardı; dü“ şündü: Ondan, aylar va, ne han sa hibi aylık istiyordu; nede kâtip Sas lih!,. Sonra ne Adnana han sahibin- den öfkeli mektup geliyordu; ne de kâtip Salih başka bir iş aramaya Kal» kişıyordu. Bu ne demekti? © Adnan, karısının gözlerine bakarak, Sana bir şey soracağım Sühey» lâ; dedi; ama, doğru söyliyeceksin, Paşanın rukuna yemin et bakayım. Süheylâ: — Babacığımın ruhuna mi? Kadın yemine sarardı. Sustuler. Süküt o kadar derindi ki Adnanm ne düşündüğünü Süheyli sanki duydu. — İşte yeminsiz cevap veriyorum Evet! Adnan: — “Evet,, mi? Yani kaç aydır y#* sıhane kirasin. kâtin aylığını... Süheyla: — Evet! Adnan: — Ben veriyorsun hep? Öyle mi? Süheylâ: — Evet! Ben veriyorum hep, Am bunlar senin bana borcun! Bir tâ” rafa işaret ediyorum. Bir Hü kazanacağın bir büyük davadan v | borçlar ödenecek! Kocast utanmasın diye bu “büyük davaya,, inanan yüzle Süheylâ bun söylerken Adnan utandığını şeki” mak için: — O halde yarın notere gideceğimi dedi; sana bu borçlar için bir senet,, vereceğim. TAyttası veri