MAKSİM GORKİ nasıl çalıştığını anlatıyor “Edebiyatm günün hâdiselerinden aktüaliteden ilerisini görebileceğini zannetmiyorum. Kimse muharririn bir peygamber olmasın, istikbali keşfetmesini istememiştir.” Bu sözler Maksim Gorki'nindir ve onun bütün şahsiyetini, sam'atinin özünü gösterir . Edip, sana'tkâr, nasıl bedeni te gekkülü, mizacı ile üzerinde yaşadı İn toprağın kuraklığı veya bereketi, teneffüs ettiği havanın, içtiği suyun, gördüğü manzaranın tesiri altında ise, ruhu, düşüncesi ile de içinde bu- lunduğu muhitin tesiri altındadır ve eseri, bu muhilin bir aynasından başka bir şey değildir. San'atkârın modellerini seçmekte küçük bir ro- Tü vardır. Kendini ona kabul etti ren bizzat modellerdir. Eğer, bugi- ne kadar, bütün * dünyada, edip ve muharrirlerin çoğu eserlerinde, pi- yeslerinde hep burjuva şahsiyetlerini canlandırmışlarsa, bu sadece, müş - terilerini, okuyucularını o smıf ara- sında bulmak ihtimalleri olmasın. dan değildir. Hâkim sw1f bu sınıf- tı, ve san'atkâra modeli olarak ken- dini kabul ettiren şahsiyetler de bu hâkim sınıfın sivrilmiş şahsiyetleri idiler, edip ve maharrirler de bu te- sir altında kalmaktan, onları eser- lerinin tipleri olarak kabil etmek - ten kendilerini alakoyamazlardı. Maksim Gorki de, içinden doğmuş olduğu sınıfım baldırı çıplakların, sefillerin hayatın romantik bir tar>- da yazmış, onların esarete karşı is- yönlarına tercüman olmuştur. Bir « çok kimseler, Gorki'nin tiplerinin “Miçe” nin tesiri altında kalmış tip- Ter olduklarını iddia ederler, Halbu- ki bu, Görki'nin, tiplerini canlandır- mak için bulduğu bir şekilden ba. rettir ve Gorki bu edebi tarzla, şah- siyeti öldüren, yıkan tasallıflara karşı isyanını ifade etmiştir. Gorki- nin bütün eserlerinde, bu isyan var dır. Fakat o, sadece isyan etmekle kalmaz, mücadele de eder ve onda meraret dolu bir nikbinlik vardır. Halbuki Anton Çekov bedbindir ve o da asi olmakla beraber, daha iyi bir cemiyeti, hulyalar arasmdanıyö- rür. Tolstoy, Çekov, Korolenko henüz sağken ve herkes Dostoyevski'nin tesiri altında bulünür ve sombolist - lerin modası hâkim iken Gorki, tek beşima, bütün bu meşhur adam- ların tesirlerile mücadeleye girişti. Dostoyevski ölürken “Mağrur «- dam, teslim ol!” demişti. Tolstoy fenalığa karşı mücadelenin lüzumsuz olduğunu tavsiye ediyor. Yukarda da söylediğimiz gibi Çekov büyük bir bedbinlik ile, itaatten başka ça- re olmadığını gösteriyor, sembolist- ler okuyucularını mistik bir âleme davet ediyorlardı. Maksim Gorki işe koyuldu ve kırk seneden fala süren bir edebi mesa- iden sonra Balzac'ın “Imsanlık Ko- medyası” ile Emile Zola'nın “Rou- gem - Maguart” larına müsavi bir eser yarattı, Gorki'nin ihtilâlden — evvelki Rus- yay en karakteristik şekilde tasvir eden başlıca eserleri “Thomas Gor- diev”, “Üçler”, Olurov Kasabası”, “Matyas Kojemyakir'in Hayatı” dır. Bunları, ihtilâlden sonra yazdığı “Artamonovlar” ile “Klim Samgin” €serlerile tamamlamıştır. Balzac Fransanm derebeylikten krallığa kadar geçen zamaninı,Zola da Fransanın Ikinci Tmparatorluk devrinde bir ailenin hayatını can - landırmışlardı. Gorki de Rusyanın köleliğin kaldırılmasından Sovyet ihtilâline ve Sovyet ihlililinden bu - güne kadar olan devrini anlatmıştır. Bundan başka, Gorki, sanatkâr, edip, siyaset adamı, gazeteci, işçi o larak birçok faaliyet göstermiştir. Som samanlarda, Sovyet Rusyada o- nun nezareti altında, sekiz on mec mua neşrediliyor, genç muharrirle - rin klâsik kültürlerini temin için seri halinde eserler neşrediliyordu. Kendisi birçok tabı evlerinin neşri - yat müdürü idi, Bu bakımdan Gor- kü'nin faaliyeti ve eseri Vollaire, Hu- go ve Tolstoy ile mukayese edilebi - Tir. Şu farkla ki, Voltatre'in maka- leleri ve hicviyeleri, Hugo'nun ww tukları ve Tolstoy'un feryatları 18- dsralın imkânsızlıklar içinde çerptn- masından, şikâyetlerinden başka bir gey değü iken Gorki'ninkiler hep, ayni sebeplere ve haksızlıklara kar- gı mücadele ve müspet hücumlardır. Adeta bir hâkimin verdiği mahkü- miyet kararlarıdır. Şimdi, sözü ona bırakalım: Maksim Gorki Nasıl çalışırım ? On iki yaşında yazı yazmağa baş- ladığımı zannediyorum ve beni buna sevkeden gey de, mevzuların çoklu- ğu'idi. Evvelâ, bende şahsi intibalar uyandıran darbımeselleri, ata sözle- rini kaydetmekle işe başladım. Me- seli “Hayat güzel. Fakat kimi döv- meli? Kimseyi"” veyahut hokkabaz- ların el çabukluğuna benzediği için beni hayranlığa sevkeden “Kişka, kişkiye kukiş kajet” (1) darbımese- lini. Fakat buradaki ku hecesi ile ş nin çıkardığı ses hoşuma gitmi - yordu ve darbımeseli şu şekle koyu- yordum: “Kişka kişkiye Okişka je” (2). Daha sonraları bizzat ben darbımeseller icat ediyordum. Mese» lâ: “Büyükbaba oturdu, büyükbaba yedi, büyükbaba terledi, büyükbaba sordu: Ne zaman yemek yiyeceğiz?” Kitaplarda, okurken anlamadığım cümleleri bir tarafa yazıyordum. Bil- hassa: "Doğrusunu söylemek lâzım- gelirse, barutu kimse icat etmemiş” tir” cümlesindeki “doğrusunu söyle- mek lâzımgelirse” yi uzun mllddet anlryamamıştım. Ve “kimse” keli- mesini “birisi,'bir” kimse” şeklinde tefsir etmiştim. Bu suitefehhüm bende o kadar yerleşmiş idi ki, 1904 te yazdığım “Sayfiyeler” piyesinde, kahramanlardan birisinin; «—— Kimse gelmedi mi? Sualine şöyle cevap verdirmiştim : — Kimse olmak veya olmamak 0- lamaz, © Birçok şiirler yazıyordum ve bir şiirde, kelimeler üzerinde uzun müd- det düşündüğümü O hatırlıyorum. “Araba yürüyor” demiştim. Araba me yürüyordu, at mi? Çok, bilhassa ecnebi edebiyat ter- cümeleri okurdum. Incil ile Kurokçi- nin neşrettiği haftalık “Kıvılgm” mecmuasmı okumağı çok severdim. Tik eserim 1892 de basıldı. Lâkin 1895 senesine kadar, edebiyatın be- nim İçin bir meslek olacağını zan - netmiyordum, Gazetelere yazdığım küğük hikâyeler bana, ciddi bir şey görünmüyordu. Halbuki bunda çok haksızlık ediyorum, insana kilçük hikâyeler kadar yazı yazmasını öğ- reten bir şey yoktur, bu, kelimeleri tasarruf etmeğe ve daha toplu yaz- mağa alıştırır. Eserlerim için, başlıca, başımdan geçen hâdiselere ait vak'aları kulla- niyor, fakat kendimi şahit vaziyeti- ne koyarak, hikâyeci rolümde kendi- mi müşkül mevkie koymamak için gahsımı fasl bir kuvvet olarak ileri sürmüyordum. Bu, anlattığım haki- ki vaka'lara, Turgeniyev'in bahsetti- ği ve onsuz sana't ihtimali olmıyan “kendimden bir parça” ve “fiction” koymuyordum manasina altnmama- kdr, Fakat müellif yazı yazarken, kendi kendine, zekâsına, malümati- na, görüş kuvvetine hayran olursa, “san'at hakikati” denilen şeyi mu- hakkak surette bozar, tahrif eder, Kahramanlarınm içtimai çehresini zorlıyarak, onlara yapmaları imkân- sız hareketler, söylemesi kabil olmı- yan sözler tahmil ederse yine ayni geyi yapmış olur. Tasvir edilen her canlı mahlük bir madene benzer. Fikri bir hararet nisbetinde teşek- kül eder veya şeklini bozar. Şahsi- yetler soğuk bir muameleye tâbi tu- tulursa, mevkilerinin ehemmiyetle- rini kaybederler, düşerler, bu itibar. ia muharrir, kullandığı malzemeyi biraz canlandırmalı, hiç olmazsa, 0- na, malzeme olarak hayran olmalı - dır. Bende hemen daima, şahsiyetleri- min prototipi, yaşıyan insanlardır. Fakat pek tabil olarak. kahramanın karakteri, mensup olduğu içtimat grup ve smıfda yaşıyan muhtelif tiplerden teker teker alınmış husu- siyetlerden müteşekkildir. Bir tek işçi, papas veya dükkânciyi hakiki İ bir şekilde tasvir edebilmek için yüz, | iki yüz işci, papaz, düxkâncı tetkik etmek lâzımdır. Şüphesiz yaratıcı bir işe sevkeden ilk sey mütekâsif İbir halde bulunan tecrübenin,müspet veya menfi, (oTesirinde o bulu- nan doğrudan doğruya (o almmış intiba ile, dünyanın anlayış tarzı, telâkkisi yani fikriyattır. Benim, bundan gayri malzeme kullandığım iki vaziyet olmuştur. Bu da “Yaz” ve “Itiraf” isimli hikâyelerimde- Nijni - Novgorod'ta bir “sekter” in anlattıkları ile ayni yer “seminer, inde Profesör (Kudrinski'nin bu hususta yazdığı bir makaleden al - dım. “Yaz” m malzemesini ise, bir ihtilâlci #osyalistin evrakından elde ettim. n Sabahları saat 9 dan İ e, akşam- Jarı da $ den 12 ye kadar çalışırım. Sabahlari daha müspet neticeler alı- rım, Fakat masa başından kalkma” dan 24 saat mütemadiyen,yazdığım, da oldu. Bu cümleden olarak “İzer- gil”, “26 ve 1”, “Tnsanın Doğuşu” hikâyelerimi Üç saatte yazdım. Hat- tâ daha az. Hiçbir zaman bir plân yapma- dım. Plân,çalışma inkişaf ettikça,ken İdi kendine olur. Onu bizzat kahra- manlar yaparlar. Bana kalırsa, seçi- len şahsiyetlere nasıl hareket ede- | cekleri gösterilmelidir. Onların her- birisinin hayati bir iradesi vardır. | Müellif, onları karakterleri İle ha- yattan alır, onları kendine ait bir | malzeme, fakat yarı mamül bir mal- İ zeme gibi kullanır. Sonra onları, İ kendi şahsi malümatınm ,tecrübele- rinin yardım: ile muameleye tâbi tu- tar, onlara tabil ve müktesep ka- rakterleri neticesi olarak yapmala- Jarı, söylemeleri icap eden, fakat yapmadıkları, söylemedikleri hare ketleri yaptırır, sözleri söyletir. San* st yaratmasında “fiction"nu yeri İş- te buradadır. Bu “fiction,, müellifin, kahramanlarına, karakterlerinin ta- bil hatlarma uygun olarak vereceği, tatbik edeceği nisbette iyi veya ek- #ik olacaktır. Destoyevski de, hemen bütün kah ramanlar ve bilhassa İvan ve Dimit- ri Karamazof, Prens Mişkin, Stav- rajin, Gruşenko sonuna kadar izhar edilmiştir, bunlar tiplerdir. Fakat Destoyevski, Raskolnikov'u, kendisi stırapla selâmete ermek gibi hıris- tiyanlara âit gayri insani fikirle meş bu olduğu için, berbat etmiştir. Be- nim için tem ve mükemmel tipler, Hamlet, Faust, Robinson Crusoe. Werther, Madam Bovary, Manon Lescant'dur. Bunlar benim için bi- rer âbide gibi yaratılmış tiplerdir, ve #üphesiz, hattâ bazan menfi tasvir- lerde bile görünen tam ghengi ez ve- ya çok hissedenler için de böyledir. Misal: Gogol'in “Ölü ruhlar, ve “müfettiş” deki tipleri ile Dickens$'in Dombey ile birçok tipleri, Hugo'nun Kazlmodosuve ilâh... tekrar ediyo- rum: Müellif yalnız malzemesini iyi tanımakla kalmamalı, fakat Onu sevmeli, daha doğrusu on& hayran olmalıdır. Dostoyevski'nin birçok kahraman- ları ile Marmeladov, Karamazov ba- ba şüphesiz iğrençtirler. Fakat şu- rası muhakkaktır ki, ve bana kalır- $a hakikatte bunları sevmemekle beruber, Dostoyevski, onları büyük bir aşkla yaratmıştır. En müşkül şey başlangıç, ilk cüm: ledir. Musikide olduğu gibi bütün €- TAN “Büyük ve beynelmilel edip. dir. “Itiraf” hikâyemin malzemesini | SAĞLIK ——— Damarların sertleşmesi Bu hastalığa eskiden “tasallübü şerayin” derdik. Şimdi damarlarm sertleşmesi dememiz daha doğrudur. Çünkü şerayin yalnız kırmızı kan (damarları demektir. Halbuki, onlar gibi, kara kan damarları da sertleşe- bilirler. Damarların içerileri, tabil halde, düz, pliriizsüz ve yumuşak olurlar. Yaş ilerileyip te damarlar yumüşak- ğı kaybettikçe, kanın vücut içeri- sindeki dönmesi de bozulur. Bundan birçok rahatsızlıklar meydana çıkar. Tik alâmetlerinden biri, çabuk yo- rulmaktır. Fikirlerile çalışanlarda ça lışma arzusu azalır, hemde çabuk , yorgunluk gelir. Bazılarına vakit va kit unutkanlık gelir. Bir takımı da söz söylerken birden bire « güçlükle tutulurlar. Ağır İşlerde çalışan İşçi- lerde damarların sertleşmesi pek-bel- li olur, Önceden pek çok iş meydana çıkaran İşçinin damarları sertleşince verdiği mahsul azalamağa başlar. Yorgunluk birçoklarmın, soluk, çekik benizlerinden bile anlaşılır. F'a- kat bazları kırmızı yüzlü olurlar, Kimisinde de benizsizlik, kırmızılık vakit vakit gelir... Damar sertleşme- 8İ insanı sinirli, öfkeli yapar. Bazısı da uykudan baş kaldıramaz olur. Baş ağrısı yorgunlukla birlikte ge- len bir alâmettir. İnsan sabahleyin uykudan kâlkınca başının üzerinde bir ağırlık varmış gibi ıztirap duyar. Baş dönmesi de yine damar serileş- mesinin alâmetlerinden biri olur. Ba- wlarında ufak bir hareket, meselâ yataktan kalkmak baş ağrısına sebep olur. Kollarda, bacaklarda iğnelen - İ meler, sancılar, hele ayakların çabuk üşümesi yine bu hastalığın alâmet- lerindendir, Nefes daralması, burun | / kanaması, yürek çarpıntısı, uykunun geç gelmesi, kulakların uğuldaması ga yine öyle. Damarları sertleşen geceleri sk sik idrara kalkar. Sert - jleşmiş damarların içinde tansiyon yüksek olur. Damar sertleşmesi, damarların İ- çinde pek ağır bir surette hâsıl olan bir iltihap neticesidir. Bu iltihabı da türlü türlü sebepler yapar. Da - mar sertleşmesine sebep olan şeyle- Tin cu başımda sIKYIR sayarlar. VAKIA bazı hekimlerin fikrine göre alkolün yaptığı bayağı bir damar. sertleşme si değil, steataz cinsinden bir sert- leşmeğir. Herhalde neticesi yine dâ- marın sertleşmesi demektir, Alkoj”- den sonra, en mühim sebep yemek- lerdir. Bazıları pek çok yediklerin - den damarlarının sertleşmesine yol açarlar. Bazıları da çok yememekle berabör etli, baharlı, hardallı yemek- lere fazlaca reğbet göstermekle yi- ne damarlarını sertleştirirler. Bun- lar ikinci derecede sebeplerdir. En büyük sebep, damar sertleşmesine yol açan bünyedir. Bundan sonra da böbrek hastalıklarmm damarların sertleşmesinde ehemmiyeti vardır. Dâmar sertleşmesi kendi başma belki bir hastalık sayılmıyabilir. Her vakitki gibi yaşamaya engel olmaz. Yalnızca, ihtiyarlamak demektir. Fa kat başka hastalıklara yol açtığı için onalrın yerleşmelerini kolaylaştırdı- ür için ihtiyatir, tedbirli - yani ihti- yarca » yaşamaya sebep teşkil e- der. Bu hastalığa karşı korunmak, has talık gelse bile onunla uyuşmak i - gin tutulacak tedbirler ilkin yemek- lere dikkat etmektir. Bir kere az ye- meğe alışmak lâzımdır. Öğle yeme-| fi gi akşama nisbetle biraz daha mü - fassal olabilir. Fakat akşam yemeği, hele uykuları geç gelenler için, hafif olmak lâzımdır. Sonra et yemekleri fazla olunca damarları daha ziyade sertleştirdiğini herkes bilir.Onun için daha ziyade yeşil sebzelere rağbet göstermek lâzımdır. Tuz tansiyonu arttırır, tuzu &z yemekler tercih edil melidir. Sütlü yemeklerin her türlü- sü, taze peynirler, yumurta, iyice olmuş yahut pişmiş meyveler zararsız olur. Yemeklerden başka İmkân olduğu kadar temiz havayı, mütedil derece- de beden mümaresesini unutmama- İı, çalışmayı da ancak lüzumu dere- ceye indirmelidir. Hergün kolonya suyu İle, bulunamazsa kuru kuruya friksiyon fayda verir. Deniz kenarı, yüksek yerler damarları sertleşenle- Te yaramaz. Lokman HEKİM —me ————— sere ton veren odur, ve'alelekser 0- vu uzun müddet ararsmız. M. Görki'den ve fransızcadan Fikret ADİL be. iskembeye nazaran 22-6-938 am Bütün hazırtıklar bitti saat 16 da BAŞI 1 lahacaktır. Motto'nun açış nutkun - dan sonra Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Türkiyenin tezini izah edecektir. Bundan sonra konfe- ransm teknik komisyonlara ayrılaca ğı söylenmektedir. Bu komisyonlar Boğazlar - mukayelesindeki o mevcut kayıtlar üzerinde müzakereler yapa- caklar ve formüller hazırlıyacaklar- dır. 26 haziran cuma günü konferans Âzalarmdan bir kısmı Cenevreye gi- decekler ve Uluslar Kurumu Konse- yinde hazır bulunduktan sonra tek- rar'Montröye döneceklerdir. Bundan sonra umumi celse aktedi- lecek ve Türkiyenin haklı isteği bir neticeye bağlanacaktır. Talebimiz kabul edilecek Montrö, 21. (A.A) — Havas &- Jansı bildiriyor: 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan muaheresi ile ihdas e- dilmiş olan Boğazlar rejiminin tadi- | W için Türkiyenin talebi üzerine top lanmaya çağrılmış olan Boğazlar konferansı yarm #aat 16 da açıla- caktır, Bu sakin ve çiçekli şehirde, 20 teş rinisani 1922 de Lozan konferansının açılması arifesinde, Türk delegeleri- le müzakereden evvel noklai nazar- larını karşılaştırmak istiyen Puanka re, Musolini ve Lord Kürzon ari smda bir mülâkat vuku. bulmuştu. Montrönün intihabı, Rusların Vo- rovskinin okatledildiği Lozan ve Japonların da çekildikleri Cenevre- yi istememelerinden ileri gelmiştir. Boğazlar rejimi mukavelesini im- za etmiş olan dokuz devlet Montrö konferansında hazir (o bulunacaklar- dır: Lord Stanhope, tarafından temsi) | edilecek olan İngiltere, Pol Bonkur ile büyük elçi Hanri Ponso tarafım- dan temsil edilecek © olan Pransa, Japonya, Türkiye, Bulgaristan, Yu- nanistan, Romanya, Sovyetler Birli- ği ve Yüğoslavya. Italya da mukave leyi imza eden devletler arasındadır ve konferansa davetlidir. Fakat hiç olmazsa konferansın ilk safhasina eu GEMİ EEK LE “ECATY ALLI; ZE ri “tedbirler kalkdıktan sonra işti- rak edeceği umulmaktadır. Hatırlardadır ki, 1923 mukavelesi Boğazlardan barış zamanında da ol- duğu gibi harp zamanında da tecim ve harp gemilerinin geçmesi serbest olduğunu ilân etmekte ve bu da mez kür vesikada gösterilen bölge ve a- daların askerlikten o tecridini intaç etmekte ve bu suretle Türkiyeye bir nevi süel tahdidat empoze etmekte idi. Bu tahdidat muahedeyi Imza et- miş olan devletler memleketlerine ilâveten bir de Amerika mümessilin- den mürekkep beynelmilel Obir ko- misyon tarafından kontrol edilmek- tedir. Türkiye bugün bu kayitten usul ve müsalemet yolu ile kurtulmak isti- yor. tekrar teslihi hakkm- daki bu talep her halde kabul edile- cektir. Zira alâkadarlar arasında bir karşılıklı samimilik ve itimat hava- sı hüküm sürmektedir. Atatürkün zaferi tır. Madam Tabbouis bu makalesin- de evvelâ zecri tedbirler meselesi- nin Montrö konferansında kulis ara sında belki müzakere edilebilece- ğini kaydettikten sonra Boğazlar meselesi şu mütaleaları yürütmektedir; Montrö konferansının . teknik bir mahiyette kalacağı ve bunda şekil- den ibaret olan bir işin halli için as- keri bahri mütehassıslar ile diğerle- rinin karşılaşacağı zannolunuyor. Zi ra işin esası daha şimdiden halledil miş bulunmaktadır. Bunun içindir ki gok pratik bir şekilde hareket etme- gi bilen Londra bu konferans işiyle artık hiç meşgul olmamaktadır. Ha- kikatte bu konferansın toplanmasını Türkiye hükümeti talep etmiştir. Ve bunun için de hükmi ve kanuni ihti- yaçlar duymuştur. Bu konferans ile Atatürkün zaferlerine bir tane daha ilâve edilmiş olacaktır. Çünkü Tür- kiyede Boğazlar protokolunun revi- ziyonu meselesine çok ehemmiyet verilmektedir. Konferansta halli icap eden üç meseleyi şu şekilde tebarüz ettirebi. iriz: Ticari noktai nasardan sef - —— ÖĞÜTLERİ Montrö Konferansı bugün toplanıyor INCIDE best seyri sefer, Boğazların tah - kim edilmesi, ve nihayet üçüncü ve en mühim şekil, istikbalde harp ge- #Milerinin Boğazlardan ne şekilde ge çebileceklerinin tesbit edilmesi; bu- gün için bu husustaki talimatname Boğazlardan geçebilecek © gemiler mikdarının Karadenizde mevcut en büyük deniz harp kuvveti mikdarmı tecavüz edemiyeceğini işaret etmek- tedir. Bu son mesele dahi hakikatte bü- vik bir şey ifade etmemektedir, gin kü Türkiye harp zamanında istediği gibi hareket edecektir. Diğer eihet- ten Boğazlarm yeniden askerileşti « rilmesi işi, modern vasıtalar ve Tlr- kiyeye empoze edilmiş olan gayri 28, keri mmtakanın küçüklüğü nazarı itibara almırsa, bu hususi vaziyet İ- çin büyük bir ehemmiyeti haiz bu - lunmamaktadır. Nihayet, eğer umüu- mi hârpte hâsıl olmuş bulunan vazi- yet hatıra getirilirse denizde yüzen mayinlerin, harp gemilerinin müru- runa, sahil bataryalarından daha faz Ie mâni olabilmiş bulunduğu gözö « | süne gelir. Hakikatte herkes uzun teknik mü İ nakaşalardan sonra, Türkiyenin Bos #azlar protokolünün tadil edilmesi işinde, tamamile tatmin edileceği kanaatindedir. Hattâ bu hususta her | kesin Atatürkün hoşuna gidecek 50- İ kilde hareket etmek fırsatını kollr « | yacağı da tahmin edilebilir. i Ve müttefiklerimizden bazıları Fransanm nihayet, bundan evvelki İ Hariciye Nazırlarımızdan biri zama- nında teklif edilmiş bulunan bu ka» dar faal bir dostluk politikasma ce- vap vereceğini Ümit etmektedirler. İ Fransanın bu mukabelesi belki geç bile kalmıştır. “ Hiç şüphe edilmemelidir ki Tür- kiye bugün en modem silâhlarla teç kiz edilmiş, en kuvvetli bir orduya malik bulunan bir şark memleketi- dir. Nihayet orta Avrupa ve Akde- İ niz müvazenesi meselesi ancak gele cek. beynelmilel toplantılar esnasm - iŞ ite b MACE min edilmedi #giii Milletler Cemiyt- tinin reforme edilmiş paktı dahilin- de yapmağa azgmetmiş görünmekte- dir. Genevieve Tabouis İngiltere neden geri döndü (Başı 1 incide) duk, çünkü bu tedbirlerin tatbikine devam edilmesi takdirinde, hattâ bü- tün milletler arzu etseler bile, fayda lı bir netice elde edilemiyeceğine ka- iz. ç Almanyanın, Japonyanm ve Ame rikanın hattı hareketlerine telmih eden Baldvin, şöyle demiştir: “ — Bütün milletlerin Mi. letler Cemiyetine girecekleri ümidini İ kaybetmemeliyiz. Silâhların tahdidi için de bir şekil bulunup tatbik ©- dilmesi meselesinde de ümitsizliğe İkapılmamıza mahal yoktur... Hatip, bundan sonra kollektif em- niyet sisteminin işlemesi için bu sis teme iştirak eden bütün milletlerin mitaniyi hen “irikte şöcl Zecri tedbirlerle tehdit etmeğe ve battâ icabında döğüşmeğe hazır bulunma- ları icap eder, yoksa bü sistem asla işleyemez.,, demiştir. Londra, 21 (A.A.) — Esseks'de kendi intihap dairesinde bir nutuk söyliyen Çörçili: “.-— Memleketimizin bilhassa ha- Hici politikada mühtaç olduğu şey, muayyen bir İstikamettir. demiştir, bu olmadıkça nazırların bütün mesa isi hemen hemen imkânsızlıkla kar- sılaşır.,, Bundan sonra Çörçili: “ — Habeşistanı kendi haline ter- kettiğinden dolayı hükümeti ayıpla- dığı halde, ayni zamanda, Avustur- ya bir taarruza uğrayacak olursa kendisine yardım edilmiyeceğinden bahseden Loyd Corcun ifadesini cerhe çalışmış ve: “Loyd Corcun mantığı, İşte budur.., demiştir. Hatip sözlerine şöyle nihayet ver- miştir; '— Avrupada, Asyada, Şimali Af- rikade, her yerde, vaziyet bir yıl ön cekinden berbatlır. Bu bir sene için- de, Almanya silâhlanmakta devam ederken, Liberal demokrat devletler fevkalâds bir zanf gevrer” geçirmiş lerdir.,,