7-7:035 Nizamettin NAZİF Bir an onu dinler gibi duran kır at burnu koku alarak ön ayakları ile yeri eşeleye eşeleye kişnedi ve sert bir boyun hareketile gemini sahibinin elinden kurtardı, sol tarafa doğru dört nala uzaklaştı... Dümdüz bir ova. Uçsuz, bucaksız. Sarlıklarla bataklıklar arasında ge- rilip yayilan ve uzanan bir ova. Öyle soğuktur ki bu ova, tepesinde ateş ve rşrk saçan © kocaman güneşe aldanırsan iliklerin donar arkadaş! Sen, içi kürklü, dışr püsküllü yam- çına mı güveniyorsun âdem oğlu? Dört aç gözlerini budala! Buzbane- de talaşla örtülü bir kar kalıbı gibi kaskatı edebilir seni bu ova. Sazlıklar arasındaki ova, kel, hiç- bir yerinde bir gölgesi olmıyan, ağaç» #12, fiğansız ve otuz bir ovadır. Beli aslanım... Bol ışıklı, büyük ve kocaman güneş, üstündeki göğün tam ortasındadır ve gözüne öyle büyük ve kocaman gözüküyor ki, “Şu kel ova, ha şimdi yanıp kül olacak, ha şimdi kavrulacak!” sanıyorsun. Aldanıyorsun dadaş! Daha ileride gözbebeklerin hayret- le büyüyecek ve şaşkın şaşkın sora - calsım kendine: ri — Bu soğuk niçin? Karayel mi esi- Yor? Kasırga mt var? b be- tanın hortumu içinde mij Boşyerâ yorma kafanı delikanlımi... Rüzgür ne gerer burada, Görmüyor musun? Sazlıklarda saz- ların en cılığları yüz yıllık çar göv- deleri gibi sallantısız ve dik durabili- yorlar. P zi Verem soluğu kadar celız bir yel bi- le yok. on uçsuz. va eni Dündizzi Sırtında tek gölge görünmiyen bu otsuz, ağaçsız, kel ova işte ovadır. Güneşle ısınmağ ve dondur- wak için poyraz esmesini beklemez. İlerde, yire kel ovalar vardır. Son- ra yine bataklıklar ve sazlıklar aşa - caksın! Daha ötelerde sazlıklar kâh seyrekleşecek, kâh (sıklaşacaktır. ve | sen üstleri buz tutmuş öyle bataklık- lar göreceksin ki. onları da aşan ufuk | ve geldiği yerden bir daba dönmemek | bir başka ovaya, başka ovalara, hep- | üzere ayrıldığına da hlikmedilebilirdi si kel, hepsi gölgesiz, ıssız ve bucak- siz ve sonu gelmez ovalara doğru ge- rileyin uzanmaktadır. Kıpçak illerinin Boğkırları böyledir İşte... . Kazan Hanlıgının 'Bu süvari, atı nereye giderse oraya gitmekte bei. tesadütlere kucak Bu atlı nereden gelip nereye gidi - yordu? Doğuya doğru gidiyordu. Daha doğrusu at, üstündekini doğuya doğ- rü götürlyordu... Ve onun bu gidişe hiç aldırış etmemesine, dizginleri sa- ıp hayvanı kendi haline bırakmış ol- masma bakılırsa kır atın gittiği yeri bildiğine hükmetmek icap ediyordu. Yoksa... Bu süvari se oraya gitmekte bir beis görmiyen ve tesadüflere kucak açan bir serseri miydi? Eğer böyle ise ve eğer sırtıma at İadığı andanberi bu at hep bu istika- mette koşmuş idiyse batıdan geldiğine Ya şu, kır atın karnına durmadan ba- tan mahmuzlarım kasti ne olabilirdi? Kendisine yetişilmesinden mi ürkü- yordu? Beliçi... Belki de yolcu her tarafının biribirine benzeyişi can sıkan bu kel ovanın issızlığından kurtulmak, bir yere ulaşmak, insanlar arayına bir an evvel karışmak istiyordu. Tan yeri ağarırken batıdan kalkan gyalarda a | miz olcam işim doğusan kal Evet. Soğuk, güneşi bile dondur - ka Fakat soöbekan bü muyordu. Sağrıları ie gir bun köpüğü gibi ginlerini koyuvermişti. ve gri i rşılıklı yarış yapılan bir rakibe benzer... Kazanmış nz için doğeda a ulaşa oğuda ahıra çel bulunmak lâzım- dır..” demezler mi Bu öyle bir ki, kaybetmez ve göğsü sa- | nin ziyanı ne olabileceği kestirilemez. ranlıkta Zira kaş kalmak yalnız olmaz; zifir gibi karanlık bir Bozkır karnına bir yengeç gibi yap Bozkır vas düzmüdün snkneliyasl Yeğene bir boşluktur ki, her yeri bi. bildiğine koşturuyordu. Bataklıklar arasında kalan dar top- den tehlikeli, biribirinden ka İl. sayımız azizlideçie der Güneş tepede... Demek ki © yolunu rak parçalarını, göz, bir kâbus vehmi | yartlamış ile önünde uzanan geniş Bozk:ra bakıyor. a İsi ve soluna ek- en kollarla ova büyük, büyü büyük bir ahtapot şekli a Ve e değişmiyen bir örnek görünü- ıssızlıktan ürken hayvan, on adında yükselt sireni deliliğin derecesini m Kanal Bürhan CARIT Konuşamıyacak didiyorl kadar hızlı Ki ve cins atları arayı Yolda onları va arpa bir kanlı vak'ann olduğunu bi- Ke gi söylüyorlardı. Gök- venin eski ayağı olan Körde. reyi geçtiler. Şimdi bir buçuk ay önce Şahinle Erguvan Pıştıkları tepeye çıkıyorlardı. Turgut on okişiile (Atik) Giftliğine hücum edilemiyeceği kanaatinde idi. Çiftlikte korucu olarak on beş iel lâhl: vardı. Fakat Bedi bu haydut suratlr adamın Haş 80 gibi onlara bir tuzak kurması vardı. i irdi, ve Erguvan hiçbir Şeyden perva etmiyerek her günkü ge. Zintilerini yapmakta devam edi. Acaba, yolcu A, tasında mean? © m Kim bilir! At, başı boş kalmış gibi, gemi azı- fa alkış gibi, alabildiğine koyuyordu. uzadıkça, keşafeti artar gibi olan | ve o, bu huzt bile az buluyordu. Kır atın kanatlanmasını mı istiyordu ne? Çizgisiz yüzünde tam bir tasasız ik vardı. Eğere butlarından yapış - yorlardı. Onlara pusu kuracak olanlar her halde her günkü programlarını önceden o öğren- rw ei rdr. u ziyade in) i günlük O kontrol Mirai bağlı idi. Bugün acaba hangi ei istikametten gelen bii silâh sesleri ile irkildi. ie Jandarma kumandanı daha alışkın bir kulakla seslerin gel- ve mıntıkayı anlamıştı. Hay - — Taşlıderede çarpışıyorlar, Ve arkada kaları jandarmala- rma eliyle o tarafı göstererek hayvanı mahmuzladı. Taşlıdere (o Atikle Gökdere arasında, yanında eski taş bir Çiftlik harabesine sığınanalar et Si seslerinin gittikçe kızış- tığını işitiyorlardı. Dik aşağı Bütün hızlariyle uçar gibi ini- yorlardı. Turgut geç kalacaklarndan, yetişinceye kadar bir felâketin kopacağından endişe ediyordu. Görünürde bir şey yoktu. Ça- görmiyen ve açan bir serseri ii mış gibi duruyordu. Hiç kımıldanmı- yordu. Yumruklarını baldırlarına dayamış- tr. Geniş zaviyelerle kollarını geren dirsekleri atın her dörtnalında bir es- niyor, öne doğru biraz eğik duran ge- niş omuzlu gövdesini çelik iki yay gi- bi yaylandırıyordu. Sırtında içi kürklü, dişi uzun kara püsküllü bir tiftik yamçı vardı. Uzun sahtiyan çizmeleri ve pırlıdayan mah- muzlarını bu çizmelere bağlıyan ka- yışlar yepyeniydi. Uçan bir kara kar- tal'n kanatları gibi arkasında havale pia yamçısının önü aralıktı ve yamçı rüzgârlandıkça daralıp genişliyen bu çok kıymetli bir elbisenin göğsünü süsliyen bir sıra savatlı gü- l müş düğme göze çarpıyordu. Ve atlı... uçan atının dörtnalma bü- teslim etmiş gibi, tasasız, sağa sola çevirmeden, kır atı- nn karnını bir düzüye mahmuzlıya- rak doğuya doğru gidiyordu. Doğuya doğru giden bu at, ve göz- lerini doğudan ayırmıyan bu yolcu amma da yorulmaz şeylerdi ha. Bir Okyanus içmeğe çabalıyan bir insan çenesi ne İse, şu kır atın bacak- İarı da bu ovada oydu. Hiç, yudumla akıtılabilir mi bir Okyanus? İşte, za- man geçiyor ve mesafe tükenmek, bitmek nedir bilmiyordu. Bozkır derler buna... Kolay kolay sonu gelmez dadaş Güneş, çok uzaklara varmıştı. Yuvarlak bir ak bulut kümesinin içinden ve yanlarından keskin hatlar çizerek fışkıran ışıkları, gökte, pat“ İamış koskoca bir Hımbaraya benzi” yordu. Daba gerilerde turuncu, kızıl ve pembe yamalar belirmişti: Akşamın ilk izleri... Haydi benim kara kartal süvarim.- Bas mahmuzlarını! Biraz daha yol - larsın Şu st. O ne? Aaa. işte bu tahaf, Atlinın dizlerine d an kok ları birden ileri atıldı. Harmyalları İZ gine sarılvermişi ve dizgin birden- kılık, pirenlik arazi bir şey gös- termiyordü, Silâh sesleri arasıra kesiliyor; sonra tekrar başlıyordu. Dört beş dakika içinde Taşlıderenin sağ yamacını tuttular. Jandarma kumandanı çarpı$- manın durumunu kavramışi. Çiflik harabesine sığınanlar et- raflarını kuşatanlara karşı ken- dilerini müdafaa etmeğe çalışı yorlardı. İşe girişmek için haydutlarm ateşini körletecek ve onları ate$ altında bulunduracak bir yerde tutunmak lâzımdı. Sık fundalıkta hayvanları dere- nin kuytu yatağma bıraktılar ve kumandanm işareti ile dere- ye inen bir kuru su yarmasını Siper alarak ateş durumuna gir- sr. Kumandan ustalıklı hareket etmişti. Bu su yarması onlara adeta hazırlanmış bir siper işi görü- yordu. Yüz adım gitmişlerdi. de sesleri adeta yanıbaşla- rımdaymış gibi işitiliyordu. Ku- TAN Son G ünleri | No. 1 bire gerilince acr bir kişmeyişle şahi- lanan hayvan art ayakları üzerinde bir yarım kavis çizerek durdu. O an- da süvari yere atlamış bulunuyordu. Bu birdenbire duruşun ve acele at- tan inişin sebebi ne olabilirdi? Acaba âtınm kalanı gevşemişti de düzelt - inek için mi inmişti? Yoksa biraz dinlenmek, birkaç adım yürüyüp kı- sılan adalelerini işletmek mi istiyor- Gu? Hayır... Ne o, ne bu, Suratının bir şey ilade etmiyen hareketsizliği pe rağmen görülüyordu ki, bu duru- gun bir başkalığı, bir fevkalâdeliği vardı. Zira, kara yamçılı adam, evvelâ iki elini kulaklarının ardına dayayıp et- rafı dinledi. Sonra yüzükoyun yere uzandı, bir kulağını kurak toprağa yasladı ve bir iki dakika kadar hiç kımlıdamadan ve hatta nefesini kese- vek durdu. At, başımı kaldırmış, kulaklarımı oynatıyor, burnunun delikleri kuvvet- Wi soluyuşlarla açılıp kapanıyordu. Ve az sonra çevik bir zıplayışla ayağa kalkan süvari ileride bir sazlığa doğ- ru bizle kızı yürümeğe başlayınca bir saniye kadar arkasından baktı ve gağırılmasını beklemeden hafif bir €şkinle onun izinden gitti, Görünürde iki sazlık vardı. Bunlar» dan biri çok uzaklarda, geride ve sağ larında kalmıştı. Karayamçılının yol- landığı sazlar ise attan indiği yerin s0 lunda ve ancak yüz adım ötede idi. Koşar gibi gidiyordu; ax sonra a - damakıllı koşmağa da başladı. O za- | man at ta dört nala kalktı. Gözlerini sazlığa dikmiş, güneşin son ışıkların: parlatan bulanık su bi- rikintilerine birşey arayotmuş gibi ba kıyordu. Bu koşuş, tabii, bir dakika ya sür- Gü, ya sürmedi. Sazlığa yaklaşmca ge ne yavaşladı ve hayvanını geminden çekerek durdurmak İstedi, Fakat kur laklarını oynatarak, soluyarak bir an onu dinler gibi duran kırat burnu koku alarak ön ayaklarile yeri eşele- ye, eşeleye kişnedi ve sert bir boyun hareketi ile gemini sahibinin elinden kurtardı, sol tarafa doğru dört nala uzaklaştı. Kara yamçılı sunturlu bir küfür sa vurdu. Ama kaçan atı kovalamağa Türum görmedi. Gözlerini gene sazlı- ğa dikti ve sazları taraya taraya do- laşmağa başladı. (Arkası var) Gönlüne Hükmede- miyen Kız Hani Karmen oper le bir parçası vardır: Birisi tatlı konuşuyor, öteki hiç ağın açmıyor ama ben ikincisini tercih ederim... Bunu söylü sın şöy- ten gönlünün şu boynu bükük zavallı ve enayiyi tercih etmesi» ne akıl erdirememiştir. Onun gibi Feneryolunda Yaver Ağa sokağındaki Aysel de kendisile nişanlanmak üzere olan kibar, yakışıklı, hal ve vakti yerinde genci değil de hiçbir baltaya sap olmamış, sporculuk maske- si altında külhanbeyi, çirkin de necek kadar derisi leke ve bere içinde kart bir züppeyi seviyor. Hem külhanbeyi, hem züppe-. Ve bütün bu noksanlarını bi halde seviyor. Öteki genci bii- tün meziyetlerine rağmen seve miyor: “.. Beni tecrübesiz, görgüsüz pir genç kız sanmayın; diyor. Bahsettiğim adamı şümde de sevmiş tahammü! edemiyorum..” Bu sevgide macera filmleri » nin, kötü romanların tesirini gö- rür gibi oluyoruz. Aysel sini, teçi hakkak ki, teci den almıştır. Bu tecrübelerin kendisine ne kadar zararlı oldu- ğunu görmeden evvel daha esas- İh tecrübelere sahip olmak üze- kazanmalı. Kalbini daha ileriye gidemiyecek bir halde olduğu yere mıhlamalı; re zaman i TAN ! Gündelik Siyasi Gazete TELEO Nİ Şiz ileri, zari TELGRAF: “TAN İstanbul ABONE | Türkiye için Darı için | Lira K. Lira K. Bir ş si :> İ 1 yili ie i İ İLAN İlânlar için Blüncılik Sirkesi , yağ al Şirketlerine mü ça isk ilânlar doğrudan doğru: idaremizce almabilir. 5 Kiçiik Uünların $ satırlağı bir defalık — aşanlar. $ lan eri geye kuru Bir defadan fazla için yekündan “10 kuruş İndirilir mandan bir çalı yığını arkasın- n bir iki saniye etrafı kontrol etti. Ve hemen dört jandarmayı yanına çağırdı, Uurgut onların peşini birak- miyordu. Kumandan: 77 Haydutlar ilerliyorlar, De- di. Fakat uzun çaplı silâhlari yok. Meseleyi iki dakikada hal- Tederiz, , Ve jandarmalara hemen yüz, Yirmi adım ileride taş yı- siper ala ala çiftlik ha- rabesine yaklaşan üç kişiyi gös- terdi. — Ateş edin! Jandarmanın silâhı için bu mesafe elle tutulur kadar yakın- dr. Bir anda üç silâh birden pat- ladı ve o üç kişinin bir ande ye- re devrildikleri görüldü. Jandarma kumandanı sıçradı: — Haydi, marş, marş. A; tutunamazlar, z gi Birden Eş çalılar arasından fır- Jandarmaların görünmesi tas beklemelidir. Zaman geçtikçe ibu gönlüne söz geçiremiyen mantığinm ve aklının hükmü ar- tacağına şüphesi olmasın. e Ankaradan Gümüspınarı im » İİ zalı uzun bir mektup: yaşındadır. Kendisinden 2,5 yaş büyük olan arncasınm İl kızını seviyor, Bir zamanlar onu unutmağa çalışmış, muvaffak olamamış. Hayatını kazanma - ğa başlayınca annesine sevgisi- ni açmış. O da babasına söyle- 21 miş. Kizin yaşını ileri sürerek evlâtlarma bu kızdan vazgeç- mesini tavsiye etmişler, Fakat O vazgeçememiş, unutamamış. Hatta umutmak için rakıya bile yığınları arasında erini pek yaklaştıkları çiftlik Karabesine diken haydutların geri kalanla- rını o kadar şaşırttı ki,ellerinde- ki tabancalarla ateş etmeğe kalktılar, Bu gülünç bir şeydi. Kumandan bağırdı — Ateş etmeyin, geberirsiniz. Bu muhakkaktı. Onların da aklı başına gelmişti. Eski çift- lik harabesinin bu cephesini sa- ran beş haydudun sağ kalan iki- si silâhlarını attılar. Turgut bunları derhal tanıdı. Vatsonun grupunda çalışan işçi- lerdi. Jandarma kumandanı öteki haydutları ele geçirmek için tertibat alirken ilerde taş yığın- ları arkasından fırlıyan (Ergu- van) bütün sesi ile bağırdı: — Turgut Bey, Şahin yaralı- dir. Çabuk yetişin! Kumandan: — Siz onlarla meşgul olun. Dedi. Artık Okorkacak bir şey yok. Ve kendisi jandarmaları ile tas vığınlarının arka kısmına en Karmen'dir ve | bu güzel çingene kızt iki genç» | ilk görü - ilim. Ben den on beş yaş büyük olen onu senelerderberi tanıyorum. Eli: ni nasıl bir kavgada yaralıyarak sakatladığını, gümrükte çalışır ken nasıl yolsuzlukları yüzün - den açığa çıkarıldığını, nihayet üç sene evvel bir dul kadını na- sıl aldatarak parasını yediğini de biliyorum ve ailemin ismini işitmek istemediği bu adamı yi- ne seviyorum. Buna mukabil uzaktan akrabamız olan gence baş vurmuş; akşamları sarhoş olmağa başlamış. Gümüşpmarı imzalı mektu - bun işte son satırları aynen: “Gerçe akraba (o kizlarile ev- lenmenin mahzuru olduğu” nu bazı kitaplarda okuyo” rum. Fakat bizde, hatta amıcala- rım bile akraba kızları alınışiar- dır ve onlardan doğan çocuklar sıhhatli olduğu gibi zekidirler de. Ah sevgi ne iyi şey». Istiras br bile insana hayat veriyo, Biz yakın akraba ile evlenme- nin zararlarını bu sütunlarda bir iki kere yazdık. Bunu bir tara- fa bıraksak karşımıza gencin kendi yaşı çıkıyor: Henüz yirmi bir yaşında. Bu yeni hayat şart- larına göre bir erkek için evlen- me yaş: değildir. Haydi bunların hiçbirine al « dırmıyalım; fakat kendi sevgi» sinden sayfalarla bahseden genç bize sevdiğinin kendisini sevip sevmediğinden hiç bahsetmi - vor. Bu meselede acaba o ne dü- şünüyor? Eğer dört senelik aş- kında ondan hiçbir mukabele görmediyse, yahut bu aşktan kız cağızm hiç haberi yoksa bize vazmadan evvel ona yazmalı ve onun fikrini sormalı idi, Bunun böyle olduğu da mektubun bir iki noktasmda, ele: Kız kardeşini kocaya verdi- er, yakında onu da verirlerse diye korkuyorum... Cümlesinden pek iyi anlaşılı. yor. o 24 yaşmda olduğunu bildiren ve M, K, imzasile Üsküdardan bize mektup gönderen gence: Fransızların: “İştaha yedikçe açılır!” diye meşhur bir sözü vardır. Yedikçe açılan iştalıa bir gün insana şiddetle zarar ve- rebilir. Yani her iştaha tabif de- ğildir ve mutlaka tabii bir ihti- yacın ifadesi olamaz. Bazı işta- halar insanı mide fesadına uğ- ratır, bin bir belâya sokar, İşta- hası fazla olanların biraz perhiz etmeleri bu iştahayı itidale da- vet etmek için en iyi tedbirdir. Bu sözlerimizle sizin sorgu- nuza lâzrmgelen cevabı vermiş oluyoruz. Bir de Sir Tomas Flusten'in şu satırlarını okuyıt nuz: Tabiat ber şeyi bize öyle has zırlamıştır ki, nefsimizi tnlüna- ğa ne kadar idman sahibi olur- sak hareketimiz o kadar koley- laşır ve bir gün de bu itiyaı bi lini alır. Buna karşı kendi. ne kâdar gevşek birakır ve is» teklerimize me kadar boyua eğersek arzulatımız o kadar güç zaptedilir ve bu mukavemetsiz. lik sonunda da insan er geç ölür. doğru koşarken Turgutla yanın- dan ayrılmıyan kısım o çavuşu yıkık bir duvar üstünde görü- nen Erguvana doğru koştular. Ara sıra fena havalarda ço- banlara, sığırtmaçlara hattâ yol culara sığınak olan harabenin içine girmek için yalnız bir yol vardı. Erguvan onlara bu yolu gösterdi ve gene kayboldu. İçeriye girdikleri zaman onu (Şahin) in yanında gördüler, Genç kadın: — Bana yardım ediniz, diyor- du. Hemen kaldıralım, Şahinin sağ omuzundan kan akıyordu. Onların da yardımı ile ayağa kalktı. Rensi sapsarı olmuştu. Turgut onun epey kan verdiği- ni görünce telâş etti. Ayakta he- men ceketini çıkardı. Kurşun köprücük kemiği altımdan girip çıkmıştı. Bu iyi bir tesadüftü. Kemiği kırsaydı çok tehlikeli olacaktı. (Arkası var)