“SON POSTA Bir alışveri Yazan: F. L- Pfalzgraf İhtiyar cı elinde tuttuğu fındık köpeğini göstererek: — Sizden fazla istemem, on beş lira veriniz. Gönlünüz hoş olsun. Bu fiata vallan billâh ucuzdur... diyordu ki, genç adam derhal a. tıldı: — Yok, yok eanım.. diye sabir sızlandı. Bun İstemiyorüm... Satıcı gözlerini kırptı. Öyle ya İnsan yanıl irdi, Demek müşte. risinin istedi keşfedememişti. O halde, haşka bir cins, meselâ bir Rus finosu , gönlünü oçekiverdi. Dükkâncı bu kararla tezgâhın ar- kasına geçti, köpeklerini hapsetti. ği küçücük dairenin kapısını açtı, Fino köpeği efendisini görünce kuyruğuna sallamaya başladı. d ğer köpekler de etrafında yaltak. lanmaya başladılar İçlerinde yal- Yuz bir tanssi bir Peking köpeği her nedene hiç aldırmadı. Dertop olmuş bir halde oturduğu köşeden kımıldamad: bile, Satıcı fnonun yamuk yumuk ensesinden oyakalıyarak, tekrar müşterisine gösterdi: — Bakınız bayım, dedi, Şu ba. şa bir bakınız... Ne cins... Ne cins... Lâkin genç adamm hiç bu ta- rakta bezi yoktu. Finoya bakmı. yordu bile. Gözlerini köşede otu- tarak cereyan etmekte olan alış. verişi endişeli bakışlarla seyreden Peking köpeğine dikmişti. Birden: -- Nah!,.; Ben şu köpeği isti. yorum... dedi. İhtiyar satıcı, şaştı, Gözlükle rini alıma itti: — Şunu mu?.. diye sordu. Genç adamın yüzü pembeleşti. alacağım. O köpeklere bayır. Bir yavrusu var, Bir tanede istiyor. Sonra ve etti: — Kadin bunlar... Bilmez de nı salladı, Finoyu ye- 'ktarı şonfa âdeta bi —ış- Kahveci güzeli “Saraç Alimin Tahtakaledeki kahvehanesi, alay ve peştemal kuşanma (o merasimi ile açıldığı günden itibaren İstah- bulün bir haşerat yatağı olmuştu. Kahwenin üstündeki bekâr oğals rına, Ali Beşenin en azılı serseti- leri yerleşmişti. Geceleri, büyük tahta kepenkler indirildikten son- ra bile, içindeki uğullu dinmiyor- Gu. Küdür ile karışık yükselen ses- ler, naralar, türküler, semailer, sabahlara kadar devam ediyordu. Yalnız bıçak oyunu olmüyordu; sebebi de Ali Beşenin korkusu idi. Yatsı ezanından sonra kepenkler iner inmez, çengi ve köçek fasıl- Tarı başlıyorda. Saraç Al Bey kahvehanesinde, pek az görünü yordu, Kendisme üç tuğlu bir ve- zirin geliri kadar kazanç temin e- den bu kahvehaneye akşamlar: şösle bir uğruyor, çekmeceyi ke. selerine boşalttıktan sonra müşte. rilerini selâmlayıp, biraz hatırlıca olanlarla da syak üzeri beş on lâf atarak çıkıp gidiyordu. Ali Beşe, çırağı Ali Beye, Sol tanselimdeki konağında mükellef bir daire döşemiş donatmış, koy- nuna da hasna ve dilrüba bir ce riye vermişti. Hiç şüphesiz ki, bir kaç sene sonra, İstanbullular, pi- yitabtım en güzel bır yerinde mu. azam bir «kabveçi güzeli sara. yı> nın yükseldiğini de görecek. lerdi. Temmuz sonlarında, e bir yaz günü ikindiye doğru, Sa- raç Ali Bey Tahtakeledeki kakesi hanesine uğramıştı. Atm: kahvehanenin at oğlanlar rına bıraktıktan sonra içeriye gir- di: — Esselimünleyküm ağalar... Esselimüaleşküm şehbazlar sar yiğitler... Yeniçeri dilâverler, Kayıkçı pehlivaniarı... Hamurkâr we cerkçi ve simliçi ve börekçi ve gözleveci civanları.... - Ve aleşkümüsselim nevdi. van beyimiz! vr. sinetieniezlâm Al Bey demet, lüyden farkı olmayan Pe- king köpeğini kucakladı ve gü- lümseyerek? — Yoksa bir ahbabınıza, bedi. ye filân mı verme istiyorsunuz? Delikanlı yutkundu: Bir bakıma da evet, Tengihtar köpeği masanın. üze. rine koyarak, ydvaş yavaş okşadı. Sanki mühim bir şey - söylermiş gibi âdeta güş işitilir bir sesle el lerini oğuştura oğuştura konuştu. — Güzel hatırınız içim elli Hira. Fakat delikanlınm yüzündeki hay- ret ve çekinme işaretlerini görün ce de arkasından derhâl yetiştir. di: — Amma siz gene yirmi beş ve- riniz!. dedi. i Delikanlı tereddüd “etti, Bir müddet düşündükten sonra, olduk. ça ince görünen örselenmiş cüz. damnı açarak içinden üç tane on liralık şıkardı ve tezgâhın üzeri- ne sıraladı, satıcı paranın üstünü verirken: — Hanım, bu hediyenize çok sevinecek, sânırım.. deği Delikanlı hayvana hiç te hoş bir nazarla baknuyarak cevab verdi: Ben de öyle.., Dükkâncı sözü uzattı: — Bunlar elns hayvanlardır Temizdirler. Akıllıdırlar... Delikanlı âdeta kızgınlık ifade eden bir sesle konuştu: — Mel'unlardan nefret ediyo rum. Hele bu cinslerinden medel Allah zu gibi bembeyazındar olsa ge ne ne İise,, ân eyler , Ha şu, fanustaki süt ku.| ki ks.' Çeviren : İbrahim Hoyi dına meram anlatmak pek güç... ihtiyar satcı feleğin “o çembe- rinden nize kereler geçmiş bir in- sandı, şterilere itiraz etmeme- nin, onların her sözüne eyvallah demenin, mahzı keramet olduğu. nu bilirdi. Müşterisinin ne demek istediğini anlamaksızın tasâik et ti: — Haklısınız. bayım!... Delikan'ı Kendi kendisine ke. nuşurmuş gibi anlattı: — Karım bütün gün evde ya- payalnız. Üstelik civarda pek te öyle tanıdığı yok... dedi. Daha hâlâ elinde tuttuğu beş Uiralığı katlıyarak cüzdanına &yerleştize- rek devam etti; — Karında evlendiğimdenberi ilk defa olarak geçenlerde, gene bu mel'un, pis hayvanlar yüzün- den kavga ettik, Karımın, tipki buna benzer bir köpeği var. İsmini Fu Ling Çu koymuş, İşte bu uzun simli heyvai, mem. Bir gün oturmuş meccinuamı okurken, birden üzerime sıçrayıp, ve mecmuayı yırlmasın mı?... Te. pem attı, vo bülün dırıltı, üzüntü de bundan çıktı Karım açtı ağzı- nı, yumdu gözünü, ne vahşiliğim. ne de barbarlığım kald, Benim de nah burama gelmişti. Artık kendimi fazla tutamadım. Ya ©, ya ben... Eğer bu menhusu dehle- mezsen beni yok bil, bir daha bu eve uğramam. dedim, ve sözü- mü'de tuttum. ikiye gi i kırpıştıra “kır. şia, delikonlıy: süzdü. İhyar satıcı, gözlüklerin! doğ. rultarak mırıldandı, — Yal... Delikan'ı başını salladı, )vam etil: — Meğerse abdallık bende i- miş. Bu hâdise üç gün evvel oldu Ben ise bir haftadamberidir uyku» (Arkası sayfa 7 sütün 6 da) ve de- nereden esti bile.! | Doktor Celâl Muhtar servetinin bir kısmını daha Darüş- şafakaya verdi Yalnız bu haber ne tekzib, ne de teyid ediliyor Haber aldığımızı göre, doktor Celâl Muhtar servetinin mühim bir kısmını daha Darüşşafakaya sarfeditmek üzere Türk Okutma Kurumuna vermişti Malümdur ki. Celâl Muhtar De- rüşşafakaya ve bu meyunda birçok hayır kurumlarına mühim yar - dımlarda bulunmakta ve bunları hiç bir şekilde şüyu bulmaması şartile yapmaktadir, Bu defa da, Celâl Muhtarın ser vetinin oldukça mühim bir kısmı. ni Darüşşafakayı verdiği söylen mektedir. Ancak, yardımların kat'iyen matbuata -aksetmemesini arzu eden doktor. Bu sefer de &y- ni şartı koşmuş olmalıdır ki, mü- racaatlar karşısında Türk Okut - ma Kurumu sükütu tercih etmek. te, bu haberi ne teyid, ne de tek- zib etmektedir. Keza doktor Celil Muhtar da kendisine müracaât €- den gazelecilere ne evet! Ne de Hayır demiştir. Fakat bir müider evvel dokto- run servetinin bir kısmını Darüş. şalakaya terketmek için hazıruk - ara başladığını bilenler, bu ha - berin hakikat olduğunda mütte - fiktirler. 150 tondan büyük deniz merakibi yeymiye ücretle- rine zam istenildi Hahhazir vaziyet dolayisile de- niz nakil vastalarının malzeme ve raahrukat masrafları mübim mik - tarda yükselmiştir. Alikadarlar, Münakalât Vekâ - letine müracaatta bulunarak evvel. ce 150 tondan büyük deniz mera-' kibi öçin Vekiller (Heyeti kararile tesbit ödilen yevmiye (ücretlerine minasib miktarda zam yapılmasını | taleb etmislerdir. Yeni tarife nizam-) namesi alâikadarlarca tanzim edi. lerek Vekâletin tasvibine arzedil - miştir, I“Son-Pösta,, ni Sayfa 5 n lisan dersleri | Gayda pratik usulle İngilizce HAZIRLAYANLAR Prof. A. R. Thompson ve İrfan Konur 26 ncı ders Lesson Tweniy - Six Exercises from lesson Twenty. five; Exercise I Boşlukların dolduruluşü: 1, A bright place İs not dark, 2. The flameş of a fire are bright, 3. I make a fire with the help ol a match. 4. Boys who put their hands in the fire get burns. 5. I put sticks on the fire ani they make it bright, 6. TI smoke a elgarette, Tİ do not smoke, Exercise HN 1. The woman, whose eyes are gut, is tired. 2. The baby. whose finger is in the fire, will get a burn, 3. The girik who arein sunliğht, are happy. 4. The boys, who have smoke in &heir eyes, are my brothers, the full (ful) — dolu, heat (biit) — kararet. kettle (kötel) > çaydanlık, ib- rik. U near (nlar) — yakın, oven (Avn) — fırın, paste (piivst) hamur; steam (stİim) — buhar, slicky (silki) — yapışkan. Text: The bucket of water is full, Su kovası doludur A kettle is on the floor by the buket. The cook, who is by tie bucket, will take weter from it for #he kettle. Then she will put se kettle or the fire The heat of tbe fire will make #he water warm. YAZAN : REŞAD EKREM İhtiyar Kanbur Felek — Ve aleykümüsselim benim bey oğlum!,.. — Ve aleykümüsselâm kahveci gözeli!... Fakat o gün, kapıdan girer gir mez, Saraç Ali Beyin Kanbur Fe. lek lâkabı İle meşhur bir ihtiyara manalı bir dikkat ile bakiğım kimse farketinemişti. Kanbur Felek, İstanbulun ya- rım asra yakındır büyük şöhretle- rindendi. Pek genç bir yaşında #- mudu fıkarisindeki bir hastalık yüzünden ince uzun vücudu iki üm kıvsılmış olar bu adam, bir rmehubbet tellâlı idi. Serey hümayundan Sulukuledeki çinge- ne barakalarına varınca, her yer. de eli vardı, Kanbur Felek. için «olmaz» yoktu. Ona derdini döken ve kesesinin ağrım acan, ergeç| dermamnı bulurdu. Helvacı, bak.) lavacı, simitçi, börekçi, bal kahveci güzeilerine bir £i gönül veren :rz ehli hatunlar, 6. nun syağına kapapırlar, Karbur Felek, bu kadınların vuruldukları güzel delikanlıları, sundık içinde, hasır içinde, küp iğinde, ne yapıp yapar, bir gece, ehilleri evde yok- ken eve alar, ve sonra, tereyağ- 1 , sabahleyin de alıp kağıtir. Vaktini “geçirmiş kızlara uygun koca bulur, Kapısız Tur, hem dua hem de kızılca kızıl-| sine kar: ca, sarıca sarıca altıncıklar alırdı.) götür amma akşama €zandari ev- İstanbulu karış karış bil'rdi, he- mev her ay içinde bu muazzam şehri bir kere dolaşırdı. Her semi &e kendisine Kapısım açan bir â- damı, bir eli vardı. İstanbul aşure kazanı, o, baht kepçesi idi. Her- kesin kaderine, kazma ne ve kese- kimse bilmezii. Bu iki büklüm adam. bir örüm- cek gibi, süratli ve sessizce yürür dü. Kaş ile gös arasında kaybolur, beklenmiyen bir anda, gökten zembille inmiş gibi meydana Çi- kardı. Şekerel, börekçi, aşçı dük. kânlarında, bir kahvehane köşe sinde, yahwd bir çınar gölgesinde otururken önünden geçen bir ço- cuk gizlice bir kâğıd bırakır, yak- laşan bir delikanlı kulağına birkaç İkelime fısıldar. bir kayıkçı uzak- tan çevresini büküp boynuna do- layarak işaret verir, yahud bir a- cuze, feracesinin yakasını çekip düzelterek haber getirirdi. Ker. İbur Felek, kaydsz ve hareketsiz, İlesbih çeker, bazan tesbih yerine derisi kemiklerine yapışmış Çip. lâk ayaklarının parmaklarile oy- nar, aldığı haberleri, sahiblerine bildirirdi: — Yarın sabah iskelede bekle... Seninkini kandırmışlar. yığa mi dn slanakizı giğin yere vel getir teslim et... — Bu akşam nalbur Mustala €- vinde.., Gideyim demel, Yanar- sın! — Delikanlı, hanım sultan ge. ne haber yollamış. Senin için ö- lür,.. Kerem et... Eyübsultanda “ İkaymakçı Bulgar Yuvamn dükkâ- nında Pazar günü ah ve vak ile seni bekler... — Meded beyim Biz ettik siz etmeyin. Harun yaptığına bin piş- man... Ayak türabıyım diye siz. lanır, yalvarır... Kanbur Feleğin gönül işlerinde kullandığı vasıtalar birbirini tanı. mazlardı, Bunların arasmda azılı haydudlar, katiller; kaçakçılar, tursizlar, müflis mirasyediler, se. fih külhaniler, ne yaptığının far- kında olmayan masum çocuklar, acuzeler, aşifteler, nazeninler, «dan. hocadan, kimseler, karınca- ya basmaz efendiler, Zi evliya. lar, büyücüler, muskacılar, faler- Yar, üfürükçüler vardı. Kanbur Felek, Saraç Ali Beyin manalı bakışına şeytan bi tobes. süm ile mukabele etti, Biraz son. ra da, çubuğunu yakmağa gelen kahveci çırağının avucuna küçü - cük bir kâğıd tutuşturdu; ve hsil- . Bunu beye ver... Kanbur Feleğin derisi kemikle. rine yapışmış eli, ince uzun par- bakları ile bir çalı yumağıma ben. aiyordu. Çocuk dört beş defa bü- külmüş olan kâğıdı alırken, bu ke- mik parmakların eline batacağını sanarak korkınaştu. Öyle ki, Kan- bur Feleğin köğnd ile beraber avu. cuna sıkıştırmak istediği küçücük bir gümüş sikkeyr almamıştı. AK Bey ocak başımda idi, O gün kahvehanede bulunan İstanbulun en meşhur ve zengin kabzımalla- rından manay Mustu Beşeye, fev. kalâde bir hürmet eseri olarak kendi elile gümüş cezvede kahve pişiriyordu. Muslu Beşe, kırkar, ellişer hücreli üç han, kırk elli dükkân, dört konak sahib: adam- dı. İstanbulun sebze ve meyva iş leri, hemen hemen onun inhisarm- da gibiydi. Dilediği bir adam, bir kaç yıl içinde konak, hademe ve uşak, at bg araba sahibi ederdi. Dört karısı ve dört karısından yir. miye yakın çoruğu, ayrıca kapst. maları da vardı. Kendisi de henüz otuz beş izim bir yiğitti, U. zur boylu, iri komikli, kara, kılh, çirkin bir adamdı Adamlarını he. men hemen boğazı tokluğuna kul- lamırdı: alacağına şahin. borcuna karga idi. Yiusahli, müttaki geçi » nir, fakat elifi görse mertek sa- rurdı, Camilerde saatlerce vöz din. Ter, arma hiçbir şey anlamaz, hiç Ateşin harareti suyu sıcak ya- pacak (ısıtacak). The kettle is on the fire and the water in the kettle is very warm, IK is boiling O (su) kaymıyor. Clouds of steam come from the kettle. İbrikten buhar bulutları yor, The water is ready. We put our wet coats near tbe fire. They will get dıy. Our wet böois are far from the fire, Islak ayakkablarımız ateşten u- zaktır. great The heai there, is not enough. Oradaki hararet kâfi (derece. de) büyük değildir The boots will not get dry. *The cook will make bread İrom this paste. Some of the paste ison her hands, They ars very sticky. Onlar (< elleri) çok yapışkan- dr, A fire is at ihe side of the oven. The door of the oven is open. “The oven is now warm enough for the paste Fırın şimdi hamur. 'için kâfi (derecede) sıcaktır. The cook will put itin. Exercise İ Evvelâ öndeki cümleleri okuyu- ve şönra alttaki cümlelerin boşluklarını doldurunuz: 1, İ have paste on my hands. My hands are — 2. The water is up to (he top ol ihe bucket, "The bucket is — 3, 'Tne oven is almost cold. The — of the oven İs Bi —— for bread Arkası sayfa 8 sütun 3 de) bir şey anlatamazdı. Tahtekale. de, e Yemiş iske- Tesinde ve Demirkapıda hakkımı yemedik i yoktu, Bununla berâber, Beşeden, ber nedens? herkesin gözü yılgın idi, kahveci Ali Beşe omun en yakın arkadaşlarındandı. Ali Beşe, Muslu Beşe, ve 'D ayar da daha birkaç kişi, meselâ, İstam- bulun Muslu ile beraber meyva ve sebze işlerine ve ayrıca keres- te piyasasına da hâkim Patrona Halil ağa ve İstanbulun en meş- Bur uçarı külhanilerinden Civelek Mustafa, başbaşa verip te: «Yürü. yün yiğitler!, Yürüyün şehbaz- lari, dediler mi, İstanbulu ayak- landırırlar, samca arı kovanlarına benziyen İstanbulun bekâr odaları ve haşerat yatağı halkı ile piyitah- tı #itilâle verirlerdi. Bunlardan Civelek Müstafa Ile Muslu Beşe, fitne ve fesad ateşin: kolaylıkla tutuşturabilirlerdi. Muslu, dar gö- rüşlü, cahil, muaz:am servetini basit ve iptidal bir tagallüb ile te- min etmiş bir adamdı. Bu muaz. Jzam servet, onda bir de mevki hır. İ sdoğurmuşta, Fakat İbrahim Pa- şanm zamanı devletinde, Muslu için hattâ bir kapıcıbaşılık payesi bile erişilmez bir yerdi, Şark çınırlarından gelen kâtü haberler, sadrazam ile yârüm &- leyhine türlü türlü dedikodulara, hattâ devlete ihanet iftiralarma yol açarken, İbrahim Paşa aleyh- tarlarının yavaş yavaş etralında toplanıp / birikmeğe ( başladıkiari adamlardan biri Muslu Beşe ok muştu, Vâz, müderris, kazasker mazulü efendiler, Muslunun hiç vakit anlıyamıyacağı ayetler. adisler okuyarak, onu, şeriat da- vasmın alemdar olmağa teşvik €- diyorlardı, Fakat, manav Muslu, der görüşüne rağmen. bu işi, Ci velek Mustafa, kahveci Ali Beşe ve Patrona olınadan başa Çıkara- mayacağını A çıkı. not var)