| Ağustos z #Son Postam nm fafvilkeen YAZAN: Z/YA N POSTA YA — Bostancıların pençesinde —Marmaranın taş ve mermer ocak» ları. İzmit ve Karadeniz sahillerinin bütün ormanları, emrin altındadır. Hiç bir masraf ve fedakârlıktan da kaçın- Ma. Buraya öyle âli bir saray inşa ede- ©eksin ki, bütün cihanda eşi, menendi lunmuıyacak, Denildi. Melling, o ane kadar hayatında his-|le Betmediği bir sevinç ile titredi. Çün- kü, yer yüzünde ve şu büyük gök kub- benin altında bir tek benzeri olmıyan Tayburnu gibi bir yerde yapacağı bu Muazzam eserle zekâ, zevk ve sanati MİN en muhteşem âbidesini dikecekt Şimdi Melling'in hayalinde yepyeni Ve hududsuz bir ufuk açılmıştı. Odası” Da kapanmış, dirseklerini masasına da Yamış, başını avuçlarının içine almış, dudaklarında tatlı ve mağrur bir te- bessimle düşünüyor. yapacağı o mü- âzzam ve muhteşem abide, yavaş ya- Yaş gözlerinin önünde canlanıyordu. ,Hayalinde canlanan bu emsalsiz 0- denin, tıpkı bir (serab) gibi #triyen Manzarasına daha şimdiden kendisi de ayran kalıyor: — Sanat varlığımın kudretini temsil *decek olan bu binanın mücevher İş- Ji altın anahtarını, padişahâ bizzat tâkdim edeceğim.. ve ederken de; “Ey Haşmetpeneh!.. Bu sahane eserin Mükâfatı da şahane olmalıdır. İşte, hu- Zurunda hak dinini kabul ediyorum. de beni damadlığa kabul et...» di- m. Diye söyleniyordu. * Melling, kendisini şeref ve şöhretin Son şahikağına çıkaracak olan bu bü" YüX eserin derhal hazırlığına başladı. rgün, iki çifte bir kayık ile erken. Sarayburnuna gidiyor.. yeni sara- Yin kurulacağı arsayı ölçüp biçiyor. ifler yapıyor. notlar alıyor. akşa- Ma kadar böylece çalıştıktan sonra, or : İk kararırken gene kayığına bini- Yor.. Ortaköy sarayına avdet ediyordu. Bir akşam gene böylece saraya döner en, Beşiktaş ile Ortaköy arasınd, Çı- bi m sarayının açıklarında üç çifte pil kayıkla karşılaştı. Bu kayıkta, bos” ncı eyaletinde bir kaç nefer vardı. ancı zabiti elbisesi giymiş olan kaçan, Melling'in kayıkçılarıma ses. > Heyl.. Nereden geli i - dersinizi gelip, nereye gi Kayıkçılardan biri, cevab verdi: — Topkapı sarayından geliriz. Ha- Sultan sarayına gideriz. tancı zabiti, tekrar bağırdı: > Kayıkta kim var?.. — Mimar Çelebi, > Ne malâm?.. kk, İşte. cenabisi burada. Buyur, tah- et. e eğlenin. (1) Bir yol, tahkik kap irkaç kürek darbesile, bostancılarm Yığı Melling'in iki çiftesine yanaştı. tarla, kendisine çevrilmiş olan na Tt görür görmez, içinde bir korku ya başladı. zabiti, haşin bir tavırla ie gözden geçirdi: bağ Bu adam, tanıdık değil. Kulluğa Daye türüp tahkik etmek gerek. Yergi, Ve sonra, bostancılarma emir Tez, Çelebiyi alın.. kayığın de kü- Mklerini' alın. Reşimize bağlayın. emir o kadar süratle ifa edildi ki, k hay erin elleri üzerinde bir tüy gi. tenin 'alanan Melling, kendisini üç çif- kürk, içinde bulduğu zaman hayret ve dan, adeta taş kesilmişti. Me > çi eline © geceyi nerede ve nasıl ge- Baz Bema, bi ertesi gün, onun Galatada Vöy ye Saddesinde, şimdi çifte merdiven- i keyi Klan an yokuşunu tırmanır- e — Melling bu yokuşa tırmandı. İki katlı ve taş cepheli bir binanın önünde du- rarak demir kapının tunç tokmağını çaldı. Kapıyı açan kıranta uşağa, yor- gun bir — Mösyö Kofer uyandı mı?. Diye miri) Uşak, Me — Buyurun Mösyö dim, kahvaltı ediyor. Arzu buyururse. hiz, bir takım da size getireyim. Diyerek geri çekildi o Geçmesi için Mellinge yol verdi. O evde ikamet eden Mösyö Kofer, a devirde Fransanın ve hatta bütün Av- 'upanın en yöksek bir mimari üstadı di. Fransa sefiri (Kont dö Şuvazel) tarafından sureti mahsusada İstanbula davet edilmişti. Kofer, meslekdaşını büyük bir neşe ve iltifat ile karşıladı. — Azizim Melling.. üç şişe halis Bor do şarabı üzerine yemin ederim ki, $u saatte henüz kahvaltı etmemiş bulu - Buyorsunuz. Lütfen şuraya, karşıma o turunuz... Marsel!. Çabuk, bir takım daha getir. D'ye, bağırmıya başladı. Mehing, » rrun gibi gö- rünüvordu. Sandalyeye bile güç otur- du. Dudaklarında, zorla güleblere mah sus: sahte bir tebessüm vardı! — Hakikaten iyi keşfettiniz, muhte- rem üstad... Karnım, cidden aç. Dive, mırıldandı. Çocuk t (Baştarafı 7 nci sayfada) böyle oldu. Ve bu yüzden, sİnsanın te şekkülü» hâdisesi nesilden nesile, ya - veş yavaş esas şeklini kaybetti. Mese. lenin ruhu Çocuk, gösteremediği zamanlar bile aktif bir ruhi hayata sahibtir. Göste- rememesinin sebebi onu tahakkuk et- trmenin güçlüğünü gizlice ve uzun zaman yenmeye — ulaştırmasıfıdandır. Bu telâkki mühim bir hakikati gözümü zün önüne seriyor: Karanlıkta, kapalı kalmış bir ruh ışığa çıkıyor, doğuyor. Fakat bu yeni muhitte önüne sonsüz kudreti ile bir başkası dikiliyor. Ve onu pençesinin içine kıskıvrak alıyor. Bu muhitte, in- samn teşekkülü denen o harikulâde vak'ayı Jâyıkle (o karşılamak için hiç bir hazırlık yapılmamıştır. Kimse bu hâdisenin farkında bile değildir. Kim- se'onü beklemez. Onun için ne bir hi- maye, ne bir yardım hazırlanmıştır. Bilâkis herşey ons bir engeldir. Teşekkül eden çocuk; muhiti içinde yaşamıya mecbur olan «ruhlu bir rü- şeyms dir. Hikmi rüşeym nasıl ken- dine mahsus bir muhite, anne kucağı” na muhtac ise; ruhi rüşeym de her şe- yin kendine kucak açacağı, her şeyin sevgiden canlılık ve sıcaklık aldığı bir harici muhite muhtactır. Bu hakikati anladığı gün büyük; çe- cuğa karşı vaziyetini değiştirmiye mecbur olacaktır. Çocuğun hüviyeti, teşekkül devresindeki ruhi bize yeni yeni mes'uliyetler yükle - mektedir. Yalnız maddi itinalarla sarıp sevdiğimiz ve ellerimizin arasında 0- yuncak gibi okşadığımız bu körpe vü- cudün hürmet edilmesi lizımgelen bir cephesi de vardır. «Teşekkül» hâdisesi; gizli yorgunluk- Jar bahasına meydana gelir. Bu yaratı” cı gayretin etrafını kaplıyan şeyler bu güne kadar meçhul bir dram olarak kalmıştır. İnsanlık tarihinde boş kalan sayfa bu sayfadır. Hiç kimse; hayat sahasına henüz gelmemiş, fakat az son- ra gelecek ve kumandasile hareket - sizleri harekete ve disipline kavuştu- acak olan iradenin bu ağır ve yorucu rüşeym;il Marsel, takımları masanın üzerine sıralarken, Mösyö Kofer, Melling'i dik katle gözden geçiriyor.. ve soruyordu: — Yorgun görünüyorsunuz, dos - tum. Galiba bu geceyi, enfes bir lâvan. 'tin dilberinin hararetini hissederek ge- çirdiniz. Melling, a ren bir iştiha rek cevab vöj nn derecesini göste- le yemekte devam de- rĞU! — Evet, üstad. onun — Eh. gençlik.. bulun bu saf ve berr bir sihir ve füsun. yle gizli bi ibi bir şey... Maamafih, İstan- parlak güneşinde ki, ihtiyari le gençleşti ... Fakat, üstünüz ba- şınız toz içinde. adeta, yerlerde yuvar. lanmışa benziyorsunuz... Sakın, dilda- deniz olan lâvantin dilberi ile aşkını- zın tam kıvama geldiği zaman, kocası- mın baskınına uğrayarak ir dolaba hapsedilmiş olmiyasınız. — İyi buldunuz, üstadı. ona benzer Dİ u... Lâkin bu tereyağı o ka- dar nefis ki. ile süt kokuyor. — Hakkınız var... İstanbulun sütçü- İeri, sütlere su katmayı henüz bilme - dikleri için burada halis süt içmek ve ğı yemek bahtiyarlığna nail Saçlarınız o kadar karışmış — Bu ayva reçeliniz de pek nefis üs- tad. (Arkası var) erbiyesi tesirin bir bayat; havası karici muhitle tema sa getirerek şuura daha yaklaşır yak - laşmaz tahakkuk edebilmek için adale- lerin arasına mütemadi bir gayret ha. linde süzulür. Çocuğun bu gayretini İmukaddes saymalıyız. Bu gayretin te- zahürü bizi hazır bulmalıdır. Çünkü : İnsanın müstakbel şahsiyeti bu yaratı- cı devrede şekil alır. Fenni vasıtaların yardımı ile çocuğun ruhi iht keşfe çalışmak ve ona hayatı bir muhit hazırlamak zarureti de buradan doğu yor. Bu; büyüğün zekâ mesi lâzım gelen ve inkişafı uzun sü- recek olan bir ilmin ilk sözü olacaktır. Bu ilimde son sözü söyliyebilmek için çok, pek çok çalışmak icab edecektir. Bu; insanlık tarihinde bembeyaz ka- lan ve çocuğa lâ olduğu yeri vere- cek olan sayfaya yazılacak ilk sözdür. Çeviren: Neyyir Kemal Ankara horsası (420 00.585 zi 1.4825 156 4.075 43 48.8410 maz. Müphem ve nazlı! 17 ncı asırda İstanbula gelen Bohemyalı Baron Wratislaw'ın hatıraları: 25 | Bu dahili merdivenle sütunun aşağı- sından yukarısına kadar çıkabilmekte” dir. (1) Haşmetlâi imparatorumuzun İstan - bula gönderdiği elçisinin ve maiyeti - nin ikametine tahsis olunan konağın karşısında yükselen sütun ise, Kaidesi ve başlığı hariç olmak üzere sekiz par- Ça kızıl mermer blokundan müteşek - kildir. (2) Bu mermerler birbirine öy- le san'atkârane yerleştirilmişlerdir ki ilk bakışta bu sütun bir parça gibi gö- rünür. Hakikaten alelâde kimseler bu- nun böyle olduğunu sanırlar. Çünkü bir blokun öteki bioklarla birleştiği ek yerleri çizgileri aşağıdan sütuna bakan halkın gözlerinden . gizlenmiştir. Şu halde bu âbide -kaldesi ve başlığı müstesna. defne dahı çelenklerlerile süslenmiş bulunmaktadır. Bu sütunda, sik sık vukua gelen zelzeleler neticesi olarak çatlaklar ve yarıklar husule gelmiş olduğundan âbidenin yıkılma. sını önlemek için demir kenet ve çem- berler kullanılmıştır. Hikâye edildiğine güre en önce bu İsütunun tepesinde Apollon'un heykeli İbulunuyormuş. Bilâhare Bizans impa- ratorlarından o(Constantine)in ve en son da İmparator (Theodosius)un hey- kelleri konulmuş ise de sütunun yük- sek rüzgârlar veyahud ha- İstanbulda vaşak, yabani kedi, aslan, kaplan ayı şgibi çoşid çeşid vahşi hay- vanlar da gördük. Bunlar o kadar eh- lileştirilmişlerdi ki şehir içinde zineir veya iplere bağlı oldukları halde aşa” ğı yukarı dolaştırılıyorlardı. Bu hay- vanlardan başka evveloe hiç görmedi- ğimiz zahifeler, türlü türlü. renk renk kuşlardan başka muhtelif oyunlar oy- nıyan ve hünerler yapan eşekler, at- lar, katırlar ve başka hayvanlar da , İgördük ki bütün bunlar Türklerin (At meydan) dedikleri teşhir olunuyorlardı. Bu meydanın bir yerinde kılıç talim. leri, ötede okla nişancınk yapanlar #örülür, beride yağlanmış ve bir deri don giymiş pehlivanlar, birbirine mey- dan okuyarak ve güreşerek kendileri” ne birkaç akçe verenleri eğlendirirler. Biz, O İstanbuldaki © gezilerimizde Türklerin dini itikadlarile alâkadar bir hareket gördük.: Bir hiristiyan, fa- kir bir Rum kafes içinde bir miktar saka kuşu satıyordu. Bunu gören bir Türk, bu sdama ilerliyerek kuşların hepsini satın aldı ve kafesten bir kuş çıkararak tuhaf tuhaf kuşa baktıktan ve bir şeyler mırıldandıktan sonra ku- şu avucunun ortasına koydu ve (Al - lah!) diye bağırarak kuşu salıverdi. Öteki kuşları da ayni hareketle kafes- ten çıkararak azad etti. Bu adam böy. le yapmakla Tanrınm ve peygamberi Muhammedin hoşmudisini kazanmış ve (EEpodrom)da (4) Müellifin gördüğü bu aötun bugün merowi değildir. Bizanslılar zamanında İs- tanbulun yedinci tepesi olan (Avrat pazarı) tepesinde Arcadtus meydanı denilen bir mey dan vardı. İşte bu meydanın ortasında da- rine Ğ€ kendi heykeli konulmuştu. Bu âbide 1685 tarihine kadar mevcndiyelini muhafa- aa edebilmiş ve fakat tehlikeli bir duruma girdiğinden yıktırılmazı lâzım” gelmiştir. Mütercim (4) Müellifin o vakitler gördüğü bu imi! porfür bloklardan ikisini biz, bügün göre- Çünkü Abideyi tahkim için 1101 senesinde ve sultan Mustafa zamanın- da, kaidesine örüler kalın taş durar aşağı deki bloklardan fkisini içine almiş bulun - Türkçeye çeviren: Süreyya Dilmen At meydanı masının bir gün mükâfatını görece - ğini ümid etmekte bulunmuş idi. İstanbul sokaklarındaki müşahade - lerimizden biri de bir takım yeşil kuş- İara hünerler öğretilmiş bulunması idi: Kafesten çıkarılan bu kuşlardan biri uzakça bir mesafeden bir kimse elini kaldırınca hemen oraya uçuyor ve eğer o adamın elinde akçe varsa onu alıp sahibine getiriyor ve bu ha- reketine mukabil sahibinden bir (tane) veya bir tohum alıyor ve tekrar kafese Sokuluyordu. Ayni hareketi öteki kuşlar da birer birer yapıyorlardı. Biz gün bir Türkte kuşlardan on beş kadar vardı ve o gün biz bu kuşlar yü, zünden bir hayli akçeden çıkmıştık. Bizim memlekette olduğu gibi bura- da da bir takım şahıslar bu gibi hile * lerle halkı aldatarak para kazanırlar, * Bu geniş meydanda -yani Atmeyda- nında- imparatarumuzla Osmanlı hü - kümdarı arasında sulh ve müsalemetin devam ettiği müddetçe ve havaların da iyi ve müsald bulunduğu Cuma günlerindeki omüslümanlarm elbise ve topuklara kadar uzanan çâkşır gi- yinmiş, gayet zarif kılıçlar kuşanmış ve bunlarm hepsinin fevkinde üzerle- rinde çok kıymettar binek takımları bulunan son derece güzel atlara bin- miş saraya mensup sekiz- dokuz yüz Türk genci toplanırlardı. Bu delikan- klar ya atlarına rakiben veya onları yederek meydana gelirler. (Arkası var) ibni menemen Bir doktorun günlük notlarından diğer kışmı da mide ve barsak bozuk - luklarından Deri geliyor, Ateş iki üç gün yedirmelidir. Bunlar barsaklarda te- fessühe mâni olurlar Mide ve barsakların Obocuk olduğu ozaman- Yarda Olhasa Oküçüklere süt, yo- Burt gibi şeyler vermek ocaiz değil- yalı soğuk su ile friksyon yapmak mü. Yafıktır. * Bazı okuyucularım mektublarına ad « ret yazmayı unutuyorlar. Ve bittabi co- vabaz kalıyorlar. Gerek cerab pulu yol- lanmasinın, gerek adres yazılmasının İhmsi edilmemesi lâzımdır. darda: (Selimiye), Sarıyerde ONurb.İ Adalarda; Şinasi Rıza).