4 Mayıs 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

4 Mayıs 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

z Doktor 'Berdele itiraz etti: — Ben sizin Firavun masallarınıza ina- ramam; ne esrarengiz kuvvetlerin teai- rinden insanlar ölürler, ne de tılısım, bü- yü vardır... İlim böyle şeyleri kabul ede- mez. Şakaklarında yeni peydahlanmış bir kaç beyaz tel bulunmasına rağmen gene genç görünen birine döndü: — Siz bir arkeologsunuz, siz söyleyin, hakkım yok mu? Böyle şeylere inanılır mı? — Ben mi, ben mi söyliyeyim. &ize gibi düşünüyorum. Fa- kat şu var ki... — Şu var ki demekten maksadınız? — Müsaade ederseniz kendi başımdan geçen bir vak'ayı size anlatayım. Herkes ona bakıyordu. Anlatmaya bâş- Tadı: “Sen Posta, nın Hikâyesi Pariçanın ölümü Çeviren : Nimet Mustafa SON POSTA Mayıs 4 Clark Gable'in eski karısı neler söylüyor ? (Bastarafı 9 uncu savfada) Ohioyu terkedip fe Hollywooda geldi- ği vakit parası pulu yoktu. Ekmek para sıni kazanmak için akla hayale gelmiyen san'atlar ya çok yıprandı. Doğrusunu söylemek borcumdur. Clark hiçbir vakit müşkülpesend değildi. Ye- meklerinin çok sade olmasına dikkat e- derdi. Az biftek, çök sebze ve yemiş yer- di. Hele elma ve portakallara bayılırdı. Ben onun yemişlere karşı düşkünlüğünü bildiğimden kilere yemiş saklardım. Bir alle yuvasını mes'ud kılmak için — mütekabil emniyet kâfidir... Birbirimize karşı emniyetimiz çoktu. Ben kendisinin itün arzularını karşı lamağı vazife bi n... Konuşmak iste- diği vakit durmadan konuşurduk. Süküru tercih eylediği vakit ağzımı açmazdım. Konuştuğumuz mevzular ciddi idi. Ban'attan, tarihten bahsederdik... Oda- olan kadından artık bıkmıştır. Belki bir gence kalbi takılmıştır... Gençlik başk şeydir... Yanyana yürüdüğümüz vakit bile ruh* lanmızın uzak olduğunu hissederdi Gitgide ruhlarımızın syrıjdıklarını iyice anladık. Her birimiz ruhan inzivaya çekildik. Hey gidi geçmiş günler... Onun tam manasile mes'ud olduğunu iyice anlıyabilir isem cidden hahtiyar O lacağım... Fakat bunu acaba tamaml «Ben arkeoloji tetkiklerine yeni baş-| Bu hakikaten Pariça mı, yoksa, yoksa Luvr müzesinden kaçmış bir heykel mi? Tamıştım. Âsuri eserler üzerinde çalışı. — Sen hep Sümerden, Sümer güzelle- derdi. Dediği doğru idi. Binlerce sene! yordum. Binlerce sene evvelkilerin yaşa-| rinden bahsedersin, diye, bir Sümer gü-| evvel yapılmış olduğu pek belli olan hey. Yış tarzlarını, bilgilerini tetkik etmek Ve! zelinin heykelini elde etmek ister misin?) kel, Pariçaya o kadar çok benziyordu ki. İteşin karşısında saatlarca görüşürdük. E- İlinin yetişeceği yere yemişler, süt barda- İ ğı koyardım. Şimdi çok merak ediyorum. müsbet neticelere ulaşmak en büyük e- melimdi. Yorulmadan çalışıyordum ve hiçbir şey benim bu çalışmalarımın önü. he geçemezdi. Bunlarla meşgulken bir şark güzeli ile tanışmıştım. Belki de onu sevmiştim. Adı Pariça idi. İlk karşılaşımda onu, tetkiklerimin mevzuu olan Sümerin gü- zellerine pek benzetmiştim. Ona karşi büyük sevgi hissetmemin sebebi de belki | bu benzeyişti. Size nasıl anlatayım. Sü- mer güzellerine aid ne biliyorsam. onun yüzünde, vücudünde bu bildiklerimin hepsini görebiliyordum. Benzeyiş, garib görünmiyebilirdi. Nihayet ayni toprakta yaşıyanların çocuklarından biri ayni top- râğın eskilerine benzerdi. Pariça ile yanyana oturduğumuz, göz göze bakıştığımız zamanlar da düşünür, kendi kendime: — Bu hakikaten Pariça mı yoksa, Luvr müzesinde bulunan ve nasılsa canlanmış oradan kaçabilmiş bir heykel mi? Ben bunu Pariçanın kendisine de söy- lemiştim, gülmüştü: Gülmüştüm, şaka söylüyor sanmıştım..! Canlı, ateşli Pariça sanki. heykeltraşm — Kendi heykelini yaptırdın da bana| karşısında model olarak durmuş ve bu İmı vereceksin, beykeli yaptırmıştır. | — Belki benim heyikelim; belki de bin- 4 | evvel heykel; fa- alpay im Sepil bak-| Pariçanın yaşadığı memleketten ayrıl-| ağım zamani kendimi aynada görrüüş gibi | “# Kendi yurduma dönmüştüm. İlk za-| oluyorum, babamla annem bir kaza geti, anlarda mektublaşmıştık. — Sonraları) cesi ayni günde ölmişlerdi. Ben bu hey.| (Kabahat benim) mektublarımız seyrek- keli onların öldüğü gün bir odada sakla.) leşmişti ve nihayet ben ona yazmamıştım. dıkları eşya arasında buldum, Sen Bilir.) 9 <p DE lll mi; sin belki heykelleri bizim yalnız birer ve taş resim addetmezler; ayni zamanda * birer tılısımdırlar.. Onlar kırılır parçala.| 27 Temmuz 1935 de evlenecektim. Evlen mızdaki şöminenin yanına otururduk. A- Acaba gene ateşin karşısında koltuğu- na gömülüp tatlı tatlı konuşuyor mu?. Acaba gene şen şen gülüyor mu? Acaba arasıra, mevzuu iyice kavrıya- madığı vakit kaşlarını çalıyor mu?. Clark sporu çök severdi. Onunla uzun yürüyüşler yapardık. Aramıza De girdi k: ayrıldık?... Belki söyledikleri doğrudur... Kendinden yaşlı İ NEOKALMİNA DIR Tarih heykeli kırdığım tarihin ayni idi. — 26 Temmuzda öldü hal — Evet bir gün evvel bir mektub yaz. mış ve bana vermişti, Günün birinde Mo- eskiden tanıd öyledim. Uşak bana dikkatl; dikkatli baktı — Demek siz onu çok eskiden tanırsı-| nız öyle mi? nırsa, onların eşi olan canlılar da ölürler. Bu bulduğum heykel de benim eşim. Gö- rürsen sen de sözümü tasdik edeceksin! Bana: — Bir gün olacsk muhakkak sen ben! unutacaksın! Demek ister gibi baktıktan sonra ilâve etmişti: — Günün birinde sevgimizi unutursan onu kırar, parçalarsın. meden bir gün evvel bazı eski mektub- larımı, kâğıdlarımı yakıyordum. Pâriça- nın bana verdiği heykele de gözüm iliş- İmişti. Elime almıştim. Düşünmedim, ni- İçin yaptım bilmiyorum. Heykeli kaldırın- ca taşlığa attım ve orada Pariça parça | parça oldu. | * Gene arkeoloji tet-| İkikleri için Pariçanın memleketine git-| Seneler geçmişti — Ben hem Pariçayım, hem de o senin! Yemin etmiştim. kırmıyacaktım. Ölün-İmiştim. Gider gitmez ik işim Pariçayı| adını söylediğin müzedeki heykelim! | ceye kadar bu heykeli muhafaza edecek-| aramak oldu, evini biliyordum, kapısını! Bir gün gene yanımda idi, gene göz gö- | tim. İ çaldım. İhtiyar bir uşak kapıyı açtı. Ona! se bakışıyorduk. Pariça, heykeli bana ertesi gün gön-! Pariçayı görmek istediğimi, kendisini pek — Evet! — Zavallı küçük hanımım. Heyecanla sormuştum: — Pariçaya bir şev mi oldu, İhtiysr uşağın gözleri nemlenmişti: — Hiç sormayın, dedi, hanımım sapa sağlamdı. Yüz sene yaşıyacağına kimle olsa bahse girişirdim. Bir gece konuşmuş- tuk, gülüşmüştük. Benim hanımım alçak gönüllü bir hanımdı. Benimle konuşur- du. Gülerdi sözlerime, Her ne İse, size lâf fazla uzatmıyayım efndi; o gece ha- nimım ölmüştü, Sabah onu yatağında ölü buldular. Tarihini de söyliyeyim, 1935 senesinin 26 Temmuzuydu. ris isimli biri buraya gelir beni ararsa bu mektubu ona ver demişti. — Ver, diye bağırdım, Moris benim. #iyar uşak bir iki dakika kayboldu. Elinde bir zarfla döndü: — Buyurunuz! Mektubda yalnız iki kelime vardı: «Seni affettim.» Ben orada DeLi sl vazgeç- tim ve ertesi gün buraya döndüm.» Doktora baktı: — Ne dersiniz doktor. bu bir tesadüf mü?... Herhalde başka bir şey olamaz. «Son Posta» nın edebi romanı: 5 İstanbuldan hareket edecekleri günü önceden İzmire bildirdikleri hâlde so - ğuk ve yağışlı bir havada rıhtıma çik - tıkları zaman kendilerini karşılamak için kimsenin gelmediğini gördüler ve biri hasta diğeri çocuk olan iki yolcu bin müşkülâtla eşyalarını .trene yer « leştirdiler. Son günlerin üzüntü ve yor gunlukları Hatice hanımı büsbütün sarstığı için biran evvel yatağına ka - Yüşmak emelile hemen bir otomobile! söyliyecek, bu ilk dakikada duyduğu (binip Bavraklıya gitmeği düşündükleri halde, Süheylâ o hanımefendinin gene kim bilir bu vesile ile de ne kadar acı sözler, imalı kelimeler ( sarfedeceğini düşünmek ikisini de korkuttu; Yor - gunluğa katlanarak trenle gitmeği ter- cih ettiler. Kapıyı, beyaz saçlı, asık suratlı bir uşak açtı ve onları doğruca yukarı kat taki odalarına götürdü. Geçtikleri bü- yük sofaların ihtişamı Nerimeyi o ka- dar şaşırtmıştı ki, bir iki dakika ken - disini toplayamadı, her adımda dura - rak bu cüzel şeyleri seyretmekten ken dini alamadı. Hatice hanrmla kızına tahsis edilen iki oda alelâde dösenmiş ve bir hasta - nın rahatı gözönünde tutulmamıştı; fa- kat kendi sefil odalarından çıkış, bura- sı onlara gene güzel göründü. Yalnız bu koskocaman odalarda soba veya mangala benzeyen bir şey olmadığı i - çin hasta ciğerlerine kadar titrediğini hissetti Pullu UYuvakı Yazan: GÜZİN DALMEN olduğu gibi, büyük bir kasvet o vardı. Nerime annesine yaklaşarak yavaşça mırıldandı: — Güneşli günde bile bu bahçe pek sıkıntılı bir yer olmalı! İçime tuhaf bir heyecan geldi anne; adeta korkuyorum. Bu karanlık sofalar, bu tenha odalar, bu kocaman konağın sessizliği kalbi - mi sıktı. Kızenğız belki o de daha çek şeyler fena hisleri daha acı sözlerle ifade ede- cekti fakat annesinin yüzündeki derin ye'si görünce birdenbire vazgeçti, bi - lâkis neş'eli bir tavır takınarak çanta- daki eşyaları çikarmağa başladı. Her çıkardığı şeyi bir tarafa yerleştiriyor; gülen gözlerle annesine bakarak, yap - tığı işi ona beğendirmeğe uğraşıyordu. Süheylâ hanımefendi hiç görünme - mişti. Yalnız, ikindi vakti geldikleri i- çin bir hizmetçi kendilerine birer fin - can çav getirmiş, fakat odanın içi kar- makar'şık olduğu halde onlara yardım etmeği aklına bile getirmiyerek çekilip gitmişti. Biraz sonra başka bir hizmet- çi, aksam yemeğinin saat tam yedi bu- çukta yeneceğini, bu saatte mutlgka sofraya inmelerini hanımı (tarafından haber verdi, Hatice hanım İstanbuldan ayrılma - dan evvel kendisine koyu lâciverd, kı- zma da kurşuni yünlüden birer elbise diktirmişti. Kendi vaziyetlerine göre bu esvapları fena bulmuyordu; fakat sile borçlarımızı ödedikten sonra ikimi- ze.de sncak bir kaç çamaşır, birer çift aytxkabı ve birer entari yapabildim. Bunlar: şimdilik kâfi görüyorum amma bu konaktaki zenginlik beni şaşırttı, onların yanında pek dilenci gibi kal - maz mıyız acaba kızım? Nerime bu dilenci sözüne İsyan etti ve altın saçlarını tararken küçük yü- zünü annesine çevirdi: — Yok anneciğim, onların yanında kendimizi böyle alçak görmiyelim. Fa- kirsek kabahat bizim mi? Süheylâ yen- gem isterse bize de kendi parasile kat kat esvablar yapsın; bizim gücümüz bu kadara yetiyor. * , Ev sahiblerini bekletmemek için ana kız saat yediyi çeyrek geçe aşağıya in- dikleri vakit Süheylâ o hanımefendiyi elinde bir örgü ile buldular. Yanında zayif yüzlü, dümdüz siyah saçlı, çirkin bir kız oturmuş, önündeki kasnakta bir şeyler işliyordu. Biraz sonra bu kızın, Süheylâ hanımefendinin ölen kızkar - deşinin kızı Nesrin olduğunu ve teyze- sinin kendisini göz bebeği kadar sevdi- ğini öğrendiler. Masa üzerinde yanan bir elektrik lâmbası odanın yalnız bir kısmını ay - dınlatmıştı. Bu ışık altında teyze ile yeğen, hiç konuşmadan ( isliyorlardı. Küçük kızın yüzünde, çirkinliğini büs- bütün arttıran somurtkan bir hal vardı. Hatice hanımla kızıma, büyük bir lütuf ediyormuş gibi, elini uzattıktan sonra tekrar başını işine eğerek kaşlarını çattı. Sühevlâ hanım soğuk bir tavırla: — Hoş geldiniz... Dedikten sonra Ha- tica hanıma seyahati hakkında bazı su- aller sormıya hazırlanırken odanın bir çünkü başka türlü izah edemiyoruz ki! — İşte oğ 5 da diyorlar; kabil ni? Bana sorsalar en Feridun ilerliyerek Hatice hanıma| aşağı otuz beş yaşında derdim.» mezaketin icab ettirdiği bir kaç söz söy-İ Filhakika zeki alnı, mağrur zekâ ledi. Ahenkli, açık bir sesi vardı. Fakat| ve tavırlarındaki âğırlıkla Feridun yâ- jemir vermiye, şedid sözler söylemiye şından çok daha büyük görünüyordu. alışkın olduğu belli idi. Lâmbanın abajura ışığı aşağıya ver- a Vip eğ diği için yüzü (görünmüyor, yalnız m iin ve sertliği herkesin ken- keskin ve müdekkik bir çift gözün mi- | “isine yaklaşmasına mani oluyor, ken- safirleri için için incelediği hissedili - disine karşı bir sempati uyandırmıyor- yördl du. Bilâkis onu görenler, garib bir kor“ Hatice hanım, kendilerini evlerine| *U İle uzaklaşıyorlardı. kabul etmek suretile yapmış oldukları) Nerime bile, onu düşünürken titre- misafirperverlikten dolayı minettar|diğini hissetti: olduğunu anlatmıya (oçalıştığı zaman,| «Feridun beyefendi amma da seri terbi 'nkat sert bir sesle onun sö -Jona bakınca içime bir korku düştü ünü kesti: Kimbilir bir kâbahat işleyeni ne fena Yekısıklı ve kibar olmasına rağmen zül — Babamın bir akrabasına karşı va») azarlar?» zifemi yapıyorum. Buraya çabuk ve ko-| Kısa boylu, sari suratlı kâtibin ta * lay alışacağınızı ve Bayraklının sakin| vırlarına bakılınca küçük Nerimeye muhitinde İstanbulu pek özliyemiye -İ hak vermemek kabil değildi. Z#vallı ceğinizi fmid ederim. Hatice hanım mahzun bir sesle cevab verdi: — İstanbul mu? Orada çok ıztırab çektim... Hayır orasını hasretle yadet- mem kabil değildir. Bu sırada bir hizmetçi yemeğin ha - zır olduğumu haber verdiği için yemek odasına geçtiler. Burası eski tarz büfe- lerle süslenmiş bir oda idi. Orta yaşlı adamcağız, bir söz söylemiye cesaret edemeden, gözlerinin ve yüzünün bü * tün dikkatile Feriduna bakıyor, onu dinliyor, onun her sözüne: — Eevet efendim.. peki efendim .- gibi cevablar veriyordu. Esasen Feridun da fazla konuşmu “ yordu. Hatice hanıma bir iki söz söy “ ledi, Kâtihine o gün gazetede okuduğu bir ddam, büfelerden birinin kenarma hdvadisler hakkında bir şeyler anlatti» dayanmış duruyordu. Feridun bunulondan sonra dalgın gözlerle annesini Hatice hanıma takdim etti: — Kâtibim Selim bey. Sofraya oturdular. Masanın bir köşe- sinde oturan Nerime, bu sefer aydın - likta Feridunun yüzünü tamamile dinlemiye koyuldu. Süheylâ hanım siyah ipekten bir e bise giymiş, göğsüne büyük bir elmi$ iğne takmış, bir kraliçe gururile oğiU” nu süzerek eve aid dedikoduları anla “ dü ve çocuk başmın içinde bunu tek- tıyordu. rarladı: Teyzesinin oğlunun solunda oturü” — «Saçları siyah ipek gibi parlıyor) Nesrine gelince, Feriduma bakarke” fakat çok kısa kesilmiş, yüzünün rengi | öyle hayran bir tavır alıyor, göz ucundaki kapı açıldı, loşlukta, uzun boylu, ince bir erkek gölgesi göründti. Sübeylâ hanım bunu görünce sözünü — Galiba burada'bizim fakir oda -İbu konağın ihtişamını, hizmetçilerin muzdan daha çok üşüyeceğiz. bile kendilerinden daha güzel esvabları Odanın pencereleri geniş bir bahçe-| olduğunu gördükten sonra içi sıkıldı; ye nazırdı; fakat bu bahçede de, evdel bunu kızından gizliyemedi: Mia keserek mağrur ve mütaazzım bir eda| kat bakışları çok dik. ve biçimi hoşuma gitti, amma manası | ve ağzın öyle tuhaf bir surette a$i © pek sert, koyu gözleri çok güzel, hele yordu ki, göz ucile etrafına bakan V* iri kirpikleri büsbülün daha güzel fa-| hiç bir şeyi kaçırmıyan Nerime bun” için icin gülmekten kendini alamad” Bir de bu adam için yirmi &ş yaşın- (Arkan ver)

Bu sayıdan diğer sayfalar: