8 Sayfa SON POSTA TT LEŞ ÇANAKKALE | umum. General Cemil Gonkun hatıraları: 20 sn Boğaz boğaza bir döğüş Kaymakam Hadid bey de Anafarta - war muharebesinde şehid olmuştur. Evvelce, yani Halid beyin şehade - önden önce, Kanlıderede bulunan sar- g yerini görmeğe gitmiştim. — Orada, yaralıların arasında Halid bey de var- dı. Kendisi, sağ cenah mıntakasında ol- duğu için yaralandığından malümat a- Jamamıştım. Bir düşman kurşunu yü- zünü sıyırmış idi. Sol yanağında, teda- viden sonra bu kurşunun bıraktığı iz kalacak idi. İ Halid bey le görüşürken: «— Yaran, bir asker için en büyük nişandır, demiştim. Bu şecaat madalyat sı, herkesin gözü önünde. Madene ne Tüzum var? Sana gibta ettim. Ne olur - du, benim yaram da (1) vücudümün göz ile e bir yerinde olsaydı! İf tihar et.. İşte, sai yüzünden (yaralanan ve bu sözlerime muhâteb olan kıymet- li arkadaşım Halid bey (de, bilâhare Anafartalar muharebesinde (şehadet mertebesine yükselmişti... General Cemil Conk, bütün Çanak - kale şehidlerinin ruhlarını taziz eder gibi başmı önüne eğdi ve sustu... Sonra, ağır ağır şunları söyledi: — Conk bayırı muharebelerini an - Itırken, bu harbin ilk ve en buhranlı gününde takviye kıt'aları (o gelinceye kadar ne yaplığımı soran silâh arka - daşlarıma: «— Durdum!> cevabını verdiğimi söylemiştim. F#kat, bu kısa ve kolay söylenen sö- zün, hakikatte pek güç ve iktihamı müşkül şartlara tercüman olduğunu bilmelisiniz. Bu duruşum, 25 incel ve 64 üncü a - laylarımızın, o mıntakadaki topçuları- mızın ve karargâhtaki silâh arkadaşla- (1) General Ceml Conk'un da alay ku - mandanı iken saf bacağından yaralandığı - G1 13 numaralı tefrikamızda yaşmıştık. 8. A. — Altın gibi mi? Neresi altın gibi? Bir f4hişe kalbi.. dediğiniz gibi kıyme- ti olsaydı, kırmazdınız onu. Füruzan sabırsızlanıyordu. Gene â- yağa kalkıp, odanır. içinde gezinmiye koyuldu. — Öğüt! Ufacık bir meseleyi lüzum- suz yere büyütüyorsun. Senden af di- leyorum. Sana tarziye veriyorum. Her- kesin bir sinirli dakikası olmaz mı? Herkes, sırasına göre hata işlemez mi? Benim melek olduğumu sana kim söy- ledi? Sende insaf yok mu, Hürmüz” Seni nasıl sevdiğimi, senden ayrılma- nın benim için ölümden de beter olduğu- nu bildiğin, gördüğün halde, bana iş - kence etmekten ne haz duyuyorsun? Hani, beni seviyordun? Seven affeder, zulmetmez. Hürmüz kanapenin üzerinde doğrul- du — Öyle mi, Füruzan bey? Seven zulmetmezmiş madem ki, siz bana ne- den zulmettiniz? — Anlattım ya? Bir en için asabi idim. yarı mecnun gibi idim. bir hata- dır oldu. Bir defa sürçen atın başı ke - silmez. Bir iki dakika, karşılıklı sustular. Füruzan, affına şiddetle intizar ediyor, Hürmüz de, çoktan karar vermiş oldu- Bu bu affını geçiktiriyordu. Nihayet: — Vaziyeti olduğu gibi muhafaza e- delim de, herşeyi zamana bırakalım, dedi. — Şüphe ve tereddüd içerisinde ge- çecek olan o zaman beni öldürür. —O halde?... — Şimdi.. şu dakikada barışalım. Ve geçen çirkin hâdisenin üzerinden bir sünger çekelim. Birinci kısım kolay, lfkin ikineisi güç. Kalbim kırık hâlâ. — Uzalma, canımın içi! Görüyorsun ne ü muztaribim. Barıştılar. Hürmüz ısrar etmemişti. Gönlü kırıktı. İlk defa içine doğan ma- sum bir emslin önüne birdenbire sed çekilmesi orada pek güçlükle unulacak Çanakkale siperlerinden biri rımın kahramanlığına istinad ediyor - du. Atatürk, «Türküm diyene ne mutlub demişti. İşte, ben de bu vecizeye imti - salen «Türk askerine kumanda etmek ne mutlu!» diyorum. Çünkü, bu mut - Vuluktur ki Conk bayırı muharebele - rinin o ilk ve en buhranlı gününde, ba- n4, «durdum!» kelimesini söyletmişti! Conk bayırı muharebelerini, Gene - ral Liman Fon Sanders'in yaveri Prigge yazdığı eserle bitaraf olarak an- latmış ve Türk askerinin yüksek harb kabiliyet ve şecaatine < tercüman ol - muştur. Düşman da, Conk bayırı hakkında yazı yazan müteaddid kalem sahible - rinin eserlerile, ayni meseleyi müev velen de olsa itiraf etmek mecburi; tinde kalmıştır. Misal olarak, Taymis gazelesi mu harriri Aşmet Bartlet'in (2) gazetesi" (3) Aşmet Bartlet, 1897 Türk - Yunan mu- Barebesinde de bulunmuş ve bu bürb hak - kında bir eser yazmıştır. Son Posta'nın Romanı : bir yera açmıştı Fakat içinden güç- belâ kurtulduğu 46- fahat âlemine dön- mekten ürküyordu. Füruzan, eski ha - raretle attık belki sevemiyecekti. Bu- nunla beraber o - nun cenahını ser » best ve sefil hayata müreccah buluyor- du. — Nikâhımız ne vakit kayılsın? — İstemem, Fü - ruzan Bey! Demin de söyledim $ize; Çimdiye kadar na- sıl yaşadıksa, gene öyle yaşamağa de - vam edelim. — Bana darıldın da öyle diyorsun, değil mi? — Hayır. Niçin darılayım? Bana tek- rar ettiğiniz şeylerin hepsi doğru. Bu- nu biliyorum. Gücüme giden bunları bana söyleyiş tarzınızdı. — Değil Hürmüzcüğüm! Hiçbiri doğru değil! Hepsini geri alıyorum. Sen benim altın gibi, cevahir gibi tertemiz, bir tanecik sevgilimsin. Hürmüz gülümsedi. — Ne zayıf bir insansınız, Füruzan Bey! Beş dakika evvel söylediğiniz şey- leri beş dakika sonra geri alıyorsunuz. Ben de bunu görünce, gene biraz sonra fikic ve lisan (değiştirmiyeceğinizden ne gönderdiği —ki 3.9.1915 tarihli 'Taymiste intişar etmiştir— bir mek - tubdan aşağıdakı parçaları gösteriyo - rum: «Gelibolu yarımadası üzerinde Vu - kus gelen muharebelerin en kanlısı ve en büyüğü olan bu muharebenin hita - ma erdiği 15 Ağustos 1915 akşamın - danberi her iki taraf ordusu da ledikleri mevkilerin tahkimatı ile sar - fettikleri mühimma yerini doldur - makla ve dağlık arazide birbirine ka - rışan kıt'aların yeniden tanzim ve ten- sikile meşgul bulunmaktadırlar. Son raporumu kablo ile verdiğimden beri dört gün fasılssız (Oimtidad eden harikulâde bir gayret ile Anzak (3) kolordularının vası! oldukları Sarıba- yır (4) tepesine küdar olan araziyi ge- zip görmek için vaktim müsald idi. Bu tepe, Çanakkale boğazına hâkim olup, bütün tepelerin en yükseği ve meş'umu olan ve büyük büyük dereler ile birçok parçalara syrılan Kocaçimen tepesinin medhalidir. Nivzeylant piyade efradı, Gurkeslar ve diğer bazı taburlar hakiki maksada vasıl olmuşlar ise de işgal etmiş olduk- ları araziy ri olmaksızın muhafaza edememişler - dir. (Taymis muharriri, bu son cümleyi kapalı yazmıştır. Aldıkları yerleri ge- ri vermelerindeki saiki, belki arazinin maniahı oluşuna, ilerlemedeki güçlüğe ve askerin bunlardan doğan yorgun - luğfuna atfetmek istemiştir. Bu muha- rebeye dair rapor veren (İngiliz ku - mandanlarından biri ise, kendi topçu ateşlerinin tesiri altında kaldıklarn - (Devamı 10 uncu sayfada) (3) Anzak, Avustralya -Nivzeylant , Ar - mekor kelimelerinin baş harflerinden teşkil edilen bir istmdir ki Avustralya - Yeni Ze - landa kolordusu manasına gelir, (4) Conk bayırı ve civarı kendi dahlü hataları ese -| is zı Nisan Viktor Hügo der ki: «Birinin yanma gidersiniz; bir takım araba tekerlekleri yaptığını görürsünüz: içinden ne faydalı insan, dersiniz. Başka birinin yanına gidetsiniz; bu da bir çul - İhadır; bez dokuduğunu görürsünüz: Bu değerli bir adamdır, dersiniz. Bir demirel İyi de gördüğünüz zaman onun yaptığı sa- ca: ne lüzumlu bir insan-demekten ken- idinizi alamazsınız. Bu iki kalbli, gayret- bir de öğretmenin yanına uğrarsarız, da- ha büyük bir ihtiram ile eğilirsiniz kü bu zat ne yapar. bilir misiniz? Akılla rı ihzar eder...» Milletlerin saadet ve istikballeri mek- teblerinin hal ve şekillerine bağlıdır. Ya- rınki Türklük, bugünkü mekteblerde ha- zırlanacaktır, Her çocuk yeni bir üm'edir. Bir dâhi 0- Tabi Biz Türakler kadar buna şahid olmuş bir millet var mıdır? İşte Atatürk, işte İnönü! Yukarıda, başlıkta arzettiğim (Öğret menliğin sırrı nedir?» mevzuuna bugün tedris ve terbiyenin çök namlı bir Üstadı olan Pestaloçi ile, onun hayatı ve yılmaz gayret ve eserlerile başlamak benim için hem bir arzu, hem de bir borçtur. Pestaloçi İsviçrenin Zürih şehrinde, 1746 yılmda doğmuş, 5 yaşında iken ba. badan mahrum kalmıştır. Kollejde tahsi- Vini #kmalden sonra siyasi hayata atılmak istemiş ve bu bususta yazılar yazmıştır. İ Fakat bilâhare çiftçiliğe başlamış ve pa- muk bükmek için aldığı fakir çocuklar - dan mürebbilik işine adım atmıştır. Son- ra halktan gördüğü yardımla bir terbiye evi açmış ve bürada çocukların ahval ve temayüllerinden halkı haberdar etmeğe başlamıştır. Bir taraftan da ticaret | rile uğraşmıştır. Fakat bu kadar amadığından iflâs ettiği gibi sefale- te düçar ve istihzalara da hedef oldu. Mu- harrirliğe başladı, romanlar yazdı. Bu mesal Pestaloçinin şöhret O kâzanmâsına hizmet etti. Fakat tekrar müretibi olmak için tam 18 sene beklerli; Bu emeline İs - viçre inkılâbı sebeb olmuştu. Bazı kan- tonlar halkı, yeni hükümete karşı isyan etmişlerdi. Kıyamcıları bastırmağa gelen 108 ın bakışın var, Füruzan: «Nikdâhımız ne vakit kıyılan!» dedi emin olamıyorum. Füruzan kalktı. Asabi asabi, çırpımr gibi jestler yapıp tekrar oturdu. — Ne yapayım, Hürmüz? Seviyo - rum. Aşkın biraz da delilik olduğunu bilmiyor musun? İrsdem elimde değil. Seni kaybedeceğimden korkuyorum. Böyle feci bir ihtimal karşısında şaşı - rıp kalmışım. Senin bana velev ki şu kadarcık olsun kırılmana tahammülüm yok. Bana zayıf diyorsun değil mi? Ben yalnız, yalnız senin yanında zayı- fım. Seni kaybedecek olsam. Hayır, i- fade edemedim.. Kaybetmek tehlike - sine maruz kalsam, seni benim elim - den almağa teşebbüs etseler, Hürmüz, işte ben o zaman kurt, kaplan kesili - rim. Sen aşkın ne demek olduğunu, se ven İnsanin nelere kadir bulunduğunu bilmiyorsun. — Aşk, adama, sırasına gö - re her yiğitliği yap- tırdığı gibi, her zille ti de kabul ettirir. Maamafih, senin hu| zurunda zayıf gö - rünmeyi ben zillet telâkki etmiyorum. Sen benim ruhum - sun! Ruhun önün - de insan hiçbir va- kit, hiçbir hareke - tile alçalmış sayıl « maz. Hürmüz, © başka vakit olsa, bu heye- canlı sözlerin kendi kalbinde mutlaka akislerini duyar, bir nevazişle, bir tat- ı bakış, yahud ki lâtif bir tebessümle mukabele ederdi. Fakat şimdi onları bir yabancı gibi dinliyordu. Hiç cevab vermedi. Füruzan dizlerinin dibine o- turdu. — Hürmüz! — Ne var? — Bana acımıyor musun? — Nenize acıyım, Fürüzan Bey, bu- rada acınacak siz değilsiniz... Benim. Alnımdaki damgayı silinmiş, yara ka- panmış biliyordum. Birdenbire can - landırdınız, kanattımız. Acıyan bançer değil, yaradır. 8iz hencer vazifesini gördünüz. pan, kazma, çekiç gibi âletlere bakın -| li insarlları selâmlar ve seversiniz. Şayed | ( SERBEST SÜTUN 7 Maarif ve terbiye işlerinde öğretmenliğin sırrı nedir? Fransız askerleri Estans şehrinde Adet bir katliâm yapmışlardı. Bunun üzerine hükümet bir darülitam açmış ve bunuf başma da Peslaloçiyi geçirmişti. Posta” loçi dileğine kavuşmuştu. Az zamanda öy“ Je çalıştı ki yetimler babası, ismini aldi 19.uncu asır mektebi Estans faclalarında$ çıktı, diyenler oldu. Fakat bu şehre as * ker gelip itamhane askere devredilin * jce gene açıkta kaldı. Manmafih tecrübe ve mesaisini Berto mektebinde isbat edö rek hükümet tarafınden takdir ve ors * İdaki şato kendisine verilmiştir. Artık iyi tecrübeler yapan, muallim * nda dersler veren bir (terbiy& ün başında görüyoruz. Burasi Muallim mektebidir. Fakat 3 sene sonr değişen hükümet, şatonun tahliyesini ems retmiştir. Bunun üzerine büyük müreb” bi kadirşinas bazı kantonlar tarafındaf davet edilerek İverdon müessesesini kut“ muştur. Pek temiz, çok içli olan Pesta * loçi ömrünün son senelerinde bâzı küs 4 tahlar tarafından birçok isnad ve iftira .İlarâ hedef olmuş, bundan çok müteessir | olan üstad, doktorların menetmesine rağ | men kalemi eline atmış ve fakat daha faz la hastalanarak 81 yaşında ölmüştür. Pestaloçinin ölrnünden sonra ne oldi ğu anlaşılmış. namına heykeller dikilmiş» tir. Hayatının 40 yılını mesleğe vakfe » den ve bugün İsviçrede mekteblerin6 (Pestaloçi Şöle) ismini verdirecek kadaf İ büyük hizmetler ifa eden bü büyük in- san, temizli kadar da mütevazi idi. En yüksek devrinde yazdığı bir mektubda bakın ne diyor: «Eserimi tetkik edince, teslim ederiri ki, bunu vüeude getirmek için benden ike tidarsız kimse tasavvur olunamazdı; bus nunla beraber ben bunu yaptım. Muvaf- fakiyetimin sırrı ona karşı olan sevgim *» dir, Demek ki Pestaloçinin mesleğine karşı olan sevgi ve bağlılığıdır ki onu bu yük“ sekliğe çıkarmıştır, İşte benim öğretmenliğin sırrı hakkın- daki mevzuumun cevabı da budur. Her şeyin, her muvaffakiyetin sırrı sevgidir. Bu, öğretmenin mesleğini sev « mesi, talebesine kendisini sevdirmesi, (Devamı 10 uncu sayfada) a, affetti idin?. Hürmüz başını salladı. — Evet! dedi. Affettim. Sizin kalbi- niz rahat olsun! Lâkin beni gönül ra « hatına bir daha kim kavuşturacak? — Ben! — İnşallah, Füruzan Bey! —10— Kış gelmişti. İstanbulun kışı o tarihlerde pek hü- jzünlü olurdu. Kardan, yağmurdan, s0 ğuktan korkan insanl#r evlerine ka * iten sönük olan çıkarlar, işgüç sahibleri Geriye Keli kadın, çoluk çocuk, ihti - yar ve İşsizler nar gibi ateş dolu man“ galların başında, tandır altında, pen * cere önündeki köşe minderlerinde, şal lara, pamuklu alara, kürklere bü“ rünmüş otururlar, kısacık günlerin monotonluğunu kuru yemiş gevele “* ik Garib, Leylâ # le Mecnün nev'inden masal kitablar! ve şayed sofu iseler Binbir Hadis, De Till Hayrat, Muhammediye nev'indet dini eserler okumakla avuturlardı. Kadınlar ve çocuklar ekseriya üm * miğ oldukları için mangal başında kaf helvası yapmak, (kestane kavurmak, misir patlatmak, altıkol iskambil, fil < can, balık kaçtı oynamak, mahal söy * lemek, bilmece çözmeğe çalışmak, get” get işlemek, yün eğirmek gibi işleri! vakit geçirirlerdi. Sokaklar büsbütün 1ssızlaşır, orta ları çamur deryasına döner, civarda © ğer ufak bir yokuş varsa, evden mer “ diveni kapan afacanlar orada kızak Kâ“ yarlar, türbe bahçesinde, cami avlu © sunda, kartopu oynarlar, a okunmadan da, ba ğ rinin korkusile, göz, eller, buruf mosmor olmuş bir halde eve döneri?” di. (Arkası var)