o SON-POSTA- Hasana aid bildiklerim Klâsik tulüatın böyük komiği ile aramdı geçen ve benim pehlivanlık yapmama sebeb olan garib bir hâdseniı hikâyesi —ıiu— Facia aktörlüğüm devri irak edenler bilirler; okuyu- a te, mecmua çıkıyor, imza- şür yazıyor, seyirciden 2i- öl ediyordu. sahnelerinde nde doğru kimseler, » Beyin $- ik ram heyetile birlikte çalış &., Frarından dönmiyerek temsillere m» ediyordum. “LİS fıkarası), (Hokkabaz), (Feda- Ta Gemici), (Değirmenci kızı) gibi pi- Sağ muhtelif roller alıyordum, Doi- e tiyatrosunda ilk defa mızıka ak dan Cemil Beyin de iştirak ettiği a ağbi) piyesinde (Volvan) rolürü İk Buradaki rolüm karakterime ti ye zddı, Ben hep komedi oynuyor, ür. , oDediyen olarak tanımıyordum. A- Müvate Piyesin, çok müşkül bir rolünde ti, Takiyet gösterebileceğim pek ümid İt, Yordu. Rolüme azami titizlikle ça- İli, Netice müsbet çıktı. Takdir edi - Komedi kadar piyests de gösterdi *abiliyet hayret uyandırmıştı. *N bir taraftan Zati Beyin Rig an heyetinde oynarken Yay, “1 mümkün olduğu kadar çok p &ğ;,. » Piyasada tutan komikleri tetkik ei, sârâyla, halk ara: aki farkları lg ata çalışıyordum. E Efendi dil Mana estandı. Halk onu çok seviyor, hag er ne rağbet ediyordu, O klâsik hı Ne birinci sınıf, hattâ birinci komi. Üz, ik istidadını göstermekte idi. Fk «3 Hasan Efendi (ibiş komik) olarak ka Takiblerini geçmiştir. yan Efendiyi asıl tanıdım ? Aa taa, 2 Efendinin hazır lâfı geçerken viraz daha fazla bahsetmek iste- tiz, Şünkü Hasan Efendinin hayatına #,, alan bütün yazılar, söylenilen bü- “zler hilâfı hakikattir. Bilmem ne- Zıları, eskiyi hatırlarken olmıyan *i olmuş gibi göstermekten, uydur- bağ, resin- in I» diyerek, biraz yaşlı 0- i yalana tahvil etmek insız vesika gibi kullanan T uydurma, rivayet kabilin- rin ağızdan ağıza, sonra kalem- e buradan da nesilden nesle in- Şiplesin sebeb oluyarlar. Meselâ Asan Efendiyi yoğurtçu çırağı 0- lir, mıkmış ta, güzel li erkes bundan dolayı ona tr, ayi rmiş. İşte bir kuyruklu y teğilai. *E tarafı, bir kelimesi bile doğru tan, nesli bugün bile şerefli, mevki, Müz, bi insanlar tarafından devam Mid,” terniz ve yüksek bir aileye men- Birkan Yoğurtçu çıraklığını bir tarafa Bap, nafhğa heves bile etmemiştir. tayı, S1 Hasköy Kumbarhane hastanesi X ağası idi, Muhterem bir adamdı. al siz A i âsan Efendiyi babam sünnet et- pek onu terzi uya götürmüş, Hasan ndi ile birlikte «Kay- Pnantıştır, Demek. oluyor ki, cevheri ilk keşfeden size ım. O za“ ktan başka bir kabul etmezler- a sara, mis , götürecek İŞİ olaçak. Sebebi de şu: Bu Benliyan san'atta istikbal yok, aç kalmak, İşsiz İkalmak mukadder. Sefil olmasın diye... İ İşte Hasanın tk menajeri Salih Efen- di de, Arnavud fistanları diken bir fer- melacı idi, Merhum Hamdi Efendinin ik zennesidir. Sonra Minasın yerine Kay- serili taklidine çıkmıştır. Hasanı asıl yetiştiren ve sivrilten Osep Sıvacıyandır. Hasan Efend: Galatada Avrupa, Amerika tiyatrolarında oynu- İ yormuş. Burada evvelâ Hamdi ile Abdi yekdiğerlerine rekabet ederlermiş. Sınra rekabet Abdi ile Hasan arasında bağla! mış. Galata tulüatın üç büyük Üstadımı görmüş, tarihi bir temaşa panayırıdır. Kel Hasanın burnu nasıl sakatlanmıştı? Gelelim Hasan Efendinin burnuna... İ Merhum için uydurulan rivayetlerin bir kısmı da zavallının bedbaht burnundü top İlanır. Bir kısım bu işte bilgiçlik taslıyan İ ! umruk yapıştır. dığı kal kaldı. Bını iddia ederler. Saçma ve gülünç... Bu ne yumruktur ki, bir inişte burnu| hürdahaş etmiştir? Şu Amerikanın çiko- lata renkli dey azmanları ile bir vuruşta! burun kıramıyorlar. Nerde kaldı ki, ha- Tim, selim, Hipacı Abdi Efendinin yüm- İruğu Hasamı sakat bıraksın!... Bunun aslını ben «ize anlatayım, Biz. zat Hesen Efendinin ağzından dinledim. İ Bugün gibi aklımdadır. Karşı tarafta be- Pafendinin bur şm evinde misafir olmuştuk. Bir udaya niz İçin iki yatak yapılmıştı. Hasan He yataklarımıza uzanmış, oyun luğu alıyor, konuşuyorduk. dan mevzu ttan Jâfa n Efe burnu için uydurul, ayetlere temas etti burnunun macrasını anlattı. Eskiden sahnelerde yangınları küher- çi) ile yaparlarmış. Çok alev çıkardığı için bunu tutuştururlar, böylece sahnede iktiza eden yangın manzarasını meydana getirirlermiş. Hasan Elendi gene böyle bir oyun oynuyormuş. Yanın sahnesi: sıra gelmiş, küherçile yanmış, etraf kı- zılık ve duman içinde. Bir taraftan da sahnede düello ediliyor, aktörler, ora» dan oraya koşuşuyorlar, dehşetli bir te- âş. Hasan Efendi bir tara diğer ta- rafa koşarken, sahnenin ön plânından geçmek istemiş Etraf dumanlı, o da tel önünü görmemiş, sahneden aşağı yu- verlamıvermiş, Malüm ya halkla mızıka- n yeri demir parmaklıkin” ayrılıydı eskiden. Merhumun burnu demirlere çarparak sakstlanmış, Hastanede çok / na eli » düzeltmişler, fakat o eli mütemadiyen yarasile oynadığı için rar bözulmuş, iyi olmasını beklemeden de ve Bayram günü Sayfa 7 nü hapisane kapısında geçiren bir kadın neler g örür ? Mahkümlarla görüşmek isteyenlerin hepsi kadın... Ellerinde bayram hediyele giymiş, başından aşağıya ri... İşte simsiyah elbiseler siyah tüller sarkan bir ziyaretçi... Yüzünü görmek kabil değil. Her ziyaret günü burada olurmuş! Bayramın ilk günüydü! Onları Umumi hapishanenin kapısı ö- nünde gördüm. Hepsinin elinde bir çı- kın, içeri girmek için sıra bekleşiyorlar. dı. Aralarına ben de sokuldum. İçlerinden biri simsiyah bir elbise giy-| iş, ayağında gayet İyi iskerpinler var.) Başından aşağıya doğru siyah tüller sar- kıyor, Matemde bir kadın gibi... yah tüller o kadar kalındı ki, müte- cessis nazarlarım onları delemedi, Yüzü- İnün çizgilerini göremedim. Çok zarif giyinen bir kadındı. Vücü- dü de pek kivrak... Muhakkak ki henüz İçek genç olacak. Onu göstererek yanımdaki kadının ku- jlağına: — Acaba kim bu? diye sordum. Bu suali sorduğum kadm yirmi beşle otuz yaş arasında idi. Üstünde eskilikten rengi kaçmış bir manto vardı. Kesik saç- ları kirden renklerini kaybetmişti. Şiş- Jman yanaklarının rengi çok soluk, du- kları renksiz. bakışları neş'esizdi. Süalimi işitince omuzlarını silkti: — Herhalde pek kibar birinin karısı cak, dedi. Her ziyaret günü onu böyle| i görüyorum. Simsiyah tüller içinde gelip gidiyor, Mahpushaneye gelmek fiyaka- sına dokanıyor!... Biz ne yapalım... Su- ratımıza koyacak arşın, arşın tülümüz |değli, üstümüzü örtecek doğru dürüst dedi, Son zamanıarda sat, ye, sar ye, Bu hâle gelmiştik... Bundan evvel tam bir sene yatmıştı. Çıktı iki ay kendimizi top- taneden çıktığından dolayı burnu O| bip esyatımız yok. Bu böyle giderse ya-| lıyalım dedik, işte bu geldi başımı: iyette kalmış, Görüyorsunuz ya, Ha- dinin burnumu sakatlıyan Abdi- uğu değil, tiyatronun ayırma Pehlivanlığ m Size aklıma gelihişken onun da İ İgeçen bir hikâyemi naklede: da benim pehliyanlık hikây çıkar. Efendim vak'a benim firma sahibi ok ğum zamanlara aiddir, Hasan “Efendi ta, ben de Şark tiyatrosunda « şim- diki Hilâl sineması - oynuyorum. O z8- manlar bütün tiyatro ilânları bir mâtba- mizin ilânlerile alâkadar olur, v eği temsillerin adlarını evvelden ö Terim oyun koymak, hazırlıklı bulunmak içi Rekabet dehşetli, Bir gün, matbaad: öğreniyorlar. Hasan Efendi (Para dola- bı) nı oynuyor, Yedi perdelik bir melo- dram. Aleksan Efendi #isre müdürümüz. Telâşla geldi: — Eyvah, Hasan vurdu bu akşam ge- ne. Bizim tiyatro bomboş kalacak! Ne yapacağız?.. Diye sızlarnmağa başladı. Dedim ki: — Sen programa (Köy düğünü) nü koy. Biraz masraf edelim. İki pehlivan kisbeti filân al. Aleksan Efendi şaşkın şaşkın yüzüme bakıyordu: — Alay mı ediyorsun kuzum! Ne cla- cak bunlar?.. — Sen uzun etme al, ben Tahsinle gü- reşeceğim! Cevabını verdim. İlânlara Almanyah Koliştaynle Kara Emin güreşecek diye iri harflerle yaz - İdık. Bu iki pehlivan da © zamanlarda pek meşhur. O akşam tiyatro tıklım tıklım... la kimseler y N Halk peh- ivanları görmek için, ni den gelme. tün güreş meraklıları tiyatroda. Köy dü- gününü oynuyorum. Halk dinlemiyor bi le Bir an evvel pehlivanların çık bekliyor, Nihayet düğün 8 Bizim uydurma hakem heyeti m çıktı, Ben Kara Emini taklid ederek, p- yağımda kisbet ortaya geldim. Bir ulkış, İbir alkış kıyamet Kopuyor. Tahsin de Ko- liştayn olarak halka takdim edildi. Tah- sin dediğim aktör, hokkabaz ve monoloğ iraber bir temsil vermiştik. O gece Blan- Tahsindir, İri yarı, şişman bir adamdı. e çalışırdık. Mukabil kuvvetli bir| .İsinle kapıştık. Benim güreş filân bildi- kında bu kapıya anadan doğma, çırıl Çıp- ak gelip gideceğiz... | Erkeğinin yaptığı bir hatadan bu ka- icab duyan bedbaht bir kadınla 3- i biçarenin koğuşmağa k neş'eli olduğunu anladım. Yankss'c'nin sevgilisi — Mahpus, kocanız mı dedim, ! — Koca diyelim de koca olsun!... ce- jvabını verdi, Velhasıl erkeğim işte. | — Neden geldi? Ağzındaki sakızı çiğneye, çiğreye: — Buraya insan neden gelir dedi. Her halde uslu akıllılığından değil... Bırak Allahını seversen kardeş, bizimki zaten| Bir kere sabıkalı oldun mü.| ir daha yakanı buradan kurturamazsın. Senelerdenberi hem kendi suçları için, hem de kimin tarafından işlerildiği laşılmıyan suçlar için girp yatar... Bu- ranın gediklisi bi. — Bu defa ne adar kalacak?. — Bir buçuk ay... — Ne yapmış? ar sordum. birinin cebinden cüzdan aşır- mışl, Ne de cüzdan! İçinde bir beş lira- lık varmış... O kadar. Kendisi inkâr edi- yor amma... İşte hukumat bulmuş elinde cüzdanı, Ah kardeş. huylu huyundan geçmez... Nafile... Nafile... Şimdi bir kere o buna alışmış. Rakı onda kumar onda söz temsili heroyin, esrar. onda... Bu adamı hapishane değil ya, yedi zem- zem kuyusu paklamaz... Bu defa elimde, avucumda ne varsa gelip buraya taşıyo- rum. Bende de takat kalmadı. — Vazgeç bari böyle huysuzdan!, — Nasıl vazgeçeyim... Onun cahtiliği hayırsızlığı kendisine, bana yapmıyor ki... Kendine dost değil!... Yoksa dışarı- da olduğu zaman bana banker karısı g'bi bakar, Banker karısının üstüne şöyle bır bak- tım... O bu ışımın manasını anladı: — Sen şimdi kılık kıyafetime bakma! Hakikaten Almana da benzer. Tahsin va- iyetin nezaketini müdrik değil, içmiş te . Ayakta duracak hali yok. şel nâraları arasında biz Tah- ğim yok. İtişip kakışıyorur. Tahsin iste- #6 beni tutunca yere vurur, vurur sımmâ, ssrhoş, olduğu yerde sallanıyor. Nihayet bir çelme ile Tahsini yuvarladım, Sırtımı yere değdirdim. Şişman Tahsin nefes ne- fese: — Öldüm Allahi Elindeki ufak bir paketi gösterdi: — Ona bir bayram hediyesi getireyim diye üç gün tütün içmedim... Kafam har- man gibi... Hep gönlüm bulanıyor. — Ona ne götürüyorsun? — Tütün!... — Bir tiryaki için elinde hem tütün ölsün, hem içmesin. Çok fona şey! — Ah sus... Sus kardeş... Sen de hal- den anlara benziyorsun. Tütün kullanır mısın? — Kullanmem!... — Ne iyi edersin!... Ben eskiden, tü- tünde çalışırdım. O zaman alıştım, Şur- di vazgeçemiyorum. Elindeki iki pakete baktım. Bunlar on yedi buçukluk iki tütün paketi idi, — Aç kalmağa razı oluyorum, tü süz duramıyorum, dedi, Eğer sen içmiş olsaydın!.. Bir tane istiyecektim senden? Elimdeki fki paketten birini ona uzat- Al bunu da sen iç! dedim.. xüne inanamadı: i olur? diye kekeledi, — Pek iyi olur. Ben alırım başkasmı! Bir anne neler an'atıyor! Öteki elli beş, altmış yaşında gi yordu. Pek sevimli idi. Kapının yanın « daki taşa sırtını dayamıştı. Elinde koca. man bir paket tutuyordu. Üstünde siyah bir manto vardı, Siyah başörtülü temiz pâk bir kadıncağızdı. Ona da sokuldum: — Oğlunuz var içeride galiba! dedim — Ah evlâdım nasıl bildin ya... Oğlum var içeride! Biçare tam iki aydır yatıyor Daha bir ayı var... — Vah, vah geçmiş olsun. neden gird acaba içeri? — Masumdur, benimki böyle şeylei bilmezdi amma, işte olacak... Allah kim seyi şaşırtmasın. Vergi için mi ne gel mişler. O da vermem mi demiş, ne olmuş Sonra aralarında memurlarla ağız kav. (Devamı 10 uncu sayfada Diye bağırarak, kendin Halk bağırıyordu: Olmadı, olmadı. Hakem heyeti bizi berabere bıraktı O zamân yirmi sekiz yâşında di üs tünde bir san'atkârdım. Hasan Efend; ne zaman beni görse! — Kâfir, o akşamki işimi berbad ettn benim! Der, takılırdı. bıraktı, (Arkası var) Yazan: Nusret Safa Coşkun