12 Gayfa ru Son Posta, nın Hikâyesi UL Elden Düşme NN, Vaaz: Üszzef Hulüsi aynyamımin — Sen sen ol ömrün oldukça müstamel kitab alma. Top ağzından fırlamış gülle gib. odama giren arkadaşım Sacide: — Hele dur, dedim, evvelâ sabahın ka- Iamera akşamın bonsuvar gibi bir şey söyle. — Bırak şakayı, başıma gelenleri bir bilsen. — Dur, bele, otur.. — Mehvoldum, bittim; her şeyim, her şeyim mahvoldu. Artık ne âile, ne ev... Arkadaşım konuşurken gözleri yaşa « rıyordu. — Ceddi misin? — Alıah aşkına alay etme. Bugünkü kadar ciddi olduğumu kendim de bilmi - yorum. Evim yıkıldı, aile saadetim mah- voldu. Bir türlü inanacağım gelmiyordu. Dört senelik evliydiler. Bu dört sene içinde karısile aralarında en ufak bir münakaşs peyda olmamıştı. Daha iki ak- şam evvel evlerinde yemek yemiştim. — Sacid bir türlü aklım almıyor, — Hakkin var, benim de aklım almi - yor.. Fakat bir kere olan oldu. — Canım acele etme, küçük bir şeyse. — Ne küçüğü, bir ihanet, hem dede- ile sabit. — Karın mı sana ihanet etti. Hiç fati- meal vermiyorum. — Asla, karım böyle şey yapmaz. — Öyleyse sen. — Ben de yapmadım; ârama elinde de- Jil var.. hem nasıl bir delil bilsen. gayet kyvvtli, — Merak ediyorum. — Baştan anlatayım, Üç ay oldu zan- nederim. Dairede, işimiz az olduğu bir Saatte arkadaşlardan birile edebiyattan | bahsedivorduk. Bir aralık Fikretin adı! geçti. Arkadaşım bende Rübabı Şikeste ölup olmadığını sordu... Var, dedim. O -| kumak istediğini söyledi. Velhasıl uzat » miyayım, Ertesi gün Rübabı arkadaşıma götürdüm. — Peki amma bunların senin karına ibönetinle ne münasebeti var?.. — Hele biraz sabret, münasebeti olup olmadığını şimdi anlıyacaksın. Bir kaç zaman geçti. Benden Rübanı Şikesteyi a- 'kadaş başka bir iş buldu, daireden Bizim Rübabı Şikesta de gidiş iş.. Bilirsin ya, benim bir huyum vardır. Kiablarımın eksilmesin& taham. Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. mül edemem. Rübabın yeri boş kal da canımı sıkıyordu, Bir başkasını Belki de üstüne bir kaç Pa - zar.. halbuki bana bundan hiç bahset - memişti, Hırsım bununla da kalmadı. Araba - lara binilirken de eniştemin bir hama. ratlığı tuttu. Nedehse omihmandarlığı kendiliğinden üstüne almıştı.. önce Na- mık beyle babamı, Erdinçle Ülküyü de torunlarını sever diye karşılarına otur- tarak, öndeki arabaya bindirdi. İkinci arabaya Naciye hanımla annemi ve ab- lamı yerleştirdi. Dsha orada bir kişilik rahat ver Öyle iken üçüncü ars-| baya yürüdü ve Daver ağabeyimle ba.| na seslendi: ressamcığım.. siz de bura - 1â ile, bu arabanın öteli tarafında duruyordu. Sandım ki onlar da benimle beraber binecekler. Maa - maafik işünmeme vakit kalma - dan, Daver ağabeyim kolumu çekti: — Bekletmiyelim! | Dedi. İ Fakat Daver ağabeyimle arabaya bi- hince birdenbire şaşaladım. Çünkü e « niştem, arabanın öte tarafından Neclâ ile Süheylâvı değil, Şadan halamla Gül şen dadıyı bizim srabaya çağırmaz mı? Lâtife de ediyordu: gidenin yerine koymak istedim. Babı&li- ye çıktım. bir kitaberya uğradım, yok, dedi, İkinci de ayni cevabı verdi. Üçün- cü gözlüğünü düzeltti, Dersindeki aca « Y'p bir kelimeyi aklına yer ettirmek isti. yen bir çoduk gibi Rübamı Şikeste keli - melerini birbiri arkasına bir kaç defa tekrarladıktan sonra: «Bizde olacak, de- di, yalnız biraz kullanılmıştır, elden düş. Mes. İstemiye istemiye yerinden kaiktı. Nazlana nazlana bir camekân açtı ve için den maroken cildi bir Rübabı Şikeste çı- kardı. Eu Rübabı Şikeste ne kada: eskiy- se bu da o kadar eskiydi. Almamama se- beb yoktu. Parayı verdim, kitabı aldım ve eve getirdim. Evde çantamdan çıka-| Tıp yazıkanemin üzerine koymuştum, ka- rım gördü. Bu ne?.. diye sordu.. Ben de Rübsbı Şi- keste olduğunu bir arkadaşıma verdiği - mi, sonra da... Daha lâfımı bitirmemiştim. Karım Rübabı almış, sayfalarını çevirmi- ye başlamıştı, Birden bir çığlık kopardı. Ben ne oluyor, demiye vakit bulmadan © avaz evaz bağırmıya, ağlamıya başladı. erim ön nn dalan nc ÖNEMİNİN SESEŞNEN A Baş, Diş, Nezie, Yazan: Halid Fahri Ozansoy — Yalnız beyler karşı tarafa.. hanım- lar oraya.. Daver ağabeyim tekrar koluma ya - pişarak beni, kendisile beraber araba - cınm arka tarafındaki koltuğa geçir - di, Karşımıza da iki ihtiyar kadın, biri halamız, biri dadımız, kuruldular, Fakat dadım: — A.. ben o tarafa geçeyim.. Daver « ciğim buraya gelsin! Diyecek oldu. Şadan balam ise: — Olur mu?.. Sen onların da dadı » sısın. Hepsinde emeğin var! Diye bırakmadı. Bana gelince, sersemlikten âdeta dü - şünemez olmuştum. Bü ne işdi?. Ben ile beraber bulunacağımı ümid ediyordum. Peki amma, eniştem onları Hafızla mı başbaşa bir arabaya bindirecekti? Hafız aya karşı uyukla - sın, kızlar da can sıkıntısından ölsün - ler diye?.. Halbuki şimdi ben o tarafa geçsem, herkesin şüphesini uyandıra « İcaktım, çaresiz arabada kalmalı idim! Fakat eniştem ne de kurnazlık etmiş» ti ya... Sözde kendisi Naciye hanımla başbaşa kalmak istemiyormuş gibi ab - SON POSTA «Arkadaşına verdin ha, diyordu, bu na- Sil arkadeşmiş; şimdi anlaşıldı. Beni al - datmıya utanmadın mı, alçak» Rübabı önüme attı, Yerdea aldım. Ben de merakla sayfalarını çevirmiys başla - dım. Üçüncü sayfanın kenarında kurşun kalemile yazılmış şu satırları okudum: «#Sacid, sen benim her şey msin, haya * tımda senin kadar kimseyi sevmedim, sevmiyeceğim.» Yazının altında şöyle bir imza vardı. «Seni çek seven Nimet», Bir kaç sayfa daha çevirdim.. ayni ka- lemle yazılmış başka bir yazı. «Bu gere Sacid, banâ geldi. Evinden tiyatroya gidiyorum; diye çıkmış, 7€ç 7a- mana kadar beraber oturduk,"artık kati kararını verdi. Benimle evlenecek.» Bir kaç sayfa daha çevirdim. Bir demet İ sarı saç, sayfanın kenarında da yazı: «Bugün saçlarımı kestirdim. Bir tuta- muhı Sacid için ayırdım, kitabın içine bi- rakıyrum. Kendi kitabini ona iads etti ğ'm zaman okşadığı, öptüğü saçlarımdan bir tutam: kitabının yaprakları arasında bulacak, kim bilir ne kadar sevinecektir.» * Arkadaşım cebinden mendilin; çıkardı, gözlerinde biriken yaşları sildi: — Mahvoldum, aksilik bir kere başla - muıyagörsün., Bu kitabın betimki olma - doğma, bir kitabeıdan satın aldığıma, ev- velce sahibi kimse bu yazıların onun sev- gilisi tarafından yazılmış olduğuna ka - Jesma inandırdım., inandırdım amma, ak- siliğe bakın ki herifin adı da adimir. eşi... İsmet Hulüsi YARINKİ NÜSRAMIZDA: Hangimiz zava'lıyız? Yazan: İnci Özkurt Gi-ip, Romatizma arasında neler gördüm? o * (Baştarafı 8 inci sayfada) — Neye çok ağır? «— Ne bileyim ben! Koskoca ibrik işte. Su ile dolunca ağırlaşıyor tabii!» — Yok, bu gayri tabii! Sen hele gel bizimlef «Gelirdin, gelmezdin» diye bir gü - rültü daha! Nihayet, üçü birden güm- rük muhafaza başmüdürlüğünü boylu» yörlar. İbriğin içindeki su bir kaba bo- şaltılıyor. Ne olur 'ne olmaz, kimsenin hakkını yemek doğru değil! Ayni za - manda ihtiyatı da elden bırakmamalı. Suyu da muayene etmek lâzım, Bun - İdan başka bir de teneke makas lâzım! | Onun ile ibriğin alt tarafını hele bir Çıka çıka, ortaya ne çıksa | beğeni i «Memlekete idhal ve is. İtimali memnu» çapta bir otomatik ta - banca, Bu sırada tuhaf bir hâdise oluyor. Bir ara gözden kaybolan Timan amelesi başka kılık ve kıyafetle ortaya çıkıyor: Kocaman kocaman palabıyıkları berbe. rin usturasına kurban gitmiş! Eski, püs. kü gemici elbisesi yerine de muhafaza teşkilât memurlarının resmi ünifor - ması gelmiş! Fener hikâyesi Şimdi sıra fener hikâyesinde: Limana giren ecnebi vapurlarından birinde kaçak eşya bulunduğu haberi veriliyor. Muhafaza teşkilâtı memur - ları, gözleri enginde, Hacı gemisi bek. ler gibi, onu bekliyorlar. Nihayet bir gün, şafak sökerken, nazeninim lima - na dümen kırıp demirleyor. Yollu mo- | törlerden biri ile'doğru gemiye gidilip kaptan babenın eli sıkılıyor. Başlanıyor arama ameliyesine. Fakat ortalarda göze ür bir şey yok: Ne baş güverte #alıyor, ne kıç güverte, ne baş ambarları, ne kıç ambarları, ne ma- kine dairesi, ne kaptan köşkü, ne yolcu kamaraları, ne tayfaların yatıp kalk - tıkları yerler... Kaptan baba memnun. Muhafaza teş- kilâtı âmirine: — Başka görmek istediğiz bir yer varsa, emredin, gibilerden hafif yollu ve bıyık altından Güvertede konuşulurken, memurlar. dan biri* — Her yeri aradık, bir şey ele geçire- medik, diyör, İyi amma, bu gemide ka-| çak eşya bulunduğu mubakkak! Fakat rereye sakladılar? Bunları, direklerin pe e. ablamın bu son şüphesini de gidere - cekti. Ben o aralık böyle (düşünüyordum. Fakat biraz evvelki o plâj lâkırdısın » dan sonra asıl düşünmem lâzım gelen ciheti hiç aklıma getirmemiştim. Zira baktım ki dördüncü arabaya da Neclâ ve Süheylâ ile kendisi (o biniverdi. Bir kişilik yer, yalnız ikinci (arabada boş kalmıştı. Yani Naciye hanım da benim gibi kündeden atılmıştı. Demek eniş - le yalnız bırakırken, Süheylânın araba. sına binmeği evvelden © tâsarlamıştı. Şimdi bek geç anladığım bu hakikat - İe bevnimden vurulmuşa dönmüştüm. İçimden kendi kendime: — Eh, enişte. sen görürsün.. Eğer anasından sonra kı zıni da gözüne kestirdinse işte o zaman karşında ablamı değil, beni (bulacak - sın!» diyordum. Hasılı ben bu hirsla için için kendi - roi yerken, en öndeki arabacı kamçısı- nı şaklattı ve Âşıklar Yolundan araba geçemediğinden, epeydir, geldikleri is- tikamete dönüp bekleşen arabalar arka arkaya yola düzüldüler. Biraz sonra Kadıyoran yokuşundan inmiş ve Çan « kaya oteli yanmdan tekrar sola, Niza »« ma kıvrılmıştık. Şimdi asfalt (yoldan bizim arabaların kafilesi de yola çıkı- yordu. Arkamızdan, İskele tarafından da, ihtimal Viranbağda bize yetişecek olan başka arabaların takırtiları geliyordu. Artık, çaresiz, Viranbağdaki kahve- de durduğumuz zaman, bir fırsatını bu- lup Süheylâ ile konuşabilecektim! Bu tem, Naciye hanımı ablam ve annem -| Kaçakçılar ve muhafaza memurlar. 4 riliyor... Lâkin boş ümid! Kaçak yı, ciğeri çengele asmak kabilindet teklerde sallandıracak değiller per Yalnız, garib değil mi, seren « if nin çanaklığına pek kocaman bir İ konmuş: Yemyeşil carm, eğer höv# İan'k olmasa, koca bir dev aynasi parlıyacak! O zaman, yersiz bir cambazlığf oluyoruz! Memurlardan biri ip 9 venlere tırmanmağa başlıyor. Gide © de nereye gitse iyi? Fenerin yan” Arkadaşları takılıyorlar; i — Limanı seyredeceksen dürbün relim! O, diyor ki: — Bona feneri seyretmek yeteri terseniz, size de ufak bir bayram * yesi vereyim! Bakınız, şu kostü” kumaş fena mı? p — Elbiselik elinde bir fldma giöi lanıyor! - Ya bu İngiliz cinlerine, “, merikan apsentlerine ne buyurulf? i Şişeler çanaklıkta geçid resmi yap " yorlar! 3 Ve saire... Ve saire... Meğer, fener mukavva bir po başka bir sey değilmiş! Yalnız şekli rTaz değisik! Kaptan baba kaçak eyi" orijinal bir ambalâj yapmış! Memurlar, zekâsını tebrik etmek SE. gözlerini ona doğru çeviriyorlar! Za 1, az evvel keyifle tüttürdüğü PİPİ, nu, hiddetinden, nerede ise işler” A İkemiresek! Traky: da sıtma mücadele | devam ediyor g evam ediyo Edirne (Hususi) — Köylerin durumu için sıtma mücadelesi hemen bütün Trakyada faaliyette dei Tunmaktadır. Halk ve köylü bu ketten çok memnundurlar. Müt göl ve bataklıklar kurutulmuş ve tılmıştır. * Suları şişirten değirmen bendieri indirilmektedir. 'Bulaşık l için 80 tane buğu sandığı yaptıra ta ve köylere gönderilmektedir. , . .İların tanesi 123 lirayı geçmemekte nahiyelerle köylere yapıldığı için ucuza mal edilmektedir. # Geçen yıl, kurbandan ve kurban Sr rilerinden üç milli cemiyetin ettiği gelir; (250,000) liradır. P“İ içine sokmadılar ya! Başlar, gayi direklere çev- me! diye fısıldayacaktım. Yarın uzun konuşuruz. Yalnız muhakkak öğle va- purile İstanbula in Evet.. böyle.. Süheylâyı herhalde ya- zın görmeli idim.. yarın... Bir gün son- İraya tahammülüm yoktu. Arabalar ta Dile varıncaya kadar, gözlerim Heybelinin o taraftan arka. sındaki ışıklı sularda, hep bunu dü - şündüm. Fakat Dile vardığımızda, Da- ver ağabeyimin, arabaya biner binmez başladığı ve benim yalnız ilk cümlesi. ni işittiğim elmâs hikâyesi bitmişti. Şimdi Şadan halamla Gülşen dadıyı dinliyecektik! 3 Ve artık düşüncemi kafamda yer - leştirmiş, kararımı vermiş olduğumdan başkalarını dinliyebilirdim. Zaten, Nizatn karakoluna kadar köşk. lerin bahçeleri ve denize inen dar yo - kuşların açıklıkları arkasından, sular. da önce mor ışıklarla başlıyarak git - tikçe *sincabileşen, koyu neftiliğini kaybedip hafif kurşuni bir renk alan sahilindeki durgun su aynasına elek- triklerinin altın Tarını titrete tit rete uzatan Hey en sonra, Dil isti. kametinde yayılmış geniş bir gölgeyle birdenbire siyahlaşıp sonra gene bir. denbire beyaz, dümdüz ve artık niha- k parıltısı halinde ufukla- za uzanan mehtabın büyüsü gözlerimi sartaıştı. Hafif, serin nefeslerile alnı- mı okşıyan bir meltem de başımın âte. şını yavaş yavaş söndürüyor, gergin sinirlerim yumuşayordu. Ve arka arkaya dört arabanın asfalt- lam da onun arabasına koymuştu. İh-| fırsatı bulamasam bile hiç olmazsa ku.| taki takırtısı beynimde biraz evvelki timal bu suretle, şayod şüphesi varsa, lağına; ıztırabı uyandırmıyordu. Hattâ bir & rakamı birkaç misline ralık, ellerindeki kitaralarını yolda yürüyen Rum gençlerinin lesi ile, daha ötede, karşıdan geli? ye balarımızı bir lâhze durmağa eden ve bize lâkırdılar atarak bif kalya alayı gibi düdüklü, nâralı ve şarkılı yanınızdan ikinci bir kafile neş'emi bile a di. Sonra gene denizle karşı kalmıştım ve mehtabın sihrile o kadar hafiflemiştim ki, şimdi min kaba hilesine bile içimden gülüyordum. Evet, ihtimal bu da, Süheylânın ona ayni hisle gibi... Şadan hslam coşmuştu. Gülşen | yıya hasretle eski zamanı sayıP yordu: — Nerede o eski esekçiler, g di İ#a? Hani hep bir biçim bevaz ler giyerlerdi. Sonra o birikler, #9 4*40) lar? Hensi de hususi -kösk, koni ger” baları.. hele o Jevend gibi Simdi ise bin kira Griaiai g İl taba.. ne de olsa eski zaman: p Gülsen dadı da, Bile çıkan me | sola, İsa tenesi camlıklarına bili di — Ya, övle, hanımcığım., * | çamiların arkasında kalan tepedeki g bah gezintileri!. Ne idi ismi, bif ge zinosu vardı?, Ha.. şey, Hristo$ Sağ nosu.. Hani akşamları biz hep adil # dolaşırdık. Merhum Büyük el ee cuma günleri henimizi toplar, noya götürürdü. İyi hatırlıyorsu” öğ sının aksamları gibi, Pazar, leye kadar sazı da vardı. İı (arkan 9)