© çağı çocurların serbest kalınca gösterdik- © İleri sevince benzer büyük bir neş'e içi © de teönden indiler. İstasyondan çıkar- © ken birbirlerine: «Haydi hoşça kal, ya- © Fin, dairede görüşürüz.» diyerek ayrıldı- Yar. i lerine bakılırsa ya düğünden veya cenazeden geliyorlardı. Fakat şim- © di, yaşını başını almış olan bu insan ka © labalığı, çalıştıkları bankenin ölen mü- © dürlerinden birinin cenazesinden dönü- isterse düğün yüzünden beylik, beylikti. Zaten © saat te üçlü. akilter sonra hiç kimse © onları bankaya dönmek 'çin zorlyamaz- dı. Kanları nasıl olsa kendilerini cenaze- © de biliyorlardı, Binde bir ele geçen bu sat kaybedilir m'ydi hiç? © İçlerinde bu fırsattan istifade etmiyen, © yahud da etmesini bilmiyen Gürzon ol- du. o, bu serbestliği kullanamıyacaktı, “Nereye gits'ndi adamcağız? Yirmi beş yıldanberi yanında karısı Polin olmadan v3 iş saatleri haricinde - tek başına bir ye- re bile gitmis adam değildi. Kahve, bar, “meyhane redir bilmezdi, Bu halle şim- © nereye girip eğlenebilirdi? İyisi mi © erkenden evceğizine döner, rahat rahat “ soyunup, koltuğuna gömülürdü. © Bu kararla Bastille meydanının gürü!- © düsü aranına karıştı. Yağmur, güneş, rü?- o gör, soğuk demeden sokaklarda dolaşan insan kulabalığına bakıp ta şaşmamak © Gürzon'un elinde değildi. Başında melon şapkası, koltuğunda şemsiyesi ve siyah kravatı ile merasim- © den döndüğü apaşikâr bir halde dilkkâr- “ları seyrede ede yürümeğe başladı. Kö- şey! dönerken gözü, işportada lâvanta s3- — tan birine ilişti; dayanamadı; sevgi ka- © muna mutlaka bir şişe koku almalıydı. © İşmortacı Gürzon'un tereddidle iki tara © fina bakındığını görünce bağırmaklan © kasılan sesini birkaç öksürükle akord e- © dip düzelttikten sonra malını methe baş- oladı: — — Sultarların kokusu, hakiki şark » miski. alen bir almıyan bin pişman, He- © le bir sürünün bayanlar, baylar! Tecrü- bes: bedava,. mütehassıs Amerikalı kim- yagerler tarafından yapıldığım her an » size isbata hazırım. Hele bir sürün! Aşk — ve rüya memleketi olen Afrikanın bayıl- “ici kokusunu ancak bu lâvantadâ bula- Vlirsiniz!. Halis alkoldan yapılmıştır. « Hilemiz, yalanımız yok.. işte mal mey- .danda!. Sevgilinizin, karınızın hoşuna mı Son Poslanın edebi romanı: 28 Hayır.. doğru değil.. başka bir çare dü- .şünmeliyim, fakzt her şeyden evvel Sü- — heylâyı görmeliy'm! * Bekledim, bekledim, belki Sühevlâ bir “ aralık bize gelir diye... Gelmedi. 4 “Tuhaf şey!.. Bazan gündüzleri bahçe *jeğerken gözlerile de: “Son Posta, LAVANTA İzinsiz veya cezaya kalmış mekteb ka-| gitmek istiy nın Hikâyesi ” Çeviren : veunuz? Buna, ancak bu lâ- vanladan bir şişe ulmakla muvaffak olur- sunuz!. Haydi, kalmıyor, kalmıyor. Bu- yurun bayanlar, baylar!.. Herif baştan ayağa kadar ve bare- ketten ibaretti. işportasım dolduran ren- görenk şişelerin başına bir sürü İşsiz, gücsüz toplanmış, kimi davudi sesine bayran, kimi merakla şişeleri yoklayıp duruyordu. Siyah elbiselerle bir kat daha heybeti artmış olan Mösyö Gürzon'un, göbeğini sılliya saflıya işportasına yaklaştığını gören satıcı üstüne çıktığı sıradan yere at ladış ve elinde tuttuğu vaporizatörü ka- lantor müşterisinin üzerine sıkmağa baş- Yodı, Her halinden yağlı bir i ek duğu besbelli olin bu mösyöye bir iki şi- şe sokuşturmazsa yuh olsundu ervahı- nal, Gürzon'a gelince buraya yaklaştığına da, yaxlaşacağıra da binbir defa p'şman olmuştu. Çünkü satıcıdan gördüğü bu il- Gfst üzerine oradakilerden bazıları ko- murdandılar; ve içlerinden birkaçı «Bize de yok mu be? Bizim bir kemiğimiz mi eksik?. diye yılıştılar. Bu vaziyetten pek sıkılan Güran bir şey alamadan sıyrıldı, Eve g'decekti? Fakat bu kokularis karı- sının karşısına nâsıl çıkacaktı? Öyle de keskin bir kokuydu kt. Yağmur da yağıyordu. Gürzon şerssi- yes'ni adan yürüyordu. Belki yağ- mur bu kokuyu üzerinden alırdı. Bir bu- çuk saat kadar bu halde dolaştıktan son- Ta evin yolunu tuttu; ve ancak yedi Bu- çukta varabildi. Karısı onu kapıda karşılıvarak: — Hele şükür evin kapısını bulabil- din? d'ye başladı. Ben yemek yedim bi'le.. Sonra etrafını kokluyormuş gibi burun deliklerini açıp kapadı, Fakat oOMösyö Gürzon karısının bir söz söylemesine meydan bırakmadan: — Üstüm başım kokuyor değil m!? de di. Cenaze aldığımız çelengi ben ta- şıdım da.. öyle güzel çiçeklerdi ki Polin, görme!. Hele kokularına diyecek yok.. Bu yalanı kıvırdı amma korkuğan da yüreği ağzına geldi. Karısı cevab verme- den sofrayı hazırladı. Gürzon yemtk yerken, kârisınin, müfemadiyen, kendi- sine bakmakta olduğunu seziyordu. Ih- lamurunu içeceği zaman Polin: — Pek heyecanlı görünüyorsun? diye siteni elti. — Ya, öyle mi? Hâlâ kendime geleme- dim. Zavallı Popi daha iki gün evvel sâp- Yazan: Halid Fahri Ozansey görünce başile selâmledı ve benim bü » tün soğukkanlılığımı muhafaza ederek, zoraXxi, selâmına mukabelem Öştüne eli- ni srkeya, uzağa doğru götürüp gündüz gönderdiği ricasını tekrarlayan bir işaret yaptı. Süheylâya gelince, başını hafifce «Ne yapayım?. — de çocukların yanına uğrardı. Onları öy-! Annem götürüyor» manasına canının $i- le seviyordu ki... Bugün ne oldu? Niçin “hiç görünmedi? Daha böyle akşama, gi- decekleri vepura saatler varken bir lâh- 28 cisun gelemez miydi? Hiç değitse be- oni görmek için... * kıntısını belli etti. Ah bu bakış. gene biraz bana sükün verdi, Hiç değilse anasına karşı hırsımın hafiflediğini hissettim. Fakat onları götüren son vapur iskele- den ayrılınca içime derin bir hüzün çök- Hâlâ kekliyorum, Süheylâ ortada yok!'tü, Gar'bsedim, kendimi yalnız, yapyal- © Anlaşılan anası, akşam İstanbula ine - — cekleri vaptır saatine kadar kızını hiç ya- “ nından ayırmıyacak! , , Neden korkuyor? Acaba benim kızile Nan münseebetimden o şüphelendi m:? inmez, böyle kadınlar o kadar kurnaz > olurlar ki... * nız buldun. Öyle ki, nerede ise ağlıya- İcaktım. Sonra önümden piyasa edenler biraz gözlerimi oyaladı, biraz hüznümü dağıtır gibi oldu, Fakat bu sefer de zih- nime başka bir düşünce saplandı ve ba- na, yeniden, daha başka bir azab verme- İğe başladı. Düşünüyordum: Namık Be- iyin karşısında ne konuşacaktım? O ada- — Akşem, onlar daha iskeleye inmeden|mın yüzüne nasıl bakacaktım? Evvelce b indim ve pastacıda oturdum. Neden | kendim başkalarına lânetler savururken, —.. SON POSTA İŞESİ Faik Bercmen sığlam ayakta idi.. nasıl öldüğünü düşü- nüyorum.. hey gidi dünya hey. Her zamanki süküti halini bozmuş, bülbül kesilmişti. Cenazeyi anlatıyordu. Ayni zamanda işportacının önünde başı- na gelenler! söylemek istiyordu amma na file. Karısı alaylı alaylı onu dinliyor ve içinden: «Ah şu erkekler, ne yaşlanma, ne kel kafalarına ve ne de davula benxi- yen göbeklerine bakmadan ellerine fır- sat geçli mi yallah!, Güya en İyileri be- pimki.. bugün kim bilir ne haltetti?, Gürzonun gözünü bir türlü uyku tut- muyordu, Sağa sola dönmekten yoruup daldığı zaman rüyasında işportacıyı, misk | kokulu bir sürü sultanlar ve bu wrada da boynuna atılıp boğazımı sıkan siyah bir köle gördü. Ertesi günü ve onu takib eden günler- de karı kocü bu mevzuu kurcalamadılar. ratmdan düşen binbir parça oluyordu. Bu böyle devam edemezdi? Gürzon bir sına getirmeli ve vaziyeti anlatmalıyın!, Bu Karerla soluğu Bastille meydanın. da 5'dı, Fakat heyhat, işportacımın yetin- de yeller esiyordu. Bütün #okakları do- laştı, Bir sokağı dönerken mahud raka- ratı duyunca içine su #erpildi. Nihayet muradına ermişti, Koşarcasına yuklaştı ve telâşlı telâşlı pazarlık yapmaksızın bir çise aldı ve ayni telâşh adımlarla 0- radan uzaklaştı Tramvayı bekliyecek hali yoktu. Pa- raya kıyıp otobüse bindi. Sevinçten uça- cskt, Ne çare ki felek zavallı Müsyö Gürzon'a yâr olmamak için inad ediyor- du sani Otobüsten inip te evine yak- İlaşırken heyecandan ayağı sürçtü, yere Güştü, Yere düşmesi bir şey değild! am- ma cebindeki kıymettar ve can kürta- İran şişenin kırılması felâketti ayl, i Ayağa kalktığı zaman canı çekilmiş gi- bi idi. Evin kapısına kadar nasıl yaklaş- tığını ve kapıyı nasl çaldığını kendisi; de pek hatırlamıyordu. Yalnız, onu sük'üm büklüm ve bir koku denizine baumış bir İhalde gören karısının morarmış yüzünü İve çakmak çakmak gözlerini farkedehi- iliyordu. Ondan sonra Müsyö Gürzon'un hali ne oldu? Orasinı da varın siz tahmin edin. arlık! YARINKİ NÜSHAMIZDA: İ Hayattan bir say'a.. İ Yazan: İnel Özlurt i erden, başkalarının kend! ka- ms ile birleşerek vurdukları damgalar- dan daha mı sz siyahtı? İstanbuldan gelen gece sondan evvelki Yapurun kalabalık yolcuları da dağık ıktan sonra meydan tenhalaşmış, her. kes yemeğe çekilmişti, Nihayet ben de | kalktım. Eve dönerken, kendimi, yık lacak gibi yorgun buluyor ve adeti vü- cüdüm başımın ağırlığını çekemiyor Sü- | hıyordum; * Yemekten sonra Namık Beyi, bir hasır koltukta arkasını küçük yastıklara daya mış, dalgın düşünüyor buldum. Eeni, yü- zönde birdenbire uyanan bir sevinçle karşıladı. Yakat bu yüz, bize geldikleri akşamdanberi daha ne kadar bozulmuş- tw! Renk sapsarı, gözler çukurda ve göz kapaklarının eltı simsiyah çürük... Za- vallı adam! belli ki geceleri artık eskisi kadar da uyuyamıyordu. -- Safa geldiniz, dedi. Teşekkür ede- rim. Teşrif edeceğinizi zaten müjdele, mişlerdi. Kekeliyerek: — Estağfurullah, beyefendi, öedim. Vâzifem... Bilhassa, şimdiye kadar 2iya- retinize gelemeyişim için affının dile- rim. Yoksa her zaman arzu ediyordum. Fakat rahatsız ederim diye... — Bilâkis memnun olurdum. Otursa- nıza, efendim, Şuraya, şöyle karşıma... Oturdum. Duyduğum gizli azabdan, arık fazla bir tek kelime söyliyecek hal- de değildim. Bereket versin ki o, sözüne ANIM Çocuk böyle Fakat madamın yüzü gülmüyordu. Su-| firsatım kollayıp işporlacıya gitmeli ve| önüzü 0 Uğursuz kokudan bir şişe alarak kari-| (Baştarajı 7 inci sayfada) olursa olsun gösterir. Kıymetli olan da zaten bu samimi nezâkettir. zorla nazik göl dılış itibarile dürüsttür (amma kor - kutmarsak)... O kadar dürüstür ki duy- duğundan başka türlü görünmesi, baş- ka türlü söylemesi icab ettiğini anlıya- maz. Biz büyükleri; hoşlarmadığımız insanlara «kendilerini görmekten mem- nun olduğumuzu» söylemiye, ölesiye sıkıldığımız bir davetten güler yüzle, teşekkürlerle ayrılmaya mecbur eden nezaket kaidelerine akıl erdiremez. Gittiği yerden canı sıkılmışsa, biz «teşekkür etsene, teşekkür etsene yay- rumi» diye sıkıştırdıkça afallıyarak yü- zümüze bakar. Kendi cocuğumdan sıkıldığı bir yerden dönüyorduk. Bana: *Biliyorum, dedi, yalnız (teşekkür ede İrim) dedim (çok, çok tesekkür ederim) İdemed'm amma, nasıl diye idim, baba- cığım, hiç hoşlanmadım ki...» dedi. * Bir çare daha var: Gittiği verde vi - için yavrunuzu misa firliğe seyrek yollayınız. Çünkü: S:k sık giderse yavaş yavaş ev sahiblerini kendine İkrama mecbur görmeğe baş- lar. Onlara bir minnet duygusu kal - Toaz. Ve tabif tatlı görünmeğe de bir Jüzum duymaz olur. Ben oğlumu ilk defa olarak beş ya « şında iken bir arkadaşmın doğum günü eğlencesine yolladımdı. Bu birinci se- ferinde utancından nerede ise ağlaya cakmış. İkincisinde pısırıklığını bırak- mış, herkesin son derece hoşuna gilmiş ti. Üçüncüsünde bir pasta tabağını de- virmiş, bir kızım bumunu #ikmıştı, Dördüncüsünde yaka silkmiyen kalma- muştı. Bunun üzerine onu uzun bir 20- man bu türlü davetlerden, eğlenceler- den mahrum. bıraktım. Önüme alip u- zum uzun konuştum. Gittiğ yerlerde gördüğü ikramların nasıl bir emek ve bir yığın para ile hazırlandığını, misa - fir çocuklardın biri yaramazlık edince nasıl bütün top'uluğun tadının kaçtı- Baş, Diş, Nezle, GEREN EEE İcakında günde mak doğru olmaz değil mi, beyefendi oğ- lum?... Zaman icabı, arasıra bir davete !filân gidecekler... Ben alıştım, bekliyo- rum, Hem çok kere yalmz. her zaman sizin gibi kıymetli bir misafirim de yok... O kadar hazin, kesik kesik, adetâ ağlar gbi bir serle söylüyordu ki, dinlerken kaibim parçalanıyor, kulaklarım uğul düyordu. Öyle ki, onun ayakları altına a- tılarak Susun. ben size fenalık © Alçağın biriyim ben...» diye haykırma» muk için kendimi zor tutuyordunı. Fakat viodanımla bu mücadelem çok uzun sürmemiş, en sonunda gene riya- kârliğım, slçaklığım içimdeki bu sesi bo- Babilmişti. Hattâ artık, koltuğumda, ra- hatça yerleşerek, yüzümde maskemle, 0- na teselli verecek kudreti bile kendimde bulabilmiştim. Sesime bir samimiyet vermeğe çalışa- rak ona doğru eğildim: — Teveccühünüze teşekkür ederim, dedim. Ne zaman emreğerseniz size ar- kadaşlık etmeğe hazırım. Bu sözüm çok hoşuna gitti: — Eksik olmayın, oğlum, dedi. Yalnız öyle sanıyorum ki sizi çok zaman rahat- sız edeceğim. Sonra, birdenbire çehresi değişli, göz- leri büyüdü ve hiçkira huçkura koltuğu- nun içine devrildi. — Beyefendi, beyefendi, diye haykır- dım. Ne oldunuz? Rica ederim, tesssüre kapılmayın! Ayni zamanda derbal zile basmış, bes- lemeyi çağırmıştım. Kız, telâşaz adım- ra*|ha sefer yolladığım yerde kuzu , İmuzdaki masaya bırakarak çekildi ( i ğını anlattım ve bu münaseb yayanın eğlenceye gidemiyeceğini Jledim. a Aradan uzun bir zaman geçti, Bir GN durdu. Çünkü: Yaramazlık ederse daha göndermiyeceğimi biliyordu. İşte böyle... Çocuğu nihayet iki kere üst üste misafirliğe yolladını? arasını muhakkak biraz açmalıdır. bu arada ona kimsenin he çağırmmı)a) is de cölendirmiye borçlu olmadığı löğretmelidir. | * | Bir de herhangi bir toplantıya, DE İ ziyafete yollanacak çocuğun sibi teri daha evvelden dinlenmiş olmeldi” | | Bunun için ziyafete kadar birkaç onu me fazla heyecanlı oyunlara bire malı, ne de ağır yemekler yedirmeli ” r. Yapılan tetkikler, çocukların bu 8 bi yerlerdeki haşarılıklarna sinir gunluğunun yarı yarıya sebeb oldu mu göstermiştir. * Bu meselede elbisenin de büyük 19 vardır. Bir çok ele avuca sığmaz lar vardır ki en cici elbiselerini £i giymez örnek gösterilecek tatlılaşırlar. Bu, bilhassa kızlar. da görülür. Fakat oğlanlarda © böylesi yok değildir. İşte bu YE Tadılıştaki yavruyu davete süsler P ler de yollarsınız. Elbisenin hatır geri dönünceye kadar taşkınlık etim Bazı çocuklar da vardır ki aksin€ 2 zene b>zene piyinmekten nefret edef | ler. Bun'arı 'fina İle süslemekte fay© | yoktur. Bunlar elbise hatırıma uslu © racaklar: yerde mütemadiyen yeni 9 sey giydiklerini hatırlamak ve hep dilerile meşgul olmak yüzünden ne © lenir, ne de kimseyi eğlenmeye bf# kırlar. * Hasılı: Çocukta tabif bir dostluk, miz ve gerçek bir iyilik ve gördüğü liklere karşı sevimli bir takdir duş su vardır. Biz onun ancak bu h 3 tebarüz ettirebilirsek ona en doğru X zâketi öğretmiş oluruz. Gi # gi Grip, Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağr.larınızı derhal kesef 3 kaşe alınabilir. GEN i :l z li 4 Diyordu. Sonra, Namık Beyin tekrar kıpırö. Bim, hafifçe doğrulmağa çalıştığın rorek: li — Nah.. işte! diye ilâve etti, Ben demedim mi? Bunun üzerine elindeki sürahiyi Evet, Namık Bey kendisine yalnız bir fırtınadan kurtulmuş gibi ikm bir nazarla bana bakıyor ve jbibir şey söylemiyordu. Bense onu ikütunu bozmak istemiyordum. Bu * fonun bir tek çiğnenmemiş hakkını 8. ların altına almak gibi geliyordu. * damın hiç değilse bu buhranlari”. sonra bu mabed sessizliğine ihtiya “4 dı. Nibayet sükütü gene kendisi Krd büsbütün düşen bir sesle adetâ inö — Affedersiniz. İhtimal sizi tum, Yanımdakiler benim bu alıştılar. Siz de alışırsınız. Bu sizin *5 daha ikinei... Birincisi, hatırlar. fehalığımdan kendime gelerek, $ zü ilk gördüğüm gündü. Hani bir Âşıklar Yolunda... Pp Bundan sonra daha ne kadar orf”. nında Kaldım, aradan ne kadar geçti, bunu, Namık Beyden ayril: Wime, odamı döndüğüm şu dakiks€ le tayinder âcizim. Gözlerimi şü ların üstünden kaldırıp masamın SU fında, $u alnıma dayadığım $ol ardındaki saate hile bakmak ş rum. Zira sanıyorum ki bir geced? İş “sonra ortalık kararınca göründüler, İkisi | şimdi, kızını çamlıklara o sürüklemekle, «de son derece sık giyinmişlerdi. Tam bir) onun zedelenmiş zavelk alnıma bir lcke are, bir düğün tuvaleti!,. Naciye ha-|de ben kondurmamış mı idim? Ve ona öfendi, beni camın önünde oturmuş devam ediyordu: — Eeh! işte bizimkiler de bu akşam i yoklar... Ne çare, ben hastayım, bir ye- lâyık görüüğüm bu namussuzluk dam-)|re gidemiyorum, Onları da büsbütün sık. larla içeri girdi. Belli ki efendisinin bu| geçmiştir ve bir hayata sığmıyacii Öp hallerine alışkındı ve bunda bir fenalık| der dehşeili ıztırabiar Namik Beyin ta göremiyordu. Bir taraftan hastanın |daklarından dökülmüştür. çi yüzüne su serpiyor, bir taraftan da bana: (Arkası ve”