8 Sayhn. İeamedüaniz Cemil Topuzlu: ı — Zoraki şehremini olduktan sonra, dedi, Talât Bey (paşa) hakikaten sözün-| de durdu. Merkezi umumiyi şehir işleri- ne müdahale ettirmedi. Onlar da akra - bamdan Bekir Beyi bana muavin tayin ettirmiş oldukları için, kaleyi içeriden fethettirdikleri zannile sustular. Bu hal, 1914-1918 hardinin ilânına kadar devam etti. Cihan Harbi patlak verince işler, gene altüst oldu. Çünkü, fırsatı ganimet bilen Kara Kemal, İstanbulun iaşesini kâmilen üstüne almak istiyordu. Evvelâ, - ortaya bir un meselesi çıkardı. Bakmız nasıl: Şehirde pek az un stoku vardı. Halkın gıdasız kalmamasını temin için, dahiliye nazırı Talât Beyin (paşa) Romanyaya gitmiş bulunmasından islifadeyi düşün. düm. Nazıra telgrofla müracaat ederek şehremaneti namına un siparişine tavas- #utunu rica ettim. Bu suretle çuvalı 29 franktan olmak üzere ilk partide 100,000 | Çuval un getirttim. Talât Bey, verdiği ce- Wwabda, ayni fiat üzer'nden, ne zaman mü racaat edersek, bize un göndereceklerini de bildiriyordu. Bu suretle şehirde kıtlık çıkmasına mâni olmuş, ekmeğin okkası- na beş para bile zammetmeden halkın başlıca gıdasını temin eylemiştim. Bir emanet makamında — meşgul bulunduğum bir sırada, merkezi umumi- den iki zatın geldiğini haber verdiler. Bunlardan biri ticaret sahasının ve © devrin maruf simalarından, diğeri de merkezi umuminin faal uzuvlarından bi- ri idi ki, her ikisi de elyevm hayatta - dırlar, Bana dediler ki; «— Bundan sonra, Romanyadan #ipa « riş edeceğiniz unların yerine, bizim un- dTarımızı tercih etmenizi ricaya geldik. Şehremanetine, derhal yüz bin çuval un vermeğe hazırız.» azı, hanendeleri ve çengi Bedestenlinin Şeküre hanım idare ediyordu. Bu işi daha ilk günün- den üzerine almıştı. Hamdunenin gebe- Eği tahakkuk eder etmez: — Kadınım! Sen hayırlısile kurtul, döşeğin kalktığı gün, parmağıma zil- leri takıp da şıkır şıkır oynamazsam, şu göbeği düşürünceye kadar kıvırmaz- sam, senin evinde yediğim, içtiğim ha- ram olsun! demişti. Yüzünü kızdırıp da, Osman efendi - den saz, çengi istiyen, tâ Ayvansaray- lara kadar gidip de, zamanın en meş- hur takımını: Kemancı Benli Naileyi, udi Karabiher Esmayı, hanende Safi- nazla, Peribeyi, çengi Âfeti, Seheri bu- lan, getiren gene © olmuştu. Saz, biribiri ardınca köçekceleri çah- yor, hanendelerin, hamamın içerisin- de daha gümrah çıkan sesleri ortalığı çın çın çınlatıyordu: Atım bağladım. cicim, meşeye, meşeye.. Gönül verdim gül memeli Ayşeye, Ayşeye! Arkasından: Yemenimin uçları, Çıkamam yokusları, Yarime velâm edin, Şu bağların kuşları!. Diye © 2amanın makbul - türküleri biribirini velyediyor, her biri bittikçe kolbaşı Benli Nailenin feryadı yükseli- yordu: — Bir hocs alim var! — Kime, kime? — Hamamcının Hamdune hantma! — Âlâ, Alâ, heeceyyyl! Hamamın iç tarafından — gürültüyü duyup da dışarıya fırlayan bütün diğer davetliler de bu gülbange iştirak edi - yorlardı. Soöğüklük denilen yer bir lop et ser- gisine, bir çirkinlik ve biçimsizlik meş- herine dö Ü. Bir dirhem etin bin ayıp örttüğünü iddia edenler, kilolarla yağın da insanı ne gülünç bir hale ge - tirdiğini, gelip de burada görmeli idi- | Eski Şehremini operatör Cemil Topuzlunun hatıraları Kara Kemalle nasıl çarpıştım? fTalât Bey (Paşa) makamıma gelerek Kara Kemal namına Şehremanı teklif edilen 100,000 çuval unu neden” satın almak istemediğimi sordu. Bu suretle şehrin 15,000 altın zararlı çıkacağını anlattım. Dahiliye Nazırı: “Paşa Emaneti zarara sokmak istemem. Ekmeğin okkasına 10 para zammediver, Kemal Beyin de gönlünü alalım,, dedi. “Olamaz,, cevabını verdim. Mü- cadele bu suretle açığa vurulmuş oluyordu Enver Faşa Ben, teşekkür etmekle beraber, fiat ve sair hususlarda da anlaştığımız takdirde sizin unlarılız: tereih edeceğimde şüp - heniz olmasın, cevabını verdim. Her ikisi de bu tatlı vüdin neş'esile güldüler ve: e— Unların beher çuvalımı, İstanbul - da teslim edilmek şartile 82 franga ver- meğe hazırız> dediler. Bu suretle, teklif sahiblerinin vere - cekleri unların beher çuvalı İle, Bükreş- ten satın aldığımız unların beher çuvalı arasinda 3 franklık bir ftat farkı olduğu anlaşılıyordu. Bu mikdar yüz bin çuval- da 300,000 frank, yani bizim paramızla takriben 15,000 altın (şimdiki para İle 150,000 lira) tutuyordu. Tabil, emanetin menfaatine mugayir olan bu teklifi ka - bul edemezdim. Muhatablarım, red. ce- ler, burada, çırçıp- lak, korkunç ve iğ- renç bir manzara arzetmekte idi. Ka - pının önünde ayak - ta, tahta peykelerin üzerinde — oturmuş, mermer zemine bağ daş kurmuş irili, u- faklı, her biçimde, her tende, her renk- te kadın vardı. Bel- lerine sarılı Bursa peştemallarının ör - temediği kollar, baldırlar ve ger - danlardan, ekşi bir buhar — fişkiriyor - dü. Hepsinin de gö - Büsleri düşük, kol - tuk — hizaları yağ bağlamış, karınları şiş, baldırları şek- Hni kaybederek birer çift ucube ol « muştu. Aralarında tek tük zayıflar da vardı. Fakat bunlar, ötekilere benzememek- ten adetâ utanç duyuyorlardı. Kulak- larıma belki yüz defa çalınmış olan: — İyi kocanın karısı kurna başında belli olur! Fetvası bu zavallıları izdivac hayat- larından da nahak yere soğutmuş, yei- se, ümidsizliğe sürüklemişti. Bunlar, peştemallarını tâ boyun hizasından sa- rıp topuklarına kadar indirmiş, Allahın ler. Haricte, kat kat esvabın altındâ|sıska yarattığı ve ihtimamsız bir ko- gene az çok mazbut gibi düran vücüd-'canın bir türlü geliştiremediği vü -İkerel. Teleme peynirleri gibi! Yosma İwabım üzerine, muğber olurak gittiler. Wdan doğruyo maksada girdi. Kara Kemal İnamına şehremanetine teklif edilen yüz (Bey şu cevabı verdi: |sokmak istemem. Kemal Bey ile de ara - İmozı bulmak arzusundayım. Düşündüm. BON POSTA N ;ehne U TürereeenererecareSEELELEKERALAN! Dahiliye nazırı Talât Bey (paşa) ertesi günü, mutadı hilâfına, emahnete geldi. Pek pratik tabiatli olatı nazır, hiç bir mukaddemeye lüzum görmeden doğru - bin çuval unu neden satın slmak isteme- diğimi sordu. Meseleyi anlattım. Talât «— Paşa, emaneti k'ç bir zaman zarara taşındım, şu çareyi buldum: Ekmeğin okkasına on para zam ediver! Emanet te mutazarrır olmaz, Kemal Bey de gücen- mez, Beni kırma!» Bunun üzerine: — Havayici zaruriyeden olan ve hal - kımızın yegâne gıdasını teşkil eden ek - meği, başkalarının kazanç temin etmele- rine hizmet için pahalrlaştıramam. Maat« teessüf bunu kabul edemiyeceğim, de- dim. Talât Bey biraz içerledi amma ne beni gücendirecek bir söz söyledi, ne de muğ- ber bir tavır aldı. Bir ksç samimi cümle- den sonra kalktı, gitti. Bu vesile !le, Talât Beyin ikinci mü .- racaatını da arzedeyim, Merkezi umumi: ye mensub yüksek maaşlı bir mühendis işine gelmez, fakat aytığım tıkır tikir & « hrdi. Onu azil ve merkezi üumümin'n bu zatı tekrar işe almaklığım müracaatlarını da reddetmiştim. — Talât müşahede rekkeb ze en hediye nin yeni serisi arasında çıktı. Bu sü - tunlarda, (Zeytin Dağı) adlı harikulâ- de renkli kitabını mütalea ederken, in- ce üslübunu, tasvir muhakeme kabiliyetini tebarüz diğimiz Falih Rıfkı Atay, (Tuna Kiyı- ları) nda da, bize ayni kıvraklık ve tat> hlkla maziyi anlatıyor, eski hiç te tarih bürümcüğüne bürümeden bize sunuyor. j hakkındaki | Bey bu husustf iltimas için geldi. Un me- selesinde olduğu gibi, bu sefer de red cevabı verdim. Nazır, ne yalan söy yim, gene tavrını bozmadı ve beni cendirecek tek kelime de söylemedi. Gelelim bahsimize: Karz Kemal, İs - tanbulun iaşesini tamamen üstüne ala - (Devamı 10 wncu sayfada) Yazan: Sabih Alaçam ye- gü - Son Posta'nın Romanı : 5 kışın var, az şemsiyeli!,, S Hamamın içerisi çın çın çınlıyordu. cüdlerini tenkidlerden, imalı bakışlar-| danberidir binlerce çıplak kadın ve er- dan gizlemeğe çalışmışlardı. Hamdune ağır ağır soyundu. Sırmalı fıtasını incecik beline o - muzlarına sileceğini aldı; ayaklarına sedef kakmalı nalınlarını giydi. Kendi önde, ana kadının kucağında taşıdığı Hürmüz arkada, yaman surette kızdı- rılmış hamamdan içeriye, âlâ âlâhiler a&rasında girdi. O geçerken, riyakâr gözler, körpe vücudünün üzerine takılıyor, sayesinde bugünü zevk ve safa ile geçirecek olan karılar yüksek sesle hayranlıklarını ildde ediyorlardı. — Maşşallah da, maşşallah! Kırk bir | Kitablar arasında | Tuna Kıyıları (Falih Rıfkının en güzel eserlerinden biri | eğerli edib Falih Rıfkı'nın Tu- na Kıydarı isimli, tetkik ve ihtisaslarından — mü - eseri, Dedebiyat — âlemimi - güzel wve seçme cildler eden Kemzi — kütüphanesi - D kudretini, görüş, ettir « şeyleri Tuna Kıyılarında, biraz tarih faslın- da, muharririn kendi sözile Yugoslav nt ve Osman- ve kuvvetli tarihinin kısa bir hü h ve istilâsma dair bistan kısmında devirleri, bir perçalar okuyoruz. Sr da, bu ülkenin geçirdi film sadakat ve netliği ile takib ediyo- rüz. Eserin üçüncü kısmını — teşkil eden Yugoslavya fasl, Falih Rıfkının renk- E kalemile edebiyat tasannuuna düşme den vücuüde gelen nefis bir ihtisas ve müşahede âbidesidir. Bu 120 sayfalık - kitabı bitirdiğiniz zaman, üstadın (Tuna Kıyıları) nın ba- şına koyduğu (ön sözü) bir kere daha okumaktan kendinizi alamıyorsunuz. Zira esşerin bu parçası, sanki bütün ki- tabın temelidir, veyahud — tam bir (öz) üdür. Falih Rıfkı bize bu (öz) ü verirken İngiliz edibi Bernard Show - da rastladığınız o nadir «özlü yazma» |hassasını kudretli ellerinde balmumu gibi yuğuruyor, 20 inci asır Türk ede- biyatınımn en tılsımlı nümunelerinden birini geleceğe yadigâr bırakıyor. * (Tuna Kıyıları) nın bu parçasını a - hyorum: «Büyük bir harb, yahud o kuvvette bir hatıra, bazan, bir şehir, dağ veya ne- hir ismini milii tarihe maleder. 1920 den- beri Sakaryanın Anndolu nehirlerinden biri olduğunu düzürüyor muyuz? Dum> luprnar dahi Ağustas zaferine kadar can- sız bir coğrafya kelimesinden ibaretti. YA '_Z AN ERCÜMEND ta, yosma!, Hamam- €ı kadir gecesi doğ- muş! Nerede o ön - vede bul. Sureti mahsusada hazırlanan — büyük halvette, — çocuğu - nun başına ilk tas suyu döken hatırın #vucuna, Hamdu - nenin bir çil lira sı- kıştırdığını dışarı - daki cemaat duyar duymaz, ümide dü- şen çalgıcılar da aş- ka geldiler. Çengi - ler ortaya geldi. O- yun havalarına baş- landı. Bir asra ya - kın ve belki de daha ziyade bir zaman - kek vücudünü seyrede ede kanıksamış ve çipilleşmiş gözleri andıran kubbenin tepe camlarından aşağıya doğru mut- tasıl sıcak bir buğu damlıyordu.Tenef- füs güşleşmiş bu boğucu havanın için- de daha ziyade acınmağa lâyik bir neş'e ile heyecanlanan kadın kalabalığı kâh kurna başına giderek bir tas su dökü- nüyor, kâh göbektaşına sokulup, onun üstünde kurulmuş sofradan bir lokma kopıp sazı dinlemeğe, çengileri seyret- meğe koyuluyordu. Hamamsı, karısının ve — çocuğunun şereflerine zengin bir sofra donatmıştı. Kebab olmuş koyun — başları, tas tas turşular, yaprak dolmaları, karlı şer - reki kakavanlar, ne-| Birincikânun 30 Gene bazan, nehir, ova, dağ isimleri * lur ki, başlı başına bir medeniyet onlaf” sız izah edilemez: Siyasi, iktısadi ve İf timat bütün tarihi ile Mısır bir Nil disesi değil mıdir? Kaynaklarından: taya doğru, Nili tasvir eden bir eser a! zamanda Fir'avunlardan kral Faruğa k* dar Mısırın da hikâyesini anlatmış oluf: Osmanlı #nparatorluğunun derinliğitii genişliğine azametimi tasovvur Eğer bir gün Osnanlı Türklüğünün di fanını yazmak istiyen bir şaire bu coğ * rafyanın içinden bir irmi vermek istef " seniz Tunadan gayrisini seçedilir misi * niz? Tuna Osmanlı Türklüğünün bağrındi? akar. Bu tarihi nereden dinleseniz ottt çağıltısını duyarsınız, Akınlar, zajer bozgunlar!. Hepsinin peşinden, ileri ü * ya geriye doğru, bitip tükenmeden gö ler!, Bir gün Sırbistanlı bir dostum Bel * yrad yakınlarında bir nehir boyunu Ü” tererek diyordu ki: — Buraya iyişdikkat ediniz. Bazı viib letler belki bürün tarihlerinde, şu topftk parçasınım içtiği Türk kanı kadar, yef kaybetmemişlerdir. Akşam serinlidinde, olgun- başaklfi” sarı ve ağır dalgalarına bakıp dalıyor* Tablat vazifesini yapıyar. İmparatorluk eski tüyalarına JMJ ve Balkan milletleri vatanlarını ve VU | riyetlerini tamamlamak için maziyi *& dece bir kin kaşymağı olarak kullanmil haklı olabilirlerdi. Ben bu satırları, SÜ bistan, Bulgaristan, Romunya, Yunanif tan, Arnevudluk, Yemen, Hicaz, Şl’ Erdün, Filistin, Suriye, Irak, Mıstr, "'; blusgarb, Tunus ve Cezayir gibi tomt V) yorı müstakil 12 devlet ve üç büyük vt Yaürge veren Osmanlı imparatorluğu' ön üçüncü parçası üstünden gazıv"" Ne bizimi, ne başkalarının tarih dersle İ euklarımıza intikam be tredantizm biyesi vermek için kullanmıya 4htiy mız kalmadı, Bilâkis Tunanın Balkan milletleri ile aramızda ebedi İ tıra birliği olmaktır. Niçin hep M Onun suları üstüne eğilerek maziyi V nuşalım?, (Devamı 10 uncu sayfada) betler, öbek öbek yığılı idi. H: . sıcağından vakit vakit bunalarak, "i » nalık hisseden fazla şişmanlar, etleri ni ve yağlarını löpür löpür oynl“ nata soğukluğa doğru koşuyorlar, " g dilerini oraya âatarak, biraz serin b alıyorlar, birer sigara tellendiri” lardı. İçerideki cünbüş iki, üç saat ğ böyle devam etti.Henüz kendine *" yf mile gelememiş olan Hamdune ge. y cehennem gibi yerde kıpkırmız! 3? takoza dönün âdeta baygın düşet Wi yavrunum artık bundan ziyade ©' , Tarını muvafık bulmıyan karılâr; ”" dileri biraz daha kalıp eğlenlg:nd/ lile onlara ruhsa* verdiler. * misafirlerine ayrı ayrı teşekküf "N © da etti. Çalgıcılara, çengilere “”p' mam halkına bol bahşişler dağıt 'J - arabasına bindi VE pıda bekleyi diği gibi gitti. Arkaşındar bütün diller c“% Daha demin onu methedenler, © VJ' ken, hayran hayran senasındâ n_'o' nanlar, şimdi onur kusurlarını ";' Jat, ayıplarını bir bir ortav” gti lardı.. a f — Saçları tel tel ak olmuş, aYöl yf o karı karttır diyorum size de ””'f' yorsunuz. Nasıl da doğurdu, h.:,&’ , şarım! Ferah ferah otuz dört , O doğduğu zaman rahmetli SW ğabeyime gebe imiş. Bizim ŞÜĞ ,.': öleli kaç yıldır? Tam yirmi şında mehrüm oldu. İnce hıl“ü:/ tulmayıp ta sağ olsaydı, bugü! sahabısı olacaktı. N Bu hükmi bir diğeri teyid ed'w/ — Hafız havımın hakkı var. Üaf köşeye oturduğu gün Hamdun! ” nesi Şaver hanım düğüne gel yt | Sebebini merak etmişler, ağrısi yağ muş imiş. Ertesi günü de bu h’.h" muş. Varın, hesab edin gayri! bu yaz torununu evlendirdi.