Yugoslavyada İntihab hazırlıkları ugoslavyanın Yazan: Muhittin Birgen çok — laymetli u devlet adamı Stoyadinoviç, 935 de intihab edilmiş olan Skopiçinayı dağıttı ve önümüzdeki ayın on birinci B yeni intihabat yapılması kara- yını ilân etti. Bugünlerde Yugoslavya ye- ntihabat için hazırlık yapmakla meş- güldür Bay Stoyadinoviç yumuşak elli, sert yumruklu, keskin zekâlı, demokrat ruh- lu, iş başarmasını çok iyi bilir bir devlet Kendisine bidayette — şibheli, am ve sadık bir parlâ- suretile ü adamıdır. riyeti temin etmek ya mukadderatım idare etmeğe buşladığı zamandanberi — Yugoslavyayı, met, gâh şiddet, bazan sıcak da açık muareze yollarile | ki, şimdi kendisi id şartlar içinde yeni bir intihab yapmak ve etrafına toplıyacağı gaha kuvvetli bir ekseriyetle memlekete yeni bir hamle yaptırmak zamanı geldiği- ni görünce fırsatı elden kaçırmadı. Bu da onun iyi görüşlü ve her şeyi zamanında yapmasını bilir bir devlet adamı oldu- nu gösterir. Bay Stoyadinoviç, Yugoslavya işlerini Çoök karışık ve düşkün bir zamanda eline aldı. Sırb - Hırvat mücadelelerinin sev- kettiği bir kral diktatörlüğü devrinden yeni çıkmış, kralını Marsilyada bır sul- kasde kurban vermiş olan “Yugoslavya, dahilde henüz iktısadi buhranı tamam yenememiş bir vaziyette idi. Memleke- tin ekseriyetini ve hükümetin temelini teşkil eden Sırb kütlesi, çiftçi olduğu için borç içinde idi. Evvelâ onu borçtan kur- tarmak istedi ve çok mahirane bir mali- ye ameliyesile bu işi hallederek Sırb küt- lesini kendisine bağladı. Ondan sonra Hırvatlarla meşgul oldu. Onlara sert mu- Smele etmedi; onların istedikleri şeyle- rin bir çoğunu verdi ve hattâ kendi aley- hinde söyledikleri zaman, hiç aldırmadı. Birbirini takib eden tedbirlerle bir taraftan Sırb köyünü, öte taraftan Hır- vat sanaylini buhrandan kurtarmaya ça- hştı. Bütün bu dahili siyasette akıl ile, zekâ ile, iyi niyet ve kalble, etrafında bir dostluk muhiti yaratırken Hırvatları hoş- nud etmek için, Sırbistanın Sınod'u ile keskin bir mücadeleye girişmekten çe- kinmedi. Girişti ve mağlüb olmadı. * Fakat, Stoyadinoviç asıl kuvvetini, en mzak görüşlülüğünü harici siyasetle gös- terdi. Avrupada ölup biten işlerin mana- birçok devlet adamlarından evvel mış olan bu başvekil, Yugoslavyanın hsrici siyasetini en evvel Fransa inhisarın dan kurtarmaya karar verdi. Fransanın Balkan Antantından ve bilhassa Türkiye dostluğundan aldığı kuvvetle, Bay Sto- yadinoviç, günün birinde Fransıztara a- çıkça şunu söyledi: — Yugoslavya, bundan böyle, kendi- gine en münasib olan dostlukları in..hab- da serbesttir! Yugoslavya, asıl bu sözü söylediği gün- dür ki istiklâline kavuşmuş bulunuyor- du. Fakat, Stoyadinoviç, burada da dur- madı, Bir zaman sonra, Münih kanferan- tında Avrupaya yeni bir şekil ve yeni bir siyaset sistemi verecek olan devlet. lerin kimler olacağını vaktinde sezmiş bir devlet adamı gibi, Berlin - Romma mih- verine yavaş yavaş yaklaştı ve dostluklar yaptı. Arada sırada, Yugoslavyanın Fran- taya müteveccih radikalleri tarafından arkadan hücumlarına uğradığı zaman da ves çıkarmadı. Gittiği yolun Yugoslavya fçin yegâne hayırlı yol olduğuna kanldi. Daha fazlasını yaptı: Bled konferan- sında Macarlarla Yugoslavya — arasında hiç olmazsa daha dost bir komşuluk tesis edecek yumuşak, makul ve dürüst bir giyasetin kahramanı oldu. Bütün bunları yaptıktan sonra da çok. tanberi Avrupanın göbeğinde hazırlanan fırtına, birdenbire, bütün dehşeti ile pat- lamış bulunuyordu. O zaman Dr. Stoya- dinaviç, Sırbistan başvekili — sılatı — ile » bilmem içer mi? - piposunu yaktı ve hâdiseleri seyretti. Chamberlain, tayya re ile Berehtesgaden'e köştuğu — sırada Yugoslavya milleti etrafına göz gezdir- diği zaman şu manzarayı görüyordu" Al- manya dost, İtalya dost, Macaristan düş- man olmaktan çıkmış, bütün Balkanlar dost! O tarihte Belgradla Zağreb'in en büyük derdleri şu idi: Almanyaya ve Resimli Makale: mıştır, dün Türkün bayrağı halindeydi. | tin kaynağını bulacağız. İkisi de san'atkâr Ama biri milyoner Tanınmış İngiliz sinema yıldızlarından Norab Suruburn, bir sabah Londra so- kaklarından birinde gezerken, köşe ba - şında resim yapan bir halk san'atkârini görmüş, durmuş bakmış. Bir fotoğraftan kendi resmini çizdiğini görmüş, hoşuna gitmiş. San'atkârın yanına yaklaşmış, «resminden yapacağına aslından yap> demiş; ve ressamın ortaya çıkardığı eser- den de ziyadesile memnun kalmıştır. ——— Çekoslovakyaya satılması mutad olan malları ya Ramanya, yahud da cenubi Macaristan ve Avusturya üzerinden gön- dermeğe mecbur olmak yüzünden ihra- catın birdenbire azalması! Çünkü, Çekos- lovakya yüzünden Almanyaya, Macaris- tanın askeri tedbirleri yüzünden de Çe- koslovakyaya — mal — sevkedilemiyordu. Eylül ayında 100 milyon dinarlık daha az mal satan Yugoslavyanın. Avrupayı altüst etmesi muhtemel bir harb karşı- sında bundan daha büyük bir derdi yok- tu! * İşte, Stoyadinoviç yeni intihabata bu bâdiszelerden sonra karar verdi. Münih konferansı ve neticeleri, ona tuttuğu ha- rici siyasotin ne kadar yetinde olduğu- nu isbat imkânlarını veren bir muzaffe- riyet temin ediyordu. Aynı harici siya- set, Yugoslavyanın iktısadi kalkınmasını da temine imkân vermiş olduğundan yeni bir intihabdan Yugoslav başvekili belki de iki misli bir kuvvetle çıkacaktı. Ka- rarı verdi ve şimdi muzafferiyetinden e- min bir kumandan gibi, yeni intihabın neticelerini bekliyor. Avrupanın bugün- | kü başvekilleri arasında, kendisini Sta- | yadinoviç kadar rahat hisseden devlet adamı az olsa gerektir! Muhittin Birgen tarihin İSTER Türkün binlerce yıllık Dün Türkün Atası öldü. Kaybettiğimiz sadece hir şef değildir, hepim'zin içinden ayrı ayrı birer kalb koptu. Göz yaşı bizim için artık bir yeisin ifadesi olmaktan çık- Fakat biz bu göz yaşlarında istikbal için yeni bir kuvve- SON POSTA Toeessür hakkımızdır. Sarsıla sarsıla ağlıyabiliriz, bitâb düşebiliriz, fakat insanın ebediyen kaybettiği sevgi- Misine kargı en büyük vazifesi hem metin olmak, hem de acıdan onun yadiğgâr bıraktığı eseri, gittikçe güzelleştirerek, git- tikçe kuvvetlendirerek muhafaza etmektir. Atanın, Ataya Mâyık çocukları olduğumuzu unutmuiyalım. ee veranenn n eananann Hergün bir fıkra On beş gün Hapishanedeki mahkümlar, kendi aralarında konuşuyorlardı.. Biri: — Ben bir adamı yaraladığım için üç sene hapis yatacağım! Dedi, bir başkası: — Ben, dedi, ancak ön beş gün yata- cağım! — Suçun nedir? — Dört kişi öldürdüm. — Dört kişi öldürdüğün halde on beş gün hapis ha? — Evet, on beş gün sonra... — Tahliye mi edileceksin? k — Hayır, idam edileceğim! .. . iki ah İN bah çavuşlar »4 köpekle bir İngiliz olan efendisi, iki ayrılmaz ahbab çavuşturlar. Her yere hir- likte giderler. Efendi, gazetesini okuya - cak olsa, köpek te sırtına sıçrar ve büyük bir alâka ile gazeteyi süzer. Hizmetçilik eden sinema yıldızı Kırk sene evvel, Nevyork operası - nın en yüksek ve şaşaalı yıldızı olarak binlerce kişiyi ayaklarının dibinde sül - rükleyen Edna Knollys, şimdi bir lok - ma ekmek bulabilmek için, ortalık sü- pürmekte, boğaz tokluğuna hizmetçi - lik etmektedir. NAN İSTER de eşi görülmemiş, tamamen kaybetmiş bir sütundur Dünkü ve yarınki Kadın kıyafetleri İçin bir meşher Londrada açılan kadınlar moşherinde, €en son moda kadın tuvaletleri de güste - rilmektedir. Resmimiz, dünün ve yarı - nın tuvaletleri hakkında size bir fikir ve. riyor. Amerikada haydudların tuttukları yeni bir yol Amerikada yeni ve caniyane işler peşinde koşan bir şebeke meydana çı - karılmıştır. Bu şebeke, gözüne kestir - diği kurbanlarıma türlü türlü vasıta » larla hülül ederek, onları kandırmak - ta, kendilerini yüksek meblâğlara si - görta ettirdikten — sonra öldürmekte, sotıra da şebekeye dahil olan doktorla- rın verdiği «tabil ölüm> — vesikalarile sigorta kumpanyalarını dolandırmakta imiş. İrak kralının tayyare merakı Irakın genç kralı Gazi, dehşetli tay- yare meraklısıdır. Uçmayı pek - sever. Geçenlerde İngiltereden üç tane tay - yare satın almıştır. Bunlar şimdi, Bağ- dadda kendisinin hususi — hangarında bulunmaktadır. Hususf tayyaresi için, tercihan bir İngiliz pilotu aramakta, masraflarından müada, ayda 80 İngiliz Hrası aylık vermek istemektedir. Fa - kat hiç bir tayyareci, bu vazifeyi ka - bule yanaşmamaktadır. Sebeb de Irak- ta yaşayan bir ecnebi için bu paranın az geleceği endişesidir. İNANMA! en büyük mateminde bugün hikmeti vücudünü BU DAKİKADA AĞLAYABİLMEK BENİM DE HAKKIM Sözün Kısası Türk Sııng;;ı Ve biz M: det kalmak üzere gel ,nebi olan dostum, beni k: an tu * tup, kendi çalışma a götürdü. Örüe da bir vitrinin (ca dolabın) önünde durduk. O, kapısımı açtı ve içindeki ufak cefeki arasından, bir tanesini aldı. — Bakınız! dedi; bu, «İstanbul»r müş! Anlıyanlar çok nadir bir parça olduğunu söylüyorlar.. beş liraya satın aldım., be- dava değil mi Mevzuu bahsettiği aşüre testisi Idi |eilâsı, E. Talu mleketimize mahdud bir müd- iş bır ec« um z bir » parlak bir e düzgün bir şekli var« t nazarlar onun üzerine zavk ile, ha2 ile konuyordu. Bir parça daha çıkardı.. — İşte bu da bir «çeşmi bülbül'. de- Vdi. Beykozda yapılırmış.. fakaz Türkiyede İbile örneği hemen hemen kalmamış. Bit |Yahüdinin elinden otuz liraya edindim. Hayranım bu parçaya! Kim bilir hangi eski zaman rindinin akşam keyfine hizmet etmiş, hangi na« zenin ellerde gezmiş, şeffaf süt rengi ze- Min üzerine çizilmiş halezunlarile ger- çekten bül n âşık gözlerini hatırla « tan bu rakı sürahisine de benden yüz çe« virmiş, uzaklaşmış, kadim bir âşina gibi sitemle baktım.. Dostum bakışlarımdan büsbütün başka Manalar çıkarıyordu. — Bakın! dedi; siz de san'atkârsınız. anlıyorsunuz bu kıymetli şeyleri de na» zarlarınız dumanlanıyor. Halbuki benim nazarlarımı duman'ı « yan bir artist hazzı değildi Ben yakındâ yabancı bir diyara gidip yerleşecek ve belki de bir daha hiç dönmiyecek evlâ « dının karşısında yüreği kanayan bir bas ba gibi idim. Şimdi şu ecnebinin cameklânını süsli « yen o nefis parçalar, zengin bir mazi « İnin mirasından arta kalmış son kırıntı « lardı. Ve onlar da elden gidiyorlardı. İçim yana yana düşündüm; Bir vakite ler bizde her ev bu nadide eşya ile dolü idi. Ve o bolluk içerisinde bunları, kıy« metlerinir farkında bile olmıyarak, mü- reffeh bir ailenin kadir bilmiyen çocuk « ları gibi, kırıyor, döküyor, yeniliyorduk. Gene de öyle iken, sandıklarımız, do « lablarımız bunlarla dolu, duvarlardaki hücrelerimiz, kavukluklarınız bunlarla süslü idi. Büyük ninelerimizin göz nuru döke « rek vücude getirdikleri, nadide kunaşlar üzerine kılaptan, ibrişim işlemeli bohça- lar, çevreloer, makramalar, çeyizden çe- yize intikal eder, ailenin, sülülenin, ha« nedanın kadınlığını, kıvraklığımı, tutuma luluğunu, ahlâfa isbat eylerdi. Buğgürkü tezgâhların bir daha doku « mak ve boyamaktan âciz oldukları ha « hlar, kilimler, namaz seccadeleri, birer sun'i Japon bahçesi gibi, kışın dedeleri« mizin, ninelerimizin gözlerini oyalardı. Her evde fağfur, mürettebatı, Sakson « ya, Viyana fabrikalarının bilhassa şarlt için imal ettikleri sahan, kâse, şerbet bare dağı, üşüre testisi, çiçeklik, kahve fin « canı düzünelerle bulunurdu. Yurdun her köşesinde işliyen ufacıli tezgâhlar meydana çıkardıkları şahesere leri, yazı çekmecesinden, tesbihlerin ene wama, pirinç mangaldan, işkembe fenere kadar iç piyasaya dökerlerdi. , Hattatlar, bazan bir, iki yılda yanp tekmil edebildikleri muzhafları, muhteliİ istiflerde vücude getirdikleri levhalari cüz't? «hediye» mukabilinde, zamanın &- kâbirine takdim ederlerdi. (Devama 9 uncu sayfada) İKİNCİTEŞRİN